26 Şubat 2017 Pazar

OSMAN TÜRKOĞUZ HAKKIN RAHMETİNE KAVUŞTU...

BİR DOSTU YİTİRMEK…
22 ŞUBAT 2017 ÇARŞAMBA GÜNÜ; Komutanım, dostum, öğretmenim, sırdaşım, dert ortağım, Emekli Jandarma Albay Osman Türkoğuz hakkın rahmetine kavuştu…
Bugün de Menemen Hatundere Köyünde, Oğlu ve Anasının yanında toprağa verdik…
Osman Albay; Jandarma Teşkilatımızın; seçkin subayı, iyi asker, iyi komutan, iyi öğretmen, adam gibi adamdı…
Ve gönül adamı idi…
Şair, yazar…
Hukukçu…
 Ülkemiz ölçülerinin üzerinde, aydın, çağdaş… 
Bilgi Pınarı…
Bilge…
Gerçek Atatürkçü…   
Aklı ve bilimi önemseyen, ülkesinin ve Milletinin aydınlık geleceği için çırpınan yiğit bir Savaşçı…   
Emrinde çalışmaktan,  tanımaktan,    dostluğunu kazanmaktan duyduğum onur ve kıvancı anlatmam zor…
Denir ya; “bir kitap okudum; dünyam değişti…”
Ben de Osman Albay’ı tanıyınca; dünyaya bakış açım değişti… 
Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim: Ne yazık ki, Ailesinde de, dostlarında da, komutanlarında da, astlarında da hak ettiği değeri bulamadığını düşünüyorum…
Her ölüm erkendir; yaşı ileri olmasına rağmen; bu ölüm Osman Albayıma yakışmadı…
Komutanımı; 1977 yılında Manisa’ya Merkez Kölük Komutanı olarak atandığımda tanıdım…
Emrinde iki yıl çalıştım…
Askerliği de, Jandarmayı da, insanlığı da Atatürk’ü de ondan öğrendiğimi söyleyebilirim…
Sonraki yıllarda da irtibatımız, emekli olunca da dostluğumuz sürdü…
Her görüşmemizde, yeni şeyler öğrenirdim…
Yaptığım her işimde danışırdım…
Üniversite’de ders vermeye de O’nun yönlendirmesiyle başlamıştım…
Aynı dergilerde ve aynı internet sitelerde yazılar yazmış ve birlikte kovulmuştuk…
 Osman Albayımın kaybı yalnızca; ailesini ve sevenlerini üzmedi…
Şiirleri de öksüz kaldı…
Atatürk sevdası da, Türkçe sevdası da yetim kaldı…
Bilgisayarı da boynu bükük…
Demirci Dağını, Manisa Garındaki çınar ağcını,  Sınırlardaki Mehmet’i, Antakya’nın inişli çıkışlı yollarını, hatta Sarı Gülleri kim teselli edebilir ki…
Ya, Gönül gözü ile görenleri…
“ATEŞ İLE SU” yine, yan yana mı?
Bir çınar daha göçtü bu dünyadan.
Yaşamı boyunca Cumhuriyete, M. Kemal Atatürk'ün ilkelerine sahip çıkmış, onun ocağını korumuş, vatansever, gerçek Atatürkçü, derin tarih ve hukuk bilgisiyle gün ışığına çıkarttığı gerçekleri korkusuzca bizlere sunan, cesur duruşuyla ışıklar saçan, Komutanım, ne yazık ki özlediği aydınlık günleri göremeden aramızdan ayrıldı…
ATATÜRK’ÜN yiğit Askeri;  ruhun şad olsun.

Ahmet AVCI
23 ŞUBAT 2017
İZMİR


SINIRLARDA MEHMEDİM

YÜREĞİNİ YASTIK YAPMIŞ TA ARKASINA;
GÖZLERİ ELLERİNDE DÜRBÜN.
YAĞMURLA, RÜZGÂRLA, KARLA BERABER,
GECELERİN ARKASINDA,
MEVZİDEDİR MEHMEDİM.

KAÇAKÇI KURŞUNLARI GELİR ZİYARETİNE,
KATIK YAPAR DA KURU EKMEĞİNE,
ULUSUNUN TÜM SEVGİSİNİ KATAR.
GECELER BOYU SINIRDADIR MEHMEDİM;
AYLA BERABER,
GÜNEŞLE YATAĞINA YATAR.

SİLAH SESLERİ BÖLER GECEYİ,
BAZAN ÜÇE, BAZAN DA DÖRDE.
KIRK MİLYON OLUR DA MEHMEDİM,
ÖYLE VURULUR, ÖYLE ÖLÜR,
ÖYLE DÜŞER, DÜŞERSE DERDE.

NE BİR ANA BULUNUR,
NE DE BİR BACI YANINDA.
KIRK MİLYON TÜRK UYUR GECELERİ,
MIŞIL, MIŞIL,
UYKUSUZ MEHMEDİMİN ARDINDA.

VURULUR MEHMEDİM,
KIŞ ORTASINDA, YAZ BAŞINDA.
VURULUR MEHMEDİM,
YILDIZLARIN VE AYIN TANIKLIĞINDA;
GECELER AYDINLANIR KANINDA;
TOPRAK VATAN OLUR CANINDA

BİR SİGARA GİBİ TÜTTÜRÜR,
UZUN KIŞ GECELERİNİ.
YALNIZLIK TA ÇEKİLİR Mİ HİÇ,
KAR OLMASA, YAĞMUR OLMASA,
KAÇAKÇI KURŞUNLARI DA OLMASA.
TESBİH YAPAR DA MEHMEDİM,
SABIR, SABIR ÇEKER,
YA TESKEREYİ YA DA ÖLÜMÜ.

VURULUR ÖLÜR MEHMEDİM,
BAZAN GECENİN ORTASINDA,
BİLİR AMA MEHMEDİM BİLİR,
KIRK MİLYON TÜRK UYUR GECELERİ,
MIŞIL, MIŞIL,
YARALI MEHMEDİMİN ARKASINDA.

SU UYUR, TAŞ UYUR, DÜŞMAN UYUR DA,
UYMAZ SINIRDA BENİM MEHMEDİM.
VURULUR, ÖLÜR DE BENİM MEHMEDİM;
AK GÜVERCİNLER GİBİ RUHUNU;
SELAM, SELAM, SELAM DİYE,
ULUSUNA GÖNDERİR.

OSMAN TÜRKOĞUZ…

(Kızıltepe; 1977)




MANİSA GARINDA, ÇINAR AĞACINIM.

(Bu şiiri, 22Aralık 1978’de yazmıştım.)

Koskoca yüreğim avuçlarımda,
Bir çınar ağacına da dayanmışım;
Yaprakları dökülmüş, kuşları uçmuş.
Gözlerim karanlıklarda, içimse kapkaranlık,
Yerde kardan beyaz örtüler,
Geleceğine inanmışım, geleceğine kanmışım;
Yıldızlar üşümüş yalnızlığımdan.
Üşümüş yapayalnız Koca istasyon;
Bekleme salonunda yorgun insanlar,
Ben üşümüşüm, ben yıkılmışım,
Donup kalmışım yalnızlığımdan.
İçime sığınmışım, bir ağaca sığınmışım,
Sensizliğin buz kesen ayazından.
Sense kim bilir şimdi nerdesin,
Bir tren penceresinde misin, sisli ve puslu?
Ve boğazında hıçkırıkları suskunluğun,
Düşünmekten sırılsıklam ellerin;

Beni mi düşlüyorsun, kim bilir?
Yol uzun, sevda uzun, çile uzun;
Kim bilir, beklide bilinmez ki,
Türküsünü mırıldanıyorsundur sevdamızın,
Tren tekerleklerinde upuzun.
Uzun kış geceleri olmuş özlemin,
Sensiz taşımak, sensiz yaşamak ne mümkün.
Puslu camlarda seni görünce;
Bir yüzünde sensin, bir yüzünde de ben,
Dilsiz sandığımız aynaların ve zamanın,
Bir ucunda da sen, o bir ucunda da ben.
Kim kimi bekliyor, söyle a canım,;
Keşke oturduğun koltuğun olsam,
Dudaklarına yapışan sigaran;
Her nefes alışımda seni yaşıyorum,
Bin nefes alışında, sen de beni an.
Böyle düşüncelere dalıp gitmişken,
Derinden bir sesle uyandım birden:
“Kolay mı,” diyordu ulu çınar ağacı.
“Kolay mıdır ey insanoğlu,
Bir istasyon önünde ağaç olmak?
İnsanların mutluluğu ile yeşerip,
İnsanların hüznüyle sararıp, solmak?
Görmüyor musun terk etti beni de
Yapraklarım ve kuşlarım bile.
Tek, tek kaldı üstümde,
Yaşam türküsünü yitirmiş birkaç kozalak.
Sonra sen kaldın,
Bir de sırtımda posta kutusu,
İçi mutsuz mektuplarla dolu.
Ve iki ölmüş yılan gibi,
Önümde uzanmış, geçmişten geleceğe,
Kap kara tren yolu.
Haydi, git, haydi git, bekleme sen de,
Ben bekleyeyim senin yerine de.
Dert sende, hüzün sende, ayrılık sende.

Ben sararayım insanoğlu, ben solayım;
Ve gelmeyince de beklediğin,
Ben üzülüp, ben ağlayayım.
Dayanıyorum insanoğlu dayanıyorum,
Doğanın soğuğuna kışına;
Yapraksızlığa, kuşsuzluğa dayanıyorum da,
Dayanamıyorum insanların yalnızlığına.
İnsanların acısına dayanamıyorum,
Dayanamıyor ağaç yüreğim.
İşte sırtımda posta kutunuz,
Bir reklam borusu çakılmış yüreğime,
Mutsuzluk mektupları yaralar beni,
Yolcusuz kalkan trenler birde.
Hele, hele,
Yalınız binenler ve yalınız inenler,
Birde sen kahretme beni.
Yapraksızlık, kuşsuzluk beni üşütmezde,
Üşütür insanların yalınız yüreği.
Belime dayanıp ta ey insanoğlu,
Sigara, sigara yakma zamanı,
Manisa’nın akşamüstleri vardır ya;
Ya buluşma zamanıdır, ya ayrılık zamanı.”
Derinden bir tren böldü geceyi,
İnsanca sevmeyi, ağaçça düşünmeyi.
Sonra puslu camlarda sen;
Aydınlattı koskoca istasyonu,
Yemyeşil gözlerinle pespembe çehren,
Aydınlandı içim, aydınlandı düşüncem.
Aydınlandı ağaçlar, yaprak, yaprak;
Gün doğmuşçasına birden.
Nereden geliyor bu kuş sesleri?
Serçeler midir yoksa
Çınar yaprakları altında öten?

Osman TÜRKOĞUZ


















BİR VEDA HAZIRLIĞI VE VASİYET

BİR VEDA HAZIRLIĞI VE VASİYET

İZNİNİZLE KOMUTANIM RAHMETLİ E. ALB OSMAN TÜRKOĞUZ'UN VEDA ŞİİRİNİ PAYLAŞIYORUM...

OSMAN TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@gmail.com
İzmir; 10 Ocak 2012,

SESSİZCE O AĞLAYACAK BİLİYORUM!

Ne zelzele olacak, ne volkanlar patlayacak;
Ben öldüğüm zaman hiçbir şey değişmeyecek;
Hiçbir şey değişmeyecek günlük hayattan,
Yine okulun zilleri sekizde çalacak,
Yine çocuklar oynayarak sınıflara dolacak.

Yine kumrular gelecekler penceremize,
Yine ezanlar okunacak vaktinde.
Ha bir yaprak düşecek dalından yere,
Ha bir balık vuracak o eski sahillere.

Zaman yalınız bende duracak,
Saatler yine de tam vaktinde vuracak.

Yakınımdakiler hüngür, hüngür ağlarken,
Ben için, için güleceğim yalınızca ve gizlice;
Çok uzaklarda, deniz kıyısında birisi,
Öldüğümü üç gün sonra duyacak,
Yakasına bir SARIGÜL takarak, için, için
Ve sessizce ağlayacak.
İşte o zaman ben de ağlayacağım
Gözyaşlarımı içime akıtarak.
Ben varken vardı olacağım;
Benden vardı diye de söz edecekler.
Öleceğimi ne Ahmet Bey’e, ne de
Gönlü ile gören o kıza söyleyeceğim;
Arkamdan ağlayacak görmeyen gözleriyle
Ve türküler besteleyecek benim için belki de.
Cenazemi kütüphaneme koyacaklar;
Kitaplarım, bilgisayarım ve klavyem dilsiz;
Merak içindeyim sormayın, ne yapacaklar bensiz.
Kapımdan çıkarırlarken cenazemi, aklıma bir soru takılacak:
Kim getirecek bu evin ekmeğini benden sonra;
Kim dökecek bu evin çöplerini ve
Kim değiştirecek gaz tüpünü ve su bidonunu?
Geri dönesim ve gülesim geldi:
Buncacık mesele için ölüm oyununu bozmaya değer mi?
Ölüm raporu, defin ruhsatı ve maaş bağlatma işi
Eşimi çok yoracak bu işler, bereket Ahmet Bey var.
O’NUN bu konuda kitabı ve koskocaman yüreği var.
Sonra da beni caddeye indirecekler
Ve tabutumun üstüne serilmiş bir ALBAYRAK ve gölgesinde BEN;
Cenazem geçerken yollardan, çift sıra olmuş insanların başlarını öne Eğdiklerini göreceğim ve kıvanç içinde;
“Ula Osman bu manzara bile ölmeye değer!”Diyeceğim,
Ayıp olmasa hepsinin gözlerinden öpeceğim.
Sonra da götürecekler köyümüzün mezarlığına;
Bir asker mangası üç el silah atacak
Ve tüm ölüler birisi geldi yine diye kahkahalar atacak.
Önce imam soracak, oradakilerde” iyiydi!” Diyecekler,
Onların vergileriyle okuduğumu da biri birlerine söyleyecekler! Benim Anam Namuslu bir kadındı,
Mezarımın başında İmam hayatında ilk defa
Babamın adıyla bana seslenecek;
Analarının namusunu tüm insanlar da böylece öğrenecek!
Ben SARI GÜLLÜ birisini çok özleyeceğim,
Ölmesin diye dualar etsem de 
Yanıma gelmesini de çok bekleyeceğim.
En son mezarımın başından Yeğenim Fulya ayrılacak;
Gözlerinde sevgi ve yüreğinde imanla:"
"Hey gidi Osman Albayım hey diyecek;
"Biz subaylar tutuklanır mı derken,
Ne vardı hemen erkenden ölecek?"

İzleyiciler

Blog Arşivi