KADIN NEREDEN NEREYE?!
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM.
“Din icabı olan
tesettür, kadınların külfetini mucip ve adaba aykırı olmayacak basit şekilde olmalıdır.
Tesettür şekli, kadını hayatından, mevcudiyetinden tecrit edecek şekilde
olmamalıdır.”Mustafa Kemal Atatürk.
“Şeyhülislam
Fetvalarında,
“ KADIN VE CİNSELLİK “
GÖKÇEN
ART.1996.
Bir erkeğin küçük bir kızla
cinsel ilişkiye girdikten sonra;o erkeğin o kızın anasıyla evlenmesinde ŞER’AN
bir sakınca yoktur.””Bir erkeğin zina yaptığı kadından olan kızıyla
evlenmesinde ŞER’AN bir sakınca yoktur.Zira,hamilelik suyu helal değildir.”Bir
erkeğin,küçük bir kızla cinsel ilişkiye girdikten sonra,o kızın anasıyla
evlenmesi,ŞER’AN caizdir.””Erkek,zina ettiği kadının kızıyla da ŞER’AN
evlenebilir.”Bir adam bulunduğu yerden gittiği uzak diyardan karısına,”seni
boşadım”,diye mektup, yazarsa ŞER’AN ol kadını boşanmış sayılır,iddet müddetini
dolduran kadın da başka bir erkekle evlenebilir.”Almış olduğu cariye özürlü
çıkarsa,müşterisi satıcıdan ödediği parayı geri alır.Yalınız kullanma bedelini
satıcıya öder.”Mezheplerin İçtihadı.Kadın satışlarını ruhsatını bizzat
padişahlar verirdi…Revonons a nos Moutons?!
İzmirli Hemşehrimiz, Kör Ozan
Homeros’un iki ünlü destanı vardır: Truva Savaşını anlatan İLYADA ve Kıral
Odyseus’un maceralarını anlattığı ODYSEUS destanı… Bu destanda Penelopedia
olarak adı geçen, Kıral Odyseus’un karısı ve İkarios’un kızı Penelope’dir…
Penelope, Yunan Mitolojisinin en ünlülerinden birisidir. Ar ve namusun, sadakatin
da sembolüdür. Truva seferine çıkan kocası, Maceracı Kıral Odyseus’u Yirmi sene
beklemiştir. Penelope, aynı zamanda kıral Odyseus’un akrabasıdır ve ondan da
Telemakos adlı bir oğlu vardır. Penelope, çektiği çileyi, Kaynanası
Antikleia’ya şöyle anlatır:
“Karın büyük bir sabırla bekler
seni evinde,
Gündüzleri, ağlaya, ağlaya
tüketir kendini.
Bir gece geçirir ki düşman başına…
”Kocası seferdeyken
öldü haberinin çıkması üzerine, evlenmek için talipleri Penelope’nin sarayına
hücum ederler. Dilenci kılığına girerek Penelope’nin huzuruna çıkan Odysseus’a
Penelope neler söylemez:
“Tanrı bir kez dokumayı koydu
aklıma ilkin,
Kocaman bir tezgâh kurmuştum
odamda,
Arşın, arşın bez dokuyordum
habire.
Taliplere de şöyle laf
ediyordum arada bir:
Delikanlılar, madem tanrısal
Odysseus öldü
Çaresiz varacağım içinizden
birine,
Ama ne olur bekleyin bir parça
daha.
Bitsin bu dokuma, boşa gitmesin
bunca ipek.
Bir kefen dokuyorum Yiğit
Laerte’e,
Gün gelir de ölüm onu yere
sererse upuzun;
Akhalı kadınlar ne der sonra
bana.
Böyle derdim, kanarda bana
taşkın yürekleri.
Oysa ben, gündüzden dokuduğum
koca bezi,
Bir çerağ önünde sökerdim
geceleri...”
Penelope, kocasını tanımakta
güçlük çeker. Koskocaman bir adam olmuş olan oğlu Telemakhos bile anasına şöyle
seslenir:
“Ana, ana kötü ana, yüreği
taştan ana,”
Ne diye böyle uzak durursun
babamdan?”
Ne diye yanına oturup,
konuşmaz, sorular sormazsın ki?
Kim dayanır senden başka, hangi
kadının yüreği,
Baba toprağına dönen kocasından
böyle uzak durmaya,
Sürüne, dilene, yirmi yıl sonra
dönen kocasından?”
Mitolojide aşklar, ihanetler ve
sadakatler tanrılar ve tanrıçalar katında sürer de gider. Yunan Mitolojisinde
İO adlı ateşli bir Rahibe vardır; adı da uzayın en kızgın kayasına verilmiştir/Jüpiter’in
uydusu/. Bir de adı bir kıtaya verilmiş olan EUROPA vardır. Baştanrı Zeus ile
sevişerek adını mitolojiye yazdıran bu kadının maceraları kitaplara konu
olmuştur. Pandora Efsanesi, Âdem ile Havva öyküsünün aslı gibidir. Foçalı Büyük
Ozan ve çok tanrılı dinlerin peygamberi Hesiodos, bu konuyu uzun, uzun
işlemiştir. İlk insan Prometheus; ateşi ve egemenliği Baştanrı Zeus’tan
çalmıştır.”Zincirlere Vurulmuş Prometheus, trajedisinde de bu konu işlenmiştir.
Prometheus, ateşi kamış bir boru içinde insanlığın kullanımına sunmuş; bir de
bir şölende;Zeus’un önüne sığır etinin kötü ve yağlı tarafını sunmuştur.Zeus,bu
duruma çok içerleyerek,Demirciler tanrısı ve Afrodit2in kocası, Topal oğlu
HEPHAİSTOS’A/HEFAİSTOS/ TOPRAKTAN BİR İNSAN YARATMASI EMRİNİ VERİR.Yaratılacak
olan Şeytan mı şeytan,işve baz mı işve baz,kapris mi kapris,doyumsuz mu
doyumsuz Kadın’ı,Prometheus’un kardeşi
Ebleh EPİMHETEUS’A vererek tüm insanların başına büyük bir bela
sardıracaktır…Her tanrının birçok yeteneklerle bezediği,adı Pandora alan bu
kadının eline,Baştanrı Zeus,içi kötülüklerle dolu bir kutu vererek bunu asla
açmamasını da tembih etmiştir…Sırf merakı yüzünden kutuyu açan PANDORA,tüm
dertlerin,kötülüklerin ve hastalıkların kutunun dışına çıkmasına ele neden
olmuştur.Acele ile kapattığı kutunun içinde,insanları yaşatacak olan UMUT
kalmıştır… İnsanoğullarını yarınlara çıkartan, her çekiliş için Piyango
biletleri aldırtan, Toto, Loto ve at yarıları oynatan, kumarlara saldırtan hep bu ümit olmuştur. Umut Fakirin ekmeğidir
demişler, eksik söylemişler; umut, Fakirin tükenmez aşıdır… Açlıktan ölen
insanın otopsisinde, karnını yardıklarında ne mi görmüşler? Üçyüzatmış beş tane
umut görmüşler, cennete gider umuduyla ol Fakiri gömmüşler… İsterseniz;
Hesiodos’un,”İşler ve Günler,”adlı eserinden bu konuyla ilgili bölümü okuyalım:
“Derin düşünceli Zeus, ses
vermedi onlara,
Sessizce gelişlerini duymasın
diye insanlar.
Görüyorsun ya Zeus’un dileğine
karşı konmaz…”
Dinleri, inançlarımızı ve
yazgılarımızı etkileyen en büyük etken Mitolojidir. İlk insanların Mitolojiyi
yaratan düşünceleri, tüm insanlara din olarak yansımıştır. Kudretli ve kader
yaratan Zeus yerine, diğer tanrılardan arındırılmış ALLAH inancı getirilmiştir.
Zeus’un Dokuz adet Mousası yerine de melaikeler konulmuştur. Mısırda gelişen
Dünyayı yaratan tanrı inancı yerine dünyayı yaratan ALLAH inancı
konulmuştur.OL=KÛN emri yerine,Tevrat’a uyularak, ALTI GÜNDE YARATILMA ileri
sürülmüştür.İslamın kadına bakış açısı da Zeus’tan alınmıştır.”Dünyaya fitne
olarak kadını bıraktım?!”Muhammet.Mısır’da MÖ:3000 yılında,çıkrığın
bulunmasıyla,Çakal başlı tanrı Osiris tarafından çamurdan insan bibloları
üretilmişti.Mısır tanrıları içinde de Dünyayı yaratan bir tanrı vardı.Tek Tanrı
fikrini ortaya koyan 4’üncü
Amonofis/ANEHNETON/’DAN sonra bu yaratı da tek tanrıya bağlanmıştır.Ebu Varaka
kanalı ile de bu fikir,Müslümanlığa yansıtılmıştır.
Bizim
Mitolojimiz de çok derindir: Kırgızlar, yaşamın her şeyden önce, var olan acı
ve tatlı suda oluştuğunu söylemektedirler. Bunun dışında Mitoloji hayalî değildir.
Türk yaşantısının anlatımıdır. Bir başkasında ise Su
içindeki tanrıça Akana veya Ak-ene, Ülgen’e yeri ve göğü nasıl yaratacağını
söylüyor (s. 332). Ülgen de yere ve göğe “ol” diyor, onlar da oluyorlar (s.
433). Ülgen’in yer ve göğe “olun” demesi
ve evreni 6 günde yaratarak yedinci gün dinlenmesi Tevrat ve Kuran’daki Allahın
“ol” diyerek yeri göğü 6 günde yaratması ve yedinci günü dinlenmesi motifi ile
paraleldir.
İnsanın
yaradılışı: Sümer’de tanrılar çoğalmaya başlayınca kendiişlerini yapıp
yetiştiremediklerinden yakınıyor ve bütün tanrıların yaratıcısı tanrıça
Nammu’ya gelerek işlerini yapacak kimseler yaratması için yalvarıyorlar. O da
oğlu bilgelik tanrısı Enki’yi derin uykusundan uyandırarak tanrıların işlerini
görecekleri yaratmasını söylüyor. Enki de annesine derin sudan çamur almasını,
ona tanrıların görüntüsünde şekil vermesini, ona bu işte yer tanrıçası ile
doğum tanrısının yardım edeceğini söylüyor. Enki, ey anneciğim! Yeni doğanın
kaderini söyle, diyor, sonunda o bir insan oluyor…”
Ebu’l Gazi Bahadır Han, Secere’i Terakime’sindeİranlı
Reşidüddin’in OĞUZNAMESİ’İNDE ve Çarlık Yüzbaşılarından Muravyev’in Türk
Seceresi’de/1818/Türk ulusunun öyküsü anlatılmaktadır. OĞUZ HAN, bir su
kenarına indiğin de sarı saçlı ve mavi gözlü bir kız görür ve ol saat
yüreğinden vurulur. Hemen onunla evlenir, Üç oğulları olur… Sonra da bir gün,
gökyüzünden Mavi gözlü, Sarı ipek saçlı bir kız daha indirilir. Onunla da evlenir;
Üç oğlu da bu kızdan olur. Altı oğlana da doğa adları konulur: Rahmetli
Profesör Dr.Faruk Sümer’in,30 sene uğraşarak, yazmış olduğu OĞUZLAR’INI
okuyamayanlara Osman Türkoğuz ne diyebilir! O kitapta, Reşidüddin’de ve Yüzbaşı
Muravyev’de Oğuzların Oymak adlarının listesi vardır. Bu Yüzbaşı Muravyev,1833 yılında,
Beykoz’a çıkan Rus Tümeninin de komutanıdır. OĞUZ HAN’IN Altı oğlunun adları
şöyle sıralanmıştır: Gün Han, Ay Han, Yıldız Han; Gök Han, Dağ Han, Deniz Han…
Bu Altı oğlun her birinden Dörder oğlan çocuğu olmuş; bunlar de OĞUZ’UN
YİRMİDÖRT BOYUNU TAMAMLAMIŞLAR… şimdi de benim yıllarca önce yazmış olduğum, bu
konuyla ilgili yazımı da okuyalım:
“Türk kadını sen, yerlerde süründürülmeye
değil başımızın üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın.” “Bir toplumun yarısının
ayakları zincirlerle yere bağlıysa, o toplum asla yükselemez!”. “Dünyada
yapılan her güzel işte kadının eli vardır!” “Asıl uğraşmaya zorunlu olduğumuz şey,
Analarımızın ve atalarımızın oldukları gibi yüksek kültürde ve yüksek onurda
dünya birinciliğini tutmaktır!”Atatürk’ün söylev ve demeçleri, c.3,s.133.1997
basımı. Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk. “Dünya yüzünde Türk Kadını kadar
namuslu kadın yoktur!” François Marie Arouet (Voltaire)21 Kasım 1694/30 Mayıs
1778). Yalaka televizyonlardan Arap asıllı Veli kadınlar masalı, bazı kadın ve
Türk düşmanlarımızı sevinçten uçurdu. Her Türk Kadını birer velinimetimiz
olduğu da unutturuldu. Ulusal Kurtuluş Savaşımızı dinci geçinen vatan haini
erkeklere rağmen onlar sayesinde kazandığımız da unutuldu.Ben,onların
destanlarından bir kesimini yazacağım. Osmanlılar kadın ve erkek ayırımı
gözetmeksizin Türk’e en aşağılık sıfatları lâyık görmüşlerdir. Önce bunlardan
sadece bir kaçını vermek istiyorum: “Kapını Türk’e, sırtını kürke alıştırma!”
1-“Etrâk-i bî idrak”, 2-“Etrâk-i nâpâk”, 3-“Türk-i bednihat”, 4-“Türkman-ı
şakavetnişan”, 5”Türkman-ı bednâm,” Araplar: AK telel Etrâk velev kane
ebâk””Kavm’i Necib’i Arap!” Türk Kadının hep başka ulusların gözlemcileri
inceleyerek yazmış. Müslümanlıktan sonra Araplaşan Türk erkekleri kadınları
kümeslik hayvan gibi görmüş. Ya da yağlı boya tablo gibi içine girerek,bir renk
karmaşasına bakmaya alıştırılmış. Arap gezginleri İbn Fadlan ve Ebu Dülef,16
Şubat 922ayının ortalarında Türk ülkelerine girmişler. Bağdat Abbasi halifesi
tarafından Bulgar Türklerine, kale yapımı için, 4000 altın götürmekle
görevlendirmişler. Her Türk aşiretinin gelenek ve göreneklerini İYİCE GÖZLEMLİYEREK
günümüze taşımışlardır. Daha sonra da, İbni Batuta(1304Tanca doğumlu,/1349
yurduna döndü,1325’te hacca gitti ve gezilerini sürdürdü./ Şimdi; İbn Fazlan ve
Ebu Dülef’ten seçelim: “Kadınları yerli ve yabancı erkeklerden kaçmazlar. Aynı
şekilde, kadın vücudunun hiçbir yerini insanlardan gizlemez. S.31. “Kadınlar ve
erkekler hep beraber nehre girip çırılçıplak yıkanırlar. Birbirlerinden
kaçmazlar. Bununla beraber, herhangi bir şekilde zina etmezler. Zina, onlara
göre en büyük suçlardandır!”S.57 Ebu Dülef, Kutluklar, s.91 “Kadınları ömürleri
boyunca yalınız bir erkekle evlenir. Kocası ölen kadın bir daha evlenemez.
İçlerinde zina eden kadını ve erkeği yakarlar. Onlar arasında boşanma yoktur.
Evlenen bir erkek, bütün malını MİHR(Başlık)olarak verdiği gibi; kızın velisine
bir sene hizmet eder.” Şemseddin Ebu Abdullah Muhammed b.Abdullah b.İbrahim et
Tancî el Levatî’nin(Tuhfetu’n-nüzzâr fi garaibi’l-emsal ve acaibil’l
efsâr=Rıhlet-İbn Batuta. “Bu memlekete/Türkiye’ye/ geldiğimiz andan itibaren
çevredeki komşularımız; kadın olsun, erkek olsun durumumuzla ilgilenmeden
yapamamışlardı. Burada kadınlar erkeklerden kaçmazlar ve yola çıkacağımız zaman
akraba ya da hane halkındanmışçasına bizimle vedalaşırlar. Bu ayrılıklardan
dolayı üzüntülerini, gözyaşlarını dökerek belirtirler.”İbni Batuta
Seyahatnamesi, S.1.2. KIRIM “Bu ülkede gördüğüm ve beni epeyce şaşırtan
tutumlardan biri de buradaki erkeklerin kadınlarına gösterdikleri aşırı
saygıdır. Bu memlekette kadınlar erkeklerden daha üstün sayılırlar” .S.G.E.
S.79. “Zira Türk kadınları yüzleri açık dolaşırlar, erkeklerden kaçmazlar. Bir
başka kadını da aynı şekilde gördüm. Yanındaki kölesiyle pazara süt, yoğurt
getirip satar, karşılığında koku ve esanslar satın alırdı.”S.G.E. S.80
Kürtçülüğünü ararken Türklüğünü bulan Rahmetli Ziya Gökalp’ın Ünlü “Türkçülüğün
Esasları”adlı eseri Sayın Mehmet Kaplan tarafından yayımlanmıştır. Bu ünlü
eserden de seçmeler almak durumundayım: “Evvelce, Türkiye’de Türk milletinin
hiçbir mevkii yoktu: Bugün, her hak Türkündür. Topraktaki hâkimiyet, Türk
hâkimiyetidir. Siyasette, kültürde, iktisatta hep Türk halkı hâkimdir. Bu kadar
katî ve büyük inkılâbı yapan zat, Türkçülüğün en büyük adamıdır. Çünkü
düşünmeden söylemek kolaydır. Fakat yapmak ve bilhassa başarı ile
neticelendirmek çok güçtür.”S.15 “Türk, bu milletin adıdır. Millet, kendisine
mahsus bir kültüre malik olan Zümre demektir. O halde, Türk’ün yalınız bir
dili, bir tek kültürü olabilir.”S.24.Ek: Bu öneri Anayasalarımıza girmiştir.
Şeylerine Batanlar bu hükmü yok etme savaşındadırlar! Ostüzü. “Milli vicdan
nerede teşekkül etmişse, artık orası sömürge olmak tehlikesinden ebedi olarak
kurtulmuştur.”S.85 “İslam dünyasında da artık sömürge hayatına nihayet vermek
için, Müslüman kavimlerde milli vicdanı kuvvetlendirmekten başka çare
yoktur”.S.87 “Gerçekten memleketimizde, gerek medeniyet, gerek terbiye
bakımından birbirine benzemeyen Üç tabaka vardır(Osmanlı Dönemi),Halk,
Medreseliler ve Mektepliler. Bu üç sınıftan birincisi, hâlâ uzak doğu
medeniyetinden tamamıyla ayrılmamış olduğu gibi, ikincisi de henüz Doğu
Medeniyetinde yaşıyor. Yalınız Üçüncü sınıftır ki batı Medeniyetinden bazı
feyizlere mazhar olabilmiştir. Demek ki Milletimizin bir kısmı İlk çağda, bir
kısmı Ortaçağda, bir kısmı son çağlarda yaşamaktadır. Bir milletin böyle üç
yüzlü bir hayat yaşaması normal olabilir mi?”S.68 “İngiliz milletinin bu medeni
ahlakında gördüğümüz bu düşüklüğe rağmen, itiraf edelim ki vatani ahlâkını çok
yüksek bulduk. Türkiye’de yüzlerce ve hatta binlerce vatan haininin zuhur
etmesine karşılık, bütün İngiltere’de tek bir vatan haini zuhur etmedi.(Ek
bilgi: Birinci Dünya Savaşından İngiltere’de vatan haini çıkmamıştır. Ancak,
Savaştan sonra, İngiliz İstihbaratından Kim Philbi, SSCCP’ YE casusluk yaptığı
gibi, İkinci Dünya savaşı sırasında Berlin Radyosundan Lord Hav! Hav!Adı
verilen bir İngiliz de Almanya’ya hizmet etmiştir.1950’den sonra iki İngiliz
diplomatı ve kraliçenin sanat danışmanı da Rus casusu çıkmıştır.Ostüzü.) “O
halde, bizde Medeni ahlâkın daha yüksek olması neye yaradı? Keşke, bizde de
bunların yerine, yalınız vatanî ahlak yüksek olsaydı”.S.89 “Şimdiye kadar,
aydınların halkı ve halkın aydınları sevmesi mümkün değildi. Çünkü
terbiyelerini aydınlar Osmanlı medeniyetinden, halk ise Türk kültüründen
almışlardı. Ayrı terbiyeyle yetişen iki sınıf, nasıl birbirlerini sevebilir.
Bundan başka aydınlar sarayın bendeleriydiler, memur oldukları zaman halkı
soyarak sarayın israf ve sefahatine hizmet etmekten başka bir şey
düşünmezlerdi. Tabii bu cihetten mazlum halk onları sevmezdi. Aralarında
rekabet, haset ve çekememezlik gibi ihtiraslar bulunduğu için aydınların
kendileri de birbirini sevemezlerdi. Memleketimizde, birbirini seven yalınız
halktan olan fertlerdi ve eski devirde milli tesanüt yalınız bu öz Türklerin
samimi seviyesine dayanıyordu.”S.91 “Türkçülük, millet esasını kabul etmeyen
hiçbir sistemle uzlaşamayacağından; kozmopolitleri içine alamaz.”S.160 “Osmanlı
dilini hiç yokmuş gibi bir tarafa atarak, halk edebiyatına temel vazifesini
gören Türk dilini ayniyle milli, dil saymak kâfi idi.”S.114.EK: Osmanlıca gibi
“Kelime salatasını” Türk milletinin başına musallat edenlere lanetler
etmekteyim. Türk’ü yıkmanın en kısa ve en etkili yolu onu kendi dilinden
uzaklaştırmaktır. Sümerli Lüdingirra’nın anıları. Sayın Muazzez İlmiye Çığ.
“Eski Türklere göre; vatan, töreden yani milli kültürden ibaretti. Kaşgarlı
Mahmut’un lügatinde zikredilen”ülkeden geçilir, töreden geçilmez,”atasözü milli
kültüre verilen kıymetin derecesini gösterir.”S.153”Mesela,amme velâyeti Hakan
ile hatunun her ikisinde ortak olarak tecelli ettiği için, bir emirname
yazıldığı zaman, Hakan emrediyor ki ibaresi ile başlıyorsa ona boyun eğilmezdi.
Mutlaka Hakan ve Hatun emrediyor ki sözü ile başlaması lâzımdı.”S.165 “Hakan
tek başına bir elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler, ancak sağda Hakan ve solda
Hatun oturdukları bir zaman, ikisinin birden huzurlarına çıkardı. Şölenlerde,
kenkeşlerde, kurultaylarda, ibadetlerde ve ayinlerde, harp ve sulh
meclislerinde Hatun da mutlaka Hakanla beraber bulunurdu. Kadınlar, örtünmeye
ait bir kayıtla bağlı değillerdi.”S.65 “Eski Türklerde kadınlar, umumiyetle
Amazon idiler. Binicilik, silahşorluk, kahramanlık, Türk erkekleri kadar,Türk
kadınlarında da vardı.Kadınlar,doğrudan doğruya ,hükümdar,kale muhafızı,vali ve
sefir olabilirlerdi.Alelade evlerde de ev,ortak olarak karıyla kocanın ikisine
aitti.Çocuklar üzerinde velilik hassası ,baba kadar,anaya da aitti.Erkek,daima
karısına saygı gösterir,onu arabaya bindirerek kendisi arabanın arkasında yaya
yürürdü.”S.166 “Kazvin’de şehre lağım tertibatı yapmak için seçilen komisyon
Hanım sultanın sarayına giderler. Sarayın bahçesinde Hanım Sultanın çorap
ördüğünü gördüklerinde, para istemekten vazgeçerek geri dönmek üzerlerken Hanım
Sultan bunları huzuruna davet eder. Gelenler geliş nedenlerini anlatırlar ve
Hanım Sultan’ın örgü örmesini gördüklerinde de para istemekten vazgeçtiklerini anlatırlar.
Hanım Sultan bu iş için ne miktar paraya ihtiyaç olduğunu sorar.100. 000 altın
olduğunu öğrenince de: “100.000 altını ben veriyorum. Toplamış olduğunuz parayı
hak sahiplerine iade ediniz der ve eydirir: “Evet, benim el işleriyle meşgûl
olduğumu gören bütün İranlılar şaşırıyorlar. Hâlbuki benim ailemin içindeki
bütün kadınlar, benim gibi daima el işiyle uğraşırlar. Biz Sultanlar, böyle el
işleri ile uğraşmazsak Ne ile meşgul olacağız? Havaiyatla mı? Böyle bir şey
bizim soyumuza yakışmaz. Biz saltanat işlerinden kurtulduktan sonra, boş
kalmamak için, fakir kadınlar gibi, hep el işleriyle ve ev işleriyle uğraşırız.
Bu hareket bizim soyumuz için bir ayıp değil, belki bir şereftir...”S.169 DEDE
KORKUT’UN anlatmış olduğu destanımsı epik öyküleri masal derekesine
indirgeyerek anlatır ve çok ta hafife alırız. Onlarda Türk töresi, Türkün
kültürü, ananesi ve sosyal yaşantısı vardır. Türk töresinde kadın ve erkek
ayırımı da yoktur. Türk kültüründe İnsan vardır. Onbeş yaşına basan kız ve
erkekler için de aynı ölçü kullanılırdı. Kızlar da erkekler gibi her türlü
sporu ve savaş oyunlarını yaparlardı. Eşler, yarışma sonunda kız yenilirse
seçilirdi. Arap’ın çöl masalları ve kadına bakışı tüm bu Türk kültürünü erkek
egemenliğine kurban etmiştir. Kızların eşleri olacak delikanlıları seçme hakkı
Tanrısal masallarla ellerinden alınmıştır. Kızlar mal gibi satış konusu
yapılmıştır. Bendeniz, Genç bir Teğmen iken bir olaya tanık olmuştum.
Menemen’de çok sevilen ve 84 yaşında olan Ahmet Hoca,14 yaşında bir kız çocuğu
ile evlenmişti. Teyzemin kocası Bay Abdullah Siper, feveranıma bozulmuştu.”Her
erkeğin bir kız bozma hakkı vardır. Bu hakkını da istediği yaşta
kullanır!”Buyurmuştu. İtiraz etmiştim:”Bu kız daha Reşit bile değil. Sonra, ya
sevdiği bir Delikanlı varsa! Ya da Ahmet Hoca, kocalık görevini
yapamazsa!”Dediğimde de:”O kızın alnına Allah böyle yazmış, kısmetine katlanmak
zorundadır!”Buyurmuşlardı. Her namussuzluğun altına mutlaka Allah imzası
atılmaktadır. Dedem Korkut destanları her Türk okulunda mutlaka okutulmalıdır;
Arap meselleri ve masalları yerine! Banu Çiçek ve Bamsı Beyrek destanından bir
parça sunmak istiyorum. Geliniz görünüz ki Türk Kadınlık Töresi nereden nereye
getirilip kapkara bokböcüsü torbalarına sokulmuştur. Destanlarda bir başlama,
açılma ve sonuç bölümü vardır. “ALINTIDIR: “Kam Gön oğlu Han Bayındır yerinden
kalkmıştı. Kara yerin üstüne ak otağını diktirmişti. Alaca gölgeliği gökyüzüne
yükselmişti. Bin yerde ipek halıcığı döşenmişti. İç Oğuz, Dış Oğuz Beyleri
Bayındır Han'ın sohbetine toplanmıştı. Pay Püre Bey de Bayındır Han'ın
sohbetine gelmişti. Bayındır Han'ın karşısında Kara Göne oğlu Kara Budak yaya
dayanıp durmuştu. Sağ yanında Kazan oğlu uruz durmuştu. Sol yanında Kazılık
Koca oğlu Bey Yigenek durmuştu. Pay Püre Bey bunları gördüğünde ah eyledi,
basından aklı gitti, mendilini aldı, böğüre, böğüre ağladı. Böyle edince,
kudretli Oğuz'un arkası, Bayındır Han'ın güveyisi Solur Kazan kaba dizinin
üzerine çöktü, gözünü dikerek Pay Püre Bey'in yüzüne baktı, der: “Pay Püre Bey
ne ağlayıp bağırıyorsun? “”Pay Püre der Han Kazan nasıl ağlamayayım, nasıl
bağırmayayım, oğulda nasibim yok, kardeşte kaderim yok. Allah Teâlâ bana beddua
etmiştir, “”beyler tacım tahtım için ağlarım, bir gün olacak düşeceğim
öleceğim, yerimde yurdumda kimse kalmayacak” dedi. Kazan der: “Maksudun bu
mudur?” Pay Püre Bey der: “Evet budur, benim de oğlum olsa, Han Bayındır'ın
karşısına geçse dursa, hizmet eylese, ben de baksam sevinsem, kıvansam.
Güvensem”. Dedi Böyle diyince kudretli Oğuz Beyleri yüzlerim göğe tuttular, el
kaldırıp dua eylediler, “Allah Teâlâ sana bir oğul versin”, dediler. O zamanda
Beylerin hayır duası hayır dua, bedduası beddua idi, duaları kabul olunurdu.
Pay Piçen Bey de yerineleri kalktı, der:” Beyler benim de hakkıma bir dua
eyleyin, Allah Teâlâ bana da bir kız versin,” dediler. Kudretli Oğuz Beyleri el
kaldırdılar dua eylediler. “”Allah Teâlâ sana da bir kız versin”, dediler. Pay
Piçen Bey der: “Beyler Allah Teâlâ bana bir kız verecek olursa, siz şahit olun,
benim kızım Pay Püre Bey'in oğluna beşik kertme yavuklu olsun”, dedi. Bunun
üzerine bir kaç zaman geçti. Allah Teâlâ Pay Püre Bey'e bir oğul, Pay Piçen
Bey'e bir kız verdi. Kudretli Oğuz Beyleri bunu işittiler, şad olup sevindiler.
Pay Püre Bey bezirgânlarınım yanına çağırdı, buyruk etti:… Dedem Korkut geldi,
oğlana ad koydu. Der: “Ünümü anla sözümü dinle Pay Püre Bey Allah Taala sana
bir oğul vermiş tutu versin Ak sancak kaldırınca Müslümanlar arkası olsun Karşı
yatan kara karlı dağlardan aşar olsa Allah Taala senin oğluna aşıt21 versin
Kanlı, kanlı sulardan geçer olsa geçit versin Kalabalık kâfire girince Allah
Taala senin oğluna fırsat versin Sen oğlunu Bamsam tel diye okşarsın Bunun adı
boz aygırlı Bamsı Beyrek olsun Adım ben verdim yaşını Allah versin “ Dedi.
Kudretli Oğuz Beyleri el kaldırdılar dua kıldılar, “bu ad bu yiğide kutlu
olsun”, dediler. Beyler hep ava bindi. Boz aygırını çektirdi Beyrek bindi. Ala
dağa alaca asker ava çıktı. Birdenbire Oğuz'un üzerine bir sürü geyik geldi.
Bamsı Beyrek birini, kovalayıp gitti. Kovalaya, Kovalaya bir yere geldi, ne
gördü? Sultanım gördü: Yeşil çayırın üzerine bir kırmızı otağ dikilmiş, “Yarap
bu otağ kimin ola” dedi. Haberi yok ki alacağı ela gözlü kızın otağı olsa
gerek. Bu otağın üzerine varmağa hayâ etti. Dedi: “Ne olursa olsun, hele ben
avımı alayım” dedi. Otağın önünde erişi verdi, geyiği arka ayağından vurdu.
Baktı gördü -bu otağ Banı Çiçek otağı imiş ki Beyreğin beşik kertme nişanlısı,
adaklısı idi- Banı Çiçek otağdan bakıyordu.” Bre dadılar, bu kavat oğlu kavat
bize erlik mi gösteriyor* Dedi, “varın bundan pay isteyin, görün ne der”, dedi.
Kısırca Yenge derler bir Hatun var idi, ileri vardı pay istedi: “Hey bey yiğit,
bize de bu geyikten pay ver”, dedi. Beyrek der: “Bre Dadı, ben avcı değilim, Beyoğlu
Beyim, hepsi size, dedi. “Aman sormak ayıp olmasın bu otağ kimindir?”Dedi.
Kısırca Yenge der: “Bey Yiğidim, bu otağ Pay Piçen Bey kızı Banu Çiçeğindir,”
dedi. Bunun üzerine Hanım. Beyreğin kanı kaynadı, edepte usul, usul geri döndü.
Kızlar geyiği kaldırdılar, güzeller şahı Banı Çiçeğin Önüne getirdiler. Baktı
gördü ki bir sultan semiz yabani geyiktir. Banı Çiçek der: “Bre kızlar, bu
Yiğit ne Yiğittir? Kızlar der: “Vallah Sultanım, bu yiğit yüzü örtülü güzel
yiğittir, Beyoğlu Bey imiş”, dediler. Banu Çiçek der:” Hey, hey Dadılar, babam
bana ben seni yüzü örtülü Beyreğe vermişim” derdi, olmaya ki bu ola?, Bre
çağırın haberleşeyim, dedi. Çağırdılar Beyrek geldi. Banu Çiçek yaşmaktandı,
haber sordu, der: “Yiğit, gelişin nerden? Beyrek der: “İç Oğuz'dan. “İç Oğuz'da
kimin nesisin? Dedi. “Pay Püre oğlu Bamsı Beyrek dedikleri benim,” dedi. Kız
der: “Peki ya ne yapmaya geldin Yiğit, dedi. Beyrek der: “Pay Piçen Beyin bir
kızı varmış, onu görmeğe geldim, dedi. Kız der: “O öyle insan değildir ki sana
görünsün” dedi, amma ben Banu Çiçeğin dadısıyım, gel şimdi seninle ava çıkalım,
eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin, hem seninle ok
atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen
onu da yenersin “dedi. Beyrek der: “Pekâlâ şimdi atlanın. İkisi atlandılar,
meydana çıktılar. At teptiler. Seyreğin atı kızın atını geçti. Ok attılar.
Beyrek kızın okunu geride bıraktı. Kız der: “Bre yiğit benim atımı kimsenin
geçtiği yok, okumu kimsenin geride bıraktığı yok, şimdi gel seninle güreş
tutalım” dedi. Hemen Beyrek attan indi. Kavuştular, iki pehlivan olup birbirine
sarmaştılar. Beyrek kaldırır kızı yere vurmak ister, kız kaldırır Beyreği
vurmak ister. Beyrek bunaldı, der:” Bu kıza yenilecek olursam, kudretli Oğuz
içinde başıma kakınç, yüzüme dokunç ederler” dedi. Gayrete geldi, kavradı kızı
sarmaya aldı, memesinden tuttu. Kız kocundu. Bu sefer Beyrek kızın ince beline
girdi, sarma taktı, arkası üzerine yere yıktı. Kız der: “Yiğit Pay Piçen'in
kızı Banu Çiçek benim “dedi. Beyrek üç öptü bir dişledi, düğün kutlu olsun han
kızı diye parmağından altın yüzüğü çıkardı kızın parmağına geçirdi. “Aramızda
bu nişan olsun han kızı “dedi. Kız der: “Mademki böyle oldu, hemen şimdi ileri
atılmak gerek Beyoğlu” dedi. Beyrek de “ne olacak Hanım, baş üzerine” dedi.
Beyrek kızdan ayrılıp evlerine geldi. Aksakallı babası karşı geldi, der: “Oğul
fevkalade olarak bugün Oğuz'da ne gördün?” Der: “Ne göreyim, oğlu olan
evlendirmiş. kızı olan kocaya vermiş. Babası der: Oğul yoksa seni evlendirmek
mi gerek.” “Evet ya ak sakallı Aziz Baba, evlendirmek gerek dedi.. Babası der:
Oğuz'da kimin kızını alıvereyim ?Dedi. Beyrek der:”Baba bana bir kız alıver ki
ben yerimden kalkmadan o kalkmalı, ben kara koç atıma binmeden o inmeli ben
hasmıma varmadan o bana baş getirmeli, böyle kız alıver baba bana, dedi. Babası
Pay Püre Han der: “Oğul sen kız istemiyorsun, kendine bir hempa istiyormuşsun,
oğul galiba senin istediğin kız Pay Piçen Bey kızı Banu Çiçek'tir,” dedi.
Beyrek der: “Evet ya, evet aksakallı Aziz baba benim de istediğim odur, dedi.
Babası der:” Ay oğul Banu Çiçeğin bir deli kardeşi vardır, adına Deli Karçar
derler, kız isteyeni öldürür.” Beyrek der: “Peki ya nidelim? Pay Püre Bey der:
“Oğul kudretli Oğuz Beylerim evimize çağıralım, nasıl uygun görürlerse ona göre
işedelim “dedi. Kudretli Oğuz Beylerini hep çağırdılar, evlerine getirdiler.
Ağır misafirlik eylediler. Kudretli Oğuz Beyleri dediler:” Bu kızı istemeğe kim
vara bilir? Uygun gördüler ki Dede Korkut varsın” dediler. Dede Korkut der:
“Dostlar, mademki beni gönderiyorsunuz, biliyorsunuz ki Deli Karçar kız
kardeşini isteyeni öldürür, bari Bayındır Han'ın tavlasından iki güzel koşucu
at getirin, bir keçi başlı geçer aygırı, bir toklu başlı doru aygırı, ansızın
kaçma kovalama olursa birisine bineyim, birisini yedekte çekeyim “dedi. Dede
Korkut' un sözü haklı görüldü. Vardılar Bayındır Han'ın tavlasından o iki atı
getirdiler. Dede Korkut birine bindi, birini yedekte çekti, dostlar sizi Hakka
ısmarladım” dedi “gitti. Meğer sultanım, Deli Karçar da ak çadırını, ak otağını
kara yerin üzerine kurdurmuştu, arkadaşları ile nişan talimi yapıp oturuyordu.
Dedem Korkut öteden beriye geldi. Baş indirdi, bağır bastı; ağız dilden güzel
selam verdi. Deli Karçar ağzını köpüklendirdi. Dede Korkut' un yüzüne baktı,
der: “Aleykesselam ey ameli azmış fiili dönmüş, kadir Allah ak alnına bela
yazmış!. Ayaklıların buraya geldiği yok, ağızlıların bu suyumdan içtiği yok,
sana noldu amelin mi azdı fiilin mi döndü, ecelin mi geldi, buralarda
neylersin? Dedi. Dede Korkut der: “Karsı yatan kara dağım aşmağa gelmişim
Akıntılı güzel suyunu geçmeğe gelmişim Geniş eteğine dar koltuğuna sığınmağa
gelmişim Tanrı' nın buyruğu ile Peygamberin kavli ile aydan arı, güneşden güzel
kız kardeşin Banu Çiçeği Bamsı Beyreğe istemeğe gelmişim” dedi. Dede Korkut
böyle söyleyince Deli Karçar der: “Bre ne diyorsam yetiştirin, kara aygırı
silah ve teçhizatla getirin dedi. Kara aygırı silah ve teçhizatla getirin!”
Aşağıdaki Kadın Kahramanlarımız hakkındaki alıntı yazısı: Mehmet ersin
“Kurtuluş Savaşı'nda cepheye kağnıyla mermi taşırken donarak şehit düşen Şerife
Bacı’nın hatırasına..Herkes bir şeyler yapıyordu, herkes inanmıştı Kimisi çete
olup savaşıyor,kimisi erkek kıyafeti giyerek cephede düşmana mermi
atıyordu.Gerekirse gözünü kırpmadan ihanet eden evladını alnının ortasından
vuruyordu.Milli mücadeleye en büyük desteği verenler onlardı; Kahraman Türk
Kadını. ”Gözüm Sakarya'da, Dumlupınar'da, kulağım İnebolu’da” Gazi Mustafa
Kemal, savaşın kazanılması için İnebolu'da ki cephanenin Ankara üzerinden
cepheye geçmesi gerektiğini biliyordu. Bir dönem İnebolu-Ankara yolunun adının
İstiklâl Yolu olarak adlandırılması için imza kampanyaları düzenlenmesi de bu
yüzdendir. Bu önemine baktığımızda Kastamonu'nun erkeği cephede süngü süngüye
ölüm kalım savaşı verirken arkasında bıraktığı eşi, bacısı, anası da imece
usulü ile İnebolu'dan cephaneyi Ankara'ya taşıyordu. Kastamonu-Seydilerli
Şerife Bacı da bu analardan sadece birisidir. 1921 Aralık ayında Şerife Bacı da
diğerleri gibi İnebolu'dan aldığı cephaneyi Kastamonu'ya taşımaktadır. Hava buz
gibi, sürekli yağan kar, kağnıların yarısı yolda kalmıştır. Kağnısına koşulu
öküzler çelimsiz kendisi ve bebeği aç inatla yola devam eder. Sırtında çocuğu
kağnıda cephane vardır. Cephanenin üstünü samanla örtmüştür. Çocuğunu otların
içine bırakır üstündeki battaniyeyi de örter üstüne. Hem cephanenin hem de
çocuğunun Onların ıslanmaması, donmaması gerekir. Bu şekilde Kastamonu Kışlası
önüne kadar gelmiştir. İnebolu limanından aldığı cephane yerine ulaşmıştır.
Sabah olduğunda çocuk sesi ile kağnının olduğu yere gelen askerler Şerife
bacının donarak şehit olmuş bedeni ile karşılaşırlar. Çocuğu ve cephane
kurtulmuştur ilerde vatanda kurtulacaktır ama Şerife Bacı şehit olmuştur.
Şerife bacı ve diğerleri… Türk kadınının kahramanlıklarının sembolü
olmuşlardır. Bu vatan onlar sayesinde kurtulmuştur. “Bu örnek Türk kadının
vatanı ve hürriyeti için canını severek vermenin anıtıdır. Böyle kadınların
toplum hayatında yok sayılmasının Tanrısal söylemlere dayandırılmasının da
hiçbir gerçek yanı yoktur. Onlar bizim namusumuz, onurumuz, baş tacımızdır.
Eski Türklerde erkekler eşlerinin dokuz adım gerisinde yürümek zorundaydılar.
Bu kadına olan saygının bir ifadesiydi. Çöl Araplarının kadına bakışı ne bizi
bağlar ne de kadınlarımızı. TARİH BOYUNDAN GÜNÜMÜZE TÜRK KADINI B-Eski
Türklerde KADIN, devlet yönetebilecek kertede Hak ve özgürlüklerle sahip iken:
“Yabancı ve Arap kaynaklarıın ortaya vurduğu diğer tarihi gerçek şudur ki
İslamiyetçi kabul edene kadar Türk’lerde KADIN eşit hak ve Özgürlüklere sahip
bir değerdi. Ve şu muhakkak ki biz Türkler, Şeriat bataklığına saplandıktan bu
yana özellikle iki güzel niteliğimizi yitirir olmuşuzdur: Bunlardan biri,”Akılcılık”
ve diğeri de “Kadına Saygıdır!” 1)–7/8.Yüzyıllarda Orta Asya Türk ülkelerinin
çoğu Kadın Hükümdarlarla Yönetilmekteydi. ESKİ Türklerde, özellikle Şamanî
döneminde, kadınlı erkekli dini toplantılar düzenlenir, toplantıya katılanlar,
yaşlarına ve mevkilerine göre bir dairenin etrafında otururlardı.””Buhara’nın
Arap orduları tarafından işgalini anlatan Arap kaynakları bir çok Türk
devletlerinin Kadın başkanlar tarafından yönetildiğini ve Buhara’nın Toksan
hatun adlı bir Kadın Sultan tarafından yönetildiğini göstermektedir.”
“MS:720’de dikilen Gültekin(Kül-Tekin) ve 734’te dikilen Tonyukuk ve Bilge Han
anıtlarından, Bilge Hanın Annesi Bilge Hatunun devlet yönetiminde çok başarılı
olduğunu da öğrenmekteyiz.”(1) BİLGE KAĞAN: 19 SENEDE YETİŞMİŞ 19 SENE ÇİN’LE
DÖVÜŞMÜŞ 19 SENE DEVLET BAŞKANLIĞI YAPMIŞ 19 KİŞİYLE ÇİN’E BAŞKALDIRMIŞ 57
YAŞINDA ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR ATATÜRK, Samsun’a 19 kişiyle çıkmıştır. Kur’an’ı Kerim’de
büyük ölçüde 19 uyumu vardır. Bilge KAĞAN’IN babası, İlteriş KAĞAN ile Annesi
İlbilge Hatun, 17 kişiyle, Çin'e başkaldırmıştı..”Ostüzü. “Yezidin Horasan’a
vali olarak gönderdiği Zeyyad bin Ebihi’nin oğlu, Orta Asya’da Arap fütuhatını
genişletmek için saldırılar düzenlerken, Buhara’da devlet yöneten Hatun Sultan,
bu saldırılara karşı korunmak amacıyla, bir başka Türk ülkesinin hükümdarı
Terkan’dan yardım istemiş ve bu vesile ile evlenme teklif etmiştir. Erkeğe
evlenme teklif edebilecek kadar özgür görüşlü kadın tipini, bugün,20’inci
yüzyılda, kadın özgürlüğünün en fazla geliştiği Batı ülkelerinde bulmaktayız.”
“3)XI’ inci Yüzyıl: Selçuklu Sultanı Tuğrul’un Kadına saygısı: “Selçuklu
sultanı Tuğrul,11’inci Yüzyılda Bağdad’ı işgal ettikten sonra halifelerin
sarayında Halife el Kâsım biemrillah’ın kızı ile evlenir; evlendiği kadını
büyük bir saygı ile tahta oturtur. Arap tarihçisi İbn Halikan şöyle
anlatır:”Sefer ayının 15’inci günü prenses, sarayda kendisini bekleyen kocasına
mülaki oldu ve altın kumaşlarla süslü tahta çıktı ve kocasını bekledi. Tuğrul
Bey, eşinin karşısına diz çökerek geldi. Ona emsalsiz hediyeler vererek
(tekrar) yer öptü ve büyük bir saygı gösterisiyle ve mutluluk duyarak odasına
çekildi”. “İbn Butlan:”Türk Kadınının cildi beyaz ve zarafeti takdire şayandır.
Doğurduğu çocuklar nadiren çirkin olur. Ata binmede ustadırlar. Son derece
cömert, temiz ve iyi aşçıdırlar.” “4)XII’İNCİ Yüzyıl: İbn Cübeyr, Türk
Ülkelerinde kadına gösterilen saygıyı başka hiçbir yerde görmedim.” “5)XIII’
üncü Yüzyıl: Marco Polo, Türk Kadınının Özgürlüğüne Tanık olur:”13’üncü
yüzyılda Türk beldelerini dolaşan Marco Polo, Amu Derya nehrinin yukarılarında
Kuzey Doğu’ya yayılan ve “Büyük Türkiye” diye tanımladığı yerleri ziyaret
ederken Türk hükümdarlarının kızlarından da söz eder ve şöyle der:”(Prenses)
öylesine güçlü ki tüm ülkede onunla başa çıkacak erkek bulmak güç. Çünkü kim
çıkarsa hepsini altetmektedir. Babası kendisini evlendirmek istediği halde
o,buna razı olmamakta ve(kendi beğendiği birini bulana kadar )bir kimse ile
evlenmek niyetinde olmadığını açığa vurmaktadır. Bundan dolayıdır ki babası ona
yazılı olarak, dilediği erkekle evlenebileceğine söz vermiştir. Bunun
üzerinedir ki prenses, ülkenin dört bir yanına haber salarak genç
delikanlıları, kendisiyle güç denemesine çağırmış ve kendisiyle başa çıkacak
birini bulduğu zaman onunla evleneceğini açıklamıştır.” “Batılı yazarlar
arasında Marco Polo gibi Türk kadınının özgür yaşamlarına, bağımsızlığına ve
karakter olgunluğuna hayran kalanlar çoktur. Ricardo di Monte Groce bunlardan
biridir. Bu ünlü yazardan öğrenmekteyiz ki, Türk ülkelerinde ve örneğin Selçuk
devletinde hâkim olan gelenekler, Arap ülkelerindekinden çok farklıdır ve bu
farklılık özellikle Türk kadınının toplumdaki üstün değeri ve yeri ile
ilgilidir.” “Kısaca belirtmeliyim ki, Türklerde kadının bu üstün kertede
tutulduğu dönemlerde Batı dünyası, tıpkı Arap dünyası gibi, kadını ikinci plana
atmıştı. çoğu yerde koca sofrada yemek yerken, kadın ayakta bekler, ona hizmet
eder,her vesile ile kocasının ayaklarını öper ve fakat yine de haysiyet kırıcı
muamelelere uğramaktan kurtulamazdı.Oysa,Türk ülkelerinde kadın, erkeğine
eşdeğerdedir.Ancak ne var ki şeriat dinine girmek sonucu Türklerdeki bu güzel
gelenekler yavaş,yavaş yok olurken Batı’da aksine ve daha doğrusu akılcı
gelişme nedeniyle kadın hakları ele alınmış,büyük başarılara yönelik adımlar
atılmıştır.” 6)Cüveydi’nin Kaleminden Türkan Hatun ve Raziye Sultan Örnekleri:
“ 13’üncü yüzyılın ünlü yazarlarından Ata Malik Cüveyni,”Tarihi Cihan” adlı
yapıtında Cengiz Han ailesinden söz ederken Türk kadınının yeteneklerini över.
Özellikle Türkân Hatun’un devlet işlerindeki becerikliğini, haysiyet duygusuna
verdiği yeri(ve örneğin kocası Sultan Osman’ı saygılı davranmıyor diye Sultan
Mehmed’e şikâyet etmesini)nakleder ki çok ilginçtir. Yine Cüveyni’den
öğrenmekteyiz ki, İlhanlıların 13’üncü yüzyılda İslam’ı kabul etmelerinden sonra,
eski Türk geleneklerinde ve özellikle kadına saygı değerlerinde gerileme başlamıştır.
Razıya Sultan örneği bunu kanıtlamaya yeterlidir. Bilindiği gibi Raziye,1236
ilâ 1240 yıllara arasında Delhi tahtını işgal etmiştir. Babası İl-Tutmuş, tüm
7)danışmanlarının itirazlarına rağmen onu veliahtlığa getirmiştir. İl-Tutmuş’un
ölümünden sonra saray erkânı, devletin bir kadın tarafından idare edilmesini
istememiş ve tahta İl-Tutmuş’un oğullarından birini, Ruknuddin Firûz’u getirmiştir.
Fakat bu hükümdarın kötü yönetimi yüzünden ihtilâl patlak vermiş ve halk, ordu
ile birlik olup Raziya’yı taht’a çıkarmıştır. Raziya döneminde Delhi fevkalade
iyi bir yönetime kavuşmuştur. SON DERECE AKILLI VE GENİŞ GÖRÜŞLÜ OLAN Raziya,
kadınlara özgürlük sağlamak üzere her şeyden önce peçe ve çarşafı kaldırmış ve
kendisi de buna örnek olmuştur. Çarşaf giymek şöyle dursun, fakat saltanatının
en parlak döneminde kadın elbisesiyle değil,çoğu kez erkek kıyafetini giyerek
dolaşmayı tercih etmiştir.Böylece gerici çevrelere,insan varlığının geleneklere
köle olmaması gerektiği dersini vermiştir.” “7)XIV’ üncü Yüzyıl: İbn Batuta’nın
tanımıyla Türk Kadınının Özgürlüğü.” “Özbek Hanın valilerinden biri ile
birlikte Azak’tan hareketle Türk ülkelerine Tuluktumar Emir’i ile birlikte
yaptığım gezilerde tanık olduğum en ilginç şey, Türklerin kadın sınıfına karşı
gösterdikleri saygıdır. Diyebilirim ki Türkler, kadınlarını erkeklerden daha
çok şerefli bir kertede tutmaktadırlar. Kiram kentini terk ederken Emirin eşini
arabada gördüm. Arabası baştan aşağı süslü mavi kumaşlarla örtülü idi; arabanın
tenteleri de açıktı. Prensesin yanında zarif giysiler içinde dört nedime daha
vardı ki onların arabaları da zengin eşyalarla doluydu. Emir’in bulunduğu yere
yaklaşınca prenses arabadan indi. Otuz kadar Genç nedime elbisesinin eteklerini
tutarak peşinden yürümeye başladılar. Prensesin eteklerinde ilmikler vardı ve
her bir Nedime bu ilmiklerden tutup yerden hafifçe kaldırmak suretiyle yürüyüşe
devam ederlerken prenses bu muhteşem bir tavırla Emir’e yaklaştı; Emir ayağa
kalkarak onu selamladı ve yanına oturttu. Bu sırada Nedimeler ayakta prensesin etrafını
sarmış olarak beklemekteydiler. Kımız getirildi, prenses bir su kabı alarak
içine bir miktar kımız doldurduktan sonra emir’e ikram etti. Bunun üzerine
Emir, aynı Nezaketle bir kaba Kımız doldurdu ve prensese ikram etti. Her ikisi,
önlerine getirilen yemeklerden yediler. Daha sonra prenses (Emir’in kendisine takdim
ettiği hediyeleri alarak, ODASINA ÇEKİLDİ. Tüccardan ve avamdan kişilerin
eşlerini de gördüm ve onların da aynı saygıya mazhar olduklarını izledim.”1331
yılında Sultan Muhammed Özbek han’ı ziyaret ettim. Özbek Han,büyük bir
imparatorluğun başındadır.Yeryüzünün en kudretli yedi hükümdarından
biridir.Tahtına kurulmuş olarak oturur iken sağ yanına Taytugil Hatun,onun
yanına Kebek Hatun,sol tarafına da Bayulun Hatun ve yanında Urduca hatun yer almışlardı.tahtın
hemen aşağı basamağında hükümdarın çocukları oturmaktaydılar.Büyük oğlu
sağda,küçük oğlu ve kızları tam ortada,sultanın karşısında yer almışlardı.Odaya
giren her hatunu ayağa kalkmak suretiyle karşılıyor,elinden tutarak tahta
çıkarıyordu.Ve bu merasim halkın gözleri önünde oluşuyordu.””Sultanın eşleri
öylesine serbest ve uygar kadınlardı ki,Kur’an yasaklarına rağmen,erkeklerin
yanına çıkmaktan,yabancı erkeklerle konuşmaktan ve hatta onlarla geziye
katılmaktan,hediye alışverişinden geri kalmamaktadırlar.” İbn Batuta’nın
kaleminden iz sürelim:”Daha sonra Tevellisi ülkesine ulaştık. Bu ülke kendi
hükümdarının adıyla anılmakta ve oldukça geniş bir sahaya yayılmaktaydı.
Ülkenin erkekleri çok yakışıklı; ciltleri Kırmızımtırak,hepsi cesur ve cengâver.Kadınlarına
gelince,onlar da öyle,at sırtından ok atışında fevkalade ustalar ve tıpkı
erkekler gibi savaşmaktalar.Gemimizin demir attığı Kalukari limanı,ülkenin en
büyük ve güzel beldelerinden biri.Burası (Büyük) hükümdarın oğlunun eski
ikametg3ahı imiş.Limana demir attığımızda,bir müfreze asker,kaptanı ziyarete
geldi.sonra,kaptan,beraberindeki hediyelerle karaya çıktı.Çok geçmeden şunu
öğrendim ki hükümdar,bu bölgenin başına getirdiği oğlunu başka bir yere tayin
ederek,buraya Urduca adındaki kızını genel vali getirmiş.Prenses,gelenek icabı
kaptan ve maiyetini davet ettiğinde,kaptan benim de bu davete katılmamı
istedi,fakat kabul etmedim,çünkü davet sahibi kişi Müslüman değildir.Üstelik de
bir kadındı.bu itibarla böyle bir kimsenin davetini kabullenmem(dinsel
inançlarım bakımından)haram olurdu.. “Kadınların davetine gidilmez, Müslüman
olmayan kişinin yemeği yenilmez!”Çöl Araplarının ilkel yasaklarından birisi.
Ostüzü. “Kaptan ve tayfası Kadın Valinin huzuruna çıktıklarında, Urduca
sorar:”Hepiniz geldiniz değil mi?”Bu soruya kaptan, İbn Batuta adlı bir
bilginin kendileriyle seyahat etmekte olduğunu ve fakat davete icabetten
kaçındığını söyler ve kaçınma nedenini ekler. Bu açıklama üzerine Urduca,
kaptana hitaben:”Derhal onu buraya getirmek üzere adamlarıma emir ver”,der ve
kendi askerlerini de bu işe tahsis eder. Kaptan, askerleriyle birlikte gemiye
dönerek İbn Batuta’ya :”Prenses’in emrini yerine getirmek üzere seni almaya
geldim!”Der. Olayın bundan sonraki kısmını İbn Batuta’dan dinleyelim:
“Prenses’in huzuruna çıktığımda kendisini azametli bir tavırla makamında oturur
buldum. Selâm verdim, selâmıma karşılık bana Türkçe olarak mukabil selâmda
bulundu ve hangi ülkeden geldiğimi sordu. Ona.”Hindistan yolu ile geliyorum”
dedim. Bana Hindistan hakkında sorular sordu ve oralarda olan bitenlerden
kendisini haberdar etmemi istedi. verdiğim bilgiler üzerine :”bu ülkeye mutlaka
sefer açmalı ve oraları kazanmalıyım, çünkü oraların zenginliği,bereketliliği
bana cazip görünmekte”,dedi.Kendisine “evet bunu yapmanız çok yerinde
olacaktır” diye yanıt verdim.Konuşmalarımızın bir yerinde vali,deniz seyahatine
rahatlıkla devam edebilmem için bana elbiseler hazırlanmasını emretti ve ayrıca
iki filin taşıyabileceği miktarda pirinç,iki öküz,on koyun ve şurup hediye
etti.Kaptanımızdan öğrendim ki,prensesin emrindeki orduda kadın aksarlar,kadın
cariyeler ve hizmetçiler vardır ve bu kadınlar tıpkı erkekler gibi
savaşmaktadır.Yine kaptanımız bildirdi ki,prenses düşmanlarına karşı giriştiği
savaşlardan birinde,askerlerin ricat etmesi üzerine ,düşman saflarını tek
başına yarıp(karşı tarafın)hükümdarının karargâhına kadar sokulmuş ve bir kılıç
darbesiyle onu yok etmiş.Kırallarının bu şekilde öldürüldüğünü gören düşman
ordusu da bir an içinde dağılıp,kaçmış.Bu başarıdan sonra prenses babasının
huzuruna çıkmış,olanları anlatmış ve babası ona,erkek kardeşinin yönetmekte
olduğu bu bölgeyi hediye etmiş.Yine kaptanımızın söylediğine göre ,prensesle
evlenmek isteyen nice yiğit kişiler bulunmakla beraber prenses hiç birine
aldırış etmemekte ve şöyle demektedir:”ben,ancak benimle boy ölçüşebilecek
biriyle evlenebilirim!” Fakat ne var ki,hiç kimse prensesle dövüşmeyi göze
alamamaktadır; zira yenilgiye uğradığı taktirde gözden düşeceğini
düşünmektedir.” Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür, Şeriatın çöl masallarını din
diyerek doldurmuş olduğu kellelere bunları anlatmak boşuna olur. Şeriat; bu
dünyada kul ve köle haline soktuğu zavallılara öteki âlemdeki Kadınları,
Hurileri ve Gılmanları bol keseden dağıtarak beyinlerini yıkamakta, cenneti de
bir genelevine döndürmektedir. Erkeklerden çok üstün tutulan Türk Kadınları da
bir sürü halinde ve iradelerine bakılmaksızın Ümmetleşen Toplumların Müslüman Erkeklerinin
Maslahatlarını Keyfine Tahsis Edilmektedir. Şimdi İyice Okuyunuz Da Analarımızın,
Bacılarımızın Ve Tüm Kadınlarımızın Nasıl Alçaltılarak Küçültüldüklerini İyice
Okuyunuz. İşte İran,İşte Afganistan,İşte Kadınları Hiç Sayılan Müslüman Ülkeleri.İşte,Türk
Kadınlarına Hazırlanan Öteki Dünyada Bile Geçerli Seks Köleliği.Kadınların Özgür
Olmadığı Bir Yer Bana Göre Cehennemdir.Müslüman Erkeklere Tanıtılan Cenneti Ben
Asla Kabul Etmem.Çünkü Ve Dahi Çünkü Ulu Tanrımız Kadınları Dünyamızı Cennet
Yapmaları İçin Kendisine En Yakın Olarak Yaratmıştır.İnsanları Doğuran Kadının
Erkeğin Eye Kemiğinden Yaratılması Da İlmen Mümkün Değildir.O Zaman Tüm
İnsanların DNA’LARI Ve Kan Gurupları Bir Olmak Zorunda Olurdu. Türk Toplumlarının
Müslüman Olmadan Önceki Kadına Bakışını Özet Olarak Verdim. Bendeniz; Hz. Muhammed’in
Gerek Kur’anı Kerimde Gerekse Hadislerinde Tanımladığı Kadına Bakarken Bir
Hususa Çok Dikkat Ederim. Buradaki Tanımlanan Kadın Türk Kadını Olamaz. Çünkü
Hz.Muhamet Türk Kadınını Hiç Görmemiştir. Abbasi Halifelerinden Harun Reşit’in Eşlerinden
Birisi De Türk Kadınıdır. Önce Şu Ayeti Bir Güzel Ve Kıvırtmadan Okuyalım: “ŞURA
SURESİ(42’inci Sure) 7 ‘İnci Ayet:”Ve İşte Böyle Sana –Muhammed’e—Arabî Bir
Kur’an Vahyetmekteyiz Ki Umm’l Kura’yı(Mekke Şehrini) Ve Çevresindekileri
Sakındırasın Ve O Toplama Gününün Dehşetini Haber Veresin-Onda Şüphe Yok; Bir
Fırka Cennet’te, Bir Fırka Sair’de(Çılgın Ateş İçinde)”Kur’anı Kerim Ve İzahlı
Meali S.482.Elmalılı Hamdi Yazır. Şimdi De İslam Dininin Ana Kaynaklarından
Kadın Denilen İnsan Cinsinin Özelliklerine Bir Gözatalım: -“İki Kadının
Tanıklığı Bir Erkeğin Tanıklığına Bedeldir!”2’inci Bakara/İnek/Suresi 282’inci
Ayet. “Kadınlar Aklen Ve Dinen Dûn Yaratıklardır.”Hz.Muhamet’ten Hadis. “Uğursuzluk
Üç Şeyde Vardır: Karı’da, Ev’de Ve At’ta.”Hadis. “Namazı Kat’eden Şeyler; Kara Köpek,
Eşek, Domuz Ve KADIN’DIR” HADİS. “Kadınlar Arasında Sâliha Kadın Yüz Tane Karga
Arasında Alacakarga Gibidir?!”Hadis. “Benden Sonra Erkekler İçin Kadınlardan
Daha Zararlı Bir Fitne Bırakmadım.”Hadis “Bana Cehennem Halkı Gösterildi;
Çoğunluğu Kadınlar.”Hadis. “MİRASTAN PAY OLARAK ERKEĞE İKİ DİŞİNİN HİSSESİ
KADAR VERİLİR. ”4’ÜNCÜ NİSA Suresi, Ayet 11 Ve 176. Ebu Hureyre’den Rivayet: “Kadın
Eğe Kemiği Gibidir; Onu Doğrultmak İstersen Kırarsın, Onu Kendi Haline Bırak Ve
Eğriliğiyle Ondan Faydalanmağa Bak”.EK: Cennette Bir Maslahatın Keyfine 72 Müslüman
Kadın’ostüzü. Namaz Kılan Müslüman Kadınların 72’sine De Bir Maslahat! Cabir’den
Rivayet:”Kadınlar, İnsanın Karşısına Şeytan Gibi Çıkarlar.” Yüce Soylu Ve
Başımızın Tacı Evimizin Ve Dünyamızın Güllerini Nerelerden Nerelere Getirerek
Bırakmış Ve Arap Mesellerine Kurban Etmişiz. Peygamberleri Ve Kadınları Seks
Aracı Yapanları Doğuranların Da Kadın Olduğunu Unutmuşuz. Bir Afganlı Yüzbaşı Bana:”Bizim
Analarımız Köle, Köleler De Ancak Köle Çocuklar Doğurur. Mustafa Kemal
Atatürk’ün Kızları Hariç!” Demişti.(1) Örnekler Gösterilen Kaynaklardan Ve Büyük
Hukukçumuz Profesör Dr. Rahmetli İlhan Arsel’in “Şeriat Ve Kadın” Adlı
Eserinden Alınmıştır Milli Mücadele’deki İsimsiz Binlerce Kadın Kahramanın Yanı
Sıra İsimleri Halen Zihinlerde Olan Kadın Kahramanlardan Bazıları Şöyle: ONBAŞI
HALİDE Romancı Halide Edip Adıvar İse "Halide Onbaşı" Olarak İstiklal
Savaşı’na Katıldı. Uzun Süre Cephelerde Savaşan Halide Onbaşı, Savaş Alanındaki
Yararlılıkları Nedeniyle İstiklal Madalyası Almaya Hak Kazandı. Türk Bağımsızlık
Savaşının Bir Sembolü Olan Adıvar, Türk Edebiyatına Kazandırdığı Eserler İle
Günümüz Türk Gençlerine Çeşitli Dersler Vermektedir. KARAFATMA (FATMA SEHER)
"Kara Fatma" Olarak Tarihe Geçen, 1888 Erzurum Doğumlu Fatma Seher, Balkan
Harbi’ne, Edirne’de Görev Yapan Kocası Subay Derviş Bey İle Katılır. I. Dünya
Savaşı’nda, Ailesinden 9–10 Kadınla Kafkas Cephesi’ne Gider. Kara Fatma, Mondros
Mütarekesi’nden Sonra Eşi Ermeniler Tarafından Şehit Edilen Kadınları
Toplayarak, Ermeniler İle Çarpışır. Mustafa Kemal Paşa İle Görüşerek Görev
İsteyen, Kurduğu Milis Kuvvetiyle Bursa Ve İzmit’in İşgalden Kurtarılması İçin
Mücadele Eden Kara Fatma’nın Müfrezesinde Savaşanların Sayısını 350’ye
Çıkardığı Bilinir. Sakarya Ve Başkomutanlık Muhaberelerine De Katılan Ve Üsteğmenlik
Rütbesine Kadar Yükselen Kara Fatma, 1955 Yılında Erzurum’da Vefat Ederken,
Cumhuriyetin Temellerinin Atılmasında Pay Sahibi Olmanın Mutluluğunu Yaşamış
Kadın Kahramanlardandı. TARSUSLU KARAFATMA, GAZİANTEPLİ YİRİK FATMA Asıl Adı
"Adile" Olan, "Adile Hala" Ve "Adile Onbaşı" Diye
Anılan Kadın Kahramanın, Silah Arkadaşları Arasında "Kara Fatma"
Olarak Anıldığı Bilinir. 8–10 Kişilik Milis Kuvvetiyle Afyon Savaşı’na Katılan Kara
Fatma, Tarsus’un Kurtulmasında Büyük Yararlılıklar Gösterir. Gaziantepli Yirik
Fatma İse Gaziantep’in Fransızlar Tarafından Henüz Bütünüyle Kuşatılmadığı
Sırada, Düşmanın Hareket Edeceği Haberi Gelince, Buna Karşı Koymak İçin Yola
Çıkan Milis Kuvvetine, Karşı Çıkılmasına Rağmen Zorla Katılır. Milis Kuvvetlerine
Yardım Eden "Nafize Kadın", Yunanlılar Tarafından Yakalanarak,
Kuvvetler Hakkında Bilgi Alınmak İstenir, Fakat Nafize Kadın İşkencelere Karşı
Koyarak Hiçbir Bilgi Vermez. İKİ OĞLUNU ŞEHİT VERDİ KENDİ GAZİ OLDU
Yunanlıların İzmir’e Girmesiyle Milli Mücadele Saflarında Yerini Alan Ayşe
Hanım, İzmir’in Yunanlıların Eline Geçmesi Üzerine Aydın’a Gider. Aydın Civarında
Kahramanca Dövüşen Ayşe Hanımın Burada Büyük Oğlu Şehit Düşer. I. Ve II. İnönü
Savaşlarına Katılan Ayşe Hanım, İkinci Oğlunu Da Bu Savaşlarda Şehit Verir. Sakarya
Meydan Muharebesi’ne De Katılan Ayşe Hanım, Bu Savaşta Kasığından Yaralanır Ve
Tedavi Gördükten Sonra Müfrezesine Katılır. GÖRDESLİ MAKBULE Vatan İşgal
Altındadır; Yunanlılar Sakarya Savaşı’nı Kaybetmiş, Mevzilerine Çekilmişlerdir.
Gördesli Makbule, Kocası İle Çete Kurarak Dağlara Çıkar. 17 Mart 1922’de Kocayayla’da
Cereyan Eden Bir Çatışmada Makbule, Geri Çekilen Çete Arkadaşlarını Kınayarak
Cesaret Verici Bir Konuşma Sonrası Düşmana Saldırır Ve Başından Aldığı Kurşunla
Şehit Düşer. Ama Silah Arkadaşları Düşmanı Yenerler. FRANSIZLAR’A YANLIŞ YOL
GÖSTEREN KILAVUZ KADIN Adana Ve Yöresinde Fransızlara Karşı Verilen Mücadelede
Yer Alan Ve Milis Kuvvetlerine Katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920’de Milli
Kuvvetler Pozantı’ya Taarruzu Başladığında, Kritik Bir Duruma Düşen Fransızları
Kandırarak Kılavuzluk Eder. Hatice, Kılavuzluk Yaptığı Fransızlara Yanlış Yol
Göstererek Karboğazı’na Sokar. Boğazda Sıkışan Fransızlar, Türk Askerine Esir
Düşer. BİTLİS DEFTERDARININ HANIMI Kahramanmaraş’ta Düşmana Karşı Verilen
Mücadelede En Fazla Yararlılık Gösterenlerin Arasında Bitlis Defterdarının
Hanımı Da Bulunmaktadır. Bitlis Defterdarının Hanımı Olarak Bilinen Bu Kadın
Kahraman Da, Kayabaşı Mahallesi’nde 8 Düşmanı Öldürmüş Daha Sonra Erkek
Elbisesi Giyerek Milis Kuvvetlerine Katılır. TAYYAR RAHMİYE Adana’nın Kadın
Kahramanlarından Rahmiyse Hanım Da, 9. Tümen’in 1920 Yılının Şubat Ayında Hasanbeyli
Civarında Fransızlar İle Yaptığı Muharebeye Müfrezesiyle Katılır. Muharebe Sırasında
Ateş Hattında Kalan İki Arkadaşını Korumak İçin İleri Doğru Atıldığından Dolayı
Kendisine "Tayyar Rahmiye" Lakabı Verilir. Temmuz 1920’de Osmaniye’deki
Fransız Karargâhına Yapılan Hücumda Arkadaşlarının Tereddüdünü Görünce, "Ben
Kadın Olduğum Halde Ayakta Duruyorum Da, Siz Erkek Olduğunuz Halde Yerde
Sürünmekten Utanmıyor Musunuz?" Diyerek Hücuma Geçilmesini Sağladığı
Tarihi Kaynaklarda Yer Almaktadır BİNBAŞI AYŞE İstikbal Harbi Hakkında Yazılmış
Eserlerde Göğüs, Göğüse Çarpışmış Pekçok Müslüman Türk Kadınlarından Bahsedilir.
Nene Hatun, Kara Fatma, Ayşe Çavuş İsimleri Pek Sık Zikredilen Şahsiyetlerdir. Binbaşı
Ayşe De, Adını Hep Minnet Duygularıyla Anmamız Gereken Kahramanlar Arasındadır.
Binbaşı Ayşe, Bizzat Kendi Macerasını Şöyle Anlatmaktadır: “...Büyük Harpte Kafkas
Cephesi’nde Yaralanarak Ölen Kocamın Ve Tüm Vatan Evlatlarının İntikamını
Almaya And İçmiştim. Allah, Bu Fırsatı 15 Mayıs (1)335–(1919)’Da Bana Verdi. İzmir’i
Yunanlılar İşgal Ettiği Sırada İlk Mukavemetimiz Sona Erip Şehre Yunanlılar Hâkim
Olunca Aydın’a Gittim. Orada Faaliyete Geçerek Bir Kuva’yı Milliye Birliği
Teşkil Edip, Bilahare Nuri Çetesi’ne Katıldım. Aydın Muharebelerini Yaptıktan
Sonra Koçarlı’ya Çekildik. Bu Suretle, Bilfiil Atıldığım İstiklal Mücadelesi’ne
Başından Sonuna Kadar İştirak Ettim. İlk Defa Sakarya’da Sol Kasığımdan Piyade
Mermisi İle Yaralandım. Seyyar Hastanede Tedaviden Sonra Tekrar Müfrezeme
İltihak Ettim. Büyük Taarruz’da Mürsel Paşa Fırkası’na İltihak Ettik. Ve Ahır
Dağları’ndan Düşman Gerilerine Akmağa Memur Edildik. İzmir’e İlk Giden
Birlikler Arasında Ben De Vardım. Ancak, Bu Arada Misketle Sol Bacağım
Kırıldı.”... Binbaşı Ayşe, Kocasının En Kıymetli Birer Yadigârı Olarak
Sakladığı Ziynetlerini Satarak At, Mavzer, Elbise Ve Çizme Tedarik Etmiş Ve Bu
Mücadelede, Derece, Derece Terfi Ederek Binbaşılığa Kadar Yükselmiştir. SÜREYYA
SÜLÜN HANIM İşte Kahraman Türk Kadınlarından Bir Kahraman; Milli Mücadele Yıldızlarından
Bir Yıldız Daha: Süreyya Sülün Hanım... Van’da Doğmuştur. Yaşadığı Kasaba,
Düşmanın Korkunç Zulüm Ve Taarruzuna Maruz Kalmış, Babası Şehit Olmuştur. Nihayet,
Bir Araya Gelen Beş Yüz Civarında Cengâver, Erek Kasabasında Toplanarak Aziz
Topraklarını Savunmaya Karar Verirler. Ve Tabii, Süreyya Sülün Hanım Ve Üç
Kardeşi De Bu Kahramanlar Meydanındadır. ...Yoğun Bombardıman Altında
İlerleyerek Karaköse’ye Gelen Bu Kahraman Kuva–Yı Milliyeciler, Murat Irmağı Boylarında
Tam Bir Buçuk Ay Düşmanla Çarpıştılar. Beyazıt’a Doğru Yürürken Yürekler Acısı
Bir Manzara İle Karşılaştılar. Binlerce Türk Köylüsünün İşkenceler İçinde Can
Vermiş Cesetlerini Gördüler. Bu Mezalimi Yapan Düşmana Hınçla Taarruz Edenlerin
Başında Süreyya Sülün Hanım Vardı... Iğdır Civarında Kanlı Çarpışmalar Oldu. Düşman
Birlikleri Çok Kuvvetli Ve Rusya’dan Devamlı Surette Takviye Alıyordu. Beş Yüz
Yiğit, Yılmadan, Kaçmadan Dövüştüler. Ölüyor, Teslim Olmuyorlardı. Bu Muharebede
Süreyya Hanımın Üç Kardeşi Birden Şehadet Şerbetini İçtiler. Kardeşlerinin Kollarında
Can Vermesine Rağmen Yılmadı Ve Cenk Meydanını Terk Etmedi. Kala, Kala Dört
Kişi Kalmışlardı. Daha Sonra Karaköse’ye Çekilen Süreyya Sülün Hanım, Burada Ziverbey
Taburu’na İltihak Etti. Bir Ara Yaralandı Ve Erzurum’a Döndü NENE HATUN (1857 –
1955) Tarihimize "93 Harbi" Adıyla Geçen Türk-Rus Savaşında Erzurum'un
Aziziye Tabyası'nda Gösterdiği Kahramanlıkla Adını Tarihe Yazdıran Türk Kadını.
Erzurum'da Doğdu, Tam Doksan Sekiz Yıl Orada Yaşadı. Bir Kahramanlık Sembolü
Olarak Tanındı Ve Anıldı. Ömrünün Son Demlerini "Üçüncü Ordu'nun Annesi"
Olarak Geçirdi. 1955 Yılında "Yılın Annesi" Seçildikten Sonra, 22 Mayıs
1955 Günü Erzurum'da Zatürreeden Vefat Etti, Aziziye Şehitliğine Gömüldü. Nene
Hatun, Erzurum'da Dogdu. 98 Yıl Erzurum'da Yaşadıktan Sonra Yine Erzurum'da,
Zatürree Hastalığından Hayata Veda Etti. Ölümünden Üç Ay Önce Türk Kadınlar
Birliği Tarafından ANNELER ANNESI Seçilmişti. NEZAHAT HANIM Gördes Ve İnönü Meydan
Muharebelerinde, Çarpışmalara Katilan 70’inci Alay Komutanı Hafız Halit Beyin Kızı
Olan Nezahat Hanim 8 Yasında Öksüz Kalmis Ve Babasıyla Cephelerde Dolaşmıştır. Askerlere
Hizmet Ve Cesaret Veren Nezahat Hanım’ın 100 Den Fazla Düşman Askeri Öldürdüğü
Bilinmektedir… Musul Atabeyi,Oğuz’un AFŞAR Oymağından Nurettin Mahmut Zengi,Hastalanınca,Eşi
Ordunun Başına Geçerek Haçlı Ordusunu Tanberiye Gölü Kenarında İki Defa
Yenmiştir.Halep Kuşatmasından Dönen Alpaslan’ın Ordusunu Üçte İkisi Fırat’ı Geçerken
Boğulmuştu.4000 Atlı İle AHLAT’A Doğru İlerlerken,Karısı Türkan Hatun,15.000
Kişilik Bir Süvari Tümeniyle Kendisini Takviye Etmişti.İskit-Saka Türklerini Yenen
Ünlü Pers Kıralı /KİROS’U/KURUS’U Bir Felaket Bekliyordu.Tarihte İlk Kadın Hükümdar
TOMRİS HATUN,KURUS’U Yenerek,İbret İçin
Başını Da Kan Dolu Bir Fıçıya Attırmıştı…Cengiz Han,Tüm Devlet Erkanını
Eşleriyle Toplayarak,Eşinin Önünde Saygıyla Eğilerek :”TÜM ULUSLARIN HANI OLAN
BENİM HAN’IM DA EŞİMDİR?!”BUYURMUŞTUR…Ben,Bu Yazımı,Çocuk Ve Ölü
Sikicileriyle,Öz Kızına Sulanmayı İslamda Şart Sayan Müderris Molla Mehmet
Efendiye Armağan Ediyorum…