29 Temmuz 2016 Cuma

2032/RÜŞVETN ANATOMİSİ:4'ÜNCÜ BÖLÜM.


          TC.

OSMANTÜRKOĞUZ                                                              osmanturkoguz@gmail.com                                                                      TV.Çeşmealtı,29 Orakayı,2016.

 “RÜŞVETİNANATOMİSİ”ADLI KİTABIMIN DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜNÜ SUNUYORUM.MERAKLISI OKUR,DİĞERLERİ DE BENİ İLGİLENDİRMEZ.SAYGILARIMLA.

                            RÜŞVETİN ANATOMİSİ:4-

         Tüm okulların giriş sınavlarının sorularının cevapları kendilerine rüşvet olarak verilen AŞAĞILIK HAİNLER,15 ORAKAYI 2016 TARİHİNDE, DİYETLERİNİ ÖDEYEBİLMEK İÇİN TÜRKİYE CUMHURİYETİNE SALDIRMIŞLARDIR. Kazanan yine de Türk düşmanları olmuştur. TSK budanmıştır, Jandarma da ekarte edilmiştir. BİR DEVLETİ YIKMAYA KARAR VERDİLER Mİ, ONUN ELİNDEN ÖNCE JANDARMASINI ALIRLAR. Napolyon Bonapart.

                   BİREYLERİN VE TOPLUMLARIN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ,                                                  Ganimetler ve Dış Soygunlara Devletin gücü yetmediğinden, iç soygunlar ve Rüşvetler önlenemeyerek devletin yıkılışına kadar sürer de gider. Ta ki Bir Mustafa Kemal çıka gele!?Padişahlar bile devletin sonunu iyi görmediğinden,devleti yönetenler soygunlarını,rüşvetleri ve ihanetlerini pervasızca sürdürürler,Roma Hukukundan kopya  Vakıflara bir de ZÜRRİ VAKIFLAR eklenerek,gelecek nesillerinin yaşamları da garantiye alınır...Devlet memurlarının teminatsızlığı,kendi başlarının çaresine bakmayla sonuçlanır.Siyaseten katledilen  Sadrazamların mallarına da el konulur.Kocası öldürülen bir  vezir karısının Kanuni denilen evlat ve  torun katiline yazdığı mektup Osmanlının iş yüzünü iyice açığa vurmaktadır.Dört çocuğu ile açıkta kalan kadın:”Dün, dünyalara sığmazken, bugün bir çatı altına muhtacım….”Der.Kanuni!Kadına Rumeli’nde bir çiftlik bahşeder.Osmanlı İmparatorluğu çöküntüye doğru hızla giderken ,devleti yönetenlerin rüşvetlerle yaptırttığı villalar Boğaziçi kıyılarını süslemekteydi,BUGÜNKÜ GİBİ?!Sevr paçavrasını imzalamadığı mezartaşına yazılan bir Harbiye Nazırı Topçu Feriki,Almanya’dan satın alınan7.09mm.Çapındaki  550.000 MAUSER PİYADE TÜFEĞİNİN her birisi için Üçer altın rüşvet aldığını,Mahmut Şevket Paşanın bu tüfekleri teker,teker muayene ve kontrol ettiğini  bilenimiz  kaç kişidir?                                                                                                                            
         “Padişah III. Mustafa Han, dindar, çalışkan, adil, hamiyetli bir padişahtı. Verdiği vazifeleri takip eder, sorumlularından hesap sorardı. Saltanatı boyunca devleti kalkındırmakla uğraştı, fakat ne yazık ki, bu hususlarda kendisine yardımcı olacak devlet adamlarından yoksundu; sıkıntısını Cihangir mahlasıyla yazdığı bir şiirle dile getirdi.
“Yıkıluptur bu cihan sanma ki bizde düzele,  
Devleti çerh-i denî verdi kamu müptezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem-Yezel’e”,                                              Ya Rab beni bu mesnedi valaya getürdün,                                                     Envai inayatını kıldın bana ihsan,                                                                                                         Gördüm fukara kulların hali perişan,                                                               Her biri ider mihnet ile çaki giriban.                                                                                                             Tahribi bilad itmek ile düşmeni İslam,                                                                                                 Mahzumu mükedder ulemamız dahi hayran,                                                                                                         Her semti memalik denice türlü mehalık,                                                                                                        Buldum ki taaddi ile yıkılmış nice büldan,                                                      Fikretmekle çare bulunmaz buna asla,                                                                                                                 Tedbir ile tanzimi değil kabili imkân.                                                         Bildim ki medet senden olur, kimseden olmaz,                                                                                                             Ey kadir-i kayyum meded derdime derman.”Padişah böylesine bağırıyor, şairlerde bağırıyor, bizim hainlerimizde tutturmuşlar,                                                                                                             OSMANLI DİYEREK ANIRIYOR…                                                                                                                                          Soyulurken soğan yaşarır gözler,                                                                                                                                                                                                     Soyulurken vatan bakar öküzler….1627 yılında ölen Üveysi de Padişahı şöyle uyarıyordu:                                                                                                              ”Vezire itimat etme benim devletlü hünkârım,”                                                                                                                                          Olardır düşmeni dinin,olardır devlete bedhah.                                                            Vezaret sadrına geçmiş oturmuş bir bölük hayvan,                                             Bu dini devlete hizmet eden yoktu ah,vah.
         Ozanlığı Şeyhülislamlığından daha ünlü olan Yahya Efendi(1552-1644),rüşvetçiliği ayyuka çıkan Sadrazam Kemankeş Ali Paşanın bu davranışını yüzüne karşı söylemekten de çekinmez. Divanda, Ali Paşa ile baş başa kaldığı bir gün Sadrazama çıkışır:

        “Rüşvet aldığınız işler kulağıma geldi. Bu yolda yanıldıysanız tövbekâr olunuz. Bir yerden haksız olarak bir şeyi koparıp almak, gönlünde hayatın da ışığını söndüren ne kötü tufanlara yol açar…”Der. Sadrazam Ali Paşa bu nasihate fena halde bozulur ve alaylı bir biçimde:

        “Bak şu dönen işlere ki, hep hak yiyenler dediklerinizin servet ve saltanatları var.Beri tarafta,hak,hak diye çenesini yorup duranlar ise,ya sürünecek,ya dövünecek hallere düşüyorlar.Bunun hikmeti nedir acaba?!”Deyu sorar…Yahya Efendi bir leylek öyküsü ile hak yemenin cezasını nesillerin çekeceğini anlatır.Rüşvetçi Sadrazam Ali Paşa,hiddetle ve dahi şiddetle ayağa kalkar:

        “Sizin gibi Şeyhülislam olan birinin, benim gibi Sadrazam olan birine leylek hikâyesi anlatması tuhaf.”Der. Ve Padişaha hikâyeyi tersten yorumlayarak Şeyhülislamı azlettirir. Bereket ki, Şeyhülislamın bir dostu Padişaha gerçeği anlatarak makamına dönmesini sağlar. Osmanlı Devletinde rüşvete dayalı bir ihanet olayı vardır ki, sonucu insanı dehşete düşürür. Bekir Subaşı olayı: Birinci Süleyman’ın güçlü bir ordu ile işgal ettiği bağdad şehrini kendisine özgü bir biçimde yeniden örgütler. Çaldırandan sonra da İran ile gerginlik devam etmektedir. Birinci Süleyman, İran Şahına300.000 altın rüşvet vererek, özel cellâtlar göndererek, oğlu Şehzade Beyazıt’ı ve Üç torununu boğdurtmuştur. İran Şahı Tahmasp, Bağdad valisi Bekir Subaşı ile gizli bir bağlantı kurar. Bekir Subaşı, çok yüklü altın rüşveti ve sürekli Bağdad valisi olabilmek karşılığında Bağdat’ı Şah Tahmasp’a teslim edecektir. Yalınız, doğrudan İstanbul’dan emir alan yeniçeriler, iç kalede bulunmaktadır. İç kaleyi görmek bahanesiyle yeniçerileri kandıran Bekir Subaşı, muhafız yeniçerileri öldürterek içkaleyi de ele geçirir. İranlılara teslim ettiği Bağdat şehrine, Şah Tahmasp görkemli bir törenle girer ve yüklüce bir rüşvetle sürekli valilik bekleyen Hain Bekir Subaşı İçin hükmünü verir. Ayakları kızgın ateşe tutulan Bekir Subaşı’dan hazinesinin yarısının yeri öğrenilir. Bekir Subaşı’nın oğlu da babasına karşı İran saflarına geçer. Şah Tahmasp hükmünü verir:

        “Kendi devletine ihanet eden adamdan benim devletime ne hayır gelir! Bekir Subaşı ve oğlu bir kayığın direğine bağlanarak ve katrana bulanarak yakıla…”Bekir Subaşı ve oğlu, bir kayığın direğine bağlanarak katranlanır ve yakılır.68 sene önce okuduğum bu olayı hiç unutamadım. Vatanını satmaya ne güzel bir bedel
        27Ekim 1986 tarihli Milliyet gazetesinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rahmetli Mehmet Rauf Denktaş’ın, rüşvetle ilgili bir demeci yayınlanmıştı. Rahmetli M.Rauf Denktaş’ın,”RÜŞVET AİDS GİB İDİR!”Başlığı altında verilen haber hiçbir kimsenin dikkatini çekmemişti?!Bir teyp için kendisinden rüşvet istenilen bir adam ,gümrük memuruna Müfettiş olduğunu söylediğinde,gümrük memuru ne mi demiş?!Rüşvet olarak istediği meblağı iki katına çıkartmış sadece ve sadece…      AİDS, tedavisi olmayan bir cinsel hastalıktır sadece. Yalınız bulaştığı kişiyi öldürür. Rüşvet, bu hastalığa tutulanlardan öte, aileleri, ulusları ve devletleri öldürür…

        Eflatun/Platon/(MÖ:429-347.)Rüşvet adlı bu toplumsal hastalığa itilmeyi başka mantığa bağlıyor:        O,her birisi bir ömre bedel tartışmalarının birisinde Glaukon ile kapışır:”Senin anlattığın yaradılıştaki doğru adam; dayak yer, işkence görür, zincire vurulur, gözlerine mil çekilir, her türlü belaya uğrar. En sonunda da kazığa oturtulur. O zaman doğru olarak değil de, doğru görünerek gerektiğine inanır. Aiskhyslos’un sözü eğri adama çok daha uygun düşer, çünkü diyecekler, aslında eğri adam, davranışları gerçeğe uygun olup, görünüş için yaşamadığından, eğri görünmek değil,eğri olmakister.”                                                                                                                 “Kafasının derin tarlasına eker,”                                                                                 “Yararlıeledüşüncelerbiçer.”                                                                            “ Bir kere eğri adam doğru görünmekle kendi sitesinde yönetimi yürütür. Sonra, beğendiği yerden kız alır. Kendi çocuklarını da dilediği gibi evlendirir. Keyfinin istediği ile dostluk ya da iş ilişkileri kurar. Bütün bunlardan da kendine çıkar sağlar. Çünkü aman eğrilik etmeyeyim diye de bir kaygı taşımaz. Devlet işlerinden ya da özel işlerinden dolayı biriyle çatışmaya girse, baskın çıkar, düşmanına karşı üstünlük ve kazanç sağlar.Böylece de zenginleşir;dostlarına iyilik,düşmanlarına da  kötülük eder,tanrılara yaranarak bol,bol tantana ile kurban keser,adaklar sunar.Tanrıların da yaranmak istediği insanların da gözüne girmesini doğru adamdan çok daha iyi becerir.EK:Bay RecepTayyibi  ve din tacirlerimizi mi anlatıyor?! Hiçbir yapmadan çocuklarımıza para vermek, her istediklerini de emeksiz olarak şıp! Diyerek yerine getirmek, çocukları bedavacılığa alıştırmaktır.

        Bu Koca filozof?!Bu yüzden tanrıların bile doğru adamadan çok onu kayırdıklarına şaşmamak gerek.Böylece tanrılar da,insanlar da,der Sokrates,bu davranışlar eğri adama doğru adamınkinden çok daha iyi bir hayat sağlar.”Eflatun IX’ uncu kitabının bir yerinde de,hazır yiyiciliği alıştırılmış Tiran tipli adamları inceleyerek şöyle der:”Hırsızlar,duvar delme,yankesicilik,yol kesicilik,tapınak soygunculuğu,insan kaçakçılığı suçlarını işlerler.Çenesi kuvvetli olanlar;iftiracı,yalancı tanık ve rüşvet yiyici olurlar.”Der.Çok uzun süreli kolluk kuvvetleri görevim sırsında iyi ve kötü bir çok gözlemlerim olmuştur. Hiç bir iş yaptırtmadan çocuklara para vermek, her istediğini de şıp! Diye yerine getirmek, çocukları bedavacılığa alıştırmaktır. Emeksiz kazanmak, emeksiz yaşamak bir yaşam biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Hazır yemeğe alışmış olan, çok büyük bir kamu görevlisi olduğunda bu alışkanlığını sürdürmektedir.Bu tarz rahat bir yaşamı sürdürebilmek içinde goygoyculuk,yağcılık,yalakalık ve riya bir gelenek olarak sürdürülmektedir.Büyük vurgunların sözkonusu olduğu yer ve zamanda,bu vurgunlara konabilmek için,her türlü namussuzluğa da başvurulabilmektedir.Atatürk Devriminin Sosyolojisi’nin yazarı Kurt Stanhaus ta,rüşvet olayına bir başka boyuttan yaklaşmaktadır.İslami gelenekte yenilen Kâfirden!Alınan ganimetin Sekizde  Biri /daha önce yarısı Beytülmale/Hazineye/gerisi de ayette yazılı olanlara verilirdi.Esirler,kadın olsun,erkek olsun ,mal hükmünde ganimet sayılırdı./8’inci surenin 1 ve 41’inci ayetleri/Bunlardan Allah’a da pay verilirdi?!İslamdan önce,bu ganimet geleneği Arap kabileleri arasında çok yaygındı.Güneydoğuda görev yaptığım sırada bir şey öğrenmiş ve çok şaşırmıştım:Bazı yörelerde,hiç hırsızlık yapmayana kız ermiyorlardı?!Dış Ganimet ve Yağmayı gerçekleştirmek için çok büyük bir güce ihtiyaç vardı.Kurt Stabhaus,dış yağmayı başaracak gücün olmayışı,yurt içine rüşvet olarak yansır demektedir.Mezar taşında Sevr’i imzalamadığı yazılı olan bir Osmanlı Paşasının oğlunun neler yaptığını bilenler var mıdır?Taksimden Metroya kadar,İstiklal Caddesinin iki tarafında rüşvetle satın alınan binaları satarak,İstanbul—Marsilya,İstanbul—Paris’e özel uçaklar kaldırtmanın sonunda Düşkünlerevine sığınarak orada ölmüştür.Alan razı,veren razı,kontrol edenler de Niyazi olursa çok kara paralar haklanır,çok Tanrı verdi apartmanlar da dikilir.Fuzuli gibi küserek uzlet köşesine çekilme mantığı ile ,”Allah bunların cezasını elbette verir “tevekkülüyle bu işlerin üstesinden gelinemez.Örnekleme çok önemli bir konu,Ziya Paşanın ünlü beyitindeki durum,gerçekleri gören bir ozan feveranı değildir.Yiyiciler,rüşvetçiler çok güçlü ve örgütlü,ihbar olman üzerlerine gidilemiyor mazereti günümüzde geçer akçe.1982 tarih,Zonguldak kömür ve kum kaçakçıları,kış ortasında,beni Konya’ya sürdürdüklerinde,Zonguldak Trafik Şube Müdürü Komiser  Sayın Kadir Bey;bana  bir nasihatte bulunmuştu: “Komutanım, Türkiye’de rüşvet ve soygunun kökü kimseler tarafından kazıyamayacak derinliktedir.Rüşvetle mücadele etmektense,rüşvetle yaşamağa alışmalısınız?!Demişti,benimkisi saflık işte*!”

           Osmanlı döneminde,”ahalinin lükse ve dolayısıyla da rüşvete daldığına, dair Padişahlara sunulmuş raporlar vardır. Geçim sıkıntısında olan memurlar, bir de, çok sık yer değiştirmeye tabi tutulursa, ol memurun namuslu kalabilme direnci ne kadar sürer. Güneydoğu’da bir ilçede ilçe jandarma bölük komutanı iken,495 TL. Maaş alan bir tapu memurunun altın ve ziynet içinde yüzen iki karısına yanı sıra nikâhsız olarak ünlü bir şarkıcı kadından olan kızına da ayda 95TL.Nafaka ödediğini de öğrendim. Tüm bunlara rağmen, tüm ilçe halkının gözü önünde, evine hergün kasaplardan yarım but gelirdi. Günde, iki paket Yeni Harman sigarayı ve bir binlik rakı da içerdi. Lojmanda yalınız olduğum bir gün,bu tapu memurunu evime davet ettim,tüm masraf faturalarını da önüne koydum.Diklenmek istedi,ben horozlanınca da yelkenleri suya indirdi. Zorla aptes aldırarak tövbe ettirdim, utanarak içmesin ve çalmasın diye. Ve haçça yolladım..Hep hazine arazilerine yönlenirdi,tapudaki isimleri bir nokta ile değiştirme tehdidiyle hak sahiplerini de soyardı.Bilinçli bir ekip mücadelesi olmadığı gibi,bu tip adamların arkaları çok kuvvetli,ekonomik ve siyasi güç sahipleri ile de diyalogları çok mükemmel.Her Memurun önünde;GÖRMEDİM,DUYMADIM VE KONUŞMADIM motifli maymun figürleri de bir yaşam felsefesi olarak durduktan sonra?!Bilinmeyen bir halk ozanının Osmanlı Dönemini anlatan Dörtlüğü ne korkunç:

           “Eğeri kaltağ Osmanlı,”

           “Şalvarı şaltağ Osmanlı.”

           “Ekende yok, biçende yok,”

“Yiyende ortağ Osmanlı.”Ve dahi yıkılma sürecinde Tevfik Fikret’in HAN-I YAĞMASI./1867—1915/Tevfik Fikret’i; Aşiyan’ı ve Han’ı Yağma şiirini çoğumuz duymuşuzdur.1915 senesinden günümüze neler değişmiş, bir de bizler görelim:

                        Bu sofracık Efendiler-ki iltikama muntazır,

                        Huzurunuzda titriyor-Şu milletin ki hayatıdır,

                        Şu milletin ki mustarip, şu milletin ki muntazır,

                        Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır, hapır

 

                        Yiyin Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin,

                        Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.

                       

                        Efendiler, pek açsınız, bu çehrenizden bellidir;

                        Yiyin, yiyemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?

                        Şu nadi’i niam bakın kudumunuzla müftehir,

                        Bu hakkıdır gazanızın evet, o hak ta elde bir.

 

                        Yiyin Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin

                        Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.

 

                        Bütün bu nazlı Beylerin, ne varsa ortalıkta, say;

                Hesap, nesep, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray,

                        Bütün sizin, Efendiler konak, saray, gelin, alay,

                        Bütün sizin, bütün sizin hazır, hazır, kolay, kolay.

 

                        Yiyin Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin

                        Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.

 

                        Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar,

                        Gururu, ihtişamı var, surûri intikamı var.

                        Bu sofra iltifatından işte âb u tab umar.

                        Sizin şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar.

 

                        Yiyin Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin;

                        Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.

 

                        Verir zavallı memleket, verir ne varsa; malını.

                        Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini,

                        Bütün ferağ’ı halini, olanca şevk u balini

                        Hemen yutun, düşünmeyin; haramını helalini.

                        Yiyin Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin;

                        Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.

                        Bu haramın sonu gelir, kıpıştırın giderayak,

                        Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak.

                        Bugün ki mideler kavi, bugün ki çorbalar sıcak,

                        Atıştırın, tıkıştırın kapış, kapış, çanak, çanak.

                        Yiyin Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin;

                        Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.”

Rahmetli Büyük Hicivcimiz Neyzen Tevfik Kolaylı; İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki politikacılarımızı ne güzel taşlamıştı:

                        Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;

                        Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.

                        Künyeni almak için partiye ettim telefon:

                        “Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus!” Dediler. Şeyhülislam Asım da bu görüştedir:/3’üncü Mustafa’nın görüşündedir/
“Hak bu kim mülk-i cihan girdi yed-i müptezele
Akl-ı sadıka nizamı hele hiç girmez ele,
Berk ü barını kamu eyledi yağma hazele,
Ab-ı şer ile meğer ravza-i devlet düzele.”

Sadrazam Ragıp Paşa’nın umudu yoktur:
“Niceler eyledi kâmın bu cihanı tiz ele,
Feleğin devri mutabık yine bezm-i ezele.
Sanma ey dil ki saadet bula bir dem hazele,
Verdi hallak-ı cihan müptezeli müptezele.”

Ziya Paşa, umudunu yitirmemiş;

“Asiyab-ı devleti bir har da olsa döndürür.

Şair Eşref de devlet çarkının nasıl döndüğünü görünce söylenmiş eleştirisini korkusuz ortaya koymuş; “Döndürür döndürür de anasının örekesine döndürür. Sultan III’ üncü Mustafa’nın kıt‘asını ve ona yazılan nazireleri bütünlüğü bozmamak ve fikrî takip yapmak amacıyla art arda veriyoruz: Güfte-i Sultân Mustafa Hân Yıkılupdur bu cihân sanma ki bizde düzele Devleti çerh-i denî virdi kamu mübtezele imdi erbâb-ı sa‘âdetde gezen hep hazele işimüz kaldı bizüm merhamet-i Lem-yezel’e.” 

        III. Selim daha yumuşak iniş yapıyor;

“Akın aldanma gönül âlemde yok zerre vefâ,
Devletin tâlii bozuk ver ona yâ rab şifâ.
Zevk eyyâmı değil şimdi harâm oldu safâ,
Lâyık olursa cihânda bana taht-ı şevket,
Eylemek mahz-ı safâdır bana nâsa hizmet.”

Kanuni sütkardeşi Yahya Efendi’ye sorar:

– Bir devlet hangi halde çöker?

Yahya Efendi yanıt verir:”Neme lâzım Sultanım?!”

Padişah bir şey anlamaz,sorusunu yineler:                                                                  – Bir devlet hangi halde çöker?!Üçüncü tekrarında yanıtını alır:

– Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de ‘neme lazım’ deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu söylemeyip sussa devlet çöker.”Birinci Süleyman Oğlu Şehzade Mustafa’yı boğdurtunca, Yahya Efendi, Süleyman’ı tenkit edince, derhal emekliye sevk edilmişti. Yahya Efendi de Beşiktaş’ına yaptırdığı dergâhına çekilmişti.

        Önümdeki gazetede resimli, ilginç bir habere bakıyordum.Elindeki oyuncak tabancayla soyguna kalkışan 13 yaşlarındaki bir çocuğun tutuklu  hali gazetelere yansımıştı.Haberi okur iken bulunduğum yazıhaneye ,temiz giyimli genç bir adam telaşla girdi.Ellerindeki paketleri düşürmemek kaygısıyla iç cebindeki kalemleri çıkartarak,masanın gözüne sakladı.Yazıhanenin sahibi Dostum Rahmetli Şevket Topatan,gülerek ve merakla sordu:

        “Hayır ola ne yapıyorsunuz?”Diye sorduğun da;”Ağabey, dedi o genç adam, trafik polisleri üzerimde ne bulurlarsa alıyorlar. Ne yapayım*!”Demişti. Rahmetli dostum da:

        “Kalem dayandıramıyoruz!?”Demişti.Elimdeki yazı tomarına bir de,13 yaşında oyuncak tabanca hırsızı çocuğun resmine bakmıştım.Bu haberden sonra,ülkemizde ne soygunlar ve ne rüşvetler,gazetelerimizde  tepki çekmeyen birer haber olmuştu:

        “Marmaris davası,”

        “İskenderun’da olay üstüne olay!””11 Gümrükçü açığa alındı.”

        “Emlak Bankası Horzum olayı!”

        “Atina’da Kokainle yakayı ele veren Turan Çevik.”

28Aralık 1988 tarihli Hürriyet’te,”Hürriyet’ten namuslu bürokratlara çağrı”:”Hediyeye kanma!”

        “Yılbaşı Sepeti, bal gibi rüşvet!”

        “Zeynep sepeti 500.000Lira.”

Bürokratlar için hazırlanan yılbaşı hediyeleri, milyonlarla ölçülüyor!”

11 Aralık 1988 tarihli Sabah’ta Güngör Mengi yazıyor:”Hastalık Var!”Bu yazıyı 5’inci bölüme koyalım, önce de iki şiir koyalım:

Büyük Çin Filozofu Konfüçyüs: ”Bir yerde dinden söz edildi miydi sıkı durunuz: Ya canınızı, ya da malınızı alacaklardır!” Buyurmuş!   

  Asırlar boyunca, değişmeden ve aksamadan oynanan oyun budur!

        İnsanlar üç gruba ayrılmışlardır:

        1*Aldatanlar, çok az sayıda, örgütlü ve tüm değerleri araç olarak kullananlar,

        2*Aldatılanlar, çok sayıda aldatılmaya iştiyaklı kalabalıklar,

        3*Bağırıp, çağıranlar; aldatılmaya hazır olanları uyandırmak için hapislerde yatanlar ve kafaları kesilen idealist grup.

        İzin verirseniz, sazı önce bendeniz elime alayım:

                               HİÇBİR ŞEY DEĞİŞMEZ!

                        Değişmez duygular, öfkeler kinler;

                        İnsan aynı, ağaç aynı, kuş aynı.

                        Sevsen de, ölsen de kim duyar, dinler!

                        Mecnun aynı, Leyla aynı, eş aynı.

 

                        Kuyu aynı, dolap aynı, su aynı;

                        Şarap aynı, tarak aynı, tas aynı.

                        Değişse aynalar, kokular tümden;

                        Yürek aynı, çiçek aynı, düş aynı.

 

                        Ana aynı, bebe aynı, süt aynı;

                        Ocak aynı, ateş aynı, şiş aynı.                                                     Koku aynı, acı aynı, düş aynı;

                        Değişen yalınız söyle zaman mı?

 

                        Gök aynı, bulut aynı, yaş aynı;

                        Dost aynı, düşman aynı, eş aynı.

                        Dudak aynı, öpüş aynı, diş aynı;

                        Değişen yalınız sözle zaman mı?

 

                        Yelkovanım, Akrep oldum peşinde;

                        Gece yanımdasın, gündüz düşümde.

                        Şehir, şehir yıllar yılı peşinde;

                        Umut aynı, özlem aynı, düş aynı;

                        Değişen yalınız sözle zaman mı?

        Emekli Yargıçlarımızdan Rahmetli Ali Hadi Okan, ”Nef’i zaman” takma adı ile güzel hicivler yazmıştır. ”Dalkavuklar ağzından”,

                               ESKİ ZAMAN FELSEFESİ

                        Riya kovanında bal petek, petek,

                        Yaşamak istersen etek öp, etek,

                        Mizaçgir olursan yemezsin kötek,

                        Yaşamak istersen etek öp, etek.

 

                        Bir yere girdin mi geçme ön safa,

                        Saygıyla selam ve iki tarafa,

                        Dilini sıkı tut, karışma lâfa,

                        Yaşamak istersen etek öp etek

 

                Siyaha beyaz de, aka ak deme,

                Hak elden gidince, hani hak deme,

                Gözünü kör eyle, şuna bak deme,

                Yaşamak istersen etek öp, etek.

                HAYDİ, DEDİLER Mİ, ELİNİ KALDIR,

                ÇOKLUĞUN YANINDA, AZLIĞA SALDIR,

                ANAFOR AŞINA KAŞIĞI DALDIR;

                YAŞAMAK İSTERSEN, SIRAYA VUR YETER!

                Siyaset denilen sihirli perde,

                İçine gireni düşürür derde,

                İZZET’İNAEFSİNİ YERLERE SERDE,

                Yaşamak istersen etek öp, etek.

                Ateşle oynama dururken maşa,

                Kim başa geçerse, de ona yaşa!

                Düşenin başını, çal taştan, taşa,

                Yaşamak istersen etek öp, etek.

                Sevdaya tutulma, şimdiki amur,

                Şehvetle yoğrulmuş bir avuç çamur.

                Rükû ede, ede olsan da kambur,

                Yaşamak istersen, etek öp, etek.

                Bir pula geçmiyor asalet, arma,

                Adam olmak için kendini yorma,

                Üzümünü ye de, bağını sorma,

                Yaşamak istersen, etek öp, etek.

                El etek öpersen, bulursun arka,

                Garpta yan gelirsin, gitmezsin şarka,

                Riyadır cihanda, en güzel marka,

                Yaşamak istersen etek öp, etek…”

 

 

 

 

 

 

       

 

 

 

 

                               

                                                                             

                                                                                                                                                                                                                                                           

 

İzleyiciler

Blog Arşivi