7 Mayıs 2016 Cumartesi

2099/MEHTİLİK SAHTEKÂRLIĞI?!


           TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ


TV. Çeşmealtı,08 Mayıs 2016.

                               MEHDİLİK SOYTARILIĞI? ÜŞENMEDEN OKUMALISINIZ?

Mehmet Metiner@AKPMehmetMetine.”AKparti Allah’ın partisidir. Ona oy vermeyen Mehdi’nin gelişini engelleyen kâfirlerden yana olur”.Mehdi, Uçakla mı, Roketle mi, YALANLA MI GELECEKMİŞ? GELECEĞİ ZAMANI TAYYİP Mİ BELİRLEMİŞ CİA MI? UTANMA VE ARLANMA DUYGUNUZ OLSAYDI AYNAYA BAKMANIZI ÖNERİRDİMA YALAKA?

10. MEHDİ VE MEHDİLİK, Osman Türkoğuz, NURCULUK, DİNE, İLİME, TÜRKLÜĞEE VE AKLA AYKIRI BİR YAKLAŞIM:246 SAHİFE VE SONRASI.

a) KUR’AN’I KERİM’E GÖRE MEHDİ: 

Kur’anı Kerim’de Mehdi’nin geleceğine dair hiçbir ayet olmadığı gibi Mehdi kelimesinin geçtiği ayet de yoktur.

b)  Hz. MUHAMMED’E GÖRE MEHDİ. 

Mehdi’nin geleceğine dair Hz. Muhammed’den bir hadis rivayet olunursa da Kur’an’ı Kerim’deki gaybın ancak Tanrı’ya ait olduğuna dair ayetlerle Hz. Muhammed’in gayba ait hadisleri bu rivayetin doğruluğunu şüpheye düşürmektedir:

“Ben ancak gördüğüme, duyduğuma göre hüküm veririm; gizli şeylerse Allah’a aittir; onlara o karışır.” s.71

“Allah beni; ancak emirlerini bildirmem için gönderdi...” s.72 C.RİSALE-İ NUR’(SAİD OKUR)a göre MEHDİ.

“İnsan şeklinde tarif edilen Hazret-i Mehdi’nin geleceği hakkında muhtelif rivayetleri muhaddisler kitaplarında nakletmişlerdir... Ümm-ü Selame: Peygamberimiz Aleyhisselatü Vesselam Hazretlerinden işittim ki; buyurdular: “Mehdi benim zürriyetimden, Fatımanın evladlarındandır.” Av. Bekir Berk, Nurculuk Davası, s.380.

“Bütün bu örnekler çeşit, çeşit yayınlanırken, bir yandan da amaç Nursi’yi mehdi olarak tanıtıp kabul ettirmektir. (Zülfükarın Hatimesi sonundaki eser, s.7). “Beni sevip yazanlara ve okuyup kafasına katanlara sen rahmetler ve bereketler saçıp harika kerametler gösteriyorsun... ve bazı has ve halis talebelerini evliya ve asfiya nişanlarıyla taltif ve tezyin ediyorsun”, gibi alabildiğine din ve cehaleti istismar ile kendi kendini reklam edip durur, (Sikke-i Tasdiki Gaybi, yazma nüsha, s.1-2) de mehdilik iddiası daha da açıktır: “Ümmetimin beklediği ahir zamanda gelecek zatın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı olan İmamı tahkikiyi neşir ve ehli imanı dalaletten kurtarmak cihetiyle o en ehemmiyetli vazifeyi yapan bitamamiha Risale-i Nurda görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı Azam ve Osman Halidi gibi zatlar bu nokta içindir ki o gelecek zatın makamını risale-i nurun şahsı manevisinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler bazen da o şahsi maneviyi bir hadimine vermişler o hadima mültefitane bakmışlar. Bu hakikatten anlaşılıyor ki sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i nuru bir programı olarak neşir ve tatbik edecek ve o zatın ikinci vazifesi şeriatı icra ve tatbik etmektir... O zatın üçüncü vazifesi hilafeti islamiye yi ittihadi islama bina ederek İsevi, ruhanileriyle ittifak edip Din-i İslama hizmet etmektedir”.

Ayetül-Kübra da İmam-ı Rabbaninin İslami hakikatleri ispat edeceğini haber verdiğini zatın kendisi olduğunu iddia ediyor: “Ben istiyorum ki ben o olsam, belki o adam” Haşiye’de de şöyle deniyor. “Zaman ispat etti ki o adam, adam değil risale-i nurdur. Belki ehlikeşif risale-i nur’un ehemmiyetsiz olan tercüman ve naşiri suretinde müşahede etmişler bir adam demişler” (s.63).

“Risale-i nur ve üstadımız hakkında bazı nur talebelerinin mühim mektuplarıdır” matbu 101 sahifelik bu eserde şöyle deniliyor:

“Risale-i nur bu zamanın mehdisidir. Ey kürre-i arzda bulunan gençler, hocalar ve halifeler. Bin senedir insanların aradığı Mehdi hazretlerinin peşavası ve müjdecisi üstadımızın neşrettiği Risale-i Nur ‘dur.” Hutavat-ı Sitte de ise bozuk cümlelere rağmen maksat bellidir. 

“Risale-i Nur’un şahsı manevisini haklı olarak bir nevci Mehdi telakki edilmesini ve kendi şahsını manen evladı Ali’den sayılsa dahi ihlası bozmamak için uhrevi makamat bana verildi...”

“...Hz. Mehdinin Cem’iyeti Nuraniyesi Süfyan komitesinin tahribatçı rejim bidatkaranesinin tamir edecek sünneti seniyeyi ihya edecek. (Mektubat Arap Harfleri C.2, s.292).

“Bir Nur Şakirtleri manevi Ali Beytten sayılabiliriz...”

“...Ehli Kalbin latif keşiflerinden birisi de, o beklenilen zat (Mehdi) bir kitap yazacak, geçmişte hiç kimse o’na benzer bir kitap yazmayacaktır. El hak Risale-i Nur bunun güneş gibi delilidir. Evet, onun şahitleri kat’iyyen iman ediyorlar ki şimdiye kadar böyle eser görülmemiştir. Ve tabe kıyamet yazılmayacaktır. Ehli Keşif; o nurun tercümanı olan zat-ı nurani, Mescunu nisa yani müteehhil bulunmayacak; ihtiyar yaşta olacak diye bahsediyorlar... Bu tavafukun her halde başka şekilde izah ve tefsirine ihtiyaç yoktur, maziden yani bulundukları zamandan istikbale nazar eden ve bu zamanı hali tarassut eden ehli keşfin; keşfe müstenit daha çok beyanları vardır. Kısa keserek sizi onlara bırakıyoruz. İşte Risale-i Nur’u yalnız ben methetmiyorum. O’nu Hz.Kur’an methediyor, Hz. Ali methediyor, Gavs-ı Azam methediyor, Hz. Murtaza Celcelutiyesinde Risale-i Nur’a Bedi diyor. Şu halde elbette ki o Bediüzzaman’dır, Fahrütdeverandır... (Fihristin sonundaki takrizler).

Yukarıda görüldüğü üzere, bir takım keşifler ve kendine göre uygunlukları ileri sürdükten sonra arkadan mehdiliği ilan edilmektedir.

Hâlbuki Ehli Sünnet inancında İmam Mahfi ve İmam Muntazar akidesi batıldır. Bir halaskarın ve mehdinin geleceği akidesi, eski Mecusi dininde vardı. Babil esaretinden sonra İsrail Peygamberleri bu fikri bir halaskar inancına bağladılar. Müslümanlığın gelişme devirlerinde tarikatçılık yoluyla bu akide bazı ülkelerin halkına aşılandı. İslam dininin inanç sisteminde en açık biricik kaynak olan Kur’anı Kerim’in sarahati ile Hadi ve Mehdi olarak gelen Hazreti Muhammed’dir. O ahir zaman Peygamberi ve (Hatümel Mürselin) Allah’ın son resulü olduğu içindir ki din kemal bulmuş ve tamamlanmıştır. Böylece, Mehdi ve Halaskar düşüncesine yer verilmemiştir.

Bazı kitaplarda, her ne kadar Mehdiye dair rivayet edilen ve birbirinden çok farklı hadisler varsa da bunların tümü zayıf ve çoğunun uydurma oluşu üzerinde ittifak vardır. Kendi ifadesine göre mezhebi Şafi olan Nursi’nin, bu hadisleri kabul ile bir takım hükümler çıkarmasının anlamı, kendi mezhep akidelerinden de habersiz bulunduğu veya çıkarına göre hareket ettiği üzerinde toplanır. Ancak işin üzücü tarafı, kendi sakim fikir ve bilgileriyle alabildiğine Müslümanlık esaslarından uzaklaşmış olarak göçüp gitmesi değil, saf halkımıza bunları intikal ettirmeğe çalışmasıdır. Yukarıda örneklerini verdiğimiz bu kabil egosantrik tefsirlere ancak, Psiko-Patolojinin cevap vermesi doğru olur.” Dr. Neda Armaner, İslam Dininden Ayrılan Cereyanlar: Nurculuk, s. 10-12

“Ben de cevaben derim ki:... Mehdi Al-i Resulün temsil ettiği kutsi cemaatin şahsı manevisinin üç vazifesi var:

Birincisi: Felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak tarzda imanı kurtarmaktır... Bu vazife, hem dünya ve hem her şeyi bırakmak, çok zaman tetkikat ile meşguliyeti iktiza ettiğinden Hz. Mehdinin o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. O vazifeyi; ondan evvel bir taife bir cihette görecek...

İkincisi: Hilafet-i Muhammediye unvanı ile şeair-i islamiyeyi ihya etmektedir. 

Üçüncüsü: İnkılabat-ı Zamaniye ile çok ahkâm-ı Kuraniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin kanunları bir derece tatile uğramasıyla o zat o vazife-i uzmayı yapmağa çalışır... Hal böyle olduğu halde, birinci vazifeyi Nur Şakirtleri tamamıyla Risale-i Nur’da gördüklerinden... Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini haklı olarak bir nev’i mehdi telakki ediyorlar... O şahs-ı manevinin bir mümessilini de biçare tercümanını zannettiklerinden bazen o ismi ona da veriyorlar...” R.N.K. Emirdağ Risalesi s.270-273, 204. Mektup, 1959 Basımı, Mü? B.Z.S. Nursi

“Bediüzzaman Mektubat sayfa 407”

“Sual: Ahir zamanda Hz. Mehdi geleceğine ve fesada girmiş âlemi ıslah edeceğine dair müteaddit rivayet-ı Sabiha var. Hâlbuki şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dahi hatta yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı manevisine karşı mağlubdur. Şu zamanda kuvvet-i velayeti ne kadar yüksek olursa olsun böyle bir cemaat-ı beşeriyenin ifsadatı-ı azimesi içinde nasıl ıslah eder? Eğer Mehdi’nin bütün işleri harika olsa şu dünyadaki hikmet-i ilahiyeye ve kavanin-i Adetullaha muhalif düşer. Bu <mehdi meselesinin sırrını anlamak istiyoruz:

Elcevap: Cenab-ı Hak Kemal-i Rahmetinden Şeriat-ı İslamiyenin ebediyetine bir eser-i himayet olarak, herbir fesad-ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddit veya bir halife-i Zişan veya kutbu azam veya bir mürşid-i ekmel veyahut bir nev’i Mehdi hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslah etmiş; din-i Ahmediyi (A.S.M.) muhafaza etmiş. Madem adet böyle cereyan ediyor; ahir zamanın en büyük fesadı zamanında elbette en büyük bir müçtehide, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdi, hem mürşit, hem kutb2u azam olarak bir zat-ı nuraniyi gönderecek ve o zat da Ehl-i Beyt-i Nebeviden olacaktır. Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beynessema-velarz âlemini bulutlarla doldurup boşalttığı gibi, bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder. Ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini ve yazda bir saatte kış fırtınasını icat eden Kadir-i Zülcelâl Mehdi ile de Âlem-i İslam’ın zulumatını dağıtabilir. Ve vaadetmiştir. Vaadini elbette yapacaktır. Kudret-i ilahiye noktasından bakılırsa gayet kolaydır. Eğer daire-i esbak ve hikmet-i Rabbaniye noktasında düşünülse, yine o kadar makul ve vukua layıktır ki “Eğer Muhbir-i Sadıktan rivayet olmazsa dahi, herhalde öyle olmak lazım gelir ve olacaktır” diye ehli tefekkür hükmeder.” Av. Bekir Berk’in s.g.e. s.382,383.

c) BESİM ATALAY’A GÖRE MEHDİ 

 “Mehdi meselesi de çok önemlidir. Her türlü hareketi, her türlü ıslahı Mehdi’den beklemek İslam milletinde irade kudreti bırakmamıştır.

“Madem Mehdi gelecek, ortalığı düzeltecek benim neme, ben düzeltecek değilim.” diye en acı zulümlere katlanmak hassasının aşılanmasına sebep olmuştur. Hâlbuki asıl Müslümanlıkta Mehdi ve buna benzer şeyler yoktur. Bunu önce Şii’ler uydurdular. Sonra da birçok yapma hadislerle işi berkittiler. Mehdi masalıyla birlikte bir de üçler, yediler, kırklar, abdallar efsanesi İslamlar arasına yayılmıştır.

Mehdi İranlılardan, öbürleri Hıristiyanlardan geçmiştir. Bunların hiçbirinin Müslümanlıkla zerre kadar ilişiği yoktur. Bu yoldaki hadisler hep uydurmadır... Kutup, Kavs, Hızır, İlyas, Vedat gibi hurafeler de her türlü ilim ve hakikatten uzak uydurmalardır. İslamlıkla hiçbir ilgileri yoktur. Kur’an-ı Kerim’in (21 nci suresinin 35 nci

Ayetinde) “Senden evvel hiçbir kimseye sonsuz yaşama vermedik” denilmektedir. Yine bu surenin 36’ıncı ayetinde “Herkes ölümü tadacaktır” buyrulmaktadır.

Nakıl ve akıl bu gibi yaşayan şahıslar; evliyaları kabul etmez. Bu gibi şeyler İran’dan ve Hıristiyanlık anlayışlarından girmiştir. “Besim ATALAY, Hakkın Zaferleri s.60, Türk Dili ile İbadet s.110-119.

d) SÜLEYMANCILARA GÖRE MEHDİ:

“Hacı Süleyman Efendinin şahsına yapılan ibadetlere rabıta ismi verilerek gizli tutulur. Bu bir sırdır. Sırrı söyleyen dinden çıkar, kâfir olur. Manevi darbeyi yer. Gökten atılanın bir parçası belki bulunursa da bizim – Süleymancıların- sırrımızı söyleyenin dünyada ve ahrette bir parçası dahi bulunmaz. Hacı Süleyman Efendinin Mehdi olduğuna kati delille inanırlar.“ Mustafa AKYILDIZ, Kozan Müftüsü, Ben bir Süleymancı idim. s.34, İst. 1969. “Hâlbuki bu sahtekârlar - Süleymancılığı yönetenler- saf ve temiz halkımızı kandırıp istismar ediyorlar. “Biz dini yenileyeceğiz” diyorlar. Süleyman Hoca da Dini yenilemek için gelen “Mehdi” dir. Diyorlar... “Mustafa AKYILDIZ’ın S. g.e. s. 64

e) BABILIK VE BAHAÎLİĞİN YAZARI MUHSİN ABDÜLHAMİD’E GÖRE MEHDİLİK: 

“Mehdi düşüncesi, herşeyi mubah sayan, dinsiz, yıkıcı dalaverecilerin istismar ettiği bir fikirdir. Bu fikrin arkasına gizlenenler Şeyhiler, Reştıler, Babiler ve Bahailerdir...” İslama Yönelen Yıkıcı Hareketler s.45

“Şiilerin esas inançlarından biri olan “Beklenen kurtarıcı (Mehdi)” fikri, şu anda gizlenmiş olan fakat tekrar zuhur edeceği beklenen bir liderin varlığına inanmaktır. Kendisi gizlendikten sonra zulümle dolmuş olan yeryüzünün, o zuhur eder etmez adaletle dolup taşacağı umulmaktadır. Şiiler gelmesini bekledikleri Mehdi’nin kayıplara karışan 12’inci imam olduğuna inanmaktadırlar. Bu zat, hicri 225 senesi Şaban ayının ortalarında bir Cuma günü Bağdat’ta doğan Muhammed el Mehdi b.el Hasan El-Askeri’dir. İfade ettiklerine göre; “Annesi ile birlikte Samerra’da ki evlerinin bodrumuna girmiş, orada kaybolmuş ve bu ana kadar da geri dönmemiştir. O, ölmemiştir, halen hayattadır. Şiiler ile devamlı irtibat halindedir”. Şiiler bu inanç içinde onun geri dönerek kendilerine yardım etmesini ve şianın düşmanlarından intikam almasını bekler dururlar.

Bu fikir, esası ve kökleri itibariyle şark inançlarından, Hıristiyanlık ve bilhassa Yahudilikten İslam toplumuna intikal etmiş olan ric’at (geri dönüş) fikrine dayanmaktadır. Ricat fikrini; entrikacı Yahudi Abdullah b.Sebeterennüm etmeğe başlamış.” S.g.e. s. 47-48

“Şiilerin uzun süre maruz kaldıkları haksızlıklar, kendilerinde intikam hisleri doğurmuş ve bu esnada zihinlerine mehdilik fikri yerleşmiştir. Çünkü taraftarlarının, Ehl-i Beyt üzerindeki emellerini kaybetmeleri onların iş başına gelip adaleti yayacaklarına ve - sanlarınca- zulmü kaldıracaklarına dair imkânlarını yitirmemeleri için böyle bir mehdi’lik fikrine ihtiyaçları vardır. Kur’an-ı Kerim”de Mehdi’nin geleceğine delalet eden bir ayet bulamayınca hadise sığınmak zorunda kaldılar. Bu yüzden birçok hadis uydurdular ve cemiyete yaydılar.” S.g.e. s.49

“İki büyük hadis âlimi Buhari ve Müslim bu tip hadiseleri kabule uygun görmemişlerdir.”

Mehdilik rivayetleri, delil olarak ileri sürdükleri konularda çelişki halindedir. Mesela bir rivayette Mehdi Ehl-i Beytten, diğerinde Al-i Abbastan, başkasında Al-i Abdulmuttalip’ten bir başkasında da Ehl-i Medine’dendir. Bir rivayet der ki, Mehdi’nin ismi Peygamberin adını takip eder; diğer bir rivayet isminin Haris olduğunu söyler. Bütün bu aykırılıklar, bu tip hadislerin uydurulduklarına açıkça delalet eder. Çünkü peygamberlerden çelişik ifadelerin gelmesi imkânsızdır.”

“Emeviler Şiilerin kendileri için bir Şii Mehdi uydurduklarını görünce onlar da buna karşılık “süfyanı” fikrini ortaya attılar... Buna göre Mehdi çıkınca Süfyanı’yi öldürecekti.

Abbasiler de meydanı terk etmediler. Şianın bir Mehdisi olduğu, Emevilerin de bir Süfyanı’si bulunduğunu görünce onlar da nesebi Abbas’a ulaşan Halife Mansur’un oğlu Mehdi Abbasi’yi teyit eden uydurma hadiseler ortaya koymaya başladılar.

Mehdiliğe dair tüm hadisler uydurmadır ve hadisçilerce de kabul edilmemiştir. Büyük ilim adamı Muhammed Ferid Vecdi der ki: “Bu hadislere bakan basiret sahibi kimseler, Resulüllah’ı bu cins süslerden, tensih için kalplerinde mübalağa, tarihi tahrif çabası ifrata dalma gayreti, dünyadan habersizlik, Allah’ın sünnetine aykırılık vardır. Okuyan herkes ilk nazarda bu hadislerin bazı sapıklar tarafından uydurulduğunu, halifeliğe hevesli bazı grupların marifetiyle çıkarıldığını anlarlar.”

Bu manadaki Mehdilik fikrinin bizzat kendisini akıl ve mantık ölçülerine vurarak incelediğimiz zaman bozukluğu açıkça ortaya çıkar.” S.g.e. 50-51

“Şiiler Mehdi’nin halen gizlenmiş olduğuna ve kendileriyle daima irtibat halinde bulunduğuna inandıkları halde Ahsai Mehdi’yi alelade bir insan olarak kabul eder, normal bir tarzda zuhur edeceğine inanır.” s.57

“Burada ana fikir şudur: Reşti, kendisine tabi olanları Mehdi’nin zuhuruna kandırmak için bu yalanların peşinden gidiyordu. Böylece onlarda hiçbir şüphe kalmayacaktı. Ahsai’nin yalan rüyasının bir benzeri, bu akılları başlarından gitmiş, idraksiz ve şuursuz, teslim olmuş, cahiller grubunu kandırmaya yetecekti...”

Reşti, Mehdi’nun zuhur etmek vaktini yaklaştığını sadece bildirmekle yetinmedi. Onun şahsını onlara hemen, hemen direkt olarak tarif etti. Özelliklerini, şeklini, ahlakını tasvir etti. Toplulukta öyle fikir uyandı ki, adeta Mehdi aralarında bulunmaktadır da ancak Reşti’nin ölümünden sonra zuhur edecektir. İleride de anlaşılacağı gibi talebelerinden Mirza Ali Muhammed’i tarif etmiştir... 

Böylece görüyoruz ki Reşti, hilesiyle, zekâsıyla, işi güzel idare etmesiyle, etrafındaki adamların ruhlarında, va’dedilmiş ve gelmesi beklenen Mehdi’ye kavuşma aşkını alevlendirmiştir. Onların arasında bu fikri o derece yaymıştır ki hepsi Mehdi’nin rüyasını görür olmuşlardır. Bütün talebeleri, Reşti’nin ölümünden sonra, kendilerine Va’dettiği Mehdi’yi göremeyince büyük hayal sükûtuna uğramışlar ve dağılmışlardır. Hatta bazıları yine onun talebelerinden Molla Hüseyin el Bişai’ye “Sen bunu (Mehdi’liği) iddia etseydin, mutlaka sana iman ederdik” demişlerdir. s.g.e. 64-65.

Şeyh Ahmet Ahsai 1753 de, Kasım Reşti 1790 yılında İran’da doğmuşlardır.

Sait’in Mehdi fikrini nereden ve hangi yollardan aldığını açıklamak için bu kısa örnekleri verdik. İleride daha genişçe bu konuya eğileceğiz. 

f) KUR’AN-I KERİM’E GÖRE MEHDİ İÇİN SON SÖZ: 

50- “De ki: “Size benim yanımda Allahın hazineleri var demiyorum. Ben gaybı bilmem. Size Hakıykat ben bir meleğim de demiyorum. Ben, -Hz. Muhammed- bana vahyolunmakda olan (Kur’an)’dan başkasına uymam.” Deki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?”-El-En’am Suresi (6’ıncı sure), 50’inci ayet.

20- “Ey Muhammed: Onlara de ki: “Gayp ancak Allahındır. Bekleyin, hakıykat ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim”- Yunus Suresi (10’uncu Sure).

40- “Bizim ayetlerimiz hakkında sapkınlık edenler şüphesiz bize gizli kalmazlar. O halde ateşin içine atılacak olan kimse mi hayırlıdır, yoksa kıyamet günü korkusuzca gelecek olan kişi mi?”- “Fussılet Suresi (41’inci Sure)

9- “De ki: “Ben peygamberlerden ilk defa (gelmiş biri) değilim. Bana Hz. Muhammed ve size ne yapılacağını bilmem. Ben, bana vahyolunmakta bulunandan başkasına uymuyorum”- EL, Ahkaaf Suresi (46’ınci Sure)

g) YENİ ASYA GAZETESİNE GÖRE MEHDİLİK 

Cumhuriyet gazetesinin 25.4.1977 gün ve 18944 sayılı nüshasında, “Sağcı Basından Özet” köşesinde, şu haber yayımlanmıştır.

“Terazi Nurcuların Elinde”

“Akait kitaplarında İsa Aleyhisselam’ın Ahir zamanda yeryüzüne ineceği, Mehdiye tabi olup ona yardım ve destekte bulunacağı zikredilmektedir. Ancak Mehdiyi ve İsa Aleyhisselamı tanımak, sanıldığı gibi herkes için Zahir ve bahir olmayacaktır. Gerek Mehdi gerekse Deccal, İman Kuvvetiyle tanınacak imanı Rahmetli, dindarlığı hassas olanlar bileceklerdir. Zaten dini mefhumlara itibar etmeyenler, ne Mehdi’nin hizmetini ehemmiyetli görür, ne de Deccal’ın tahribatını dehşetle karşılar. Onda değerlendirme ölçüsü yok olmuştur. Terazisi olmayan kimse bir şey tartamaz, miktarı hakkında doğru hüküm veremez. (Yeni Asya, 21.4.1977)”

Ah! Yeni Asyacılar, ah ki ah!

Bu, mehdi ve dahi gaybın anahtarları elinde olan Said Okur, Nurcuların lideri, Sayın Mehmet Kutluların kızının eroinden öleceğini niçin ihtar etmedi!

Eroin eritilince beyaz olur, İstanbul’da da içildiğine göre!

ATATÜRK, rakıyı Ankara’da Çankaya’da içerdi de, hatırlatalım dedik

h) SAYIN ORHAN TÜRKDOĞAN’A GÖRE MEHDİ: 

Said Okur, kulaktan dolma ve önüne konan yazılara sahiplenerek; dereden, tepeden bir şeyler oluşturmuştur. Mehdi ve Deccal, Yahudi, Hıristiyan ve İran geleneğinden İslam’a gelip oturmuştur. 

Kayıp imam, kim kaybetti. Görevini tamamlamadan kaybolan nasıl yeni görevler yüklenebilir.

Hz. İsa’yı, bizim günahlarımız için, cezalandırmış! Öyle diyor, konuştuğum Hıristiyanlar. Bir, bir buçuk yıl; Tevrat’ın bazı bölümlerini yorumlayan Hz. İsa, neyi tamamlamak için gelecek. Bunlar, doğrudan doğruya inanç işi. İnanç kapıdan içeri girince, akıl bacadan çıkıp gitmek zorundadır.

Sayın Prof.Dr. Orhan Türkdoğan’ın güzel bir eseri var: Alevi - Bektaşi kimliği. 392-393 sahifelerinde, Mehdi ve Deccal’e de yer ayrılmış.

Yeni Asya yayınları, Deccal’ı tarif edip duruyor. İstanbul’dan, Çemberlitaş’ta dünyaya çıkacak. Beyaz su içecek, gözünün birisi şey! şimdi; Mehdilik ve Deccaliyetle ilgili bölüme bir göz atalım:

“Mehdi konusu üzerinde biraz durmak istiyorum. Zira konunun Hıristiyanlık ve Yahudilik yanında İran inanç sistemleriyle de bağlantısı vardır. Hatta Mehdi ile eş zamanla kullanılmak istenilen Deccal, bu hususu bir hareket noktası olarak işe karışabilir. Bu da, alevi kültürünün bir anlamda soy mitinin tespitini gündeme getirebilir. Mehdi, Alevi diasporası (kopuntusu) için bir arketipi oluşturur, kanısındayım. Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonumu?” tezinin esas özünü de kanaatimce burada aramak gerekir. İncil’de sona takaddüm eden dönem açıklanırken benzeri şekilde bütün kötülüklerin ortasında, açıkça önceden haber verilen ve umut sebebi olabilecek bir unsurdan söz açılır. Tevrat’ın da İlyas’ın “son” dan önce tekrar geleceği vaadi vardır. İsa’nın vaadi de, bu konuyla özellikle tutarlıdır. Gerçi önce İlyas gelir ve herşeyi yerine kor”

“Hz. Peygamber’in birçok hadisinde Mehdi’den bahsedilir. İsim verilmeden ondan (hidayete ermiş) el-Mehdi olarak bahsediliyor. Sahip olduğu otoritenin genişliği dikkate alınarak, Mehdi’nin gelişinin Yahudi ve Hıristiyan geleneklerindeki İlyas peygamberle ilgili ümitlere karşılık olduğu söylenebilir. (Matta, 17, 11.)

Martin Lings’e göre: “İslam’da ümitle beklenen Mehdi, yüzyıllar boyunca sahte Mehdi’ler de doğurmuştur. Hz. Peygamber hakiki Mehdi’yle ilgili olarak şunları söylemiştir (Mehdi benim ümmetlerimden çıkacak, geniş alınlı ve uzun burunlu olacaktır. Daha önce kötülük ve zulümle doldurulan dünyayı doğruluk ve adaletle dolduracaktır. Yedi yıl hüküm sürecektir. Ancak, Lings işe bir de Deccal’ı karıştırıyor. Ona göre; Mehdi’nin hükümranlığının sonuna doğru ve sonrasında İslam, Deccalı beklemektedir. Hz. Peygamber onun sağ gözü üzüm gibi, tüm ışığı gitmiş kör bir adam olduğundan söz açıyor. 

Mehdi ve Deccal konusunda Hamdullah’ın görüşleri de Lings’ten farklı değil, her ikisi de aynı çizgide birleşmektedirler. K. 4361’e dayanarak Hamidullah görüşlerini şöyle açıklıyor:

“Hıristiyanların inançlarına göre İsa, (Çarmıha gerilip), idam edildikten sonra göğe çıkmıştır ve (hem canlılara ve hem de ölülere hesap sormak) üzere tekrar yeryüzüne inecektir. Kur’an’ı Kerim ise, Allah’ın onu kendisine yükselttiğini (uruc) kabul edip açıklamakla beraber, onun yeniden yeryüzüne ineceğinden bahsetmez (bk.k.4/157-158). Fakat hadiste de aynı mesele ele alınmaktadır (bk. Musli, 52, No:110,116), mealen:

“Yeryüzü adaletsizlik ve zulüm ile dopdolu hale geldiğinde (0), Muhammed ümmetinden biri olarak tekrar (yeryüzüne) dönecek, Deccal (Antechrist): öldürecek ve o devrin Müslüman halifesi el-Mehdi Muhammed’ubn Abdillah ile işbirliği... vs. işler yapacak ve ölümden sonra da yeryüzü tekrar imansızlığa ve küfre düşecek ve bundan sonradır ki dünyanın sonu (Kıyamet Güne) gelecektir”.

Hamidullah, Hanbel ve Buhari’de de zikredilen bu anlamdaki hadisler karşısında; “Gerçekten de İsa böyle bir devirde imamlık edemez; zira onun ilahi tebliğ vazifesi, Muhammed A.S.’un Resul olarak gönderilmesiyle esasen sona ermiştir” görüşünü beyan etmektedir.

Bir de Deccal meselesi vardır ki, o hususta da Hamidullah Müslim’in Sahih (52. bölüm, No:110) adlı eserini dayanıyordu: “Resulüllah bir defasında Ahir zamanda olacak şeylere dair bilgiler verirken kıyamet alametlerinden biri olarak Deccal (Aldatıcı, yanıltıcı)’nın çıkageleceğinden söz etti ve onun yeryüzünde 40 gün müddetle kalıp faaliyet göstereceğini haber verdi; şöyle ki bu 40 günün birincisi normal bir yıl, ikincisi bir ay, üçüncüsü bir haftaya tekabül edecek şekilde geçecek ve kalan günlerde (şimdilik 24 saatlik) normal günlerin uzunluğu kadar süreceğini bildirdi.” (M.Hamidullah, a.g.e., cilt:2, s.795)

Kur’an’da yer bulmayan, fakat Lings’in ifadesiyle, tarihin sonunu belirleyen eş zamanlı ve birbirine zıt bu iki kavramdan Mehdi, Alevi-İmamiyye Şiası arasında köprüyü teşkil eder. Bu da, Türk Aleviliğinde İran tarihi kültür tesirini gösteren en önemli unsurlardan biridir. Bazen, kültür komplekslerinin oluşumunda bu tür etkileşimler, kültür unsurlarının yönünü tayin etmesi bakımından son derece yararlı ipuçları ortaya koyabilirler..

Kısacası, Mehdi ve Deccal, devrin sonunu belirleyen birbirine zıt bu iki eğilim içinde, zamanımızın ruhunu canlandıran Mehdi’dir. 

Sayın Ziya Tütüncünün, Kazım Karabekir Paşa isimli bir eseri vardır. Bu eserin; 85.86.87 nci sayfalarında, bir Mehdilik olayı anlatılmaktadır…

Yanılmıyorsam, E.General Kenan Esengin’in Hıyanet Yarışı adlı yapıtında da, bu olay anlatılmaktadır… Bu, Mehdilik numarası 1870’lerde, Sudan’da, İngilizlere karşı başlatılan bir ayaklanmada da kullanıldı.

Mehdi olduğunu iddia eden Sudanlı İngiliz kurşunuyla can verdi.

1996 senesinde, televizyonlarımızda, yazılı basınımızda, yeni bir Mehdilik olayıyla karşılaştık. Hem de, Tanrı ile konuşan bir Mehti! Hem de, Kıyamet Namazının imamı. Kıyamet Namazı; Tanrı’nın huzurunda, önünde kılınacağına göre. Demek ki, ülkemize, üç akıl hastanesi yetmiyor.

Şimdi, Hart olayını izleyelim:

i) HART KÖYÜ OLAYI: 

Bayburt ilçemizin yakınlarında bir Hart köyü vardır. Bu köy, Kurtuluş Savaşımızda, başkaldırması ve askeri işgal etmesiyle şöhret bulmuştur. O zamanlar Erzurum ve dolayları, asayiş bakımından en düzgün, halk milli kuvvetlere itaatli, her bakımdan iyi vatandaşlardan kuruluydu. Böyle oluşunda, bu yerlerin uzun süre Rus işgali altında kalışıydı. O kadar ki; Karabekir Paşa, Hart köyü direnmesini anlatırken, bunu önce Birinci Dünya Savaşından kalma bir rapor sanır. (İstiklal Savaşımız. Sayfa:278 ve devamı). Kazım Karabekir Paşa olayı şöyle anlatır:

“...9 Aralık günü akşamı evime döndüm ve uzun bir yolculuktan sonra (teftişten dönüyor) müsterih bir yürekle masamın başına oturdum. Masamın üstünde bir rapor duruyordu: “Hart’ta 50 kişinin ellerinden

Silahlarının alındığı,” yazılıyordu. Bunu, Harb-i Umumi’den kalma bir rapor sandım. Hiç bir vakadan haberim olmamıştı. Hart köyünün nerde olduğunu da bilmiyordum. Raporun tarihine baktım, 9 Aralık. Yani bugün. Derhal telefonla Kolordu Kumandan Vekâletine bıraktığım Kazım Bey’le görüştüm ve hemen yanıma gelmesini söyledim. Hayret... Hart köyü Bayburt’un kuzeyinde, büyücek bir köymüş. Nahiye merkeziymiş. Bayburt kazasına tabi imiş. Burada, Şeyh Eşref adında tutucu bir kişi varmış. Bu adamın etrafında çok sayıda müridi varmış. Nüfuzu Karadeniz kıyısına kadar iniyormuş. Birinci Dünya Savaşında bile isyankâr vaziyeti görülmüş. Bu sefer gelişen vaka şöyle olmuş: 6 Ağustos 1919 tarihinde, Bayburt Kaymakamı, (Kuvayı Milliye aleyhinde propaganda yapılıyor) diye, şikâyette bulunmuş. Şimdilik tarihi kültür tesirini gösteren en önemli unsurlardan biridir. Bazen, kültür komplekslerinin oluşumunda bu tür etkileşimler, kültür unsurlarının yönünü tayin etmesi bakımından son derece yararlı ipuçları ortaya koyabilirler…

Kısacası, Mehdi ve Deccal, devrin sonunu belirleyen birbirine zıt bu iki eğilim içinde, zamanımızın ruhunu canlandıran Mehdi’dir. 

Sayın Ziya Tütüncünün, Kazım Karabekir Paşa isimli bir eseri vardır. Bu eserin; 85,86,87 nci sayfalarında, bir Mehdilik olayı anlatılmaktadır..

Yanılmıyorsam, E.General Kenan Esengin’in Hıyanet Yarışı adlı yapıtında da, bu olay anlatılmaktadır..

Bu, Mehdilik numarası 1870’lerde, Sudan’da, İngilizlere karşı başlatılan bir ayaklanmada da kullanıldı.

Mehdi olduğunu iddia eden Sudanlı İngiliz kurşunuyla can verdi.

1996 senesinde, televizyonlarımızda, yazılı basınımızda, yeni bir Mehdilik olayıyla karşılaştık. Hem de, Tanrı ile konuşan bir Mehti! Hem de, Kıyamet Namazının imamı. Kıyamet Namazı; Tanrı’nın huzurunda, önünde kılınacağına göre. Demek ki, ülkemize, üç akıl hastanesi yetmiyor.

Şimdi, Hart olayını izleyelim:

Tekrarlanmasın diye kendisine nasihat edilmiş ve Hart Bucak Müdürü yeniden şikâyeti üzerine Bayburt Kaymakamı ve Kadısı, durumu Erzurum Valiliğine bildiriyor. Vilayet Jandarma Yüzbaşısı Şükrü Efendiden tahkikat yapılmasını istiyor. Bayburt Kaymakam Vekili vilayete şu cevabı veriyor: Bayburt Müftüsü beraberinde bazı hoca efendilerden oluşan bir kurulla Hart’a gidiyor. Çünkü Şeyh Eşref, Bayburt’a gelmemektedir. Müzekkere yazılmış, fakat Şeyh dinlememiştir. Hükümetin dinsiz olduğunu, zabitlerin şer’i şerife uygun davranmadıklarını ileri sürüyor. Bunun üzerine kuvvet gönderilmesine karar veriliyor. Bayburt’tan 50 kişilik bir tedip müfrezesi yola çıkarılıyor. Bu elli kişiyi gayet iyi karşılayan Şeyh Eşref, bunları “yemek yesinler” diye evlere bölüştürüyor ve orada bastırarak hepsini esir alıyor. Artık isyan büyümüştür.”

Maçka’dan bir tümen (3. Piyade Tümeni Kumandanı Yarbay Halit Bey) ve Erzurum’dan bir tümen (Kumandanı Albay Rüştü Bey) Hart’a sevk olunuyor. İki tümenden üç tabur, ayrıca Erzincan’dan 2000 kişilik bir süvari kuvvet ve Erzurum’dan bir batarya 10,luk topçu ile şeyhi kuşatıyorlar. Eşref’e haber gönderiliyor. Şeyh Eşref: “Kimseden korkmadığını, bu işe Allah tarafından memur edildiğini, kendisini MEHDİ-İ MUNTAZIR, yani beklenilen mehdi olduğunu söyleyerek karşı koyuyor. Askerlerine silah işlemeyeceğini söylüyor. Bunun üzerine Şeyhi korkutmak için, rastgele, iki top atılması emrediliyor... Fakat ne oluyorsa, bu arada oluyor. Toplar ateş almıyor. Askerde bir iç ezikliğidir başlıyor. Öyle ya, Şeyh Eşref: “Benim askerlerime top tüfek

İşlemez” demişti ya... Acaba aslı var mıydı? Nihayet subaylardan biri topu ateşliyor ve patlayan top köyün alt başına düşüyor. Artık Mehmetçik müsademeyi kabul etmiştir. Karşılıklı iki saat kadar devam eden ateşten sonra, karşı taraftan iki kişi, ellerinde beyaz bir bez parçasıyla geliyor ve şu haberi getiriyor:

“Şeyh Eşref, iki kızı ve iki oğluyla, açılan ateş sonunda ölmüşlerdir. Müritlerin elebaşlarından beş kişi de ölenler arasındadır. Kendileri pişman olmuştur, teslim olacaklardır. Esir aldıkları subaylar sağdır ve afiyettedir.” 

Haber üzerine, kumandan teslim olmalarına razı olur. Ve esir tutulan iki subayımızı serbest bırakırlar. Bu müsademede bizim zayiatımız, 3 subay, 43 er yaralı ve 18 er şehitten ibarettir. Şeyh Eşref’in eline geçen silah, cephane, dört makineli tüfek ve diğer levazım tamamen geri alınmıştır. İstanbul’da oturan Halife’nin ve Sait Molla gibi İngiliz dostlarının yaptığı fenalıklar, doğu-kuzey bir bölgemizde böylece ateşlendi ve böylece söndürüldü. Bu münasebetle 3.Tümen Komutanı Yarbay Halit (Mecliste vurulan Halit Paşa) Beyin kolorduya ve Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği telgraflar şunlardır:

Mustafa Kemal Paşaya

Heyet-i Temsiliye Reisi. SIVAS

 “Hart meselesi, yalancı peygamberin ve oğullarının ve arkadaşlarından bazılarının itlafı ve Hart’ın teslimiyle neticelenmiştir.

9. Tümen Komutanı Halit

Bu olay, Milli Savaşımızda Hart meselesi diye meşhurdur. Halifecilerin Türk Milletine oynadığı oyunlardan sadece bir perdeyi ihtiva etmektedir. Bundan sonra, değişik adlarla, değişik zamanlarda bu çeşit ayaklanmalara, direnmelere ve kışkırtmalara rastlayacağız. 

Diyanet İşleri Başkanımız, Sayın Mehmet Nuri Yılmaz, Mehdi için neler diyor: 10 Nisan 1996 tarihli Hürriyet:

Diyanet: Mehdilere itibar etmeyin

 Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, son zamanlarda resul ve mehdi olduğunu iddia ederek ortaya çıkan ve kurtuluşa erebilmek için mutlaka kendilerine bağlanmak gerektiğini söyleyenlere itibar edilmemesini istedi. Başkan Nuri Yılmaz, İslam’ın son Hak dini, Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu vurgulayan açıklamasında şöyle dedi:

 “Hz. Muhammed’den sonra kıyamete kadar hiçbir nebi ve resul gönderilmeyeceği gibi, Allah tarafından hiçbir kitap da indirilmeyecektir. Hz. Muhammed’in vefatıyla vahiy kesilmiştir. Artık kim olursa olsun kendisine vahiy geldiğini iddia eden kimselerin iddialarının hiç kıymet-i harbiyyesi yoktur. Her Müslüman; her türlü tazimini, niyazını, duasını ve ibadetini doğrudan doğruya Yüce Rabbimize sunmak zorundadır.”

Ana Britannika C.22’de; Mehti için, bakınız neler yazmış: (s.191-192)

Mehdi, asıl adı EBU ABDULLAH MUHAMMED (d. 742 - ö. 4 Ağustos 785, Masebezan, İran), 775-785 arasında Abbasi halifesi…

Abbasi halifesi Mansur’un oğluydu. Annesinin gözetiminde yetişti. Horasan valisi Abdülcebbar bin Abdurrahman’ın başlattığı ayaklanmanın bastırılmasına katıldı. 759-760 yıllarında Taberistan üzerine gönderilen orduya komuta etti ve bölgenin Abbasilere bağlanmasında önemli rol oynadı. Daha önce veliahtlığı ilan edilmiş olan kuzeni İsa bin Musa’nın bu hakkından vazgeçmesi üzerine, babasının ölümünden sonra halife oldu (Ekim 775). İlk iş olarak Medinelilerden oluşan bilhassa ordusu kuran Mehdi bir yandan Horasan’da yeni mezheplerin çıkardığı karışıklıklarla uğraşırken, bir yandan da Mansur-döneminde başlatılmış olan Bizans seferlerini sürdürdü. 779’DA Ankara’ya kadar ilerlediyse de Bizans güçleri karşısında geri çekilmek zorunda kaldı. 780 ve 782’de oğlu Harun (Harun Reşid) ile birlikte Bizans’a karşı yeni seferler düzenledi. Bu seferler sonunda yapılan barış antlaşmasıyla Bizans İmparatorluğu üç yıl boyunca Abbasilere ağır vergiler ödemek zorunda kaldı. Geçici barış ortamından yararlanarak iç sorunlarla ilgilenmeye başlayan Mehdi yeni yollar yaptırdı, ticaretin ve el sanatlarının geliştirilmesine önem verdi. Daha önce kendisi lehine veliahtlıktan çekilen İsa bin Musa’nın bu kez de oğlu Musa (sonradan Hadi) lehine veliahtlıktan çekilmesini sağladı. Harun’u da tahtın ikinci varisi ilan etti. Tahta çıkış sırasını Haren lehine değiştirmek üzere o sırada Gürgan (Gürcan) valisi olan Musa’nın yanına giderken yolda öldü.

Mehdi genellikle barış yanlısı bir politika izlemiş, ülkesinin kalkınması için çaba göstermiştir. Ülke yönetiminde görevlerin babadan oğula geçmesi uygulamasını kaldırarak, görev dağıtımını halifenin atamasına bırakmıştır.

Mehdi, tam adı UBEYDULLAH EL-MEHDİ, SAİD olarak da bilinir (ö.4 Mart 934, Mehdiye bugün Tunus’ta), ilk Fatımi halifesi (909-934). Hz. Fatma aracılığıyla Hz. Muhammed’in soyundan geldiğini öne sürmüştür. Bazı kaynaklarda ise İsmailliye reislerinden Abdullah bin Meymun el-Kaddah’ın torunu olarak anılır.

9. yüzyılda İslam dünyasında iyice güçlenen İsmailliye Daileri Sünni düzenine ve Abbasi Devleti’ne karşı yoğun propagandaya başladılar. Kuzey Afrika’da yeterince güçlendiklerinde, Ubeydullah Suriye’nin kuzeyinde Salamiye’den Kuzey Afrika’ya gitti. Bu arada Aglebilerin egemenliğine son verilmiş ve toprakları ele geçirilmiştir.

Aglebilerden alınan Rakkade’ye (bugün Tunus’ta) yerleşen Ubeydullah, burada Mehdi unvanıyla halife ilan edildi. Berberi Beni Kitame kabilesinin de desteğini alarak ülkenin sınırlarını genişletmeye başladı. 911’de, halife ilan edilmesinde etkin rol oynayan ama sonra araları açılan Ebu Abdullah’la, kardeşi Ebu Abbas’ı öldürttü. Trablusgarp’taki Huvare ve Levate kabilelerini yenilgiye uğrattı. Ebu Abdullah’ı öldürttükten sonra hoşnutsuzluk göstererek 912’de ayaklanan Beni Kitame’yi bastırdı. Mısır’a yaptığı seferlerle İskenderiye’yi aldı (914). İdrisilerin yönetimindeki Fas’tan Mısır’a kadar uzanan bölgeye egemen oldu. Bu arada el-Fustat’ı (Eski Kahire) almak istediyse de başarılı olamadı. 926’ da başkenti Kayrevan’dan Tunus’un doğu kıyısındaki Mehdiye’ye taşıdı. Ölümünden sonra yerine oğlu Kaim get.

Mehdi, asıl adı MUHAMMED AHMED İBNÜ-SEYYİD ABDULLAH (doğ.12 Ağustos 1844 - öl.22 Haziran 1885, Omdurman, Sudan), Kızıldeniz’den Orta Afrika’ya kadar uzanan büyük bir İslam devletinin ve bir yüzyıl boyunca Sudan’da etkisini koruyan Mehdilik hareketinin kurucusu, 1881’de mehdiliğini ilan ederek Mısır ve İngiliz sömürge yönetimine karşı ayaklanmıştır.

Gençliği: Babası, Nübye’nin Dungula bölgesinde gemi yapımı işinde çalışıyordu; Muhammed doğduktan sonra Hartum yakınlarındaki Kerari köyüne taşındılar. Küçük yaşta dinle ilgilenen Muhammed egemen İslami

Görüşü benimsemedi. Kahire’deki el-Ezher Üniversitesi gibi kurumlarda öğrenim görüp resmi hiyerarşi içinde görev almak yerine Sudan’da kalarak tasavvufa yöneldi. Semmaniye tarikatına katıldı ve yönetici sınıftan bilinçli olarak uzak durdu. Tümüyle Sudanlı bir dinsel çevrede yetişerek genç yaşta etrafında çok sayıda mürit topladı. 1870’te müritleriyle birlikte, Hartum’un 280 km güneyinde Beyaz Nil’de ki Ebba Adasında bir tekkeye çekildi. Dinsel inançlarına coşkulu, bağlılığı ve uzlaşmaz tavrı dünyevi olmakla eleştirdiği şeyhi ile çatışmasına yol açtı. Öfkelenen şeyhin çevresinden kovulduktan sonra bağışlanma isteği geri çevrilince aynı tarikat içindeki rakip bir şeyhin çevresine katıldı.

İktidara yükselişi: Sudan o dönemde Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti olan Mısır’a bağımlıydı. Yönetici sınıfla Sudanlılar kültürel bakımdan birbirlerinden çok farklıydılar. Yönetici sınıfla işbirliği yapan yüksek görevlilerle yönetimden çıkar sağlayan bazı kabile şefleri dışında kimse yönetimden memnun değildi. Halk ağır vergiler altında eziliyor ve vergilerini ödeyemediği zaman şiddetle cezalandırılıyor, başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerinin baskısıyla köle ticaretini yasaklamak isteyen yönetim köle tüccarlarıyla çatışıyordu; ayrıca dinine bağlı Müslümanlar yönetici Hıristiyanların sayısının artmasına ve onların içkiye düşkünlüğüne tepki duyuyor, Nil kıyısında yaşayan köylüler hükümet gemilerini çekmeye zorlanıyordu.

Muhammed Ahmet kabileler arası düşmanlıkları aşarak farklı sorunları olan kesimleri tek bir hareket içinde birleştirmeyi başardı. 1880’den 1881’in başlarına değin yönetici sınıfın tümüyle İslam’dan ayrılmış olduğu, Mısır hidivinin kâfirlerin elinde kukla haline geldiği ve dolayısıyla Müslümanları yönetemeyeceği görüşüne vardı. Mart 1881’de yakın çevresine Tanrı tarafından İslamı yeniden saflığına kavuşturmak, onu yozlaştıran yönetimleri yıkmakla görevlendirildiğini açıkladı. 29 Haziran’da da mehdiliğini açıkladı. Bu açıklamadan sonra sopalı ve mızraklı bir avuç müridiyle Ebba Adasından harekete geçen Mehdi, dört yıldan kısa bir süre içinde çok miktarda para, altın, mücevher ve askeri malzemeyi ganimet olarak ele geçirerek Mısır’ın yönetimindeki toprakların hemen tümünün hâkimi oldu.

1883’ün sonuna değin Mehdi’nin ensar adı verilen izleyicileri üzerlerine gönderilen üç Mısır ordusunu yok etmişti; bunların sonuncusu Hicks Paşa’nın (William Hicks) komuta ettiği 8 bin kişilik bir kuvvetti. Kordofan bölgesinin merkezi el-Obeyd (bugün el-Ubeyyid) ile önemli kentlerinden Bara da kuşatma sonunda düşmüştü. Mehdi bundan sonra yükselen bir din devletinin başı gibi davranmaya başladı. Vergiler Mısırlıların koyduğu değil, Kuran’ın öngördüğü biçimde toplandı. Ünü Arabistan’dan, batıda Bornu’ya (bugün Borno, Nijerya) kadar yayılan Mehdi davasını etkili bir biçimde savunarak genel vali Abdülkadir Hilmi Paşa ve Hartumlu ulemanın karşı propaganda çabalarını da etkisizleştirmeyi başardı.

Hartum’un ele geçirilmesi: Mehdi’nin en önemli zaferi, 26 Ocak 1885’te Hartum’un ele geçirilmesi oldu. Kenti savunan Gordon Paşa (Charles George Gordon), Mehdi’nin kesin emrine karşın son saldırı sırasında öldürüldü. Mehdi, kentte muzaffer komutan olarak girdi ve büyük camide namaz kıldırdı. Mısır 1881 ve 1882’de Ahmed Urabi Paşa’nın önderliğindeki milliyetçi ayaklanma sırasında askeri gücünü büyük ölçüde yitirmiş olmakla birlikte, bu zafer gene de beklenmeyen bir başarıydı.

Din devleti: Hartum’u korumayı başaramayan İngiliz birliği geri çekilince Mehdi yönetimini pekiştirme çalışmalarına yöneldi. Nil’in batı kıyısında, Hartum’un karşısında yer alan Omdurman’ı başkenti yaptı. Bildirge, vaaz, uyarı ve yazılarıyla toplumsal ve kişisel yaşamın her alanına yön verdi; Bu çabalarında sağlam olarak ele geçirilen hükümet matbaasından da yararlandı. Ama günlük işlerin çoğunu yardımcılarına bırakarak, yalnızca teme

Oluşturulmasında ve hükümet görevlerinin belirlenmesinde uygulamanın elverdiği ölçüde ilk İslam toplumları örnek alındı. Hz. Muhammed gibi Mehdi de dört halife atadı. Mehdi’nin en güvenilir danışmanı ve kurmay başkanı olan Abdullah bin Muhammed’in de aralarında bulunduğu üç halife Sudanlıydı. Batı çölündeki Senusiye tarikatının önderi olan dördüncü halife Muhammed el-Mehdi bin Senusi ise Mehdi’nin çağrısına uymadı. Mehdi kendisini “Tanrı’nın elçisinin ardılı” (yani yalnızca onun görevlerini devam ettirme anlamında Hz. Muhammed’in ardılı) olarak görüyordu. 

Mehdi’nin yönetimi kısa sürdü. Tifüse yakalanarak henüz 41 yaşındayken öldü. Vasiyeti üzerine yönetsel görevlerini Halife Abdullah üstlendi. Abdullah’ın Mehdi için yaptırdığı türbe Omdurman Çarpışması (1898) sırasında top atışlarıyla kısmen tahrip edildi; daha sonra Mehdi’nin oğlu Abdurrahman ve yandaşları tarafından yeniden yaptırıldı. (Ayrıca bak. Mehdilik.)

Mehdi: (Arapça da “hidayete eren”, “hak yolunu tutan”), İslam’da, kıyametten önce gelerek dünyayı adaletle dolduracağına inanılan kurtarıcı… Başta Yahudilik ve Hıristiyanlık olmak üzere hemen bütün din ve kültürlerde bulunan “Mesih” inancının İslam halk kültüründeki uzantısıdır. Mehdi konusunda Kuran’da hiçbir bilgi, işaret ya da ima yoktur. Sahihan denen en güvenilir Sünni hadis külliyatlarında (Buhari ve Müslim’in Camiu’s-Sahih’leri) ve Sünni inançları belirleyen ilk bilginlerin (Ebu Hanife, Eş’ari ve Maturidi) yapıtlarında mehdiden söz edilemez. Buna karşılık mehdi inancı hemen bütün Şii mezheplerin temel inanışları arasında yer alır; Sünni hadis kitaplarının çoğunda da bu konuda hadisler bulunur. İnanç konularında bağlayıcı kabul edilmemelerine karşın bu hadisler İslam halk kültüründe mehdi inancının yaşamasına yol açmıştır. Sünni hadis kitaplarındaki rivayetlere göre mehdi kıyamet alametlerinin belirdiği bir dönemde kendine özgü bazı işaretlerle ortaya çıkacaktır. Hz. Muhammed’in soyundan gelecek ve onunla aynı adı (Muhammed bin Abdullah) taşıyacaktır. Dini yeniden egemen kılacak, zulümle kaplanmış dünyayı adaletle dolduracaktır. Doğuda ortaya çıkacak, kıyametin öbür büyük alametleri olan Deccal’ın gelişi ve Hz. İsa’nın yeryüzüne inişi onun çıkışını izleyecektir. Mehdi Müslümanların imamı olacak. Hz. İsa onun arkasında namaz kılacaktır. Beş, yedi ya da dokuz yıl yaşayacak, dünyanın bütün zenginliklerini Müslümanların önüne saçacak ve İslamı bütün dünyaya egemen kılacaktır. Bu hadislerde mehdinin kimliği biçimi ve ortaya çıkacağı yer gibi konularda çelişkiler, tutarsızlıklar görülür. Örneğin Hasan bin Ali’nin, Hüseyin bin Ali’nin ve Abbas bin Abdulmuttalib’in soyundan geleceğini bildiren hadislerin yanı sıra, Hz. İsa’nın ya da İslamın başarısı için çalışan her iyi ve doğru insanın mehdi olduğunu ima eden hadisler de vardır.

Genel Şii inanışa göre mehdi günah işlemekten korunmuş, özel bir bilgi ile donatılmış, “seçilmiş” kişidir. İmamiyeye göre el-Hasan el-Askeri’nin oğlu olan on ikinci ve son imam Muhammed el-Mehdi’dir. Babasının ölümü üzerine 873’te gizlenmiş, gaybet-i suğra (küçük gizlilik) denen bu ilk gaybeti 940’a değin sürmüştür. Mehdi bu dönemde, kendisine bağlananlarla ilişkilerini nüvvab-ı Erbaa (dört naip) ya da süfera-yı Erbaa (dört sefir) denen dört aracıyla sürdürmüştür. Bunu 940’ta başlayan ve günümüzde de süren gaybet-i Kübra (büyük gizlilik) izlemiştir. Mehdi’nin halen sağ olduğuna, gelişinin bir ramazan ayında herkesi dehşete düşüren bir sesle bildirileceğine, aynı ayda art arda Güneş ve Ay tutulmaları olacağına inanılır. Şii mezheplerden Zeydiliğe göre ise mehdiliğin beklenen bir kurtarıcı ile ilgisi yoktur; tersine imamlığın özel bir koşuludur. Buna göre imam, zulmün kaldırılması ve adaletin yerleştirilmesi için kılıçla çağrıda bulunan kimsedir. İsmailiye ise mehdiyi Batıni bir anlayışla, dini düzeltecek ve yenileyecek kişi olarak kabul eder.

Mehdi inancı, bunalım dönemlerinde canlanma eğilimindedir. Örneğin 1212’deki Las Navas de Tolosa

Çarpışması’ndan sonra İspanya’daki topraklarının çoğunu yitiren Müslümanlar arasında, Hz. Muhammed’in, İspanya’nın mehdi eliyle yeniden geri alınacağı kehanetinde bulunduğu yolunda efsaneler yayılmıştır. Napoleon Mısır’ı aldığında, Aşağı Mısır’da, mehdi olduğunu söyleyen biri ortaya çıkmıştır. Mehdi, İslamın siyasal gücünü geri getirecek ve gerçek dini yeniden yerleştirecek kişi olarak görüldüğünden, islam toplumundaki bazı devrimciler de mehdi olduklarını ileri sürmüşlerdir. Mehdi adıyla anılan ilk Fatımi halifesi (hd 909-934), 12.yüzyılda Fas’ta Muvahhit hareketini başlatan İbnTumart ve 1881’de yönetime karşı ayaklanan Sudanlı Muhammed Ahmet (Mehdi) bunlara örnektir. 

Mehdilik: Tanrı tarafından görevlendirildiğini ilan ederek 1881’de Mehdi adını..... Muhammed Ahmed İbnü’s-Seyyid Abdullah’ın Sudan’da yönetime karşı başlattığı dinsel-siyasal hareket, Mehdi’nin 18... de ölmesinden sonra halife ve yandaşları tarafından sürdürülmüş, yüz yıl boyunca Sudan’da etkisini korumuştur.

Muhammed Ahmed’in 1881’de mehdiliğini açıklaması Sudan’da yönetimden hoşnut olmayan ve bir kurtarıcı bekleyen geniş kesimlerin büyük ilgisini çekti. Mehdi programını, Sudan’ı dinsizlerden kurtardıktan sonra Mekke ve Kudüs’ü ele geçirme biçiminde açıkladı. Müritlerinden ve halktan, İmam el-Mehdi olarak, Tanrı’nın birliğine boyun eğmek, ona ortak koşmamak, hırsızlık ve zina yapmamak, iftira etmemek, şeriata uygun emirlerine itaatsizlik etmemek, dünya nimetleri peşinde koşmamak, cihad görevinden kaçmamak koşuluyla (bağlılık yemini) aldı. İnancına göre Kudüs’ü ele geçirdikten sonra gökten inen Hz. İsa ile birleşecek ve İslamı bütün dünyaya egemen kılacaktı. Mısır ve İngiliz kuvvetlerine karşı kısa sürede başarı sağlayan Mehdi, el- Obeyd (bugün el-Ubeyyid) kendi teslim aldıktan sonra, hareketinin karakterini de belirleyen bir açıklama yaptı. Halk; tövbeye, haramları terke, içki ve sigara kullanmamaya, yalan söylememeye, yalan tanıklık etmemeye, hırsızlık ve haydutluğu bırakmaya, harama bakmamaya, şarkı ve danstan vazgeçmeye, ölülerin arkasından aşırı biçimde ağlayıp dövünmemeye, anne babaya itaate, yabancı kadınlarla birlikte bulunmamaya, tesettüre, namazları vaktinde kılmaya, hayırlı işlerde yardımlaşmaya çağırdı. Bu kurallara uygun davranmayanlar Tanrı’ya ve Hz. Muhammed’e karşı çıkmış olacağından şeriat kuralları uyarınca cezalandırılacaklardı.

Mehdi’nin ölümünden sonra hareketin önderliğini halifesi Abdullah bin Muhammed üstlendi (1885). Abdullah, birkaç askeri başarıdan sonra İngiliz-Mısır orduları karşısında gerilemeye başladı ve Omdurman Çarpışması’nda (2 Eylül 1898) kesin bir yenilgiye uğradı. Mehdi’nin türbesinin de tahrip edildiği Omdurman’daki katliamdan kurtulduysa da bir yıl kadar sonra öldürüldü. Bundan sonra hareketin önderliği Mehdi’nin oğlu Abdurrahman’a (ö.1959) get. Abdurrahman, ensar denen izleyicilere İngiliz-Mısır yönetimine karşı dinsel-siyasal bir güce dönüştürmeye çalıştı. 1959’DA oğlu Sıddık (ö.1961) ondan sonra da ailenin bir başka dalından Hadi Abdurrahman, ensarın imamı olduğu. Abdurrahman 1969 darbesiyle Sudan’da iktidara gelen Numeyri’yle mücadelesinde öldürülünce Mehdi ailesinin üyelerinin çoğu Sudan’dan kaçtı ve izleyicileri dağıldı.

Mehdiye, Tunus’ta il (vilayet) ve il merkezkent, Mehdiye kenti ülkenin doğu kıyısındaki (es-Sahil) kayalık İfrikiye Burnunda yer alır. Adını Fatimi hanedanının kurucusu Ubeydullah el-Mehdi’den almıştır. 912’de Mehdi tarafından kurulan Mehdiye, 921’de başkent oldu. 970’lerin başında terk edildi. On birinci yüzyılın sonlarında sürgündeki... Hanedanının merkezi olarak yeniden kuruldu. 12. yüzyıl ortalarında Sicilyalı Normanların istilasına uğrayan kent, bu tarihten sonra önemini yitirerek bir köy durumuna geldi. 16. yüzyıl 

Sonlarında Osmanlı yönetimine girdi. Günümüzde küçük bir balık limanı olan Mehdiye’nin ekonomisi zeytincilik, zeytinyağı üretimi, balıkçılık, balık konserveciliği ve el sanatlarına dayanır.

j) OSMANLI’DA MEHDİ’YE! YAPILAN İŞLEM 

Gülağ Öz, İslamiyet’te Türkler ve Aleviler adlı yapıtının 283 ncü sayfasında bir Osmanlı fermanını vermiştir.

“Rum (Anadolu) eyaletinde “Mehti” geleceğini söyleyen şahsın katline dair:

Rum beylerbeyine hüküm ki: Mektup ve sicil sureti gönderip,” Mehdi-i zaman” gelecek diye, Hz. Peygamberin şeriatına aykırı sözler söyleyen Kulu adlı kişinin takririni ve kendisinin hapsedildiğini bildirmişsin. Bu, Kulu adlı şahsın, siyaset olunmasını - şiddetle ceza verip, idam olunmasını- emredip, buyurdum ki!

Buyruğum oraya varınca, vakit geçirmeden, o şahsı siyaset (idam) edip, emrimin yerine getirildiğini bildiresin ve bu tür sapkınlık ve bozgunluğa sebep olan ve yüce şeriat’a aykırı sözler söyleme işinde o şahsa (Kulu’ya) ve o’nun havasına uymuş yoldaşları var ise, yakalayıp, bağlayarak ulu dergâhıma gönderesin ki, küreğe çekile.” 27... 979 (M.1571). Divan Kethüdasına verildi” 

Osmanlı böyle yapıyor, Cumhuriyet’in en büyükleri neler, neler yapıyor. Neden, ATATÜRK’ÜN Cumhuriyeti bu hallere düştü, düşünmelisiniz.

İzleyiciler

Blog Arşivi