14 Ocak 2016 Perşembe

2056/LAİSİZM NEDEN TÜRKLÜĞÜN OLMAZSA OLMAZIDIR!


 

            TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ

osmanturkoguz@gmail.com                                                                                         TV.Çeşmealtı; 21 Haziran 2010.

          AİKLİK NİÇİN TÜRK’ÜN OLMAZSA OLMAZIDIR?

( LAİKLİK, Sİ NE QUA NON.)

            Yalta Konferansında/04 Şubat—11 Şubat 1945/, F.D.Roosevelt, W.Churchill ve J.Stalin bir araya gelirler. İngiltere aslanının pençesi zayıfladığı halde, Churchill hâlâ eski türküleri söylemek sevdasındadır. Ve ortaya bir fikir atar:

“Öyle bir barış yapalım ki, Jülyüs Sezar’ın karısının namusu gibi sağlam olsun!” Der.

Jozef Stalin, şeytani bir gülümsemeyle:

“O’NUN namusu hakkında da söylentiler var!” Deyiverir.

Jülyüs Sezar hakkındaki tarihin hükmü ne kadar adi ise, karısı –Cleopatra ile evlenmediği halde bir oğulları olmuştur. Üç defa evlendiği söylenir-hakkındaki hükmü de o denli onurludur.

Jülyüs Sezar için:” Roma’da her Kadının kocası ve her Erkeğin de  karısı “ sözü söylenmiştir.

W.Churchill bir kültür zenginliğini ortaya koymak istediğini sanıyorum. İngiltere’de, Rusya’da ve dahi Amerika Birleşik Devletlerinde yapılmak istenilen anlaşmaya örnek olacak namusta bir kadın yok mudur?

Hep bu var ve söylentiler sürüp te gitmektedir.

Fi tarihinde; Sayın Güneri Cıvaoğlu ,” Laiklik ve siyasal İslam” üzerine enfes bir program sunmuştu. (Bendeniz not alırım da!) Bir Fransız gazeteci ve sosyal bilimcinin yanı sıra bizden de birkaç kişi programa katılmıştı. O zaman; Fransız gazeteci, LAİKLİĞİN SİYASAL İSLAM KARŞISINDAKİ GÜÇLÜ DURUMUNU VURGULAMIŞTI!

O Zaman!

Özallardan hayatta tek olarak kalan Korkut Özal:

“Laikliği dinsizlik olarak savunanlar var!” Buyurmuş ve gözlüklerini düzeltmişti! Öyle diyenler olduğu gibi öyle diyenlere katılmayanlar da yok mudur?

Kimisi Ağrippina namuslu der, kimisi de, bu itirafa katılmadığını pos bıyıklarının altından okkalı bir gülümseme ile belli eder. Şimdi; olanlar olmuş, doğanlar da ölmüşler. Biz ne desek ölen kişi o mudur? Bir olgunun objektif manası önemlidir.

Laikliğin şu, ya da bu anlama geldiğini iddia edenlerin sübjektif görüş ve inanışları toplumu bağlamaz.

Cumhuriyet dönemini dinsizlik dönemi olarak sayanların bendeniz yanaklarından öpmek isterim.

623 senede 20,000 cami! 85 senede de 85.000 cami. Akıl ve sır erecek bir saplantı değildir bu haksız höykürmeler. Bu 20.000 caminde13.0002i de Ülkemiz sınırları dışında kalmıştır.

Rahmetli İsmet İnönü, 1966 senesinde, TBBM’İNDE Rahmetli Turhan Fevzioğlu’nu haşat etmişti; altı okun anlamını açıklamakla.” Laiklik dinsizlik olsaydı, adına dinsizlik denirdi!” Demişti.

Diyelim ki, beyinleri akılla döllenmemiş çağ dışı birileri böyle buyurdu! O adam Zerdüşt olsa ne yazar!Mehdi olsa da ne yazar?!

Laikliğin yorumu, Atatürk’ün koyduğu ve Türkiye Cumhuriyetinde uygulandığı biçimde yapılmak gerektir.

Atatürk’ü ziyaret eden Fransız devlet adamlarından Eduvard Heriyo, yaratılan mucizeler karşısında:

“Ben, Fransa’da sizin yaptıklarınızdan yalınız birisini yapmış olsaydım, beni cadde kenarındaki ağaçlardan birisine asarlardı!” Demiştir.

Rahmetli E.Heriyo, merak etmeyiniz devrimleri birer, birer ipe çekilmektedir.

Laiklikle ilgili işlemlerin içersinde din yoktur! Bazıları ayağa kalkabilirler.

Roma Hukuku bir insanlık anıtıdır. Çok tanrılı ve puta tapılan bir dönemde insan aklı görkemli eserlere imza atmıştır. İki türlü hukuk yaratılmıştı: Birisi çok tanrılı din adamlarının yaratmış olduğu dini içerikli hukuk; diğeri de hukukçuların yaratmış olduğu ROMA HUKUKU, LAİK HUKUK!

Birisi dinsel armonilerle, diğeri de insan aklının armonileriyle meydana getirilmişti. Bu ikilem Hıristiyanlıkta da sürdürülmüş; yanıp yakılmak pahasına, insanlığın aydın evlatları sayesinde kilise ve kilise hukuku köşesine çektirilmişti. İslamda hukuk, ahlaki öğütler, cezalar ve hatta moda bile, İSLAM DİNİNİN içersinde eritilmişti. Cezaları öteki dünyaya ve Tanrıya ait olan eylemler de bu dünyada dinin belirlemiş olduğu değişmez ve acımasız kurallara göre infaz edilmişti. Bir donmuş sistemin içersine hapsedilmiş olan insanoğlu, çileyi en çokta dini uygulamalardan çekmişti.

Aydınlanma devrinde, hukukçuların hazırlamış olduğu yasalar insanlığın hizmetine sunulmaya başlanmıştı. 23 yaşındaki bir Büyük İtalyan Gencinin ”SUÇLAR VE CEZALAR” ADLI kitabı Avrupa’da akla hizmette öncülüğü kazanmıştı. (1760’lı yıllarda!).BACCERELLİ.

Napolyon’un ünlü bir itirafı vardır:

“Benim kazanmış olduğum kırk meydan muharebesini bir WATERLO yenilgisi götürmüştür. Beni yaşatacak olan en büyük eserim “CODE CİVİLE’”DİR. Fransız Medeni Kanunudur. Osmanlılar, İkinci Mahmut ve Sultan Abdülmecit Dönemlerinde, Fransız kanunlarının tercümesi ile uyanmaya başlamışlardır. Ne zaman ki sıra bir Medeni Kanun hazırlamaya gelmiştir; Ahmet Cevdet Paşa, Fransız medeni Kanununu tercüme ettirmek isteyenlere galebe çalarak, Türk Medeni Kanununu hazırlama yetkisini Sultan Abdülaziz’den koparmış ve başkanlığında kurulan bir komisyon ile dokuz senede MECELLEYİ ÂHKAMI ADLİYE’Yİ-Sadece Mecelle de denilir—hazırlayarak yürürlüğe koydurmuştur. Bu eylem Ülkemizi bu alanda 150 sene geriye götürmüştür.

Mecelle; Hanefi, Maliki, Hanbelî ve Şafi mezheplerinin içtihatlarına göre hazırlanmıştır. Benimle MECELLE üzerine tartışmak isteyenlerin hiçbirisinin MECELLE’Yİ okumamış olduğunu görmüşümdür! Mecelle; karma bir kanundur. İçersinde cezai, usulü, medeni, borçlar ve kat mülkiyetine dair hükümler vardır. Ama üç adet tarifi de mükemmeldir:

1-“Kadim oldur ki, başlangıcını bilen olmaya!”

2- “Kötü emsal olmaya!”

3-Mani zail olunca, memnu avdet eder!”

Türkiye Cumhuriyeti’nin İKİ TİRİLYON LİRASINI deve yapmaktan hüküm giyen Necmettin Erbakan Bey, derli toplu olarak, ilk defa, laikliğe bütün dini görüntüsüyle yüklenmişti:

”Faşist Laiklik!”

“USA ve Avrupa’daki laiklik!”Atatürkçülere de:

“Batı taklitçileri. Yüzleri Batıya dönükler!”Diyebilmiştir. Sıkıştıkça da, çağdışılığa Batı’dan örnekler arama yollarına girmişti!

Bizler, LAİSİZM’İ Atatürk’ün anlatmak istediği gibi anlayacağız ve öylece yorumlayacağız. Gerisi ne bizleri ne de Çağdaş Türkiye Cumhuriyetini ilgilendirir. Dini inançları, bireysel inanç olarak kişilerin vicdanlarına, vicdanlarındaki tanrılarının yanına yerleştireceğiz.

Hukuku, Ahlakı, Gelenek ve göreneklerimizi ve dahi modayı, evrensel ve insansal ölçülerle ve Türklük bilincimize de uygun olarak bizler, kendimiz yaratacağız. İlkel kalıplar ve ölçüler, çağdaşlıkla ve insan onuru ile bağdaşmıyorsa onları da değiştireceğiz.

Bünye taş oluşturuyorsa, ikide bir, böbrek ameliyatı olmanın ne gereği vardır!

İslam dininde; her şeye, yönetime ve egemenliğine el koyma karakteri, politikacıların hırs ve tamahı ile bütünleştiğinde, o toplumun ilerlemesi ve sağlıklı yaşaması ne mümkün? İşte Benazir Butto; Pakistan’ı soyup soğana çevirerek, ülkesinden kovulunca da İskoçya’da malikâne alır! Geri geldiğinde de, karşılığında, Pakistan anayasasına bir madde koydurtur! Öyle ya, halkın dine ihtiyacı vardır?!

“PAKİSTAN DEVLETİ’NİN DİNİ İSLAM DİNİDİR!”

Milli Nizam Partisi Kapatılınca; Erbakan İsviçre’ye, oradan da Almanya’ya geçer. İslam Dinarını gösterir, Dolar, Mark ve dahi (148)kilo Altın toplar.

Birey Müslüman’sa; oruç tutar, namaz kılar, hacca gider, zekât ve fitre verir. Sünnet olur, şeyinin ucunu kestirir. Şimdi ortaya büyük bir sorun çıktı. Bunu ancak ve dahi ancak ULEMALAR çözebilirler: Peki, bu Müslüman Pakistan devleti, nerede ve nasıl namaz kılar, şeyinin ucunu da nerede ve nasıl ve nasıl bir törenle ve nasıl bir usturayla ve de kimler keserler. Bizim Sünnetçi Kemal Usta bu işin şıpıdanak erbabıdır da! Nasıl hacca giderler?

Din gerçek kişiler içindir. Devlet bir tüzel kişi olduğuna göre, dini de varsa, öteki tüzel kişilerinde dinleri olması gerekmez miydi?

Bir Müslüman devlet nasıl ve neden aptesti alabilir? Yöneticileri ülkeyi soyup ta soğana çevirince ve dahi devletin ırzına geçince mi gusül aptesti alırlar!

Tüzel kişileri yalınız dinleri olduğunda da iş bitmiş sayılmıyor! Mezhebi, tarikatı, Müslüm’ü, Kalkancısı ve dahi Üzülmezi de olması gerekmez mi?

Bazı İslam ülkelerinde fotoğraf çektirmek acayip günahmış! Yakında, farkına varırlarsa, tüm ceviz ağaçlarını da keserler! İlkbaharda, ceviz ağaçlarının kabuklarının altından gümüş iyodürlü bir su geçer. Bu suyla ceviz ağaçlarının gövdelerine renkli resimler çekilir.

Tek Tanrılı dinlerin kurucusu Mısır Firavunu ANEKNETHON(AMENOFİS IV, İKHNATHON) soyut bir tanrı düşünmüş:”Her şeyi bilen, her şeyi gören ve her şeyi yaratan bir tanrı!”Demiş, bu tanrıyı da parlak ışıkla, Güneşle sembolize etmiş. Ve eski inançlara ait ne varsa silip te atmış. Eski din adamı rahipler, vergi vermedikleri gibi, tapınaklara sunulanları da iç edip, çok geniş olan arazilerinin gelirleriyle de güçlenmişler. Rahiplik, babadan oğla geçiyormuş.

Muska ve büyü satıyorlar, kurmuş oldukları tarikatlarla da insanların iliklerini sömürüyorlardı.

“İmparatorluk dualarımız üzerine kuruldu!” Diye de dualar uydurup, iki cihan mutluluğunu bir arada yaşıyorlardı. Hıristiyanlıktaki Endelüjans, cennetten tapulu arazi satmanın kökeni de buradan çıkmış olsa gerek!

“DÜNYA VE DEVLET DUA ÜZERİNDE DURUR!” Öyle ise, yıkılan devletler neden yıkıldılar!

Anekneton, tüm bunları, dinin politikaya ve ticarete alet edilmesini yasaklamıştı. Yahudilikten diğer dinlere de geçmiş olan şu duayı da bizzat yazmıştı:

Aton yeni dinin tanrısının adıdır,

“Ey! Yaşayan Aton, hayatın başlangıcı

Kadınlardaki hücrenin yaratıcısı

Erkeklerdeki tohumun yaratıcısı

Yaptığı her şeyi canlandırmak için

Onlara nefes veren!

Senin eserlerin kaç türlü!

Bizlerden hepsi gizli,

Ey tek tanrı…

Senin gücün kimsede bulunmaz,

Her şeyin yükseklerde,

Hepsi kanatlarla uçar,

Onlara gerekeni sen verirsin,

Eserlerin ne kadar muhteşem,

Ey sonsuzluğun tanrısı!

Yabancılar için gökyüzünde bir Nil var,

Ve bütün milletlerin hayvanları için.

Aydınlatarak, parlayarak, uzaklara gidip dönerek,

Milyonlarca şey yaratırsın,

Sadece kendi kendine,

Mısır gibi yabancı memleketler yarattın,

Herkesi yerine yerleştirdin.

Herkes başka dil bilir;

Vücutları ve renkleri ayrıdır,

İnsanlarla insanları ayırdın çünkü sen…

Seni tanıyan yoktur,

Oğlun İknaton’dan başka,

Sen O’NA akıl verdin,

Kendi planın ve kendi gücünle.”

Bu şiir Musevilerde ilahi olarak okunmaktadır.

    Öte yandan, 350 sene önce, İran’da yaratılan Zerdüşt dinine göre de, AHURU MAZDA, AKILI VE HERŞEYİ GÖREN VE BİLEN TANRIDIR?

    ZERDÜŞT’ÜN AHURA MAZDA’YA YAKARIŞI! OKUYALIM:

AVESTA S.9-10.

Sorarım sana Tanrım,

Doğrusun söyle bana,

Kutsal varlığın Atası.

İlk Babası kimdi?

Güneşle yıldızların

Yollarını çizen kim?

Ay kimin gücüyle

Büyür, küçülür?

Bunlarıanlatbana,                                                                                                                         

Herşeyi, herşeyi bilen Tanrım.

 

Sorarım sana Tanrım,

Doğrusunu söyle bana.

Kim düzene getirdi dünyayı,

Kim tuttu tüm göğü?

 

Yerli yerinde sağlam?

Kim yarattı tüm

Şu ağaçları, ırmakları?

Kimdir hız veren

Rüzgârlara, bulutlara?

 

Kimdi ey Ahura Mazda

İyi düşünceyi yaratan?

Sorarım sana Tanrım,

Doğrusunu söyle bana,

Kim sevgiyle yaratmıştır

Karanlığı, aydınlığı?

Kim en iyi duygularla

Uykuyu, uyanmayı var etti?

kim yarattı sabahı,

Öğleyi, akşamı

Göreve çağırmak için

Akıllı, Bilge insanları?”

            “Düşünce iyi düşünülsün!

                        Söz iyi söylensin!

                                   İş iyi yapılsın!”Zerdüşt.

Cehennem ve Cennet, KILDAN İNCE VE KILIÇTAN KESKİN Sırat/CİRVAT/  KÖPRÜSÜ İNANCI DA ZERDÜŞT DİNİNDEN GEÇMEDİR. CİRVAT köprüsünü iyiler geçerek renk ve müzik dolu Cennete ulaşırlarken, Kötüler de köprüden aşağıya düşerek pisliğin içersinde, belli bir süreyle,   kalacaklardır. “AVESTA, S.39. Köprünün altında kaynar kazanlar da yoktur, Kaynar kazanlı Cehennem Müslümanların eklemesidir.”Ostüzü.                                                                                                    İkhnaton ve karısı Nefertiti ölünce Firavun olan General Harmhat, yeni dini silip attı. Roma İmparatorluğunu, devlet gibi örgütlemiş olan Hıristiyanlık yıkmış, Osmanlı İmparatorluğunu da, kişisel çıkarlarını dine monte eden hırs, tamah, cehalet ve sahipsizlik yıkmıştır.

İnsanlar, asırlarca önce yapılmış olan büyük ve görkemli yapılara bakarak o devrin uygarlığından söz etmeye bayılır.”Vay canına, bu görkemli piramitleri yapanlar insanlığa bundan güzel armağan bırakamazdı!”Diye de hüküm yürütürler. Uygarlık taş binalar, barajlar ve köprüler yapmak mıdır? Mısır’da aklımda kaldığına göre (108) adet piramit bulunmaktadır. Gize piramitleri adıyla anılan üç piramitten Kefren Piramidinin yapımında(1.000.000) insanın ölmüş olduğu hesaplanmaktadır. Bunun yanında, piramit yapımının masraflarına yardım için, KEFREN’İN KIZINI GENEL KADIN OLARAK PAZARLAMIŞ OLDUĞU DA SÖYLENMEKTEDİR. Bu tanrı sayılan, hükümdar olan ve başrahip kabul edilen bir makamın da sahibi. Değer mi bunca insanın ölmesine bu taş yığınları?

Maksim Gorki’nin Jozef Stalin tarafından öldürüldüğünü Kanada’ya sığınan bir Rus Kurmay Yarbayı açıklamıştı. Öldürülme nedeni de komünizmden soğumasıymış. Neden mi komünizmden soğumuş? Anlatayım; Maksim Gorki, soğuk bir kış günü, kürkler içinde emrine verilen lüks siyah arabadan iner ve dünyanın en büyük barajını seyre koyulur. Görmüş olduğu manzara karşısında göğüsleri kabarır:”İşte bu baraj komünizmim eseri!” Diye söylenir. Arkasında bir şıpırtı duyar, döner bakar ve yıkılır. Açlıktan karınları şiş ve çıplak sayılacak Beş-Altı çocuk lüks arabasına bakmaktadır.

“Bu kimin eseri!” diye söylenir. Yanıtını kendisi verir:

“Evet, bu yalınayak ve açlıktan karınları şiş zavallı insan yavruları da komünizmin ve bu barajın eseridir’”Der ve yıkılır.

En büyük kıymet ve en büyük eser insandır. Bir düşünce ve bir eylem insana ne vermiştir? Değer ölçüsü bu olmalıdır.

Dünyada her şey insan içindir; DİN DE; HUKUK TA; ÖRF TE; AHLAK TA; MODA DA; DEVLET TE VE DAHİ HÜKÜMET TE İNSAN İÇİNDİR. Bu sosyal düzen kuralları insana ne vermiştir? İnsanları mutlu mu etmiştir, yoksa mutsuz mu etmiştir. Benim ölçüm budur arkadaşlarım. Bu zamana kadar tüm din sahipleri,”İNSANLAR DİN İÇİNDİR’İ” Kullanmışlardır. Böyle olunca da; din, diğer sosyal düzen kurallarını boyunduruğu altına almıştır. Aslında çıkarcı din adamları bu işi yapmıştır ya!

Tüm bunları çok iyi değerlendiren Mareşal Gazi Mustafa Kemal, bunlardan çok iyi bir ders çıkarmıştır:

“Bizi yanlış yola sürükleyen kötüler, çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz; görürsünüz ki ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir. Onlar, her türlü davranışları dinle karıştırırlar.”

“Efendiler ve ey millet! Biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve mezhepler memleketi olamaz. En doğru tarikat, uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın emir ve istencini yapmak, insan olmak için şarttır.”

“Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere üfürükçülere, muskacılara talih ve hayatlarını emanet eden insanlardan oluşan bir kitleye, uygar bir ulus gözüyle bakılabilir mi?”

 

Mısır’da köle olarak taşkıran Yahudilerin dikkatlerini çeken şey; halkı sömürerek lüks içersinde yaşayan Rahipler olmuştur. Tevrat’a da bu yansıtılmıştır:”Binbaşılar ganimet altın ve gümüşleri Hahamlara sundular!”Bazıları kızacaklar amma, sekizinci surenin 1 ve 41’inci ayetlerini okusunlar. Doyurulmaya ve güdülmeye muhtaç olan aç köleler kolayca Musa’nın peşine takılmışlardır. Günümüzde de Mısırlı rahiplerinin din anlayışları politikacılarımızda geri gelmiştir.

Ülkemizin başına ne gelmişse seçimle gelmiş olan sığ politikacılardan gelmiştir: Bakınız Sayın Recep Bey, neler söylemişler:

“Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm’e ve Kemalizm benzeri rejimlere, sistemlere yer yoktur!”

“Kemalizm’in yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. BİZİM İÇİN EN ÜST BELİRLEYİCİ, İSLAM’IN ETKİLERİDİR. HER ŞEY ONA GÖREBELİRLENİR!”

180 SENE Selçuklu,623 sene Osmanlı yönetiminde yapılmış olan cami sayısı 20.000olup,bunun 13.000 tanesi sınırlarımız dışında kalmıştır. Cumhuriyetimizin (75) yıllık sürecinde kaç adet cami yapılmıştır. Beş ilimizin okul, cami ve Kuran kursu sayısı:

KONYA: Cami sayısı 2664,İlkokul sayısı1248,Ortaokul sayısı 377,Genel lise sayısı 109, Meslek lisesi sayısı 105,Kuran kursu sayısı 418.,

ANKARA: Cami sayısı 2520,İlkokul sayısı 1172,Ortaokul sayısı 600,Genel lise sayısı 169, Meslek Lisesi sayısı 149,Kuran kursu sayısı 348.

SAMSUN: Cami sayısı 2425,İlkokul sayısı 1489,Ortaokul sayısı 161,genel lise sayısı 42,meslek lisesi sayısı 44,Kuran kursu sayısı 276.

İSTANBUL: Cami sayısı 2330,İlkokul sayısı 1489,Ortaokul sayısı 827,Genel lise sayısı 3321,Meslek Lisesi sayısı 203,Kuran kursu sayısı 372.

KASTAMONU: Cami sayısı 2282, İlkokul sayısı 989, Ortaokul sayısı 81, Genel Lise sayısı 26, meslek lisesi sayısı 28, Kuran kursu sayısı 66.

Şimdi şöyle bağırıyorum: Ey! Mareşal Gazi Mustafa Kemal’i küfürle yadedenler! Tanrımız niçin O’NA yardım etti! DÂHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLARI DA BEDBAHT ETTİ?

Boşuna çabalamayın çağdışılar, bu zaman ırmağını gerisin geriye akıtamazsınız!

 

2055/HALİFELİK ÜZERİNE SERENAT!


                 TC                                                                                                                      OSMAN TÜRKOĞUZ

             osmanturkoguz@hotmail.com

            TV. Çeşmealtı;15 Ağustos 2010./İzmir;03 Mart 2013.HALİFELİĞİ BİLMEDEN MAVAL OKUYAN TÜRKLÜK DÜŞMANLARINA ARMAĞANIMDIR*!14 Ocak 2016.

                 Kanal24 muhabiri Genç Bir Kızımız elindeki mikrofonu uzattığı Genç Kızlarımıza ve Genç erkeklerimize çok ciddi sorular yönetmekteydi.02 Mart 2013 akşamı.

                        "Halifeliğin gücü?"

                        "Halifeliğin kaldırılması kötü mü olmuştur?"

                       "Halifelik geri getirilebilir mi?"

            Halifeliğin gücü mü? Mukaddes cihat ilan ederek Tüm Müslümanları Müslüman Türklere karşı,Rus,İngiliz ve Fransız sancakları altına toplamak!Halifeliğin gücü mü kalmıştır.25 Şubat 1258 tarihinde,Hulagu'nun atlarının nalları altında hepsi de öldürülmüştür.

             Gençlerimiz, cumhuriyetimizin kendilerine emanet edildiğinde de haber geveleyip durdular. Başvekil Adnan Menderes te, demokrat partinin  grubunda sıkıştırıldığında şu talihsiz sözü söylemişti:

            "Siz,o kadar güçlüsünüz ki isterseniz Hilafeti bile geri getirebilirsiniz!"O zmanlar Milletvekilleri maaşları çok düşüktü ve hiç bir milletvekili hakkında da suç dosyası yoktu.Bu nedenle,Adnan Menderes'in bu önerisi tarihimize bir ibret lekesi olarak düşmüş oldu!Bendeniz bugünlere geleceğimizi düşünerek,1974 senesinde  kapsamlı bir Halifelik adlı kitabımı yayımlatmıştım.İkinci baskısını da daha çok genişlettiğim halde yayımlamamıştım.ÇÜNKÜ,YAYIMLATACAK PARAM DA YOK?YAYIMLATMAM İÇİN NASİHAT EDENLER DE PRK ÇOK*!Bu onurlu günümüzün anısına kitabımın geniş bir özetini bilgilerinize sunuyorum.Saygılarımla.

                                 HALİFELİK ÜZERİNE SERENAT!

“Demokratik, Laik, Evrensel Hukuka sahip, Sosyal bir Hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine Hasım, Almanya’daki GERİCİ dini kuruluşlarınca HALİFE! Seçilen ÜÇ KARILI bir Cumhuriyet düşmanını Sayın RTE, Başvekâlet Müsteşarı yapmış!” Bu adamın ilk sözü: ”Sünnet olan Dördüncü karıyı da öteki karılarımın arasına katacağım olmuştur!” Basın.

“Benden sonra Hilafet otuz senedir. Bundan sonra Hilafet, ısırıcı bir SALTANATA dönüşecektir!”. Hz. Muhammet. (Hadis).

İnsanlık tarihinde ve yeryüzünde; Hilafet kavgasından daha çok kan döktüren bir kavga olmamıştır. Ostüzü.*Al Şahrastani İslam tarihinin hiç bir devrinde, hiçbir din aktinin hilafet kadar ihtilafa sebep olmadığını ve kan döktürmediğini söyler.” İslam Ans. Cilt 5.S.153.

KUR’ANI KERİM’DE HİLAFETİN LÜZUMUNA DAİR HİÇ BİR AYET BULUNMAMAKTADIR!” İslam Ansiklopedisi. C.5.S.152–153.

“ZAMAN DEĞİŞTİKÇE; HÜKÜMLER DE DEĞİŞİR!” En önemli İslami kural.

“İbadet eden kimse, kendisinin rehberidir. Bunun için Rahibe lüzum yoktur. Halkın sesi Hakkın sesidir!” Konfüçyus.

“Bir yerde dinden söz edildi miydi, sıkı durunuz, ya canınızı ya da malınızı alacaklardır!” Konfüçyus.    

            Hilafet-Halifelik-kavgası; aslında, Arap Haşimilerle, Arap Emevilerin-Ümeyyeoğullarının- VE Muhacirun ile Ensar’ın bir iktidar kavgasıdır. Politika gereği olarak, kavganın eksenine bir de ULÛHİYET eklenmiştir.

Biz Türkler, zorla ve toplu öldürmeler sonucunda Müslüman olunca, Mekkeli iki kardeş Arap ailesi arasındaki kavgayı kendi kavgamız olarak benimsemişizdir.

            Bu konuda; ilk, genişçe bir kitabı yazmam nedeniyle, kültürlü olduklarını beyan edenlere bu konuyu sorduğumda, ”bir tek Halifelik kurumundan” türküler söylediklerine tanık oldum.

Bilinmezliğin cazibesidir, bildiğini sandığını göstermek.

            1980’li yıllardaydı; Adana Müftüsü Cemalettin Kaplan; Diyanet İşleri Başkanı olmak sevdasına tutulmuştu. Atatürkçü geçinenlere yaranmak için de, iki kişi bir olup, bir broşür yayımlamışlardı.

            İslamdan ayrılan ve yeni bir din olan Süleymancılığın aleyhindeydi bu broşür. Süleymancılar; 1967 senesinde, ”İnanacağımız Esaslar!” adlı bir broşür yayımlamışlardı.

Bizim, bu konuda yayımlanmış bir kitabımız da var; başımıza işler açan bir kitap!

            “Süleyman Hilmi Tunahan’ın Silistire’de doğup, İstanbul’da ölmesi,  KIYAMET ALAMETİ OLAN, Güneşin batıdan doğup ta, doğuda batmasına işaretmiş!” Bu küçük risalede, akla ve İslamiyet’e ters düşen iddialar vardır:

            “HALİFE OLMAYAN ÜLKEDE CUMA NAMAZI KILINAMAZ!” Buna bir tek yanıt verilmesi gerekir: Çüşşş!

            Her Müslüman ülkede bir Halife demek, her ülkede apayrı İslamiyet inancı demek değil midir? Hilafet bizde olsa; öteki Müslüman ülkeler de hilafetsiz kaldıklarından Cuma namazından mahrum mu kalacaklar, din ve Tanrı hainleri!

            Osmanlı Halifesi; Birinci Dünya Savaşında; Almanların telkiniyle “MUKADDES CİHAD” ilan ettiğinde; ilk itiraz Osmanlının Arap asıllı Bağdat Müftüsünden gelmişti:

            “Halife, Arap asıllı ve Kureyş kabilesinden olacaktır. Bu nedenle de Osmanlı Padişahı Halife sayılamayacağından DİNEN Mukaddes Cihad ilan etmek yetkisi de yoktur!”

Osmanlı ordusundan Cavit Paşa, Birinci Dünya Savaşında, Bağdat valisi iken, Irak’taki din ulularını çağırarak, Büyük Din Savaşı için fetva istediğinde:

            “Büyük savaş genel olur; özel olmaz!” Cevabını almıştı.

            Bağdat’taki Arap asıllı Osmanlı Devleti Müftüsü de:

            “Hazreti Peygamberin yaydığı ve tesisi buyurduğu din ve şeriat hükümlerinin temini, devamı ve bekası Kavmi Necibi Araba aittir.” Demiştir. Cavit Paşa, Irak Seferi, s.334.Besim Atalay, Türk Dili İle İbadet, s.82,       

            Cemalettin Kaplan, Almanya’da ölmüş olup, cenazesi Erzurum’a getirilerek, Görkemli bir anıt mezara konulmuştur.

            Yerine Halife seçilen oğlu Metin Kaplan da epeyce herzeler yedikten sonra, bir hasmını öldürtmek suçundan Alman mahkemesince mahkûm edilerek ülkemize getirilerek hapsedilmiştir.

            Bunlar; bir anayasa yaparak; “Anadolu İslam federe devletini!” Kurmuşlardı. Bu federe islam devletinin hangi federasyonun federesi olduğunu da anlamış değilim! Halife! Metin Kaplan; bir uçak kullanarak ANITKABİR’İ bombalayacaktı tartışmasını da yaşamıştık!

            Tanrımıza bin şükür! Almanya’daki Atatürk ve Türklük düşmanları boş durmamışlar, üç karılı birisini Halife olarak seçmişler. Bu seçilmiş Halife! Sayın Recep Bey tarafından, Kadrine ve dahi kıymetine lâyık bir biçimde, Türkiye Cumhuriyeti Başvekâletine Müsteşar olarak atanmıştır!

            Aslında, Müslümanlığın en onurlu ilkesi: ”Egemen olmayan İslam ülkelerinde Cuma namazı kılınamaz!” Cuma namazında EGEMEN adına hutbe okunacağı için, egemenlikten mahrum islam ülkelerini uyandırmak içindir bu yüce kural.

Geliniz görünüz ki satılmışlık insan onurunu da dumura uğratmaktadır.

Avusturya İmparatorluğu, Bosna-Hersek’i işgal ettiğinde; Bosna saray Müftüsü Avusturya –Macaristan imparatoru adına hutbe okutmakta hiçbir İslami sakınca görmemiştir.

Vatan Hainlerimizden Alemdar gazetesi—Refi Cevat Ulunay- İstanbul’da referandum yaparak, bir günde, dini bütün (40.000) Müslüman İngiliz sömürgesi olmayı kabul etmiştir.

            Yunanlılar İzmir’e çıktıklarında; İzmir camilerinden bazı imamlarımız:

            “Kur’anı Azim’üsŞan’da Rum suresi vardır. Sakın ola Yunan askerlerine karşı gelmeyiniz. Bundan sonra bizleri Yunanlılar idare edeceklerdir!” Diye olanca sesleriyle böğürerek fetva okumuşlardır.

            Başımıza olmadık işler açan, bizleri Arab’ın ve Arap kültürünün uşağı haline koyan bu HALİFELİK nedir? Bir de benden dinleseniz olmaz mı?

Şunu da önce vurgulamak isterim: ”Arap halifeleri Arap milliyetçiliğini islamiyetten üstün tutmuşlardır!”. Bizler ise; Müslümanlık diyerek, Arapçılığı Tanrısal lütuf saymışızdır!” Adaletten Kaçanlar Partisinin Genel Merkezi bitişiğindeki caminin imamı Suudi Arabistanlı ve dahi fistanlı bir Araptır! URABİCİYİZ!

1-    “Halife, Halef, Naip, Peygamberin halefi ve kendisinden sonra, yerine kaim olmak; (Halife Resul Allah) itibariyle, İslam Camiasının en Yüksek Reisinin yani imamının unvanıdır”. İslam Ans. C.5.S.148.

Hilafet, Arapça=Halifelik.

Bir kimsenin Halife olarak başta bulunduğu yönetim şekli. MS. 08 Haziran 632–12 Rebiyülevvel 10-İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in ölümü üzerine; Halifelik ve İmamlık büyük çekişmelere neden olmuştu. Mekke’den Medine’ye göçenlerle-Muhacirun-, Medine yerlileri- Ensar- arasında Halifelik kavgası yaşanmıştır. Hz. Ömer’in ve Ebu Ubeyde’nin araya girmesi ve Ebu Bekir’in kişiliği, beş defa Halife olma sözünün sahibi Hz. Ali’yi de, böylece saf dışı bırakmıştı. Ebu Bekir iki sene Halife olarak kalmıştı. O’NUN dışındaki üç halife de öldürülmüştür. Hz. Ömer (634–644), Hz. Osman (644–656), Hz. Ali (656–661), Hz. Hasan (661-6ay); Yezit’in karısı olacağı vaadi ile kandırılan karısı Cude tarafından, zehirlenerek öldürülmüştür. Hz. Hüseyin (6 ay) Şam’da saltanat süren Muaviye’nin oğlu Yezit’in askerleri tarafından, KERBELA’DA başı kesilerek öldürülmüştür. Halifelik hiçbir kimseye hayır getirmemiştir. Abbasi halifelerinin ve 12 İmamın öldürülmüş olduklarına dair tarihe not düşülmüştür. Hz. Ali’nin Amcası Abbas’ın soyundan gelen Abbasi halifeleri Hz. Ali soyuna felaketler yaşatmıştır.

            Tarihin hiçbir döneminde, millet olabilme kültür ve yeteneğini kazanamamış olan Arap ırkı, halifelik kavgasıyla da, alabildiğine parçalanmanın sınırsız zevklerini yaşamış, alabildiğince kan dökmüşlerdir.

Hz. Muhammet’in ve diğer iki halifenin bir araya toplamış olduğu Arap kabileleri arasındaki kavgalar, halifelik ve İmamlık kurumu ile daha şiddetli başlamış ve sürmüştür. Kendisine, bir ümmet çatısı altında, millet olabilme kültürünü verecek olan İslam dinini ve zorla Müslümanlaştırdıkları diğer milletleri de kendilerine benzetmekte büyük hüner göstermişlerdir. İslam dininin vermiş olduğu Ganimet heyecanı ve atılganlığı ile yenerek Müslümanlaştırmış olduğu diğer milletleri de; İslam Dinini, Hz. Muhammet’in kendilerine bıraktığı şekliyle değil; kendilerinin, kendilerine benzetmiş olduğu şekliyle sunmuşlardır.

            “Araplar, bir yere girdiler mi, orasını soyarlar, harap ederler. Düzgün taşları, çömlek altına koymak için sökerler, çatıların direklerini çadırlarına dikmek için çıkarırlar, vergi almakta bir had tanımazlar, ne bulurlarsa alırlar. Onlar için hukuku gözetmek ve insanları fenalıklardan korumak gibi şeyler, görenekleri değildir. Babaları ve kardeşleri de olsa, bildiklerini yaparlardı.” Fec’rül İslam, c.2,s.82.

            “Araplar vahşidir, soyguncudur, yağmacıdır; bir memlekete girerlerse orayı harap ederler. Bir başbuğa itaat etmezler, sanatları ve bilgileri yoktur; bu gibi şeyleri yapmaya istidatları bulunmaz.” İbn’i Haldun, Mukaddeme 3 cilt. İbn’i Haldun, sosyolojik tarihin babası olan ve Aksak Timur ile de Şam’da konuşmuş olan bir Bilgindir.

            “İslamlık, Arapları yoğurarak belli bir düzeye getiremedi!” Fecr’ül İslam, s.82.Fakat Araplar İslamiyeti, kendi basit kabile karakterine mükemmelen uydurarak, inanç kaynağı olmaktan çıkarıp, anlaşmazlık kaynağı haline koymasını da bildiler ve bizlere de böylesine bir Müslümanlık aşıladılar.

            İlk halifeler hakkında, Hz. Ömer’den itibaren (Âmir al Müminin) unvanını kullanmaya başladılar. Bu unvan, (Halifat Resul Allah) unvanı Hz. Muhammet’in ölümü ile sona erdiğinden, RİSALET görevi dışındaki tüm görev ve yetkileri kapsar.

            Çok cüretli bit şekilde ortaya atılan (Halifat Allah) unvanı Halife Hz. Ebu Bekir tarafından şiddetle reddedilmiştir. O, Halife seçildiğinde:

            “EY Nas! Ben sizin üzerinize Veliyül emir oldum!” Demiştir.

            Çok ilginçtir; Türkiye Büyük Millet Meclisince halifeliğe atanan Veliaht Abdülmecit Efendi,            Hilafetin kaldırılmasından sonra; yakınları ve de (103) bavulu ile sürgün edilmişti. Paris’e yerleşmiş olan bu zat, Kızı Dürrüşşehvar’ı da Haydarabat Nizamının oğlu ile evlendirmişti. Bu Efendi, bütün dünya Müslümanlarına bir beyanname göndermişti. İslam ulemalarının Marsilya’da toplanarak, Hilafet hakkında bir karar vermelerini istemiş olduğu ve hiçbir kimsenin de ilgilenmediği bu beyannamesinin altına: ”RABBİLÂLEMİN RESULÜ HALİFE!” imzasını atmıştı.

            2-Maliye memurlarının topladıkları vergi gelirlerini kendisine sundukları memur için de HALİFE unvanı kullanılırdı.

            3-Kadiriyye tarikatında; Kadiriyye şeyhinin sınırlı bazı yetkileriyle, uzak yerlerde, onu temsil eden şahsa da HALİFE denilir.

            4-Kanuni Sultan Süleyman döneminde; Hindistan’da Büyük bir imparatorluk kuran Türk Babür’ün sarayındaki tüm kadın hizmetçileri gözeten kadın görevliye de HALİFE denilirdi.

            5-Fas’ta şehir valilerinin muavinlerine de HALİFE denilir.

            6-Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Babıâli’deki kalem kâtiplerine de HALİFE denilirdi.

            7-Daha birçok tarikatlarda, Şeyhin yardımcılarına ve birçok sanat dalları mensuplarına da HALİFE denilir.

            8-Cava adasının birçok hükümdarlarına, kendi vatandaşlarınca HALİFE adı verilmiştir. İslam Ans. CİLT.5.S:148–155.

            9-Ülkemizde; yeni bir göreve atanan memur ile bu görevi yürütmekte olan memur söz konusu edildiklerinde: Halef-Selef); (Halefim- Selefim) sıfatları kullanılır. Ostüzü.

            İslamın yüce kitabı Kur’anı Kerim’e bir göz atacak olursak, orada da Halife sıfatının başka anlamlarda kullanılmış olduğunu görürüz:

            1*6’ıncı sure, 165’inci ayet: ”O,sizi (peygamber ümmeti) yeryüzünün Halifeleri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihana çekmek için kiminizi derecelerle kiminizin üstüne çıkarandır!” Buyuruyor.

            2*10’uncu surenin 14’üncü ayetinde de: ”Onlardan sonra, arkalarından sizi yeryüzünde Halifeler yaptık. Bakalım nasıl hareket edeceksiniz diye!”

            3*35’inci surenin 39’uncu ayeti: ”O,sizi yeryüzünde halifeler yapandır!” Buyurarak, insanlara yeryüzünün halifeleri unvanını veriyor!

            4*(Kur’anı Kerim’de Davut peygamber hakkında” ya Davut, biz seni yeryüzüne halife yaptık. İnsanlar arasında hak ve adaletle hüküm ver.” Buyrulduğu açıklanmıştır.) Ercüment Demirer’in S.G.E. s.17.Tevrat ta başka türlü söylüyor: ”Savaşta bulunan General Uriya’nın Karısı Hititli Sitti’yi gebe bırakarak, Zavallı Generali ön saflarda görevlendirerek öldürtmüştür! Hak ve Adalet bu mudur?

            “Kesin olarak ifade ederiz ki; Hilafet dini değil, dünyevi bir makamdır. Hilafet makamının İslam itikadı ile hiçbir ilgisi yoktur. Akaid kitaplarında tek kelime ile de olsa hilafetten söz edilmemektedir. HİLAFET DEMEK, HÜKÜMET DEMEKTİR, YANİ DOĞRUDAN DOĞRUYA MİLLET İŞİDİR. İslam dininin birinci derecede kanunu olan Kutsal kitabımız Kur’anda şekli hilafet, yani islam hilafeti hakkında hiçbir ayet yoktur!” Ercüment Demirer, S.G.E. S.51.

            İki gruba ayrılan Müslüman Arap toplumunda, Halife olmanın şartları:

            1-Sünnilere göre, Halife olabilmenin ilk şartı, (KUREYŞ KABİLESİNDEN OLMAKTIR!)

            2-Şiilere göre, HİLAFET ANCAK VE ANCAK ALİ SOYUNDAN GELENLEREDİR. Fuat Kadıoğlu, Gericilik ve Ötesi, s.15–16.

           

                             İMAMET MESELESİ.

            Hz. Muhammet’in kurmuş olduğu din, Mekke’de büyük baskılara uğradığından, özel bir toplanma ve ibadet etme mekânından da mahrum edilmişti. Hz. Muhammet; 17 Eylül 622 tarihinde, Medine’ye sığınınca; birlikte ibadet etmek için, kerpiçten bir bina yaptılar. Cem olmaktan adına da CAMİ dediler. Burada; vakit namazlarını Hz. Muhammet bizzat kıldırdığından cemaatin İmamı sıfatını almıştı. İşte bu İmamet konusu da Hilafet’ten doğmuştur:

            “Hazreti Muhammet, camide ümmetine imamlık eder, onlara namaz kıldırırdı. Hastalandıkları zaman da, namazda imamet vazifesini ifaya Hz. Ebu Bekir’i vekil bırakmıştı. Hz. Muhammet ölünce O’NUN yerine birisi seçildi. Buna halife denildi. Halife vekil demektir. İşte imamet vazifesi de bundan meydana gelmiştir. İmame; sözlük manasına göre, Öne geçmek, bir cemaatin ulusu, Efendisi uymak ve tâbi olmak demektir. Büyüklere uyulduğu ve tâbi olunduğu için onlara İMAM denilmiştir.

            Halifeye de, (İmamül Müslimin) denilmiştir. Hilafet tabiri de imamdan alınmıştır. En büyük imam da Hz. Muhammet’tir.

            MÜSLÜMANLARIN DİN VE DÜNYA İŞLERİNE BAŞKANLIK EDENLERE İMAM VE HALİFE DENİLMİŞTİR.

            Hilafet müessesine, diğer imamlardan ayırt etmek için (İMAMETİ KÜBRA) denilmiştir. Halifelerin en önemli vazifeleri İmamet’i Kübralıktır. Bunun için halifeler, İmam’ı Ekber, imamlar imamı manasına alınmıştır.

            Hz. Muhammet’in ölümü üzerine bir de imamlık davası doğdu. İslam ümmeti iki gruba ayrıldı:

            1-Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman’a imamet hakkı tanıdılar,

            2-Bir kısmı da İmamet Hz. Ali’nindir dediler. Bu suretle de mezhepler doğmuş oldu!

            Efendim; her nasılsa; özene ve dahi bezene yazmış olduğum yazımın üç sahifesi silindi! Bu konuya çok derince girmeyeceğim. Bir türlü ikinci sefer yayımlatamadığım kitabımı bilgisayarıma yükletebilirsem tüm adreslerime iletme sözü vermiş bulunuyorum.

            “İmam sözü; Kur’anı Kerim’de; örnek, işaret, misal ve kılavuz anlamlarını ifade etmek üzere yedi defa tekil, beş defa çoğul olarak İmam deyimi kullanılmıştır.

            1(-Kuran’da; İbrahim peygamber hakkında da imam tabirleri geçmektedir. Yüce Tanrı, İbrahim Peygamber’e : ”Ya İbrahim; Biz seni insanlara imam yaptık, adaletten ve doğruluktan ayrılma.”Buyurmuştur.) Ercüment Demirer; Din, Toplum ve Kemal Atatürk, s.53.

Tevrat’ta ise, Hz. İbrahim’in Eşini, Mısır Firavununa ve bir Filistin Kıralına kardeşim diyerek verdiğini yazmaktadır!

            Normal yaşamımızda; imam deyimi üç anlamda kullanılmaktadır:

            1-Topluluğa namaz kıldıran. İmamlık (İmama) ne bir sanat, ne bir rütbedir. İmam, namazda imamlık ettiği sürece imam sayılır. Din ilmini bilen Müslüman bir kimse; toplulukça, bir ücret karşılığı, bütün namazlarda imamlık etmek üzere, tayin edilebilir. Namazın şartlarını bilen her muhterem Müslüman, imamlık görevini yüklenerek yürütebilir. Namazda; dini iyi bilenlerin ön saflarda namaz kılması, imama bir şey olduğunda namazı kıldırması içindir.

            İmamlık şerefi, daha önceden karar verilmemişse, topluluğun en âlim, ya da en itibarlı üyesine aittir.

            2-Sünnilerde, imam unvanı, islamın en ileri gelen bilginleri, ruhani mezhepleri kuranlar içindir.

            3-Şii mezheplerinde imam deyimi sayılamayacak kadar çoktur ve çeşitlidir. Bütün şekilleri saymak mümkün değildir.”En önemlisi, Hz. Ali soyundan gelen birisinin, islam âleminin en yüksek âlimi olmasıdır. İslam Ans. C.11,s.980–981.

            4- 04 Eylül 1859 tarihine kadar, kurmuş olduğu ordularıyla, Çarlık Rusya’sına kan kusturan Büyük komutan, büyük devlet adamı Şamil için (Şeyh Şamil ya da İmamı Şamil ) denilmektedir. Buradaki imam sıfatı çok geniş bir anlamı ifade etmek için kullanılmıştır. Devlet başkanı, Başkomutan, Baş yargıç gibi. Şeyh Şamil’in anasını bile kırbaçlatması O’NUN basit bir imam olmadığını göstermektedir.

                        TARİH SAHNESİNDEKİ HALİFELİKLER!

            1*MEKKE VE MEDİNE HALİFELERİ, (Dört Yetkin Halife).

            2*Emevi Halifeleri (Şam, Bağdat ve Samarra).

            3*Abbasi Halifeleri. (BAĞDAT)

            4*Endülüs Emevi Halifeleri. (İspanya).

            5*Fas Alevi halifeleri.       

            6*Kahire Fatımi Halifeleri.

            7*Kahire Abbasi halifeleri.

             8. İstanbul- Osmanlı Halifeleri.

 

1-HULAFA’İ RAŞİDİN DÖNEMİ.

            Yalınız Allah’a inanarak ve güvenerek peygamberlik yapmağa kalkanların sonları ölüm olmuştu.

Hazreti Yahya, Hazreti İsa gibi. Hz. Musa, İkinci Ramses’in kız kardeşinin bir Yahudi mimardan olma PİÇ oğludur. Mısır’dan kaçarken, Yahudi kavminin lideri olmuştu. Peygamberliği bu otoritenin desteğinde gelişmiştir ve Anekneton’un dinin etkisi de bu nedenle Musa dininde vardır.

Hz. Muhammet; Mekke döneminde, insanların bireysel kurtuluşundan başlamıştı. Bunun böyle olmayacağını bizzat yaşayarak anlamış ve Medine’ye sığınarak bir silahlı güç oluşturmuştu. Öldüğünde; Suriye’yi istilaya giden bir askeri güce sahipti. Mekke’de (12) Erkek ve (5) Kadının okuyup, yazma bildiğini biliyoruz!

            Ebubekir dönemi iç bunalımlarla geçti. Hz. Ömer döneminde dış fetihlere yönelindi. İran fethedildi. Yağmalarla Araplar çabucak bozuldular. Bu bozulmayı gören Hz. Ömer’in:

            “Keşke Iranla aramızda ateşten dağlar olsaydı da bu servetlere kavuşamasaydık!” Dediği söylenir.

Hz. Osman dönemi tam bir rüşvet ve adam kayırma dönemidir. Mısır’a vali olarak atadığı Hz. Ebubekir’in oğlunun öldürülmesi için Mısır valisine yazılmış ve O’NUN mührü ile mühürlenmiş bir mektup, bir kölenin matrasında çıkınca; kızgın Mısırlılar ve Ebubekir’in oğlu geri dönerek Hz. Osman’ı öldürdüler.

            Hz. Ali dönemi tam bir karışıklık dönemiydi. Cennetle müjdelerlerden olan Zübeyir ve Talha, Peygamberin 18 yaşında dul kalmış olan eşleri Hz. Ayşe ile birleştiler.

Cemal vakasında; Hz. Ayşe’nin devesinin etrafında (13.000) kişi öldü. Ebu Bekir’in oğlu Abdullah tarafından devenin ayakları kesilerek Ayşe yakalanabildi. Ölenler arasında Zübeyir ile Talha da vardı. Hz. Ali; Tozlar içinde upuzun yatan, Zübeyir ile Talha’nın ölülerini gördüğünde: ”İki Kureyşlinin bu halde ölülerini görmektense ölümü tercih ederdim!” Dediğini İslami kaynaklarda bulmak mümkündür.

Hz. Ali’nin Şam valiliğinden azlettiği Muaviye, Hz. Ali’yi Hz. Osman’ının öldürülmesinden sorumlu tutarak halifeliğini kabul etmedi ve isyan etti. Üç ay süren Sıffin çatışmalarında her iki taraftan (110.000) kişi öldü. Amr’ı İbn’ilAsın kurnazlığı ile ve hiyle ile Hz. Ali halifelikten azledildi ve Küfe’de öldürüldü.

2-    EMEVİLER DÖNEMİ. (Doğu Emeviler)

            MÖ.661-749 yılları arasında (14) Emevi kökenli, yani Ebu Süfyan soyundan inen halife hüküm sürmüştür. Dini, Hukuki ve siyasi egemenlik bir tek kişinin kişiliğinde toplanmıştır. Halife unvanı semboliktir. Hicri(41–132).

            Muaviye bin Abi Süfyan bani Ümeyye ailesinin asıl koluna mensup iken; İkinci Muaviye’nin ölümünden sonra, Halifelik ve Meliklik bu ailenin diğer kolunun reisi olan Mervan bin al Halan bin Abir al Ar’a geçtiği halde isim değiştirilmemiştir. Bu zat Hz. Osman’ın mührünü kullanarak çok haltlar karıştırmıştı.

            Emevi hükümdarlarının çoğu, alelade basit bir kimseye yakışmayan iffetsizlikleri apaçık sürdürmüşlerdir. Fuhuş alabildiğine yayılmıştır. Harun Reşidin sarayında kadın elbisesi giydirilmiş 2000 genç oğlan bulunduğunu okuyabilmekteyiz. Harun Reşit; satın almış olduğu bir cariye ile o gece yatmak istediğini Müftüsüne ısrarla söyleyince; İnek suresinin (234)’üncü maddesindeki iddet müddeti hatırlatıldığında: ”Umurumda değil, çaresini bulmalısınız!” Emrini vermiş ve şıpıdanak çaresi bulunmuştur. ”Cariyeyi azat et. O gece de yat!”

            İran ve Türk elleri fethedilerek soyulmuştur. Harun Reşit; hükümet merkezini Şam’dan Bağdat’a taşımıştır. Harun Reşidin üç oğlu vardı: Emin, Memun ve Mutasım. Mutasım’ın anası Türk olduğu için, Mutasım Türklere çok yakın olmuş; büyük komutanlarını ve Muhafız birliğini Türklerden oluşturmuştur. Hükümet merkezini de yeni kurdurmuş olduğu Samarra şehrine taşımıştır. Osmanlının Muhafız birliği, Fransız İhtilaline rağmen, Arnavut, Arap ve Türk’ten başka unsurlardan oluşuyordu. Şah İsmail’in muhafız alayı da VARSAK adlı Türk aşiretinden oluşturulmuştu. Bu aşiret mensupları, Torosların güneyinde Per perişan yaşamaya çalışmaktadırlar!

            Emevi halifeleri despotlukta çok ileri gitmişlerdir. Abbasi halifeleri de onlardan geri kalmamışlardır. Halife Mansur (H.130); Ebu Hanife adlı, Kur’anı (70.000) defa okuyan ve 63.000 içtihat ve 500.000 fetva veren bilginini teklif ettiği kadılığı kabul etmediği için dövdürerek öldürtmüşlerdir.

            Ayrıca; istedikleri fetvayı vermeyen İmam Şafiyi de döverek kolunu kırdırtmışlardır.

            Türk illerinde Müslümanlığın yayılmasını sağlayan, sevgiye dayalı Müslümanlığın yaratıcısı Hallacı Mansuru da, kollarını ve bacaklarını kırdırarak işkence ile öldürtmüşlerdir.

            Halifeler, birbirlerinin gözlerine mil çektirtmişlerdir.

            Abbas oğullarından imam İbrahim; babasını Emevilerin öldürmüş olduğu 18 yaşındaki Horasanlı Ebu Müslim adlı bir Türk gencine: ”Şüphelendiğini öldür, Seni ailemizden saydım!” Emrini vermiştir. Horasanlı Ebu Müslim büyük bir ayaklanma çıkartarak Emevileri yenmiş ve iktidarlarını da dağıtmıştır. İmam İbrahim öldüğü için kardeşi olan Ebul Abbas Seffah -Kan dökücü- Abbasilerin ilk Hükümdarı, halifesi ve imamı olmuştur. İlk yapmış olduğu işte; Horasanlı Ebu Müslim’i işkenceyle öldürtmek olmuştur.

            Emevi halifelerinden çoğu, Kur’anı Kerime hakaret etmekten zevk aldıkları gibi; Hz. Muhammet’in hırkasını bir rakkaseye giydirerek, işret meclislerinde dans ettirtmişlerdir. Harun Reşit’in, kız kardeşi Abese Sultanla bir odaya kapanarak şarap içtikleri, Türk asıllı veziri Barmek oğlu Caferi de, Abese Sultanla seviştikleri için öldürttüğünü tarihler yazmaktadır!

                 3.. BAĞDAT ABBASİ HALİFELERİ DÖNEMİ. (MS:750–1258)-(H.132–656).(37) Sultan Halife hüküm sürmüştür. 12 imamdan devirlerine denk gelenler zehirlenerek öldürülmüşlerdir. İktidardan düşürülen halifelerin gözlerine mil çektirilmiştir. Türk ellerindeki soygunun devamı ve Müslüman olan Türklerin islamdan geri dönmemesi için sünnet mecburiyeti konmuştur. Hâlbuki Türkistan Arap valisinin sünnet teklifine, Emevi Halifesi Abdülaziz:

            “Allah, Hz. Muhammet’i sünnetçi olarak göndermedi. İnsanları irşat etmesi için gönderdi diye reddetmişti!” Tabari, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi. Osman Türkoğuz, Sünnet, makale. Blog adresimde var.

            MS. 945 tarihinde Şii Büveyhoğullarının kurulmasından sonra, Bağdat Abbasi Sultan halifeleri onların sultası altına girmişti. 1042 senesinde; Dandanakan Meydan Muharebesinde, Gazneli devletini yıkan büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey; 1055 tarihinde de Büveyhoğullarının yenerek halifenin otoritesini sağlamıştı. Buna mukabil olarak ta; halifenin sağına ve soluna dizmiş olduğu yedişer güzelle iktifa etmeyerek, halife’nin (15) yaşındaki kızını eş olarak alarak, yaşlı eşiyle Belh şehrine yollamıştı.

Günümüzde; devlet başkanlığına yükselecek kimesneler 14 yaşındaki kız çocuklarını okulundan alarak evlenmekte ve türbanlamaktalar!

            “Hilafet kurumu dünya kudretinden mahrum kaldıkça rakipler ortaya çıkmaya başlamıştır. Onuncu yüzyılda, Bağdat halifelerinin karşısına iki yeni rakip daha çıkmıştır. MS: 928’de Endülüs’te hükümdar olan Abdurrahman üçüncü halife unvanını almış, kendisinden sonra gelen ahfadına da aynı unvanı bırakmıştır. MS:909 yılında; Mehdiye’de, Şii Fatımiler de kendi, kendilerine Halife unvanını vermişlerdir.”Fuat Kadıoğlu’nun S.G.E.S12.

            Moğol kasırgası, sarayından dışarı çıkmayan Abbasi halifesini de buldu. 1258 yılı Abbasiler için hiçte uğurlu gelmedi. Moğol Komutanı Hülagu, halife ailesinin tüm bireylerini çuvallara doldurtarak süvarilerin atlarının altında parçaçalattırdı. H.660 yılında; Mısır’a Arap asıllı bir topluluk geldi. Yanlarında getirdikleri Siyahî bir adamın Ahmet ibn’i imam El zahirittin imam Elnasır olduğunu söylediler. Sultan Baypars, devlet ileri gelenleri ve Müftü’den oluşan bir meclis kurdurtarak konuyu inceletti. Bu kişinin Abbas oğullarından olduğuna kanaat getirilerek “Muntansır Billâh Ebu Kasım) adıyla halifeliği kabul edildi. Kahire kalesine yerleştirildi. Sıkıca gözaltına alındı. Halifenin adamlarının, halk arasında devlet işleri hakkında konuşmaları nedeniyle, iki sene sonra da kaleden dışarıya çıkmaları yasaklandı. Bu adam ve yakınları, Bağdat’ı yeniden ele geçirmeleri, için bir ordu ile Bağdat’a gönderildi. Moğol ordusu bu ordunun tümünü kılıçtan geçirdi. Hutbelerde, Sultan Baypars’ın adı ile birlikte bu halifenin adı da okunurdu. Halife bir sembol olarak kullanılırdı; tüm yetkiler Türk asıllı Sultanlardaydı.” Ahmet Cevdet Paşa, Kısas’ı Enbiya C.3.S.114–123.yeni yazı ile C.3.Ks.2.S.109.C.22.S.906–907.

            “Halife Muti’in hiçbir şeyi yoktu. Tahsisatının giderlerini tutmak üzere bir kâtibi vardı. Halifenin şan ve itibarı kalmayıp, her hususta kendisine başvurulmaz olmuştu.” A.Cevdet Paşa, S.G.E. C.3.Ks.2.S.109.

            Hicretin 325’inci yılında; üç adet Hilafet kurumu mevcuttu:

            1-Bağdat’ta Türk egemenliği altında Abbasi Halifeliği,

            2-Endülüs’te-İspanya’da-Emevi Halifeliği,

            3-Fas’ta ve Cezayir’de Alevi Halifeliği.

                        4-ENDÜLÜS EMEVİ HALİFELERİ. (711–1492).

            Arap asıllı komutan Musa Bin Nusayır’ın emrindeki, Berberi asıllı efsanevi komutan Tarık bin Ziyat, MS:711 tarihinde Cebelitarık boğazını geçerek, ispanya sahillerine çıkmıştı. Emrinde, sadece (7.000) asker vardı. Gemilerini yakarak askerlerine şöyle seslenmişti:

            “Bakınız, arkanız deniz, önünüz düşman. Düşmanı yenmekten başka da çaremiz yoktur!” Diyerek Kıral Rodrik’in (90.000) kişilik ordusunu yenmişti. İlk önce girmiş olduğu Kurtuba şehrindeki Kıral sarayında bulunan (24) bacaklı gümüş bir masanın bir ayağını yanına almıştı. Üçkâğıtçı Musa bin Nusayır, ”Şam’a Kurtuba’ya ilk önce ben girdim!” Raporunu göndermişti. Yapılan tahkikatta, tek masa bacağı bu yalancı Arabı bir kere daha utandırmıştı.

            Bağımsız bir Kurtuba Emirliği kurulmuştu. Bunlarda da Emirler-Hükümdarlar-Halife unvanını kullanmışlardı.

            MS: 732 tarihinde; Abdurrahmanül Gafiki’nin, Puatiye’de Şarıl Martel’e yenilmesiyle, kendi kabuklarına çekilerek iç kavgalarla vakit geçirmişlerdir. Buna karşın ünlü bilginler yetiştirmişler, Avrupa’nın aydınlanmasına öncülük etmişlerdir. İbn’i Rüşt ve Yahudi asıllı İbn’i Meymûne gibi. İspanyollar uyanarak, evlilik yoluyla iki Kırallık ta birleşerek, MS:1492 yılında, Endülüs Emevi devletine son vermiştir. (16) Sultan halife hüküm sürmüştür. Hükümet merkezini ağlayarak terk eden son halifeye anasının sözleri bir ibret belgesidir:

“Erkekler gibi savunamadığın ülken için, kadınlar gibi ağla!”

Cezayir’e geçen son halifenin gözlerine Cezayir Emirinin gözlerine mil çektirdiği son halife, sefalet içersinde, dilenerek ölmüştür.

                        5-MISIR ABBASİ HALİFELERİ.(1261–1516/1517).1543!

            Nasıl kurulmuş olduğuna kısaca değinmiştim. Bu, dini sıfatından yararlanmak için Mısır Türk hükümdarlarının kullanmış oldukları bir sembolik halifeliktir. Mısır hükümdarı Kansu Gavri; Yavuz Sultan Selim’in karşısına, Halife Mütevekkil al Allah’ı da alarak, Kilis’in hemen kuzeyinde, Yanan Köyün altında ve Suriye’de kalan Merç ve Dabık köylerinde karşı çıkarak yenilmişti.

daniye Meydan Muharebesinden sonra; Kahire’ye girilmiş; Kahire’de de verilen sokak çarpışmalarından sonra “Devlet’it Türkiye”,devletine  son verilmişti. Kansu Gavri’nin yerine getirilen Tomanbay da yakalanarak boynu vurulmuştu.

            LAFETİN OSMANLILARA GEÇİŞ MASALI!

Yavuz Sultan Selim’in dünyasında üç güçlü devlet vardı:

            1*Osmanlı İmparatorluğu,

            2*Safevi devleti,

            3*Devlet’it Türkiyye-Memluklar=Kölemenler-

Başlarında Şah İsmail’in bulunduğu safevi Devleti, tam (14) devleti yenerek haritadan silmişti. 1514 tarihinde, Çaldıranda Yavuz’un Şah İsmail’i yenmesi, islam dünyasının gözlerini dört açtırmıştı. Dul Kadiroğulları Beyliğinde, (1000) kişilik bir Mısır süvari birliğinin gözükmesi Yavuz Sultan Selim’e beklediği fırsatı vermişti. Osmanlı İmparatorluğunun ordusunun görkemi, Müslüman âlimine:    ”Bizi Osmanlı korur!” Fikrini vermişti. Böylece Halifelik Türk Hükümdarlarını şahsında güç kazanır fikrine de geldiler. Mekke Şerifi Ebu Numez, oğlu Şerif Ebül Hasan ile Haremeyni Şerefeyn’in anahtarlarını; Hz. Muhammet’in hırkasını, sancağı şerifini ve üç parça mukaddes emaneti Kahire’ye Yavuz’a gönderdi. Yavuz, bu emanetleri aldığında çok sevindi.

sır camilerinde hutbeye çıkan hatip, Yavuz Sultan Selim için:

“Sahibül Haremeyni Şerefeyn!” Dediğinde; Yavuz Sultan Selim ayağa kalkarak:

“Hayır, ben hadimül Haremeynü Şerefeyn’im!” Dedi.

Yavuz Sultan Selim, İstanbul’a dönerken Mütevekkil Alallah’ı da beraberinde götürdü. Bir Cuma günü, Ayasofya camisinde görkemli bir dini merasim yapıldı. Abbasi halifesi Üçüncü Mütevekkil Alallah mimbere çıkarak:

“Bugünden itibaren İslam âleminin en büyük hükümdarı Yavuz Sultan Selim’e kendi rızam ile hilafeti devrediyorum. Âlemi İslamda hilafet yalınız Türk hükümdarlarına lâyıktır!” Dedi ve minberden indi. Yavuz Sultan Selim, elinde zafer kılıcı olduğu halde minbere çıktı. Mütevekkil Alallah, sırtındaki hilafet feracesini çıkartarak Yavuz Sultan Selime giydirdi.” Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, s.22–23.

Kahire’deyken; Yavuz’un yanındaki Ulemalar, MEŞRUİYET için hilafet’in alınmamasını, hilafet alındığı takdirde, Osmanlı imparatorluğunun kuruluşunu meşru olmadığı sorunu ortaya çıkar. ”Hilafet alınmaya!” Demişlerdir. Yavuz Sultan Selim, toplamış olduğu Kahire’deki ulemadan da:

“Saltanatın meşruiyeti için makamı hilafetten icazet talebi gibi bir muamele gerekmez!” Fetvasını almıştı. Mütevekkil Alallah Yedikule’de konuk edilmiş! Yavuz öldüğünde de Kanuni tarafından gönderildiği Mısır’da 1543’te kendi vadesiyle ölmüştür. Ölünceye kadar da halife unvanını kullanmıştır!

            6*OSMANLI İMPARATORLUĞUNDA HİLAFET!

Yavuz Sultan Selim, Hilafet’i almamıştır. Yavuz ve ondan sonra gelen Osmanlı Padişahları HALİFE unvanını kullanmamışlardır.

1774 tarihinde; KÜÇÜK KAYNARCA’DA yapılmış olan Osmanlı-Çarlık Rusya antlaşmasında, Rus Çarı, bütün Ortodoksların koruyucusu sıfatını öne çıkardığından, Osmanlı delegeleri de Osmanlı Padişahlarının bütün Müslümanların koruyucusu olduğunu ortaya atmışlardı.

İsveç’in Paris Büyük Elçiliğinin Başkâtibi D’onshon, anası Ermeni olan büyük bir bilgindi.1796 senesinde; Fransızca olarak yazmış olduğu ”Osmanlı İmparatorluğunun Genel Çerçevesi” adlı kitabında, Osmanlı Padişahlarının Hilafeti aldıklarını iddia etmişti. Osmanlılar zayıfladıkça; bu iddiaya sarılarak iyice batmış oldukları batağa gırtlağına kadar gömülmüşlerdi. Yazım çok uzadı.

Mustafa Kemal’in Hilafeti kaldırmış olduğunu iddia ederek Türkiye Cumhuriyetine kin kusanlara utanacakları bir belgeyi de sunmak zorundayım:

10 Ağustos 1920 tarihinde; Paris’in SEVR Banliyösünde Osmanlı İmparatorluğunun imzalamış olduğu Sevr antlaşmasına bir göz atalım, ey Türk ve Türklük gözleri kör olanlar:

“Türkiye, her hangi bir devlet tabiiyetinde bulunan Müslümanlar üzerinde her çeşit nüfuz, egemenlik ve yargı hukukundan resmi surette feragat eyler…”Hükmünü kabul ederek, almamış olduğu ve dört elle sarıldığı Hilafet makamının taşıdığı yetki ve sorumluluklardan vaz geçmiştir. Halife olduğunu iddia ederek Anadolu’da kardeşkanının akıtılmasını sağlayan Vahdettin; İngiliz altınları ve silahlarıyla “HALİFE ORDUSU” kurarak Milli Kuvvetlere savaş açmaktan bile çekinmemesi de devrim tarihimizin en acı olaylarından birisidir.” Cumhuriyet Ansiklopedisi, cilt.5.S.1598.

Cumhuriyet Halk Partisi grup toplantısında; Adliye Vekili Seyyit Bey tarafından, Hilafet Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e teklif edildiğinde, kısa ve özlü bir yanıt almıştı:

            “TENEZZÜL ETMEM!” Esat Mahmut Bozkurt, Atatürk İ,S.325.İhtilali.

İslam Dinini parçalayacak ve ülkemizi kan banyosuna sokacak, tarihin çöplüğüne atmış olduğumuz bir boş kuruma bizler neden tenezzül edelim?

KISACA TOPARLARSAK:

         HZ. Muhammet, Arap toplumunun tüm sosyal düzen kurallarını kökünden yıkarak, yeniden vazedeceği sosyal düzen kuralları sayesinde, bölünmüş Arap toplumunu birleştirerek, ümmetçilik potasında, bir Arap milleti yaratacaktı.

            Kur’anı Kerimde:

                        1-Yeni bir dinin, İslamiyetin kuralları,

                        2-Yeni bir hukukun, İslam hukukunun kuralları,

                        3-Yeni bir ahlakın, İslam ahlakının kuralları,

                        4-Yeni bir örf ve âdetin kuralları, İslam örf ve âdetleri,

                        5-Yeni bir modanın, İslam modasının kuralları düzenlenmiştir.

            Bunların hepsini de uygulayan, kurmuş olduğu devleti yöneten, bu devletin ordusunun Başkomutanı olan, namazı kıldıran, tüm anlaşmazlıkların görüldüğü davalara bakan Hz. Muhammet idi.

Kur’anı Kerimde bulunmayan hususlara dair hadisleri ve sünnetleri yaşamsal alana o getirir, diğer devletler başkanlarına mektupları o yazar, elçileri o atadığı gibi de diğer devlet elçilerini o kabul ederdi.

Savaşlarda kazanılan ganimetleri o dağıtır, yeni işgal edilen topraklara Arap göçmenlerini o yerleştirirdi. Hz Muhammet’in Risalet görevi dışındaki görevlerini şöylece toparlayabiliriz:

                        1-Yasama görevi,-------      Şimdi TBMM’İNDE.

                        2-Yürütme görevi,-------Şimdi Hükümette, Tarikatlarda ve dahi USA’DA, Bonanza çiftliğindeki ağlayıp, sızlayan Büyük JO’DA!

                        3-Yargı görevi,------------Daha önceleri Bağımsız mahkemelerdeydi. Şimdiyse imzasız ihbar mektuplarında ve maskeli beşlerde!

                        4-İmamlık görevi,---- Şimdiyse Sayın RTE’DA VE Bonanza çiftliğindeki gözü yaşlı, gönlü taşlı Büyük JO’DA!

                        5-Başkomutanlık görevi. (2002,ÖSS. Sınavı, Soru:46.)Anayasamıza göre Cumhurbaşkanlığındaydı!

            Kur’anı Kerim’de ve Hadislerde bulunmayan hükümler için, karar verme yetkisinde bulunacak yetkililerin, bulunmayan hükümler yerine yeni hükümler koyabileceği, bizzat Hz. Muhammet tarafından beyan edilmiştir:

            “51-Peygamberin içtihat ile hükmetmeye izin vermesi: Peygamberimiz –Aleyhis-selam-Sahabenin Âlim ve Fakihlerinden Muaz Bin Cebel’i Yemene vali olarak gönderirken, bu zat ile aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir. Peygamber:

            “Oraya vardığın vakit, ne ile hükmedeceksin? Sana bir şey sorulduğu yahut ta bir davacı geldiği vakit, onların müşküllerini ne ile halledeceksin?”

            “Tanrı’nın kitabı Kur’an ile. ”Peygamber:

            “Kitap’ta bulamazsan?” Muaz:

            “Resulullahın sünnetiyle.” Peygamber:

            “Onda da bulamazsan?” Muaz:

            “Kendi reyimle, içtihadımla hükmederim!” Peygamber:

            “Senden daha iyi emir yoktur derim. (Tanrıya şükür olsun ki; Elçisini başarılı kıldı.) Ahmet Hamdi Akseki, İslam Dini, s.63-Besim Atalay, Türk dili ile İbadet, s.28).

            İslam dininin yüce bir din oluşu; her ihtilafın çözümünü insan aklına bırakmasından ve herkesin kendisinden sorumlu tutulmasındandır. Veda haccında; Hz. Muhammet’in son vaazı Arap toplumu Müslümanlarına hiçbir olumlu etki yapmamıştır. Bazı fikirlerini yazalım:

            “Benden sonra yolunuzu sapıtıp ta, birbirinizin boyunlarını vurmayın… Atayla, babayla övünmeyi sizden giderdi. Bütün insanlar âdem’dendir, O da topraktan. Ne Arap’ın Arap olmayana; ne Arap olmayanın Arap’a; ne beyazın Siyaha, ne Siyahın Beyaza üstünlüğü var. ”Üstün ve ulular ulusu Allah, bu günün, bu ayın, bu şehrin hürmeti gibi, kıyamete dek, kanlarınızı, mallarınızı, ırzlarınızı birbirinize haram etmiştir.”

            “İnsanlar tarağın dişlerine benzerler, birbirlerinin eşidirler. İnsanların hayırlısı, insanlara en faydalı olandır.”kendin için neyi istiyor, neyi seviyorsan insanlar için de onu sev, onu iste. Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize düşman olmayın, birbirinizden yüz çevirmeyin, birbirinize hased etmeyin, kin gütmeyin ey Allah’ın kulları!”Abdulbaki Gölpınarlı, Hz. Muhammet ve İslam, s.245–247.

            Hulafa’i Raşidin unvanı verilen İlk dört halifenin yapmış olduğu işler yukarıda vermiş olduğum Hz. Muhammet’in emirlerine aykırılığı, insanı başka türlü düşüncelere sevk etmektedir: Bu emirler yalınız Araplar için midir? Araplar, istila etmiş olduğu ülkelerde, bu Peygamber emrinin tam aksini yapmışlardır. Yüz binlerce masum insanları, yaşlarına ve masumluğuna bakmadan kesmişlerdir. Mallarını yağmalamışlar, kadın ve kızlarının ırzlarına geçerek esir pazarlarında satmışlardır. Öldüğü zaman (1.000.000) Dinarı çıkan ve İslam mezarlığına gömülmesine izin verilmeyerek, Yahudi mezarlığına-Maşatlığa-gömülen Üçüncü Halife Osman’ın oğlu Sait;(80)Türk Beyini Semerkant’taki bahçelerinde çalıştırmış. Bu haksızlığı nedeniyle öldürülünce de, bu Türk Beylerini, aileleriyle birlikte, bir mağarada açlıktan öldürmüşlerdir.

            Hz. Muhammet’in öldüğünü Hz. Ömer saklamıştır. Zira Hz.Ebu Bekir, o anda Medine’nin bir buçuk saat uzağındaki bahçesindeydi. Hz. Ömer, kılıcını çekerek:

            “Kim, Hz.Muhammet öldü derse bununla öldürürüm!” Diyerek Hz. Ebu Bekir’in gelmesini beklemiştir.

            Uzun tartışmalardan ve pazarlıklardan sonra, Hz.Ömer ve Hz. Ebu Ubeyde’nin desteklemesiyle Hz. Ebu Bekir halife seçilmişti. Ebu Bekir güzel bir konuşma yaparak ortalığı yatıştırmıştı:

            “Ey! Müslümanlar! Her kim ki Muhammet’e tapıyorsa bilmeli ki, Muhammet öldü. Her kim ki Allah’a tapıyorsa bilmeli ki, Allah bakidir, ölmez.”

            Hz. Muhammet’in ölüm gününü alkışlarla karşılayan Hadramutlu Kadınların elleri, Halife Ebu Bekir tarafından kestirilmiştir. Dinden döndüğü iddiaları üzerine, şüpheliler, çukurlarda yakılan ateşlere atılarak, Halife Ebu Bekir’in emriyle yakılmışlardır. Ebu Bekir; Hz.Fatima’ya babasından miras kalan,  Feddek hurmalığını Hz.Fatima’nın elinden aldığı gibi; bu zavallı,  Peygamber kızı ve İslamın en cesuru ve dürüstü olan Hz. Ali’nin eşinin sopalarla dövülmesine de ses çıkarmamıştır.

            Peygamber öldükten (93) gün sonra da Hz. Fatma ölmüştür.     Ebu Bekir, Hz. Ali’ye çok anlamlı bir daveti, Ebu Ubeyde ile göndermiştir:

            “Ali’ye git, O’NA de ki; deniz tehlikeli, kara korkulu, hava boz renkli, gece karanlık, gök açık, yer ise çıplaktır. Şeytan islim ümmeti arasına düşmanlık sokmağa çalışıyor. Sen bir köşeye çekilmiş, küskün duruyorsun. Sen bu ümmetin ekmeğine katık gibisin. Bu ümmetin keskin kılıcısın. Eğrilip te kesmez olma, bu ümmetin tatlı suyusun. Acıyıp ta bozulma ya Ali, Ensar ve Muhacirin benim sana biatimi isterlerse, ben sana derhal biat ederim. Eğer düşüncen başka ise sen de bana biat et. Bize yardımcı ol. Yolunu şaşıranları irşad et. Artık fitne kapısı kapansın. Allah’ı Teâlâ bizim dediğimize şahittir.” Hz. Ömer de Hz. Ali’ye şu sözlerinin götürülmesini istedi:

            “Ali’ye de ki; Ebu Bekir, bu ümmete cebir göstererek sıçrayıp ta halifeliği kapmadı. Bu ümmetin şuurunu selbedip, gözlerini bağlayıp, akıllarını bozmadı. Allah hakkı için öyledir. Ebu Bekir, malumunuz olduğu üzere aziz, âlicenap bir zattır. Hilafete bu meziyetleriyle nail oldu. O hilafetten çekindi, hilafet ona sarıldı. Bu vazifeyi Cenabıhak o’na ihsan etti!” Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, s.16.Hâlbuki Aynı Ömer, tüm adaylara itiraz ederek:

            “Hz.Muhamet hangi aşirettense, halife de o aşiretten olmalıdır!” Demişti. Veda Haccında ve Hz. Muhammet’in ölüm anında, Hz. Ali’nin belirlenmiş olan Halifelik hakkını gasp ederek nasıl da, günümüzdekiler gibi, topu Allaha havale ediyor!   

                        MAHİYETİ YÖNÜNDEN HİLAFET!

            İslam Bilginlerince, mahiyeti yönünden Hilafet iki kısma ayrılır:

                        1-Hilâfet’i Kamile (hakikiye). Müslümanların rızası ve seçimleriyle tayin edilen ve halife olabilmenin tüm özelliklerini taşıyan halifelik.

                        2-Hilâfet’i Suriyye. Halife olabilme özellikleri aranmadan, halkın rızası ve seçimi dışında, zorla elde edilen Hilâfettir. Örnek vermek gerekirse:

            Hulafa’yı Raşidin denilen Dört Halife, halkın reyleri ve rızalarıyla seçilmiş oldukları halde; Şam valisi olan, Ebu Süfyan oğlu Hindi’den doğma Muaviye, türlü dalavereler, altın ve silah zoruyla Halife olarak seçilmiş, öldüğü zaman da yerine Emevi Devleti Hükümdarı ve Halife olarak oğlu Yezit’i bırakmıştır. Yezit te, öldüğü zaman aynı usul sürdürülmüştür. Hilafet ve Saltanat Emevilerde kalmıştır. Hicri (41–132), Miladi (661–750) tarihleri arasında (14) Emevi asıllı Hükümdar ve halife hüküm sürmüştür. İsl. Ans. C.4,S.240 ve Cilt 5,S.152–153.Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi; Fuat Kadıoğlu, Gericilik ve Ötesi, S.14–16.Cumhuriyet Ans. C 5.S.1598.

            Hilafetin iki esası vardır:

            1-Hz. Muhammet’e nisbet (Hilâfet’i Nübüvvet),

            2-Müslümanlara nisbet. Bu iki görüş, hiçbir dini kurala dayanmamaktadır. Arap uydurmasıdır. Bu işleri olduğu gibi yazmaya kalksam basılamayacak yeni bir kitap yazmış olurdum!

            Sıffin Muharebesinden sonra; seçilmiş olan Hz. Ali taraftarı Ebu Müsel Eşari’nin aptallığı ve bayraklı kadının oğlu Amr İbn’il Asın cinliği Müslümanları üçe bölmüştür:

            1-Hz. Ali’yi tutanlar, Şiiler ve aleviler;

            2-Muaviye ile anlaşarak, çatışmayı kesen ve hakem’e razı olduğu için. Hz. Ali’ye ateş püskürenler: Hariciler,

            3-Muaviye’nin halifeliğini ve Şam’daki saltanatını kabul edenler: SÜNNİLER! Yani Sünnülüğü Hz. Muhammet’in Sünneti sanan Biz Enayiler!

            Halifeliği üç grupta incelebiliriz:

            1-Halife-Sultan ve İmamlık dönemi. Yalınız Medine şehrine egemen olan Halife; imamlık görevini de diğer görevlerle beraber yürütüyordu. Devlet fikri ve devlet geleneği de yoktu.

            2-Sultan-Halife dönemleri. Emeviler-Abbasiler ve Osmanlılar dönemleri.                                                                                                                 MS:661’de Şam’da başlayan Emeviler döneminde; Sultanlık öne çıkmıştır. Hz. Muhammet döneminde, komşu Arap kabilelerine yapılan baskınlar, uluslar arası boyuta taşınmıştır. Muaviye bir donanma vücuda getirerek Kıbrıs adasını zaptettiği gibi Bizans’ı da muhasara ettirmiştir. İmamlık görevi bu konuda uzmanlara devredildiğinden halifelerin dini bilgileri önemini yitirmiştir. Aynı usul Abbasilerde de sürdürülmüştür. Osmanlılarda Sultanlık ön planda tutulmuştur.

            3-Mısır’da teşkilatsızlık dönemi.

            Halifelik, Hükümdarın kuvvetli ve dahi kudretli olduğu zamanlarda bir mana ifade edebilmiştir. Zayıf olduğu zamanlarda hilafet merkezinde bile bir mana ifade edememiştir. Örnek vermek gerekirse; Genç Osman, Deli İbrahim, Birinci Mustafa, Avcı Mehmet, İkinci Mustafa, Üçüncü Selim-Abdülhamit’i Sani-ve Beşinci Murat-  tahtlarından indirilmişler ve bir kısmı da hunharca öldürülmüşlerdir. Hilafet’in lüzumlu bir dini müessese olmadığı, Kuran’da buna ait hiçbir ayet bulunmamasıyla sabittir.”

Zonguldak Valisi Fuat Kadıoğlu,  Gericilik ve Ötesi. S.14                                                                                                  

                 LAFETİN İLGASINA VE HANEDANI OSMANİYENİN TÜRKİYE CUMHURİYETİ HARİCİNE ÇIKARILMASINA DAİR KANUN.

            Kanun Numarası: 431.         Kabul Tarihi. 26 Recep 1342 (3 Mart 1340).

            “Madde 1-Halife halledilmiştir. Hilafet, Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan, Hilafet makamı mülgadır.”Şimdi bir soru da benden olsun:

            Mademki Hilafet makamı İslamlar için vaz geçilmez bir makamdır! Müslüman Araplar ve de özellikle de Hz. Muhammet’in torunları bu makama neden tenezzül etmezler!                         

 

İzleyiciler

Blog Arşivi