TC.
“RÜŞVETİNANATOMİSİ”ADLI KİTABIMIN DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜNÜ
SUNUYORUM.MERAKLISI OKUR,DİĞERLERİ DE BENİ İLGİLENDİRMEZ.SAYGILARIMLA.
RÜŞVETİN ANATOMİSİ:4-
Tüm
okulların giriş sınavlarının sorularının cevapları kendilerine rüşvet olarak
verilen AŞAĞILIK HAİNLER,15 ORAKAYI 2016 TARİHİNDE, DİYETLERİNİ ÖDEYEBİLMEK
İÇİN TÜRKİYE CUMHURİYETİNE SALDIRMIŞLARDIR. Kazanan yine de Türk düşmanları
olmuştur. TSK budanmıştır, Jandarma da ekarte edilmiştir. BİR DEVLETİ YIKMAYA
KARAR VERDİLER Mİ, ONUN ELİNDEN ÖNCE JANDARMASINI ALIRLAR. Napolyon Bonapart.
BİREYLERİN
VE TOPLUMLARIN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ, Ganimetler ve Dış Soygunlara Devletin
gücü yetmediğinden, iç soygunlar ve Rüşvetler önlenemeyerek devletin yıkılışına
kadar sürer de gider. Ta ki Bir Mustafa Kemal çıka gele!?Padişahlar bile
devletin sonunu iyi görmediğinden,devleti yönetenler soygunlarını,rüşvetleri ve
ihanetlerini pervasızca sürdürürler,Roma Hukukundan kopya Vakıflara bir de ZÜRRİ VAKIFLAR
eklenerek,gelecek nesillerinin yaşamları da garantiye alınır...Devlet
memurlarının teminatsızlığı,kendi başlarının çaresine bakmayla
sonuçlanır.Siyaseten katledilen
Sadrazamların mallarına da el konulur.Kocası öldürülen bir vezir karısının Kanuni denilen evlat ve torun katiline yazdığı mektup Osmanlının iş
yüzünü iyice açığa vurmaktadır.Dört çocuğu ile açıkta kalan kadın:”Dün,
dünyalara sığmazken, bugün bir çatı altına muhtacım….”Der.Kanuni!Kadına
Rumeli’nde bir çiftlik bahşeder.Osmanlı İmparatorluğu çöküntüye doğru hızla giderken
,devleti yönetenlerin rüşvetlerle yaptırttığı villalar Boğaziçi kıyılarını
süslemekteydi,BUGÜNKÜ GİBİ?!Sevr paçavrasını imzalamadığı mezartaşına yazılan
bir Harbiye Nazırı Topçu Feriki,Almanya’dan satın alınan7.09mm.Çapındaki 550.000 MAUSER PİYADE TÜFEĞİNİN her birisi
için Üçer altın rüşvet aldığını,Mahmut Şevket Paşanın bu tüfekleri teker,teker
muayene ve kontrol ettiğini bilenimiz
kaç kişidir?
“Padişah III. Mustafa Han, dindar,
çalışkan, adil, hamiyetli bir padişahtı. Verdiği vazifeleri takip eder,
sorumlularından hesap sorardı. Saltanatı boyunca devleti kalkındırmakla
uğraştı, fakat ne yazık ki, bu hususlarda kendisine yardımcı olacak devlet
adamlarından yoksundu; sıkıntısını Cihangir mahlasıyla yazdığı bir şiirle dile
getirdi.
“Yıkıluptur bu cihan sanma ki bizde düzele,
Devleti çerh-i denî verdi kamu müptezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem-Yezel’e”, Ya Rab beni bu mesnedi valaya getürdün, Envai inayatını kıldın bana ihsan, Gördüm fukara kulların hali perişan, Her biri ider mihnet ile çaki giriban. Tahribi bilad itmek ile düşmeni İslam, Mahzumu mükedder ulemamız dahi hayran, Her semti memalik denice türlü mehalık, Buldum ki taaddi ile yıkılmış nice büldan, Fikretmekle çare bulunmaz buna asla, Tedbir ile tanzimi değil kabili imkân. Bildim ki medet senden olur, kimseden olmaz, Ey kadir-i kayyum meded derdime derman.”Padişah böylesine bağırıyor, şairlerde bağırıyor, bizim hainlerimizde tutturmuşlar, OSMANLI DİYEREK ANIRIYOR… Soyulurken soğan yaşarır gözler, Soyulurken vatan bakar öküzler….1627 yılında ölen Üveysi de Padişahı şöyle uyarıyordu: ”Vezire itimat etme benim devletlü hünkârım,” Olardır düşmeni dinin,olardır devlete bedhah. Vezaret sadrına geçmiş oturmuş bir bölük hayvan, Bu dini devlete hizmet eden yoktu ah,vah.
“Yıkıluptur bu cihan sanma ki bizde düzele,
Devleti çerh-i denî verdi kamu müptezele
Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hazele
İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem-Yezel’e”, Ya Rab beni bu mesnedi valaya getürdün, Envai inayatını kıldın bana ihsan, Gördüm fukara kulların hali perişan, Her biri ider mihnet ile çaki giriban. Tahribi bilad itmek ile düşmeni İslam, Mahzumu mükedder ulemamız dahi hayran, Her semti memalik denice türlü mehalık, Buldum ki taaddi ile yıkılmış nice büldan, Fikretmekle çare bulunmaz buna asla, Tedbir ile tanzimi değil kabili imkân. Bildim ki medet senden olur, kimseden olmaz, Ey kadir-i kayyum meded derdime derman.”Padişah böylesine bağırıyor, şairlerde bağırıyor, bizim hainlerimizde tutturmuşlar, OSMANLI DİYEREK ANIRIYOR… Soyulurken soğan yaşarır gözler, Soyulurken vatan bakar öküzler….1627 yılında ölen Üveysi de Padişahı şöyle uyarıyordu: ”Vezire itimat etme benim devletlü hünkârım,” Olardır düşmeni dinin,olardır devlete bedhah. Vezaret sadrına geçmiş oturmuş bir bölük hayvan, Bu dini devlete hizmet eden yoktu ah,vah.
Ozanlığı Şeyhülislamlığından daha ünlü
olan Yahya Efendi(1552-1644),rüşvetçiliği ayyuka çıkan Sadrazam Kemankeş Ali Paşanın bu davranışını yüzüne
karşı söylemekten de çekinmez. Divanda, Ali Paşa ile baş başa kaldığı bir gün
Sadrazama çıkışır:
“Rüşvet
aldığınız işler kulağıma geldi. Bu yolda yanıldıysanız tövbekâr olunuz. Bir
yerden haksız olarak bir şeyi koparıp almak, gönlünde hayatın da ışığını
söndüren ne kötü tufanlara yol açar…”Der. Sadrazam Ali Paşa bu nasihate fena
halde bozulur ve alaylı bir biçimde:
“Bak şu dönen işlere ki, hep hak
yiyenler dediklerinizin servet ve saltanatları var.Beri tarafta,hak,hak diye
çenesini yorup duranlar ise,ya sürünecek,ya dövünecek hallere düşüyorlar.Bunun
hikmeti nedir acaba?!”Deyu sorar…Yahya Efendi bir leylek öyküsü ile hak yemenin
cezasını nesillerin çekeceğini anlatır.Rüşvetçi Sadrazam Ali Paşa,hiddetle ve
dahi şiddetle ayağa kalkar:
“Sizin gibi Şeyhülislam olan birinin,
benim gibi Sadrazam olan birine leylek hikâyesi anlatması tuhaf.”Der. Ve
Padişaha hikâyeyi tersten yorumlayarak Şeyhülislamı azlettirir. Bereket ki,
Şeyhülislamın bir dostu Padişaha gerçeği anlatarak makamına dönmesini sağlar.
Osmanlı Devletinde rüşvete dayalı bir ihanet olayı vardır ki, sonucu insanı
dehşete düşürür. Bekir Subaşı olayı: Birinci Süleyman’ın güçlü bir ordu ile
işgal ettiği bağdad şehrini kendisine özgü bir biçimde yeniden örgütler.
Çaldırandan sonra da İran ile gerginlik devam etmektedir. Birinci Süleyman,
İran Şahına300.000 altın rüşvet vererek, özel cellâtlar göndererek, oğlu
Şehzade Beyazıt’ı ve Üç torununu boğdurtmuştur. İran Şahı Tahmasp, Bağdad
valisi Bekir Subaşı ile gizli bir bağlantı kurar. Bekir Subaşı, çok yüklü altın
rüşveti ve sürekli Bağdad valisi olabilmek karşılığında Bağdat’ı Şah Tahmasp’a
teslim edecektir. Yalınız, doğrudan İstanbul’dan emir alan yeniçeriler, iç
kalede bulunmaktadır. İç kaleyi görmek bahanesiyle yeniçerileri kandıran Bekir Subaşı,
muhafız yeniçerileri öldürterek içkaleyi de ele geçirir. İranlılara teslim
ettiği Bağdat şehrine, Şah Tahmasp görkemli bir törenle girer ve yüklüce bir
rüşvetle sürekli valilik bekleyen Hain Bekir Subaşı İçin hükmünü verir.
Ayakları kızgın ateşe tutulan Bekir Subaşı’dan hazinesinin yarısının yeri öğrenilir.
Bekir Subaşı’nın oğlu da babasına karşı İran saflarına geçer. Şah Tahmasp
hükmünü verir:
“Kendi devletine ihanet eden adamdan
benim devletime ne hayır gelir! Bekir Subaşı ve oğlu bir kayığın direğine bağlanarak
ve katrana bulanarak yakıla…”Bekir Subaşı ve oğlu, bir kayığın direğine
bağlanarak katranlanır ve yakılır.68 sene önce okuduğum bu olayı hiç
unutamadım. Vatanını satmaya ne güzel bir bedel
27Ekim 1986 tarihli Milliyet
gazetesinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rahmetli Mehmet Rauf
Denktaş’ın, rüşvetle ilgili bir demeci yayınlanmıştı. Rahmetli M.Rauf
Denktaş’ın,”RÜŞVET AİDS GİB İDİR!”Başlığı altında verilen haber hiçbir kimsenin
dikkatini çekmemişti?!Bir teyp için kendisinden rüşvet istenilen bir adam ,gümrük
memuruna Müfettiş olduğunu söylediğinde,gümrük memuru ne mi demiş?!Rüşvet
olarak istediği meblağı iki katına çıkartmış sadece ve sadece… AİDS, tedavisi olmayan bir cinsel
hastalıktır sadece. Yalınız bulaştığı kişiyi öldürür. Rüşvet, bu hastalığa
tutulanlardan öte, aileleri, ulusları ve devletleri öldürür…
Eflatun/Platon/(MÖ:429-347.)Rüşvet adlı
bu toplumsal hastalığa itilmeyi başka mantığa bağlıyor: O,her birisi bir ömre bedel tartışmalarının birisinde Glaukon
ile kapışır:”Senin anlattığın yaradılıştaki doğru adam; dayak yer, işkence görür,
zincire vurulur, gözlerine mil çekilir, her türlü belaya uğrar. En sonunda da
kazığa oturtulur. O zaman doğru olarak değil de, doğru görünerek gerektiğine inanır.
Aiskhyslos’un sözü eğri adama çok daha uygun düşer, çünkü diyecekler, aslında
eğri adam, davranışları gerçeğe uygun olup, görünüş için yaşamadığından, eğri
görünmek değil,eğri olmakister.”
“Kafasının derin tarlasına eker,”
“Yararlıeledüşüncelerbiçer.”
“ Bir kere eğri adam doğru
görünmekle kendi sitesinde yönetimi yürütür. Sonra, beğendiği yerden kız alır.
Kendi çocuklarını da dilediği gibi evlendirir. Keyfinin istediği ile dostluk ya
da iş ilişkileri kurar. Bütün bunlardan da kendine çıkar sağlar. Çünkü aman
eğrilik etmeyeyim diye de bir kaygı taşımaz. Devlet işlerinden ya da özel
işlerinden dolayı biriyle çatışmaya girse, baskın çıkar, düşmanına karşı
üstünlük ve kazanç sağlar.Böylece de zenginleşir;dostlarına iyilik,düşmanlarına
da kötülük eder,tanrılara yaranarak
bol,bol tantana ile kurban keser,adaklar sunar.Tanrıların da yaranmak istediği
insanların da gözüne girmesini doğru adamdan çok daha iyi becerir.EK:Bay
RecepTayyibi ve din tacirlerimizi mi
anlatıyor?! Hiçbir yapmadan çocuklarımıza para vermek, her istediklerini de
emeksiz olarak şıp! Diyerek yerine getirmek, çocukları bedavacılığa
alıştırmaktır.
Bu Koca filozof?!Bu yüzden tanrıların
bile doğru adamadan çok onu kayırdıklarına şaşmamak gerek.Böylece tanrılar
da,insanlar da,der Sokrates,bu davranışlar eğri adama doğru adamınkinden çok
daha iyi bir hayat sağlar.”Eflatun IX’ uncu kitabının bir yerinde de,hazır
yiyiciliği alıştırılmış Tiran tipli adamları inceleyerek şöyle
der:”Hırsızlar,duvar delme,yankesicilik,yol kesicilik,tapınak soygunculuğu,insan
kaçakçılığı suçlarını işlerler.Çenesi kuvvetli olanlar;iftiracı,yalancı tanık
ve rüşvet yiyici olurlar.”Der.Çok uzun süreli kolluk kuvvetleri görevim
sırsında iyi ve kötü bir çok gözlemlerim olmuştur. Hiç bir iş yaptırtmadan
çocuklara para vermek, her istediğini de şıp! Diye yerine getirmek, çocukları
bedavacılığa alıştırmaktır. Emeksiz kazanmak, emeksiz yaşamak bir yaşam biçimi
olarak ortaya çıkmaktadır. Hazır yemeğe alışmış olan, çok büyük bir kamu
görevlisi olduğunda bu alışkanlığını sürdürmektedir.Bu tarz rahat bir yaşamı
sürdürebilmek içinde goygoyculuk,yağcılık,yalakalık ve riya bir gelenek olarak
sürdürülmektedir.Büyük vurgunların sözkonusu olduğu yer ve zamanda,bu
vurgunlara konabilmek için,her türlü namussuzluğa da
başvurulabilmektedir.Atatürk Devriminin Sosyolojisi’nin yazarı Kurt Stanhaus
ta,rüşvet olayına bir başka boyuttan yaklaşmaktadır.İslami gelenekte yenilen
Kâfirden!Alınan ganimetin Sekizde Biri /daha
önce yarısı Beytülmale/Hazineye/gerisi de ayette yazılı olanlara
verilirdi.Esirler,kadın olsun,erkek olsun ,mal hükmünde ganimet
sayılırdı./8’inci surenin 1 ve 41’inci ayetleri/Bunlardan Allah’a da pay
verilirdi?!İslamdan önce,bu ganimet geleneği Arap kabileleri arasında çok
yaygındı.Güneydoğuda görev yaptığım sırada bir şey öğrenmiş ve çok
şaşırmıştım:Bazı yörelerde,hiç hırsızlık yapmayana kız ermiyorlardı?!Dış
Ganimet ve Yağmayı gerçekleştirmek için çok büyük bir güce ihtiyaç vardı.Kurt
Stabhaus,dış yağmayı başaracak gücün olmayışı,yurt içine rüşvet olarak yansır
demektedir.Mezar taşında Sevr’i imzalamadığı yazılı olan bir Osmanlı Paşasının
oğlunun neler yaptığını bilenler var mıdır?Taksimden Metroya kadar,İstiklal
Caddesinin iki tarafında rüşvetle satın alınan binaları satarak,İstanbul—Marsilya,İstanbul—Paris’e
özel uçaklar kaldırtmanın sonunda Düşkünlerevine sığınarak orada ölmüştür.Alan
razı,veren razı,kontrol edenler de Niyazi olursa çok kara paralar haklanır,çok Tanrı
verdi apartmanlar da dikilir.Fuzuli gibi küserek uzlet köşesine çekilme mantığı
ile ,”Allah bunların cezasını elbette verir “tevekkülüyle bu işlerin üstesinden
gelinemez.Örnekleme çok önemli bir konu,Ziya Paşanın ünlü beyitindeki
durum,gerçekleri gören bir ozan feveranı değildir.Yiyiciler,rüşvetçiler çok
güçlü ve örgütlü,ihbar olman üzerlerine gidilemiyor mazereti günümüzde geçer
akçe.1982 tarih,Zonguldak kömür ve kum kaçakçıları,kış ortasında,beni Konya’ya
sürdürdüklerinde,Zonguldak Trafik Şube Müdürü Komiser Sayın Kadir Bey;bana bir nasihatte bulunmuştu: “Komutanım, Türkiye’de
rüşvet ve soygunun kökü kimseler tarafından kazıyamayacak
derinliktedir.Rüşvetle mücadele etmektense,rüşvetle yaşamağa
alışmalısınız?!Demişti,benimkisi saflık işte*!”
Osmanlı
döneminde,”ahalinin lükse ve dolayısıyla da rüşvete daldığına, dair Padişahlara
sunulmuş raporlar vardır. Geçim sıkıntısında olan memurlar, bir de, çok sık yer
değiştirmeye tabi tutulursa, ol memurun namuslu kalabilme direnci ne kadar sürer.
Güneydoğu’da bir ilçede ilçe jandarma bölük komutanı iken,495 TL. Maaş alan bir
tapu memurunun altın ve ziynet içinde yüzen iki karısına yanı sıra nikâhsız
olarak ünlü bir şarkıcı kadından olan kızına da ayda 95TL.Nafaka ödediğini de öğrendim.
Tüm bunlara rağmen, tüm ilçe halkının gözü önünde, evine hergün kasaplardan
yarım but gelirdi. Günde, iki paket Yeni Harman sigarayı ve bir binlik rakı da içerdi.
Lojmanda yalınız olduğum bir gün,bu tapu memurunu evime davet ettim,tüm masraf
faturalarını da önüne koydum.Diklenmek istedi,ben horozlanınca da yelkenleri
suya indirdi. Zorla aptes aldırarak tövbe ettirdim, utanarak içmesin ve
çalmasın diye. Ve haçça yolladım..Hep hazine arazilerine yönlenirdi,tapudaki
isimleri bir nokta ile değiştirme tehdidiyle hak sahiplerini de
soyardı.Bilinçli bir ekip mücadelesi olmadığı gibi,bu tip adamların arkaları
çok kuvvetli,ekonomik ve siyasi güç sahipleri ile de diyalogları çok
mükemmel.Her Memurun önünde;GÖRMEDİM,DUYMADIM VE KONUŞMADIM motifli maymun
figürleri de bir yaşam felsefesi olarak durduktan sonra?!Bilinmeyen bir halk
ozanının Osmanlı Dönemini anlatan Dörtlüğü ne korkunç:
“Eğeri kaltağ Osmanlı,”
“Şalvarı şaltağ Osmanlı.”
“Ekende yok, biçende yok,”
“Yiyende ortağ Osmanlı.”Ve dahi yıkılma sürecinde
Tevfik Fikret’in HAN-I YAĞMASI./1867—1915/Tevfik
Fikret’i; Aşiyan’ı ve Han’ı Yağma şiirini çoğumuz duymuşuzdur.1915
senesinden günümüze neler değişmiş, bir de bizler görelim:
Bu
sofracık Efendiler-ki iltikama muntazır,
Huzurunuzda
titriyor-Şu milletin ki hayatıdır,
Şu
milletin ki mustarip, şu milletin ki muntazır,
Fakat
sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır, hapır
Yiyin
Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin,
Doyunca,
tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.
Efendiler,
pek açsınız, bu çehrenizden bellidir;
Yiyin,
yiyemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?
Şu
nadi’i niam bakın kudumunuzla müftehir,
Bu
hakkıdır gazanızın evet, o hak ta elde bir.
Yiyin
Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin
Doyunca,
tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.
Bütün
bu nazlı Beylerin, ne varsa ortalıkta, say;
Hesap,
nesep, şeref, şataf, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün
sizin, Efendiler konak, saray, gelin, alay,
Bütün
sizin, bütün sizin hazır, hazır, kolay, kolay.
Yiyin
Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin
Doyunca,
tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.
Büyüklüğün
biraz ağır da olsa hazmı yok zarar,
Gururu,
ihtişamı var, surûri intikamı var.
Bu
sofra iltifatından işte âb u tab umar.
Sizin
şu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar.
Yiyin
Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin;
Doyunca,
tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.
Verir
zavallı memleket, verir ne varsa; malını.
Vücudunu,
hayatını, ümidini, hayalini,
Bütün
ferağ’ı halini, olanca şevk u balini
Hemen
yutun, düşünmeyin; haramını helalini.
Yiyin
Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin;
Doyunca,
tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.
Bu
haramın sonu gelir, kıpıştırın giderayak,
Yarın
bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak.
Bugün
ki mideler kavi, bugün ki çorbalar sıcak,
Atıştırın,
tıkıştırın kapış, kapış, çanak, çanak.
Yiyin
Efendiler, çekinmeyin; bu han’ı iştiha sizin;
Doyunca,
tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin.”
Rahmetli Büyük Hicivcimiz Neyzen Tevfik Kolaylı;
İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki politikacılarımızı ne güzel taşlamıştı:
Kime
sordumsa seni, doğru cevap vermediler;
Kimi
alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.
Künyeni
almak için partiye ettim telefon:
“Bizdeki kayda
göre, şimdi o mebus!” Dediler. Şeyhülislam Asım da bu görüştedir:/3’üncü Mustafa’nın
görüşündedir/
“Hak bu kim mülk-i cihan girdi yed-i müptezele
Akl-ı sadıka nizamı hele hiç girmez ele,
Berk ü barını kamu eyledi yağma hazele,
Ab-ı şer ile meğer ravza-i devlet düzele.”
“Hak bu kim mülk-i cihan girdi yed-i müptezele
Akl-ı sadıka nizamı hele hiç girmez ele,
Berk ü barını kamu eyledi yağma hazele,
Ab-ı şer ile meğer ravza-i devlet düzele.”
Sadrazam Ragıp Paşa’nın umudu yoktur:
“Niceler eyledi kâmın bu cihanı tiz ele,
Feleğin devri mutabık yine bezm-i ezele.
Sanma ey dil ki saadet bula bir dem hazele,
Verdi hallak-ı cihan müptezeli müptezele.”
“Niceler eyledi kâmın bu cihanı tiz ele,
Feleğin devri mutabık yine bezm-i ezele.
Sanma ey dil ki saadet bula bir dem hazele,
Verdi hallak-ı cihan müptezeli müptezele.”
Ziya Paşa, umudunu yitirmemiş;
“Asiyab-ı devleti bir har da olsa döndürür.
Şair Eşref de
devlet çarkının nasıl döndüğünü görünce söylenmiş eleştirisini korkusuz ortaya
koymuş; “Döndürür döndürür de anasının örekesine döndürür. Sultan III’ üncü
Mustafa’nın kıt‘asını ve ona yazılan nazireleri bütünlüğü bozmamak ve fikrî
takip yapmak amacıyla art arda veriyoruz: Güfte-i Sultân Mustafa Hân Yıkılupdur
bu cihân sanma ki bizde düzele Devleti çerh-i denî virdi kamu mübtezele imdi
erbâb-ı sa‘âdetde gezen hep hazele işimüz kaldı bizüm merhamet-i
Lem-yezel’e.”
III. Selim daha yumuşak iniş yapıyor;
“Akın aldanma
gönül âlemde yok zerre vefâ,
Devletin tâlii bozuk ver ona yâ rab şifâ.
Zevk eyyâmı değil şimdi harâm oldu safâ,
Lâyık olursa cihânda bana taht-ı şevket,
Eylemek mahz-ı safâdır bana nâsa hizmet.”
Devletin tâlii bozuk ver ona yâ rab şifâ.
Zevk eyyâmı değil şimdi harâm oldu safâ,
Lâyık olursa cihânda bana taht-ı şevket,
Eylemek mahz-ı safâdır bana nâsa hizmet.”
Kanuni
sütkardeşi Yahya Efendi’ye sorar:
– Bir devlet
hangi halde çöker?
Yahya Efendi
yanıt verir:”Neme lâzım Sultanım?!”
Padişah bir şey
anlamaz,sorusunu yineler:
– Bir devlet hangi halde çöker?!Üçüncü tekrarında yanıtını alır:
– Bir devlette
zulüm yayılsa, haksızlık şayi olsa, işitenler de ‘neme lazım’ deyip
uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu
söylemeyip sussa devlet çöker.”Birinci Süleyman Oğlu Şehzade Mustafa’yı
boğdurtunca, Yahya Efendi, Süleyman’ı tenkit edince, derhal emekliye sevk
edilmişti. Yahya Efendi de Beşiktaş’ına yaptırdığı dergâhına çekilmişti.
Önümdeki gazetede resimli, ilginç bir
habere bakıyordum.Elindeki oyuncak tabancayla soyguna kalkışan 13 yaşlarındaki
bir çocuğun tutuklu hali gazetelere
yansımıştı.Haberi okur iken bulunduğum yazıhaneye ,temiz giyimli genç bir adam
telaşla girdi.Ellerindeki paketleri düşürmemek kaygısıyla iç cebindeki
kalemleri çıkartarak,masanın gözüne sakladı.Yazıhanenin sahibi Dostum Rahmetli
Şevket Topatan,gülerek ve merakla sordu:
“Hayır
ola ne yapıyorsunuz?”Diye sorduğun da;”Ağabey, dedi o genç adam, trafik
polisleri üzerimde ne bulurlarsa alıyorlar. Ne yapayım*!”Demişti. Rahmetli
dostum da:
“Kalem
dayandıramıyoruz!?”Demişti.Elimdeki yazı tomarına bir de,13 yaşında oyuncak
tabanca hırsızı çocuğun resmine bakmıştım.Bu haberden sonra,ülkemizde ne
soygunlar ve ne rüşvetler,gazetelerimizde
tepki çekmeyen birer haber olmuştu:
“Marmaris
davası,”
“İskenderun’da
olay üstüne olay!””11 Gümrükçü açığa alındı.”
“Emlak
Bankası Horzum olayı!”
“Atina’da
Kokainle yakayı ele veren Turan Çevik.”
28Aralık 1988 tarihli Hürriyet’te,”Hürriyet’ten
namuslu bürokratlara çağrı”:”Hediyeye kanma!”
“Yılbaşı
Sepeti, bal gibi rüşvet!”
“Zeynep
sepeti 500.000Lira.”
Bürokratlar için hazırlanan yılbaşı hediyeleri,
milyonlarla ölçülüyor!”
11 Aralık 1988 tarihli Sabah’ta Güngör Mengi
yazıyor:”Hastalık Var!”Bu yazıyı 5’inci bölüme koyalım, önce de iki şiir
koyalım:
Büyük Çin
Filozofu Konfüçyüs: ”Bir yerde dinden söz edildi miydi sıkı durunuz: Ya
canınızı, ya da malınızı alacaklardır!” Buyurmuş!
Asırlar boyunca, değişmeden ve aksamadan
oynanan oyun budur!
İnsanlar üç gruba ayrılmışlardır:
1*Aldatanlar, çok az sayıda, örgütlü ve
tüm değerleri araç olarak kullananlar,
2*Aldatılanlar, çok sayıda aldatılmaya
iştiyaklı kalabalıklar,
3*Bağırıp, çağıranlar; aldatılmaya hazır
olanları uyandırmak için hapislerde yatanlar ve kafaları kesilen idealist grup.
İzin verirseniz, sazı önce bendeniz
elime alayım:
HİÇBİR ŞEY
DEĞİŞMEZ!
Değişmez duygular,
öfkeler kinler;
İnsan aynı, ağaç aynı,
kuş aynı.
Sevsen de, ölsen de kim
duyar, dinler!
Mecnun aynı, Leyla aynı,
eş aynı.
Kuyu aynı, dolap aynı,
su aynı;
Şarap aynı, tarak aynı,
tas aynı.
Değişse aynalar, kokular
tümden;
Yürek aynı, çiçek aynı,
düş aynı.
Ana aynı, bebe aynı, süt
aynı;
Ocak aynı, ateş aynı,
şiş aynı. Koku aynı, acı aynı, düş aynı;
Değişen yalınız söyle
zaman mı?
Gök aynı, bulut aynı,
yaş aynı;
Dost aynı, düşman aynı,
eş aynı.
Dudak aynı, öpüş aynı,
diş aynı;
Değişen yalınız sözle
zaman mı?
Yelkovanım, Akrep oldum
peşinde;
Gece yanımdasın, gündüz
düşümde.
Şehir, şehir yıllar yılı
peşinde;
Umut aynı, özlem aynı,
düş aynı;
Değişen yalınız sözle
zaman mı?
Emekli Yargıçlarımızdan Rahmetli Ali
Hadi Okan, ”Nef’i zaman” takma adı ile güzel hicivler yazmıştır. ”Dalkavuklar
ağzından”,
ESKİ ZAMAN
FELSEFESİ
Riya kovanında bal
petek, petek,
Yaşamak istersen etek
öp, etek,
Mizaçgir olursan
yemezsin kötek,
Yaşamak istersen etek
öp, etek.
Bir yere girdin mi geçme
ön safa,
Saygıyla selam ve iki
tarafa,
Dilini sıkı tut, karışma
lâfa,
Yaşamak istersen etek öp
etek
Siyaha beyaz de, aka ak deme,
Hak elden gidince, hani hak
deme,
Gözünü kör eyle, şuna bak deme,
Yaşamak istersen etek öp, etek.
HAYDİ, DEDİLER Mİ, ELİNİ KALDIR,
ÇOKLUĞUN YANINDA, AZLIĞA SALDIR,
ANAFOR AŞINA KAŞIĞI DALDIR;
YAŞAMAK İSTERSEN, SIRAYA VUR YETER!
Siyaset denilen sihirli perde,
İçine gireni düşürür derde,
İZZET’İNAEFSİNİ YERLERE SERDE,
Yaşamak istersen etek öp, etek.
Ateşle oynama dururken maşa,
Kim başa geçerse, de ona yaşa!
Düşenin başını, çal taştan,
taşa,
Yaşamak istersen etek öp, etek.
Sevdaya tutulma, şimdiki amur,
Şehvetle yoğrulmuş bir avuç
çamur.
Rükû ede, ede olsan da kambur,
Yaşamak istersen, etek öp, etek.
Bir pula geçmiyor asalet, arma,
Adam olmak için kendini yorma,
Üzümünü ye de, bağını sorma,
Yaşamak istersen, etek öp, etek.
El etek öpersen, bulursun arka,
Garpta yan gelirsin, gitmezsin
şarka,
Riyadır cihanda, en güzel marka,
Yaşamak istersen etek öp, etek…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder