TC.
OSMAN
TÜRKOĞUZ
TV.
ÇEŞMEALTI,08 Haziran 2015.YENİDEN EKLİ OLARAK.
AKPE
DÖNEMİNDEKİ RÜŞVETLERİN ALENİLEŞMESİ ÜZERİNE, YENİDEN KALEME ALDIĞIM BU
KİTABIMIN YAZILIMI İKİ DEFA SİLİNMESİNE KARŞIN YAZMAK İÇİN İNATLAŞTIĞIMI
BİLGİLERİNİZE SUNARIM:
RÜŞVETİN
ANATOMİSİ,--1--
Bireylerin ve Toplumların Çürümüşlüğü.
“Selam verdim, rüşvet değildir deyu
olmadılar!”
Ferman gösterdim, hükümsüzdür
deyü mültefit olmadılar!”
FUZULİ.1483—1556
Kerbela. Azeri asıllı büyük Türk Ozanıdır. Türbesini Saddam Hüseyin dozerlerle
yerle bir ettirmiştir. Sadam’ın davetine,128 Azeri bilim adamı katıldığı halde,
Fuzuli’nin Alevi oluşu nedeniyle bir tek Türk bilim adamı katılmamıştır. Amma,
BAY RECEP’İN DAVETİNE İCABET EDEREK KAÇ—AK SARAYA,CEPLİ VE ÖNÜ DÜĞMELİ
CÜPPELERİYLE KOŞARAK GİTMİŞLERDİR.
“Rüşvetin Tarihi,”
RÜŞVET;
çok tanrılı dinlerin insanlığa armağanıdır. İlkel insanlar, her türlü doğal
afetlerin doğaüstü güçler tarafından, suç işleyen insanlara zarar vermek
amacıyla, meydana getirildiğine inanarak bu güçleri sakinleştirebilmek için
insanları kurban etmişler, türlü sunmalarda da
bulunmuşlardır.Yersarsıntılarının ,durup,dururken yangınların
çıkmasının,,toprak kaymalarının ,insanların cart diyerek ölmelerinin kurban
isteyen tanrıların eseri olduğuna inanan insanlar,onları sakinleştirmek için
vermiş oldukları rüşvetler insanoğlunun başına bela olmuş,bireyleri ve
toplumları yozlaştırarak, toplumların
yok olmalarına da neden olmuştur.Ünlü İzmirli hemşerimiz gözleri
görmeyen Ozan Homeros,antik
çağ,MÖ:850.İki büyük destan yazmıştır.İlyada,facialarla dolu bir tarihi olayın
şiirsel anlatımıdır.Odisseus,bir kahramanın hayat öyküsüdür.”Tanrılara rüşvet
olarak hediye verilmedikçe,tanrılar teskin edilemez!?”Diye
yazmaktadır.Zeus’a,jüpiter’e,Anu’ya,Tüylüyılan’a/Quatzatquatıl/,rüşvet olarak
insanlar verilirken,zamanla Zeus anlam değiştirerek işlevi aynı kalmak üzere
DİEU=ALLAH=TANRI ANLAMINA GELMİŞTİR.Somut tanrılar,bir tek soyut Tanrı’da
ALLAH’TA BİRLEŞTİRİLMİŞ,Hz.Muhammet,Arabın ALLAH’INA HAYVANLARI KURBAN ETMEYİ
BAĞIŞLAMIŞTIR.Günümüzde ,Müslümanlar,kendi inançlarına uymayan dindaşlarını
Allah’ın adını kullanarak ALLAHA KURBAN ETMEKTEDİRLER.
“Anadolu’da ilk rüşveti
MÖ:3700tarihinde Hatti kıralı Warşama’nın aldığı ortaya çıktı. Kayseri
--Kültepe’deki yapılan kazılarda bulunan tabletler, rüşvetin tarihi belgesi
oldu! Asurluların bölgede rahatça ticaret yapmak için Hatti Kıralı Warşama’yı
çeşitli hediyelere boğduğu, kıralın da tüccarlara yazılı izin belgesi verdiği
kanıtlandı. Kayseri Müze Müdürü Hamdi Biçer:”Elimizdeki tabletler gösteriyor
ki, Anadolu’daki ilk rüşvet, Kayseri-Kültepe’de verilmeye başlamış,”dedi, Posta
Gazetesi,03Temmuz 2008.
Sümerlerde ilk rüşvet, MÖ.2500 yılında, oğluna fazladan not vermek için
bir öğretmen tarafından öğrencinin babasından alınmıştır. Profesör Dr. Muazzez
İlmiye Çığ, Sümerli Lüdingirra’nın anıları.
İslamda ilk rüşveti de, Halife Hz.
Osman’ın kapıcısı, Ünlü süvari Halit bin Velit’ten, kendisini Hz. Osman ile
konuşturmak için iki altın olarak alınmıştır. Ostüzü. Roma İmparatorluğunda,
rüşvet alan büyük memurların boğazlarına erimiş altın akıtılırken, gariban
rüşvetçi memurların boğazlarına da erimiş kurşun akıtılırdı. Gerisini iş bu
yazımdan okuyabilirsiniz. Osmanlı döneminde 16’ıncı asırda, Kütahya’da oruç
yiyen Şükrü adlı bir halk ozanının boğazına erimiş kurşun akıtılmıştır. İslamda
gidişat o doğrultudadır.
Bir siyasi partiden milletvekili
adayı olup ta, TBMM’ECLİSİNE girdikten sonra başka bir siyasi partiye geçme
olayını çok yaşadık. Hatta1975 yılında, CHP’DEN başka bir siyasi partiye geçen
aşiret reisi bir siyasinin, bilmem kaçıncı kez, mayınlı sahada kalan arazisi
için kamulaştırma bedelini istemesi olayına yakinen tanık olmuş, daha önceki
ödemeyle ilgili belgeleri Hatay il jandarma alay komutanlığı arşivinden
çıkartarak yüzüne vurmuştum. Hatta Fırıldak lakabına alan Afyonlu bir
milletvekili, kendisine On milyon Dolar verecek olan siyasi partiye hemen
transfer olacağını ilan etmişti.1982 Anayasamız, koalisyonlu dönemlerde yüzen
oy olarak adlandırılan bu gibi politikacılarımın, sık, sık siyasi parti
değiştirmesini önlemek için ünlü 84’üncü madde getirilmişti.
“BİR ANAPMİLLETVEKİLİNİN SAMİMİ
İTİRAFLARI:”
“ÜÇKÂĞITÇI OLMAYAN BU ÜLKEDE
YAŞAYAMAZ!”
“Anap‘ın
Bilecik Milletvekili Mehmet Seven,”Türkiye’de her türlü dalavere ve yolsuzluk
dönüyor. İşadamından genel müdürüne kadar, parayla ilgili herkes, her türlü
yamukluğu yapıyor!”Dedi. Kişiliğinde bir sürü oluklar olan adamlar nerelere
getiriliyor. Dürüst insanlar dalaverelere girmeyince, oradan oraya sürülüp
anaları öpülüyor. Daha da yetmezse, açıkça,”çek git” diyorlar. Böyle düzen
olmaz!””Bürokrasi, artık Hükümetin sözüne kulak asmıyor. Bir iktidar partisi
milletvekili,50 günden beri Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğüne ulaşamadı. Kimse
söz dinlemiyor!””Bankalardan kredi alanların aveneleri. Bu banklarda işe
giriyor. Kredi alanların telefonlarına anında çıkan genel müdürler,
Milletvekillerine cevap vermek zahmetine bile katlanmıyorlar. EK:
/Milletvekilinin isyanı haksızlıklara değil de, kendilerine vatandaşlarımıza
yapılanlardan farklı bir işlem
yapılmamasınadır./ Çünkü diğer taraftan para çıkarları var.Bu kredilerin
nasıl verildiğini biliyorum,hepsini de açıklayacağım.Elimde bir sürü yolsuzluk
dosyası var.Hastabakıcıyı âmir yapıp,doktoru emrine vermeye kalkıyorlar!Bu
nasıl bir düzen,bu nasıl bir adalet?Çok dürüst adamlar bize
yaramıyor.Unutulmasın bu ezilenlerin tepkileri sonra acayip olur.Makam ve
mevkiler ,kimselere baki değildir!”Fatih ERTÜRK,Meydan Gazetesi,22 Aralık
1990.Bu milletvekilinin derdi de,tehdit ile emzik almaya yöneliktir.Ağlamasına bakmayınız?!
06 Kasım 1983 Genel seçimlerinde,
Halkçı partiden TBMMECLİSİNE giren Sayın
Yılmaz Hastürk ile Sayın İsmet Turangil, in durumları da Türkiye’yi günlerce
işgal etmiştir.Sayın Yılmaz Hastürk’ün Doğruyol partisine,Sayın İsmet
Turhangil’in de Demokratik Sol Partiye girmeleri Anayasal hükümlerle ve dahi
siyasi etik ile bağdaştırılamamıştı?! Sayın Emin Çölaşan’ın, 19 Ekim 1986 Pazar
tarihli Hürriyet gazetesinde, Bu iki Yüzen oyla yaptığı Pazar Sohbeti
yayımlanmıştı. Bu iki milletvekilimiz aynen şöyle buyurmuşlardı:
“Milletvekilliğinden Özal’ın
arzusuyla uzaklaştırılmak istenilen bizler, rüşvet almadık, yolsuzluk yapmadık,
vatan satmadık!”
Günümüzde ve dünümüzde çokça
kullanılan bu rüşvet almak rüşvet vermek, rüşvet yemek, rüşvet yedirmek nasıl
bir şeydir?!Tam böyle dünürken,aynı tarihli Milliyet gazetesinde bir rüşvet
olayı yayınlanmıştı:”Başlık:”300.000 lira rüşvet alırken yakalandı?!””Rüşvetçi
memura suçüstü?!”Diye süren bir habere rastladık.Bay Turgut Özal’ın,”Benim
memurum işini bilir?!”Fetvasını bu salak memur yerine getirememiş?!Ol haber
yazısının kenarında iki adam resmi,ikisi de bıyıklı;birisinin elinde bir kâğıt,başı da dimdik.Ötekisi ellerini suçluluğu
önünde kilitlemiş,gözleri de
yerlerde…İzmir çıkışlı haber şöyle devam ediyordu:”İzmir belediyesi trafik
Çalıştıran Üç ortağa:”Hakkınızda şikayet
var.Ya 300.000Lira veririniz,ya da durumu encümene gönderir,ruhsatınızı iptal
ettiririm.”Dedi.Aynı haberi Cumhuriyet gazetesi
de vermiş…Her rüşvet olayında olduğu gibi,---Birisi hariç---Cumhuriyet
savcısına suç duyurusu yapmak ve numarası önceden alınmış paraları rüşvetçi
memura verip,polis baskını ile de suçüstü yakalatmak…
Tarihimizde çok ilginç rüşvet olayları
vardır: Sonradan, Budapeşte’de boğularak öldürülen Sadrazam Merzifonlu
Karamustafa Paşa, rüşvet alarak bir gayrimüslime meyhane açtırır. Padişahın
bunu duyduğunun haberini alınca da, hiçbir şeyden haberi olmayan sır kâtibi
Hasan Efendinin boynunu vurdurtarak padişah’ı ruyuzemine bir arıza gönderir:
“Haberim olmadan Mührü hümayunu kullanarak,
bir kefereye ruhsat vererek meyhane açtıran sır kâtibim Hasan Efendinin işbu
suçundan naşi boynu vurulmakla…..”Boynuzlu tekenin intikamı boynuzsuz keçiden
alınırmış?!Türk atasözü.Bu rüşvet denilen,toplumları ve aile ocaklarını
söndüren,devletlerin yıkılmasına neden olan olayı,okumuşluğu artırmak ve kültür
düzeyini yükseltmekle önlemek mümkün değildir. Profesör Dr.Rahmetli Rasim
Adasal, bir yazısında, rüşvet yemenin ve rüşvet yememenin bir hastalık olduğunu
vurgulamıştı. Yıldırım Beyazıt zamanında, ünlü bir Kadıyanıfennar olayı vardır.
Yıldırım Beyazıt,rüşvet yediği saptanan 80 Kadının,Yenişehir ovasında
yakılmasını ferman etmişti.Daha büyük rüşvetçiler bunun ifasını
önlemişlerdi.Osmanlıda çok akıllı bir kadı,rüşvet aldığında,deniz kumundan
seksen arabalık kumu ya da,mevsim kış ise v 80 arabalık karı satmış
olurdu?!Rüşvet yemek nasıl bir hastalıktır ve bunun kökü nerede başlar,bunu
açıklamaya çalışacağım. RÜŞVET,SEFALETTEN Mİ KAYNAKLANIR,SEFAHATTEN
Mİ KAYNAKLANIR?!İLK BAŞLANGIÇLARDA KORKUDAN KAYNAKLANMIŞTIR?!SONRALARI DA ÇIKARLARA
HİZMET ETMİŞTİR.
Sefillerin karınlarını doyurabilmek için
aldıkları Üç-Beş kuruşa rüşvet dersek; Sefihlerin aldıkları milyarlara ne
dememiz gerekir*!
“Milyar çalan mesnedi izzet’i
serefraz,
Bir kuruş mürtekibin cay’ı
kürektir.”
Rüşvet olayının geçmediği yer yok gibidir.
Yıllarca önce gazetelerimize yansımıştı.Ankara Belediyesi Mezarlıklar
Müdürlüğünde,ölüsünü gömme derdine düşen bir vatandaşımızdan da rüşvet
istenmişti.Cenazesini yüzüstü bırakan bu vatandaşımız,rüşvetçi memuru suçüstü
yakalatmıştı…Benim en çok garibime giden bir rüşvet olayı da ,Anaplı bir
Bakanın karıştığı rüşvet olayıdır:Bu rüşvet olayının çözümü, Kırk yıllık bir
jandarma subayı olarak bana çok ters gelmişti.Bu konuya daha ileride
değineceğiz.Benim anlatmak istediğim,bu olaydaki bir rastlantıdır.Rüşvet olayı
olarak Yücedivan’a akseden bu olayın kahramanı olan Bakanımız,bir Cuma
günü,Cuma namazını eda etmek üzere,Dikmen Camisine gider.Rastlantıya bakınız
ki,Minbere çıkan imam,rüşvetin fenalıkları üzerine bir vaaz vermez mi?!Ol
rüşvetçi Bakanımız/Demircili/,gözleri dolu,dolu,cehennem ateşleriyle süslü bu
vaazı huşu ile dinlemişti.Biz,örneklerini aldığımız rüşvet olaylarını sıralamadan
önce,rüşvetin bir tanımını yapalım:
Rüşvet, Rişvet:(Arapça isim.)Vazifeliye bir
işi yaptırtmak ya da yaptırtmamak için verilen para ya da hediye.”Rüşvet
töhmetinden beri etti.”Naima. Mustafa Nihat Özön, Türkçe—Osmanlıca Sözlük.
Rüşvetçi: İsim,—Osmanlıca—Arapça. Bir görevlinin elindeki olanakları, para ya
da mal karşılığında kötüye kullanması.(İng.Bribery),bu yolda verilen para ya da
mal. Fr. Présent donné pour corrompre, pot de vin.
Rüşvet almak:(Deyim).Rüşvet olarak verilen
parayı ya da malı kabul etmek.”Efendi, nedir o,rüşvet mi alıyorsunuz?(İng.to
accept, receive a briebe, Fr. Accepter de présens, se laisser corrompre par des
présents, prévarique. Okyanus, Türkçe Sözlük, Prof.Dr. Pars Tuğlacı.
Eski Türk Ceza Kanunu rüşveti şöylece
tanımlamıştı:”Kanunen ve nizamen yapmaya mecbur olduğu şeyi yapmak veya
yapmamak için aldıkları ve başkalarına aldırdıkları para ve hediye namıyla
alıkları eşya ve her ne suretle olursa olsun, temin ettikleri sair menfaatler
rüşvet olduğu gibi, bu maksada mebni az veya çok bahaya alıp sattıkları ve
ihale eyledikleri mal ve mülklerin hakiki kıymetiyle verilip, alınan bedel
arasındaki fahiş fark dahi rüşvettir.”Bu tanımdan sonra, başka bir maddede de
şöyle bir tanım yapılmıştır:
“Kanun ve nizam hükümlerine göre yapmaya
mecbur olduğu şeyi yapmak veya yapmamaya mecbur olduğu şeyi yapmak için rüşvet
alan,,,”Rüşvet suçunun işlenebilmesi için kamu işiyle ilgili bir görevlinin var
olması şarttır.Rüşvet;devlet idaresine karşı işlenen cürümlerdendir.Rüşvet
olayında zarar gören ve itibarını yitiren devlettir.Rüşvet,toplu suçlar
gurubuna girer.Bu suçun işlenebilmesi için rüşvet alan ve rüşvet veren
olmalıdır.Rüşvet suçunda,suçlular ortak suçlu değil,ayrı,ayrı bağımsız
suçludurlar…Eski,TCK.279’uncu maddede memurun tanımını,rüşvet alma cürmü
yönünden ayrı vermişti.Askeri Ceza kanununun 135’inci maddesi,Asker kişiler
için rüşvet tanımını getirmiştir.Milletvekilleri de rüşvet suçu yönünden memur
sayılırlar.Kendisini memur gibi göstererek para alan ve çıkar temin eden
kişinin işlemiş olduğu suç
dolandırıcılıktır.Eski TCK.211’inci maddesi,memurun kanunen ve nizamen yapmak
veya yapmamak veya yapmakla yükümlü olduğu şeyi yapmak ya da yapmamak fiiliyle
sanığın vazifesi arasında bir bağ aranmıştır.
Suçun maddi unsurunu, memurun yapmaya mecbur
olduğu şeyi yapmak ya da yapmamak için çıkar temin etmesi ya da memura böyle
bir maksat için çıkar temin edilmesi oluşturur. Eski, TCK. Madde 218,suçun
manevi unsuru:Rüşvet alan ve rüşvet verenin bu konuda iradelerinin birleştiğini
gösteren rüşvet mukavelesi oluşturur.Memura verilen hediyenin rüşvetten
sayılıp,sayılamayacağı,ülkemizde
tartışılır durur.Hediye rüşvetten sayılsın mı,sayılmasın mı?!Ne miktar
hediye rüşvetten sayılsın?Büyük devlet adamımız sayın Ahmet Necdet
Sezer,Cumhurbaşkanlığı döneminde kendisine verilen 1243 parça hediyeyi Türkiye
Cumhuriyetine teslim etmiştir.Abdullah Gül’den,bu konuda hiç ses çıkmamıştır.Irza geçme fiilinde,”bir
erkeğin maslahatının duhulü” aranmaktadır.Ne miktar duhul sorusu
sorulmamaktadır?Kayaların yarığına giren sular ol kayaları patlatır.Ne miktar
suyun kayanın yarığına girmesine izin vereceğiz*!Memurların görevleri nedeniyle
yapmış olduğu ve yapacağı işlerde hediye söz konusu
olmamalıdır.Memurlar,yapacakları işler için maaş almaktadırlar.Hediye rüşvetin
öteki adıdır ve kanuna karşı bir hiledir.Bir zamanlar,Anap iktidarının Maliye
Bakanı olan,Dışişleri Bakanı olunca da bıyığını kestiren bir zat,bir holdingin
Maliye Bakanlığı memurları için hazırlamış olduğu küçücük yılbaşı paketlerinin
memurları tarafından alınmasını engellemişti.Öte tarafta da neler
olmuştu,neler?!Sayın Bekir Coşkun,bizim 1987 tarihinde yayımlamış olduğumuz bu
yazımıza girmeye hak kazanan bir yazıyı 18 Kasım 1990 tarihinde,sabah
Gazetesinde yayınlamıştı.Ol yazısının konusu da “Hediye”,idi.Hediye
ile Rüşvetin ilgisi nedeniyle iş o yazıyı yazıma eklemeyi uygun buldum.Gerisi,
Salakların,Malakların ve dahi Solakların gözlerini boyamak ve dahi devletli
hırsızların hırsızlıkların da kılıf hazırlamaktır.Bendeniz nice çoban
Mehmetlerin ,hediye,mediye adı altında ne kervanlar götürdüklerini görmüşümdür.
“ONUNCU KÖY,
Bekir Coşkun.”
“Doğru söyleyeni Dokuz köyden kovarlar.”Türk Atasözü.”
“Sakıp Sabancı’nın evinde bomba
uzmanları bir paket açıyor… Sabancı, postadan paket gelince ,”patlar, matlar”,diye
bomba uzmanlarını çağırtmış…
İçinden bir vazo çıkıyor…
Gerisini Sakıp Ağa anlattı:
ABD
Başkan Yardımcısına bir çini vazo hediye etmiş…Bu işadamları “hediye” işini iyi
bilirler...Aradan zaman geçmiş.Amerika’dan gelen ve bomba sanılan paketten çıkan
o vazo….
ABD Başkanı da uzunca bir mektup
yazmış:
“Sayın Sabacı Ekselansları,”
“ABD yasalarına göre; bir ABD siyaset adamı
200 Doların üzerinde hediye kabul edemez. Ben, ABD’YE döner dönmez, nazik bir
jest olarak bana hediye ettiğiniz vazonun ekspertizini yaptırttım ve fiyatının
iki yüz Doların çok üzerinde olduğunu öğrendim. çok sevdiğim halde;
yasalarımıza göre, bu vazoyu size iade etmek zorundayım. Umarım beni anlayışla
karşılar ve bağışlarsınız…”
Paketten çıkan bomba değilse bile Sabancı’yı
çok etkilemiş olmalı ki, bunu anlatıp duruyor…
Bomba yemiş gibi olmuştur, çünkü bir işadamı
olarak hediyenin “yasalar gereği,”geri verildiği Türkiye’de hiç görülmüş şey
midir? Ne hediyeler vardır bu memlekette… Doğum günlerinde pırlanta
yüzüklerden, villalara kadar… Sekiz dil konuşan BMW arabalardan, altın
silahlara kadar…
Daha bizim bilmediğimiz, duymadığımız nice
hediyeler…
Geçende taşradan gelen bir kasketli
vatandaş, Bakanın birisine ayağı bağlı bir Hindi getirmiş… Kapıda, polisler
kovmuşlar…
Zaten,
Bakanın özel kalem Müdiresi de kızmış:
“Na yapacağız hindiyi?”
Kasketli vatandaş Cahil…
Bakan tapu müdürü mü?
Ne yapsın hindiyi? Ufacık bir altın set
olsaydı… Maksat yarım elma, gönül alma…
Sen kalk hindi getir…
Arkadaşım Nezih Tavlaş’ın bir kitabı çıktı…
İspanyol CASA uçaklarının Türkiye’ye uçak
satım ihalesini nasıl kazandığını anlatıyor. İhale aşamasında, İspanya’daki
CASA yetkilisinin, Ankara’daki Temsilcisine gönderdiği bir belge de kitapta yer
alıyor… Yetkili Temsilcisine yazmış:
“İhaleyi alıyoruz, hediyeleri
dağıtın…”
Ve CASA, biliyorsunuz ihaleyi aldı…
“Hediyeleri
dağıtın”!Emri gereği kimlere hediyeler verildi?
Hediye dedikleri
Nedir? Her halde bunları öğreneceğiz…
Tıpkı
Lockheed skandalı tüm dünyada günışığına çıkartıldığı, suçlular cezalarını
çektikleri halde, ülkemizde üstü örtüldüğü gibi…
Üstelik
işi pratikleştirip rüşvetin adını “Hediye” koydular…
Ve hediyelerden geçilmiyor…
Daha kimbilir ne hediyeler vardır…
Ne bilelim biz…”
Ceza
Kanunlarımıza göre ağır bir cürüm olan RÜŞVET, İslam dini açısından cehennemlik
bir günahtır. Arap Peygamberi Hz. Muhammed’din bu husustaki hadisleri
apaçıktır. Rüşveti de, rüşvetçileri de, rüşvet alanı da, rüşvet vereni ve de
rüşvete aracılık edenleri de lanetlemektedir… Hem Müslüman geçinen, hem de
hediye, mediye, rüşvet ve müşvetle ayşınuş edenlere hediye olarak konuyla
ilgili birkaç hadisi sıralayayım:
“Rüşvetten gelişen her cesede en layık şey
ateştir.”
“Allah’ın laneti,rüşvet verene de,rüşvet
alana da,her ikisi arasında vasıta olana da….”
“İmama hediye vermek ihanette bulunmaktır.”
“Bir emirin hediye alması haramdır, hâkimin
rüşvet kabul etmesi de kâfirliktir.”
“Halkın başına geçen kişinin emri
altındakilerle alış, verişte bulunması hainliğin kardeşidir.”
“Lanet olsun paraya ve pula kul olanlara.”
“Ümmetimin başına, onları doğru yoldan
saptıracak kişilerin geçmesinden korkarım.”
“Şu Ümmetimin işlerinden bir işin başına
geçip te onlara adaletle muamele etmeyen kişiyi Allah yüzüstü cehenneme atar.”
“Sizden öncekiler, ancak içlerinden Yüce
kişiler hırsızlık etti mi; cezalarını vermedikleri. Zayıf olanlar hırsızlık
edince cezasını verdikleri için battılar.”
Dinde
de rüşvetin ve rüşvetçinin yeri belli olduğu halde; tarih rüşvet yiyen nice
dincilerin öyküleriyle dopdolu… Osmanlının hoşgörülü yönetiminden memnun
olarak, kitleler hailinde Müslümanlığa geçenleri bu geçişlerini durdurmak için,
Hıristiyan din ulularının rüşvetle Şeyhülislamlardan fetva aldıklarını da
yazıyor tarih… Sözde; Müslüman olan bir gayrimüslimin soyunda bir damla içki
içen mensupsa,o kişi yine de cennetten mahrum olurmuş…Halbuki,Arap peygamberi
Muhammedin VEDA Hutbesinde çok açık bir anlatım vardır:”HERKES KENDİ SUÇUNDAN SORUMLUDUR.NE BABA OĞLUNUN SUÇUNDAN , NE DE
OĞUL BABANIN SUÇUNDAN SORUMLU DEĞİLDİR.?!İşte
böylesine rüşvetle verilmiş bir fetva
Müslümanlığa geçişleri durdurmuştur…
Rüşvetin kökeni çok eskilere dayanmaktadır.
İçki, kumar, cinayet ve fuhuş gibi bir insanlık suçudur RÜŞVET… Sosyal güvenlik
ve sosyal adalet te yoksa Sefahatler Sefaletler, kanunsuz çıkarlar ilahi
adalete dayandırılıyorsa, köklü bir bilinç te geliştirilememişse; devlet
yönetimde makamlar ve adalet te para ile satın alınıyorsa; rüşvet ağacı nice ve
nice rüşvet ormanları doğurur…
Doğada hırsızlık bir doğal yasadır.
İnsanlar,tavuğun yumurtasını ve civcivlerini,koyunun sütünü ve kuzusunu
çalarak,bunları acımadan kesmelerini de
Soyut bir Allah’a bağlardılar…Hukuk bu çarpıklığa çareler
aramaktadır.Önce İNSAN VE ÇOCUK VE KADIN HAKLARI….SONRA DA HAYVAN HAKLARI
DÜŞÜNÜLMÜŞTÜR….
Yıllarca önce, Ankara’dan İstanbul’a trenle
gidildiği bir dönemde; Sultanahmet Ceza ve Tutukevinden, sürekli olarak Hükümlü
ve Tutukluların firarını soruşturmak için Adliye Bakanlığının çok ünlü bir
Müfettişi görevlendirilir. Bu ünlü Müfettiş, Gardiyanları görür, görmez
firarların nedenini bir telgrafla Adliye Bakanlığına bildirir:”Gardiyanlar,
rüşvet alarak tutuklu ve hükümlülerin firarlarını sağlamışlardır…”Bu son derece
doğru sonuca nasıl varabilmiştir bu ünlü Müfettişimiz*!Ev kiralarını bile
karşılayamayacak bir düzeyde maaş alan gardiyanların giyim kuşamlarının
düzgünlüğü ve çok besili halleri Müfettişimizi bu sonuca götürmüştür…
Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarında; Karadeniz
kasabalarından birisini denetlemeye giden Mülkiye Müfettişlerinden birisinin
raporu da çok ünlüdür:”Ekmeğin kilosunun Dört lira olduğu kasabada, Dört lira
maaş alan karakol komutanı çavuştan tüm kasaba halkı memnunsa neyi,nasıl
denetleyeyim?! Roma İmparatorluğu döneminde, rüşvetçi memurlara çok ağır
cezalar verildiği halde rüşvetin kökü kazınamamıştı. Üst rütbeli bir Romalı
memurun rüşvet aldığı kanıtlandığında, boğazına erimiş altın akıtılarak
öldürülürdü. Alt düzeydeki rüşvetçilerin boğazlarına da eritilmiş kurşun
dökülürdü. Osmanlı döneminde, 16’ıncı asırda, orucunu yediği için Şükrü adlı
bir halk ozanının boğazına eritilmiş kurşun dökülmüştü…
BURÜŞVETOLAYININKAYNAĞINEDİR,?
NEREDEN DOĞMUŞTUR BU
RÜŞVET?
Ünlü
hemşerimiz Kör Ozan Homeros,”Tanrılara rüşvet olarak hediye verilmedikçe,
tanrılar teskin edilemez!”Diye yazmaktaydı… Antik çağ dinlerinde; gerek
Mısır’da, gerek Hititlerde ve gerekse Yunan sitelerinde, tanrılarına rüşvet
olarak kurbanlar kesilir, hediyeler ve adaklar sunulması dinsel bir gelenek
olarak sürdürülürdü…”Tapınaklarda, pırıl, pırıl butlar,”yakılarak tanrılarına
sunulurdu. İlk insan Promethüs’ün, akyağ altına sakladığı etsiz kemiği,
Baştanrı ZEUS’A sunmasının Promethüs’ün başına ne belalar getirdiğini HESİODOS
coşkulu bir dille anlatmaktadır. Ünlü Gılgamış destanında; Tufandan tanrıların
yardımıyla sağ ve salim kurtulan UTNAPİŞTİM/NUH/’İN ateşe attığı kurbanların
başına tanrıların sinekler gibi üşüştükleri anlatılmaktadır… Hititlerin ünlü
destanlarından birisi olan Ulli kummi Destanında, bir tanrılar toplantısı
anlatılır: Bu toplantıda Sümer ve Babil tanrıları da Vardır. EA ve ENLİL’İN DE
adları geçmektedir. Tanrılar toplantısında insanları yok etme konusu
tartışılır…EA:”Niçin yok edecek mişiz insanlığı?Diye sorar.”İnsanlar,kurban
kesmiyorlar mı tanrılara?İnsanları yok ederseniz kimse kalmaz tanrılara adak
adayacak.hiş kimse kurban ekmeği sunmaz onlara
ve de şaşmaz sunuları….!Der.
Gılgamış destanında da, tanrılar, tufanla
insanları ve tüm canlıları yok etme kararına varırlar. Nuh Tufanında da aynı
kararını Allah, Nuh’a bildirir.
Bodrum müzesini gezenler, çok büyük bronz
kütlelerini gördüklerinde meraklanırlar. Bu büyük bronz kütleleri rüşveti
önlemek için yapılmış bir çeşit paradır. Öyle ya bu boyuttaki bir rüşvet
parasını rüşvetçi neresinde saklasın? O zamanlar, Kara paralar için sırdaş
hesap mı vardı? Foçalı ünlü Ozan ve çok tanrılı dinlerin peygamberi Hesiodos
da, rüşvetten ve haksızlıktan çok dertlidir. Kardeşi Perses, rüşvetle miras
payını elinden aldığı halde, ona hep akıl verir ve doğru bildiği yolları
gösterir:
“Mirası paylaştık, biti, sen
alacağını aldın,”
“Yargıçlara bol, bol rüşvet
yedirerek.”
“O yargıçlar ki hak yemeye can
atarlar.”
“Bilmez o kafasızlar ki,”
“Yarım daha büyük olabilir
bütünden.”Der. Bir yerde de:
“Lekesiz ellerle kurban kes
tanrılara,”
“Pırıl, pırıl butlar yak, kesene
göre.”
“Yatarken de, kutsal şafak ağarınca
da,”
“Tanrılara sunulması gerekeni sun
ki,”
“Senden yana olsun yürekleri.”
“O zaman baba mirasını satmaz.”
“Başkasınınkini satın alırsın
üstelik.”Diye de öğüt verir.
“Zenginlik, kapma ve kaçırmayla
olmasın,”
“Onu bize tanrılar vermeli ki
değsin.”
“Kazanç tutkusu insanın aklını
çeldi mi,”?
“Ya da yüzsüzlük şeref duygusunu
yok etti mi,”?
“Zorla ve bilek gücüyle zengin olur
insan.”
“Dilini kötüye kullanarak ta.”Der.
“Ne yazık ki bütün halk çeker
cezasını”.
“Kötü karar veren yolsuz
kıralların.”
“Bunları görün de doğru yargılar
verin ey kırallar.”
“siz ki hep rüşvet yer ve haksızlık
edersiniz.”
“Başkasına haksızlık etmek, kendine
kötülük etmektir.”Der.
Bir yerde de:
“Çünkü yargıçlara rüşvet
yedirmekten hayır gelmez fakir ve fukaraya”.Der. Rüşvetten ve haksızlıktan
yüreği yanıktır bu Anadolu kökenli ve MÖ. Altıncı asırda yaşamış Koca Ozanın.
“Ama sen Perses, doğruluktan yana
ol,”
“Aşırılığa kaptırma kendini.”
“Biz zavallılara iyi gelmez
aşırılık,”
“Büyükleri bile yıpratır
azgınlıklar.”
“Başlarına bela geldi mi ezilirler
altından.”
“Doğru işlerden yana gidendir güzel
yol.”
“Haklı kazanır önünde ve sonunda.”
“Çeke, çeke aklı başına gelir
budalanın.”
“Yeminler gelir eğri yargıların
ardından.”
“Ve Hak yükseltir o zaman sesini.”
“Rüşvetle hak yiyenlere karşı.”
“Ve düşer ağlayarak ardın
insanların.”
“O insanlar ki sürmüşlerdir hakkı
haksızca.”
“Evlerinden, yurtlarından dışarı.”
Hesiodos, kardeşi Perses’e şöyle
seslenir:
“Ey Perses, beni can kulağıyla
dinle:”
“Haktan yana ol, zorbalığı sil
kafandan.”
“Budur buyruğu Kronosoğlunun
insanlara.”
EK.
Kronosoğlu, babasının adı ile anılan Baştanrı ZEUS’TUR.
“Madem hak nedir bilmezler,”
“Kemire dursunlar birbirlerini.”
“Balıklar, yırtıcı hayvanlar ve
kuşlar,”
Bence bu şiirin tamamını Türkiye
Büyük Milletvekilleri Meclisinin genel kurul salonunun ve Bakanlar Kurulunun
toplantı salonunun duvarına ve Yüksek Mahkemelerin toplantı salonlarına asmak gerektir.
DEVAM EDECEK… Birinci bölümün sonu.
TC.
OSMAN
TÜRKOĞUZ
TV.
Çeşmealtı;15 Orakayı,2016.
RÜŞVETİN
ANATOMİSİ:--2—
BİREYLERİN VE TOPLUMUN
ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ!
“Osmanlı İmparatorluğunda;dış yağma
ve talan gücü yitirildiğinde,İÇERİYE RÜŞVETOLARAK DÖNMÜŞTÜR?!”Kurt
Stanhaus,Rüşvetin Anatomisi,Sanders yayını.
HESİODOS’TAN önce; eski İyonya’da, Attika’da veYunan
sitelerinde rüşvet nasıl vardıysa,
Hesiodos’tan sonra da var olmuştur.Onları da göreceğiz.Hesiodos’umuz,sırf
kullara rüşvet vermemek için,tanrılara keseye göre,kurban kesmeyi ve adaklar
sunmayı öğütlüyor.Bu inanç tüm antik dünyada böylece sürüp te günümüze boyut
değiştirerek gelmiştir.Eski İnkalar’da ve Aztekler’de,tanrılarına insan kurban
edildiğini görmekteyiz.Azteklerin en büyük tanrıları olan
Tüylüyılan/Quatzequatıl’a erkek esirlerin kurban olarak sunulduğunu da
bilmekteyiz.elleri ve ayakları bağlı olan esirin üzerine çöken birisi ,onu
kurban edilmeye hazırlamaktadır.Elindeki keskinleştirilmiş granit bıçağını , esirin göğsüne saplayan din görevlisi
de,esirin yüreğini kopararak tanrısına sunmaktadır.Her sene 20.000 erkek esirin
bu tarzda kurban edildiğini de bilmekteyiz.Bir televizyon belgeselinde,Jak Palans
adlı Amerikalı aktörün sunduğu bir
programda,MÖ:3000’li yıllarda,Danimarka’da tanrılara kurban edilmiş ve
hâlâ da bozulmamış insan cesetlerini dehşetle izlemiştik.Bizdokuzyüzellili
yıllarda ,bu facia ortaya çıkartılmıştı.Bir bataklıkta,önce hiç bozulmamış 14
yaşlarındaki bir kızın cesediyle karşılaşılmıştı.Kızın cesedinde mızrak
yaraları vardı.Ol zavallı kızcağızı yakınları,mızrak darbeleriyle bataklığa
iterek tanrılarına kurban ettikleri anlaşılmıştı…Nil nehrinin taşmasını önlemek için,her sene,kız
çocukları Nil nehrine atılıyordu.İslamiyet döneminde bile,çok şiddetli cezalara
rağmen,bu gelenek uzun süre devam etmiştir.İnsanlar,korktukları,çekindikleri ve
kendi lehlerine bir şeyler istediği güçlere kurbanlar dahil,daha neler
sunuyorlardı neler?!Bu,insanları korkutan gücü hükümdarlar ve din adamları ele geçirince,sunu onlara
yönelmişti.Babbil’de tüm kadınlar,her sene bir defa,tapınaklara
giderek,bedelini tapınağa bırakmak üzere ,kendilerini beğenen erkeklerle bir
bedel karşılığında yatmıyorlar mıydı?!Yöneticiler de bu gibi işleri tanrılar adına,tek Tanrılı dinlerde de Allah
adına yapıyorlardı.İşte bundan sonrada,tanrılara ve Tanrıya sunulanlar,onun
adına iş yapanlara sunulmaya başlanmıştır…Öyle ya,din adamları ve hükümdarlar
göksel iradenin de adamlarıydı…Bugün bile,”hâkimiyet kayıtsız ve şartsız
ulusundur!ilkesine rağmen,”Hâkimiyet Allahındır, sloganıyla iktidar olan halkı
ve devleti soyan siyasi partilerimizden halkı kopartmak mümkün
olamamaktadır…Hâkimiyet Allahınsa,onu kim ve kimler neye dayanarak kullanacaklardır
a Sapık Sahtekârlar?!Allah,bu kullanma hakkını nerede ve nasıl,hangi noterde
vermiş bu ahlaksız soytarılara?!”ZEUS İSTEDİĞİNE VERİR?! Sözünü ters yüz
ederek,”ALLAH İSTEDİĞİNE VERİR’E! Çevir. Kendisinden olanlara şapur, şupur;
gariban aptallara da ya Rabbi şükür… İslam ülkelerinde iktidarların oynadıkları
oyun budur. Tüm canlıları Allah yaratacak; havayı, suyu doğumu ve ölümü de eşit
olarak Allah verecek; varlıkların dağıtımına sıra gelince de, iktidar sahipleri
istediklerine Allah adını kullanarak verecek… İşte rüşvetin kökeni ve doğuş
nedeni…
İstilalarla ülkeler genişledikçe; yönetici
sınıflar, kendi adlarına iş görecek yönetim ortakları seçtiler. Bunlar da
Tanrısal iradeyi kullanmaya başladılar. Al gülüm, ver gülüm döngüsü dönmeye
başladı… Hıristiyanlık ta bu furyada boş durmadı, askerler gibi çok disiplinli
bir kuruluşla ülkelerde örgütlendi. Hıristiyanlık dünyasında, Papalık,
Endelijans denilen cennetin tapularını bu dünyaya aç ve çıplak gelenlere
sattılar. Şimdi, çağlar boyunca insanları soyup ta soğana çeviren, bugün bile
tanık olduğumuz, bu rüşvet efendiden örneklerimizi sıralayalım:
Eflatun’un ünlü Devlet adlı yapıtında,
yönetimin yozlaşması ve ideal devlet memuru bambaşka bir biçimde
tanımlanmaktadır. Demokrasilerde yozlaşmanın, önce yöneticilerin ailesinde,
sonra da yöneticilerde olacağını anlatmaktadır. Yöneticilere yaklaşamayan
çıkarcıların, yöneticilerin çocuklarına, ailesine sonra da yöneticiye
yaklaştıklarını örnekleri tarih boyunca gerçekten görülmüştür. Eflatun’a göre;
kanunlara uyan çok dürüst devlet memurunu ne ailesi, ne mensubu olduğu ulusu,
ne de memuru olduğu devlet sevmez.”İdeal memur; her türlü namussuzluğu yapıp,
herkesi memnun ederek, namuslu olarak görünmesini bilen memurdur.”Diyor
Eflatun. Hesiodos’un rüşvetçi hâkim ve rüşvetçi kırallara nasıl da yüklenmiş
olduğunu gömüştük. Hesiodos’tan Yüzelli sene sonra meydana gelen
Pers—Atina—Isparta ve diğer bağlaşık şehir devletlerinin savaşında/31 şehir
devleti/, Atina ve Isparta tarafının en yiğit kahramanlarının nasıl rüşvet
yediklerini, o devrin ünlü tarihçisi Herodot, ballandırarak anlatmaktadır.
Pers kıralı Kserkhes/Serhas/’ın Atina’yı ve
Isparta’ya yenerek tüm Mora yarımadasını istila etmek isterken yenilişinden
Elli yıl sonra dünyaya gelen İstanköylü HEODOT, bu savaşı anlatır. Bir rüşvetçi
Atinalı tarafından Perslere satılarak öldürülen Isparta kıralı Leonidas’ın
destanını da yazar. Ünlü Atinalı komutan ve Salamis deniz muharebesinin galibi
Amiral Themistokles’in rüşvetçiliğini Herodot’tan aynen okuyalım: Perslere karşı
birleşen Atina, Isparta ve diğer Yunan sitelerine ait 271 parça gemiden oluşan
birleşik deniz kuvvetlerine, Atinalı Amiral Themistokles ile Ispartalı Amiral
Eurybiades komuta etmekteydi. Birleşik donanma Artemision’a geldiğinde;
denizlerin ve karanın Persler tarafından tutulduğunu görerek, geri çekilmeye
karar verilir. Donanma esini sezen komutanının bu düşüncesini sezen
Euboialılar, eşlerini ve çocuklarını gerilere göndermek için donanmanın biraz
gecikmesi için Amiral Eurybiades’e geldiler ve reddedildiler. Olayın gelişimini
Herodot’tan izleyelim:
“Euribiades bu isteği reddedince Atinalı
komutan Amiral Themistokles’e gittiler ve 280.000lira değerinde rüşvet vererek
donanmanın Euboia sahilinde kalarak savaşması için kandırdılar. Amiral
Themistokles, bu işi başarmak için aldığı rüşvetin altıda birini, sanki kişisel
bir armağanmış gibi, Amiral Euribiades’e verdi. Böylece Eurybiades te bu kara
uydu. Fakat komutanlar arasında bulunan Korinthoslu Okytus’un oğlu Adeimantus
bu işe aklı pek yatmadığı için gemilerini Artemision’dan çekeceğini söyledi.
Bunu üzerine Amiral Themistokles, ona:”Bizi yüzüstü bırakıp gidersin. Bizimle
kalırsan sana Pers kıralının bizi terk etmen için vereceği paradan fazlasını
veririm.”Dedi. Bunun arkasından da Aideimantus’a, yaklaşık olarak 28.000 lira
değerinde Üç Talent gümüş yolladı. Böylece Adeimantus ile Eurybiades, aldıkları
rüşvet karşısında Euboia’lıların isteklerini yerine getirdiler… Themistokles,
paranın geri kalan kısmını kendisine salkıyarak bu işten karlı
çıktı…””Themistokles kadar rüşvetçi ve fırıldakçı görülmemiştir. Müthiş para
hırsı demek Themistokles demektir.”Herodot. Salamis den iz muharebesinde
yenilen Perslerin bir gün galip gelme düşüncesi Themistoklesi perişan
etmektedir. Yüksek paralı bir oyunla Perslere kurtuluş yolunu göster. En
güvendiği ve işkenceye en dayanıklı iki adamını Perslere yollar. Pers kıralı
Ksekhes’in huzuruna çıkan bu adamlar:
“Biz, Neokles’in oğlu ve Atina donanması ile
Konfederasyon kuvvetlerinin en iyi devlet adamı, en iyi savaşçısı olan Themistokles’in
adına geldik. Size, Atinalı Themistokles’in çıkarlarımıza hizmet amacıyla,
donanmayı izleyip, Hellespontos’taki köprüleri uçurmak isten Yunanlıları
durdurduğunu bildiririz!”Dediler. Buradan da çok büyük miktarda rüşvet alan
Amiral Themistokles, Andros adasını işgal etmek üzere adayı kuşatır. Birisinin
adı,”Lütfen”,diğerinin adı da” vermek zorundasın”,olan Atinalı iki tanrı adına
rüşvet ister. Andros adasındaki iki tanrının adları da,”On param yok”,”Kusura
bakmayın veremem,’”dir. Ve ilk defa ünlü rüşvetçi Amiral Themistokles bu adadan
rüşvet alamaz… Şimdi biz zannetmeyelim ki yalınız Amiral Themistokles
rüşvetçidir. Isparta’da yakalanamayan Hırsız en büyük adamdır ve yönetimin de
başına getirilir. Yakalanan küçük hırsızlar da hemen öldürülür. Onlarda da
rüşvetçilik vardır: Nitekim Ispartalı Amiral Aurykleides, Amiral
Themistokles’tan rüşvet almıştı. Bizde ise daha geliştirilmiş bir gelenek
vardır. En büyük hırsızlarımıza dokunulamaz. Pers yönetiminde de rüşvet iyice
kullanılmaktaydı. Gemileri fırtınaya tutulan Persler, fırtına bitene kadar
gemilerini karada tutarlar. Sonra da denize açılırlar… Onları ileride çok acı
bir sürpriz beklemektedir… Şimdi bu olayı Herodot’tan dinleyelim:
“Pers gemilerinden onbeşi kafileye
katılmakta geciktiler. Artemis iyon’daki Ortak donanmayı kendi gemileri
zannederek, onlara doğru gidince, düşmanlarının eline düştüler. Bu gemiler,
Ailois’te bulunan Kyme şehrinin valisi Thamasius’un oğlu Sandokes’in
komutasındaydı. Kraliyet yargıçlarından olan Sandokes, bir davaya bakarken rüşvet
aldığı için çarmıha gerilmişti. Sandokes çarmıhta iken, Darius onun kraliyet ailesine yaptığı hizmetlerin bu
suçtan ağır bastığını düşününde ve aklı yerine
hisleriyle hareket ettiğini anlayarak,derhal çarmıhtan indirilmesini
emretti…böylece bir kez ölümden kurtulan
Sandokes’in talihinde tekrar kurtuluş yoktu…Somut tanrı kavramıyla,Soyut Allah
kavramını karşılaştırmayı hiç düşündünüz mü?!Sosyal düzen
kurallarında,kolay,kolay düşünceler değiştirilemez;yalınız düşüncenin kalıpları
değiştirilir.Benim gözlemlerim,beni bu kanıya getirmiştir:
ilk kadının PANDORA’NIN yaratılış öyküsü,
Theogenia’da, İşler ve Günlerde anlatılmaktadır. Kadının yaratılıp, Epimetheus’
götürülüp verilmesi karalaştırılmıştır. Epimetheus, ateşi Zeus’tan çalan ve
Zeus’un önüne Akyağlar altında kemiği saklayarak sunan Prometus’un kardeşidir.
Pandora, Baştanrı Zeus’un emri ile oğlu demirciler tanrısı ve Venüs’ün
Kocası
Topal Tanrı Hephaistos tarafından yaratılmıştır:
“Namlı, şanlı Hephaistos’u çağırdı
hemen,”
“Bir parça toprak al, suyu
karıştır, dedi.”
“İçine insan sesi koy, insan gücü
koy.”
“Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz
tanrıçalara benzesin”.
“Bedeni güzelim genç kızlara”.
“Athena sen de ona el işlerini
öğret.”Dedi.
“Renk, renk kumaşlar dokumasını
öğret.”
“Nur topu Aphrodite, sen de
büyülerinle kuşat onu.”
“İstekler ve arzularla tutuştur
onu.”
“Yüz gözlü devi öldüren Hermeias,
sen de,”
“Bir köpek yüreği, bir tilki huyu
koy içine.”
“Böyle dedi Zeus, onlar da yaptılar
dediğini.”
“Koca Hephaistos, topal tanrı hemen,”
“Bir kız biçimine soktu toprağı.”
“Ses koydu içine, o tanrılar
kılavuzu,”
“Ve Pandora adını koydu…”
“Pandora, bütün tanrıların armağanı
demektir..”Hesiodos Eseri ve Kaynakları,
s.145.Her tanrı,Pandora’ya çeşitli yetenekler
verdikten sonra,Baştanrı Zeus,açmaması koşulu ile Pandora’ya bir kutu
ihsan etti.Pandora,Kadın merakı ile kutuyu açtığın da kutunun içindeki tüm
melanetler,kötülükler ve hastalıklar da dışarı fırladılar.Pandora’nın telaşla
kapattığı kutuda,insanları sonsuza değin yaşatacak yalınız ümit kaldı.İşte PANDORA’NIN KUTUSU?!
“Pandora açınca kutunun kapağını,”
“Dağıttı insanlara acıları ve
dertleri,”
“Bir tek umut kaldı dışarı
çıkmadık,”
“Umut tam dışarı çıkarken, Pandora
kapamıştı kapağı.”S.G.E. S.145-146
Tevrat’ın Tekvin bölümünde, Hava Anamızın
yaratılış öyküsü başka türlüdür. Topraktan yaratılan âdemdir. Allah Âdemi
topraktan yarattıktan sonra İçine can üflemiştir…”
Baştanrı Zeus’un kapısında iki küp
vardır:Birisi KÖTÜLÜKLERLE,diğeri de İYİLİKLERLE doludur.Baştanrı Zeus elini
küplere rast gele daldırarak ölümlü insanların kısmetlerini seçer ve
dağıtır?!HAYIR VE ŞER ALLAHTANDIR.HER İNSAN DOĞUŞTA ALNINA YAZILI KADERİYLE
DOĞAR.Peki,dualar ne işe yarar?! “Hayır”,
ve “Şer” Allah’tandır. İslam inancı?!
“Böylece kolay değildir hiçbir
zaman,”
“Zeus’un isteğine yan çizmek, karşı
koymak.”
“İapetosoğlu iyiliksever Prometheus
bile,”
“Belalı öfkesinden kurtulamadı
onun.”
“Bütün bilgileri kıramadı korkunç
zincirlerini.” Baştanrı Zeus, Prometheus’u zincire vurmuştu.”ALLAHIN gazabından
kurtuluş yoktur?!
“Beklerken guguk kuşu öter,”
“Meşenin dalları arasında.”
“İnsanların yüzü güler koca
dünyada.”
“Zeus üç gün, üç gece yağmur
yağdırır,”
“Öküzün ayağı birkaç parmak suya
batar.”
“İşte o zaman son güne kalan
çiftçi,”
“İlk günde işe başlayana yetişir…”
Zeus’un, Titan tanrıçası Mnemosyn
ile birleşmesinden MOUSA’LAR, doğmuştur.Düzenli ve ölçülü yaratıcı esin
güçlerini simgeleyen ESİN
PERİLERİDİR..Dokuz Tanrıça
kızdır.Her birisinin adları ve görevleri bellidir.Allah’ın da adları İbranice
olan ve Allah adına işleri çeviren Dört büyük meleği
vardır:Azrail,Cebrail,Mikail ve İsrafil.”Akha’ların işleri kötü gidince gökteki
Zeus Babaya yalvardı Agamemnon?!””Allah BABA?!Tek tanrılı dinlerde?!Yağmurları
yağdıran,yıldırımları devşiren,insanların kaderlerini belirleyen Göksel Zeus
Babadır!?Tek tanrılı dinlerde de,ALLAH BABADIR?!Baştanrı Zeus’un 23 KARISININ
SEKİZİ TANRIÇA,ONBEŞİ DE İNSAN KADINDIR.Hz. Süleyman’ın Yedi yüz karısı ve
Üçyüz de cariyesi vardır.Hz.Muhammedin de 24
Karısı vardır?!Şimdi de Hesiodos’u okumayı sürdürelim:
“Dilenciye, konuğa kötü davranmak
suçtur,”
“Bir kardeşinin yatağına girip,
gizli, gizli
“Karısıyla oynaşanın iğrençtir
suçu.”
“Yetimlerin hakkını yiyenin de
öyle.”
“Yaşlı bir babaya saldıran, dil
uzatanın da,”
“Bütün böylelerine Zeus’un kendisi
kızar.”
“Yaptıklarını acı, acı ödetir
onlara.”
“Temiz yüreğini uzak tut bu
suçlardan.”
“Lekesiz ellerle kurban kes
tanrılara.”
“Pırıl, pırıl butlar yak, kesene
göre.”
“Yatarken de, kutsal şafak ağarınca
da,”
“Tanrılara sunulması gerekeni sun,”
“Senden yana olsun yürekleri.”
“O zaman baba mirasını satmaz,”
“Başkasınınkini satın alırsın
üstelik…”S.G.E. S:453.Tek tanrılı dinlerde, tanrılar yerine, YAHOVA, DİEU VE ALLAH kelimeleri konulmuştur.
İslamda ilk rüşvetin; Halife
Osman’ın kapıcısı tarafından, Halife Osmanla konuşturmak için Komutan Halit bin
Velit’ten iki altın olarak alındığını da bilmekteyiz.”Hediye ve
Rüşvet”,tanrıların yüreğini yumuşatır?!Düşüncesi,Antik çağda,insanların
mabetlere her türlü yardımı yapmasını ve tanrılara kurbanlar sunmasını
sağlamıştır.Büyük zaferler kazanan kırallar ve komutanlar,tanrılarına görkemli
tapınaklar yaptırtmışlardır.Günümüzde de halkı uyutmak için bu gelenek
politikacılarla sürdürülmektedir.Marsilya’da sahilde, Beyza ve Siyah taşlardan
yapılmış büyük kiliseyi arkadaşım Afrikalı komisere gösterdiğim de,hiç
duraksamadan :
“Anladım Aziz Dostum,dedi,Kırallar
ve Din adamları,Fransız halkını uyutmak
için birlikte çalışmışlar?!Fransa’da her kasabada, ışık saçan bir
Öğretmenle,karanlıkları yaratan bir Papaz vardır?!Victor Hugo.Truva
Savaşlarında; rüşvet ve tanrılara sunu bol,bol işlenmiştir.Homeros;
İlayda’sında bu temayı bolca işlemiştir:
“Bak işte Zeus bizden
yana değil,”
“Kronos’lu şanı o yana
bağladı.”
“Gönlü diler, bakarsın
bize de bağışlar bir gün.”
“Zeus’un niyetini
anlayamaz kimse.”Der.
Eflatun/Platon/ bu destanı devlet
adlı eserinde eleştirir. Truva’da, ünlü yiğitler üzerinde döner bu destan. Yarı
tanrı Achille/AKİLLEUS/ gururlu ve çık geçimsizdir. Kıral Peleus ile Tanrıça
Thetis’in oğludur. Achille doğduğunda, anası Tanrıça Thetis, iki parmağı ile
topuğundan tutarak ölümsüzlük nehri Styks’e daldırır. İki parmağının tuttuğu
yere su değmediğinden buraları ölümcüldür. Agamemnon’dan rüşvet alır. Can dostu
Patroklas, Sarpedon’u öldürür. Turuva Kıralı Priamos’un büyük oğlu Hektor da,
Patroklas’ı öldürür. Sonunda, Achille ile Hektor karşılaşırlar. Achille,
Hektor’u öldürerek ölüsünü Truva surlarının etrafında sürükler ve kendi
çadırına getirir. Turuva Kıralı Priamos, bolca rüşvet vererek, oğlu Hektor’un
naaşını Achill’den geri alır. Achille, yaptığı bu kötü işten dolayı, ölü dostu
Patroklas’a, uzun, uzun içini döker. Hektor’un kardeşi Paris te, ok ile
Achill’i topuğundan vurarak öldürür. Eflatun, bu olaylara DEVLET’İNDE şöylece
değinir:
“Armağanlar, gönlünü çeler
tanrıların ve yüce kıralların,”gibi mısraların okunmasını da, Akhilleus’a,
Akha’lardan rüşvet alarak onlara yardım etmemesi, yoksa öfkesinden vazgeçmesini
öğütleyen lalası Phoniks’in sanki aklı başında davranmış gibi övülmesini de hoş
karşılamayacağız. Akhilleus’un da Agamemnon’dan rüşvet alacak ve bu ölüyü
kurtulmalığını almadıkça geri vermek istemeyecek kadar para düşkünü olduğunu
kabul etmeyeceğiz.”
Türkiye Cumhuriyetinde, on paralık bir
rüşvet olayı, yapılan bir haksızlık ve işkence olayları , “Efrada Sui
Muamele,”karşısında tüm basınımız ve aydınlarımız ayağa kalkarlardı. Basınımız
Atatürk’ümüzün özlemini çektiği bir güç olma yolundaydı. Çok partili dönemde,
sağ siyasi partiler iktidara gelmekle rüşvet, haksızlık ve efrada sui Muamele
suç olma vasfını yitirmiş bir hale sokulmuştur. Tüm yasadışı işler, önceden
hazırlanmış kılıflarına sokulmuştur. Minareye çalanlar, kılıfının içine camisi
ve imamını da koymuşlardır. Osmanlı döneminin özlemini çekenler, Feld Mareşal
Kont Helmuth Karl Bernhart Von Moltke’nin ve Avusturya İmparatorluğunun
İstanbul Elçisi Bousbecg’in/1555-1562/ Mektuplarını okusunlar derim. İsyankâr
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın ordusunu karşılamak amacıyla, Bilecik’e giden
Osmanlı Ordusunun kepazelikleri benim yüzümü hâlâ kızartmaktadır. Osmanlı
Paşalarının 100-150 kişilik bakıcıları hangi köyde ve hangi evde kalsalar,
bedavadan yiyip, içtiklerinden başka, ayrılış hediyesi de alırlar. Prusyalı
Üstteğmen Moltke,bedavadan verilen bir atı ve katırı kabul etmediği
gibi;Paşanın adamları için hazırlanmış bir kese altını da kabul
etmemiş,kendisinin ve adamlarının konaklama ve yeme,içme bedellerini de
ödemişti.Bu Gâvur subayının!Bu davranışı Köylülerimizi allak ve bullak
etmişti!”Acaba bu Gâvur subayı memnun olmadı mı?Bizleri OsmanlIya şikayet eder
mi korkusu kaplamıştı tüm köyü!Şimdide,Moltke’nin Türkiye Mektupları adlı
eserinden bir pasaj okuyalım da,soygunun ve rüşvetin nerelere dayanmış olduğunu
görelim:
“Türkler, bir aşirete baskın etmeyi
başarırlarsa, koyun ve keçi sürülerini, birkaç deveyi ve rast gelirlerse birkaç
rehine alırlar, bu sonuncular, bundan sonra sefil bir esirlik hayatına
mahkûmdurlar. Urfa sarayının dar bir mahzen ya da ahırında, Dokuz ihtiyar
gördüm ki bunlar üçbuçuk yıldan beri burada çürümekteydiler. Boğazlarına takılı
zincir halkalardan/laleler/ ağır bir zincirle birbirlerine bağlıydılar ve günde
iki defa hayvanlar gibi su içmeye götürülüyorlardı. Onlar için kabilelerinden
150.000 kuruş/15.000Gulden/ gibi muazzam bir kurtulmalık parası istenmişti.
Onlar da bunun üçte birini vermeyi teklif etmişlerdi. Ama yine de bunların
kurtulmaları için pek az ümit vardı. Paşa, onları bırakmayı bana vaat etti,
fakat bunu yapıp yapmadığından haberim yok.”
“Toros’un güneyinin verimliliğini, güzellik
ve zenginliğini anlattıktan sonra –Onların tahribatlarının izleri ile
doludur—Orada şirin ırmakla dağlardan aşağıya iner, suyun bolluğu, kızgın ve
daima açık gökyüzü ve en verimli topraklar birleşince bu, eğer insanlar tahrip
etmemiş olsalar, bir cennet meydana getirmek için yeterdi.”Der. S.173.
İngilizlere yapılan Çöl savaşlarında,
ihanet, yönetimsizlik ve sayısız olumsuz nedenlerle yenilir ve Anadolu’ya doğru
çekiliriz. Bir gün, yaşlı ve pek temiz kıyafetli bir Bey, ordu karargâhına
gelir ve yardım edilmesini ister. Kendisine Eften püften bazı şeyler verilince:
“Ben Osmanlı devletinin Musul
valisiydim.Sadaka değil emekli maaşımı istiyorum?!Der.İşte o Musul vilayetinde
bir rüşvet olayı vardır.Musul vilayet olunca,Musul adliyesinde bulunan bazı
hâkimler,rüşvet alarak çok azılı eşkıyaları salıvermişler.Bunun üzerine
de,Kerküklü Şeyh Rıza da/1836-1912/ şu şiiri yazmıştır:
“Haberin var mı, alındı?
Ne alındı?
Rüşvet.
Alınan şey neymiş?
Alan kim?
Heyet!
Heyetin adı nedir? DaireiAdliye…
Onu icat edenin ruhuna yüz bin
lânet.
Musul vilayet oldu, Nafi Efendi
Vali,
Vadeyle-tül vilaye vaveyle-tül
ahali.
Kaç adet lira alınmış acaba?
Yüzelli,
Lira-i halise, üstünde yazılmış:
Duribet.
Belli mi kimler imiş rüşvet
alanlar*
Hay, hay! Gidişinden bilinir hain-i
millet.
Biri müstantik Efendi, biri Çingen
Reis.
Diğerini söyleyemem! Söyle babana
rahmet.
Hazret-i daver-i Ekrem mutasarrıf
Paşa,
Eşeğin başını tut, Hamza’ya geldi
növbet.
En büyük hisse o aldı, yine hoşnut
değil,
Hepsinialmadığındançekeran-hasret.
Otuzun Ragıp aldı, yuttu yirmisin Emin
Yüzünü, söylediğin zat-ı
veliyyül-nimet.
Hisse vermek bana da lazım iken
hakkısükût;
Vermedi, ağzımı zannetti kapatmış
zommet.
Adı defterde, özü haib-hasır, biri
ben,
Bir de Musul’da olan vali-i âli
himmet.
Böyle mafatı tedarikte bulunsun
yoksa
Onu ibret ederim hicvile, ama
ibret.
Acaba aldı komandan dahi bir şey?
Hâşâ.
Var mı dünyada komandan gibi
sab’iffet.”
1627 yılında ölen Şair Veysi’nin de bu
konuda ibretle okunacak bir kasidesi vardır:
“Nice biçarenin zulmen yıkarız
hatırın her dem,”
Değil miminin kalbi a zalim Beytullah.
Figan u aht mazlumun eğer kim göklere
erse,
Terahum etmeyip hergiz demezler yerde
kalmaz ah.
Yetime şefkat etmezsiz alırsız göz
nuru malın,
Değil mi hazır u nazır buna razı
mıdır Allah.
Ne dine taptınız bilmem, ne mezhep
tuttunuz hâşâ,
İmanlar kavline uymaz, buyurmaz
Kitabullah.
Nedendir böyle hainler emanet sahibi
olmak,
Acep hiç ehli İslamda bulunmaz mı
eminullah?
Vezire emanet etme benim Devletlû
Hünkârım,
Olardır düşmeni dinin, olardır
devlete bedhah.
Vezaret sadrına gelip oturmuş bir
bölük hayvan,
Bu din ü Devlete hizmet eder yoktur
ah, vah.
Mürailer tutup dehri e bir sanırlar
halidir dünya,
Veli her guşede vardır nice bir
arif-i billâh.
Bozulmasına dünyanın sebep, PAŞALAR
VE AĞALAR? x
Fesad-ü Fitneye bahis bulardır
şüphesiz vallah.
Balık baştan kokar derler fesadın
başı malum,
Ne kadir kimse bir nutka diye
kitabullah.
Süleymanlar gelip, gitti nice bu fani
dünyaya,
Hani ceddi izamın pes kime kaldı
mülküllah*
Üveysi çekme gam, tarih durur elbette
sahip seyf,
Hürucetmek mükerrerdir bi-emrillah,
biemrillah.”
x- TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANI Mustafa Kemal Paşa’nın,20 Temmuz 1920 tarihinde, Afyon kolordu binasında, subaylarla hasbıhali: “….Millet, istiklâlinin mahfuziyetinden ibaret olan gaye-i hayatiyetinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden zabitandan bekler, işte zabitanın âli olan vazifesi budur.”
“Allah
göstermesin milletin istiklâli ihlâl edilirse bunun vebali zabitana ait
olacaktır. Zabitan izah ettiğim âli, mukaddes ve umum nokta-i nazardan
uhdelerine terettüp eden vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün
dikkat ve ferasetleriyle giriştiğimiz istiklâl mücahedesinde birinci derecede
faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Hayat-ı
şahsiye ve hususiyeleri itibariyle de zabitler fedakâran sınıflarının en önünde
bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları
öldürürler. Onları tezlil ve tahkir ederler. Hayatında bir an olsa bile
zabitlik etmiş, zabitlik izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü istihkar etmiş
bir insan hayatta iken düşmanın tasmim ve reva gördüğü bu muamelelere
katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: şerefini masun bulundurmak!
Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği o şerefi payimal etmektir.” “Binaenaleyh
zabit için “ya istiklâl, ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz,
istiklâlimizi muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima müstakil
görmekle bahtiyar olacağız.”2’İNCİ BÖLÜMÜN SONU.SÜRECEKTİR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder