15 Ocak 2016 Cuma

2057/ASKERİN DİN DERSİ KİTABI!


        TC.


OSMAN TÜRKOĞUZ


osmanturkoguz@gmail.com


TV. İZMİR,15 Ocak 2016.                                                                                                                        YARGILAMASINI BECEREMEYEN BEYİNLERDEN ANCAK,HAİNLER TARAFINDAN GÜDÜLEN  SÜRÜLER OLUŞTURULUR.ONLAR,FAKİRLİĞİ DE ALLAHTAN SANIRLAR.                                                                                                           ATATÜRK’TEN ASKERE DİN DERSİ !Yazan:Halil Altıntaş.

“Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan, dönemin GKB. Mareşal Fevzi Çakmak tarafından övgülü bir önsözü yazılan ve Diyanet İşleri Başkanlarından büyük âlim Ahmet Hamdi Akseki Hocamızca hazırlanan, “ASKERE DİN KİTABI”; Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde bütün askeri birliklerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Çünkü Atatürk imansız ve İslamsız bir milletin ayakta kalamayacağını ve hele maneviyatsız bir askerin düşmanla savaşamayacağını, vatanını ve halkını hakkıyla savunamayacağını bilecek kadar akıllı, inançlı ve şuurludur.

Atatürk döneminde askerler Kur'an üstüne yemin ediyordu:

Evet, Cumhuriyet'in ilk yıllarında Atatürk'ün ölümüne kadar Harp Okulu öğrencilerine Kur'an üzerine yemin ettiriliyordu.

6 Eylül 1937 tarihli belgenin üzerinde, "Harbiye Mektebi'nde ikmali tahsil eyleyen zabitana mahsus şahadetname" yazıyordu ve o dönemde Atatürk henüz yaşıyordu.

Hemen altta ise "Resmi Tahlif" ifadesi göze çarpıyordu. Bugünkü Türkçe ile buna "Resmi Yemin Belgesi" demek uygundu.

O dönemin yemin metninde aynen şöyle yazıyordu: "Ben, sulhta ve harpta, karada ve denizde ve havada ve her nerede olursa olsun, milletime ve memleketime daima doğruluk ve sadakatle hizmet ve hükümeti cumhuriyemizin bütün kanun ve nizamlarına ve amirlerimin her türlü emirlerine bütün kalbimle itaat etmekten ayrılmayacağıma ve milletimin namına, mukaddes şerefli sancağımın şanını ve askerliğin namus ve şerefini canımdan aziz bilib bu uğurda seve, seve canımı feda etmekten çekinmeyeceğime ve asıl vazifem olan; namuskâr, özü ve sözü doğru ve gayretli bir asker olarak çalışmaktan başka bir şey düşünmeyeceğime, Cenab-ı Allah'ın kelamı olan Kur'an-ı Azimüşşana el basarak yemin ediyorum."Türk Askerinin Andı: Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununa Göre.

“BARIŞTA VE SAVAŞTA, KARADA, DENİZDE VE HAVADA
HER ZAMAN VE HER YERDE
MİLLETİME VE CUMHURİYETİME
DOĞRULUK VE MUHABBETLE HİZMET,
KANUNLARA VE NİZAMLARA VE AMİRLERİME
İTAAT EDECEĞİME VE ASKERLİĞİN NAMUSUNU,
TÜRK SANCAĞININ ŞANINI CANIMDAN AZİZ BİLİP
İCABINDA VATAN, CUMHURİYET VE VAZİFE UĞRUNDA
SEVE ,SEVE HAYATIMI FEDA EYLEYECEĞİME
NAMUSUM ÜZERİNE AND İÇERİM.”

Roma Hukukuna göre, bir Romalı asker, her askee alınışında yeniden ant içmek zorundaydı.Asker,ant içmekle devletinin bir parçası olmuş olurdu.Jean Jacgues Rousseau/1712-1778/, Toplumsal Sözleşme.Ostüzü.

Metnin sonunda da: "Vallah ve billâh" ifadeleri yer alıyordu.

Aynı belgede Harbiye Mektebi'nde verilen dersler de sıralanıyordu. Bunların arasında "İlmiahlâk" göze çarpıyordu. İçinde din dersi de bulunuyordu. Apaçık ortada; Atatürk döneminde Harp Okulu öğrencileri zorunlu din dersi okuyor, Kur'an üstüne el basarak yemin ediyordu.

Bitmedi, Atatürk'ün sağlığında İslam Âlimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır'a Türkçe Tefsir yazdırıyor, Ahmet Hamdi Akseki’ye ise, askerler için özel "din kitabı" hazırlatıyor ve bunu bütün Silahlı Kuvvetler mensuplarına okutturuyordu. Ama maalesef Atatürk ölüyor ve her şey değişiyordu. İsmet İnönü büyük bir "Latinleşme" ve “Ladinleşme” kampanyası başlatıyor, bunun adını da Kemalizm koyuyordu. 

VATAN DUASI

Koru Tanrım, ululuğun bilen sayan, insanımı vatanı;

Birliğine inananı, buyruğuna tabi olup tutanı…

Koru Tanrım, bu yurdu ki, Rasulünün ümmetidir halkı hep,

Anadolu ikliminde, camiinde eksiltmedi ezanı…

Koru Tanrım, bu halkımı, daim tanır celâlinin hakkını;

Bu vatan ki zînet etti kendisine, varlığına imanı.

Koru Tanrım, bu yurdu ki, Sensin Onun Ulu, Rahîm sahibi;

Bu vatan ki evliyadır; şühedadır, toprağında yatanı…

Koru Tanrım, Anadolum, asırlardır hidayetin burcudur,

Bu Millet ki düşmanına karşı; imanıdır, İslamıdır kalkanı…

3. DERS: Müslümanlığın İtikat Kökleri; İMAN

S: İmanın şer’i manası nedir?

C: İmanın şer'îat manası, Allah'a ve Hazreti Muhammed (aleyhisselâm)’ın Allah tarafından haber verdiği şeylerin hak ve doğru olduğuna inanmaktır. Müslümanlığın ilk temeli, imanın ilk mertebesi budur.

S: İmanın ikinci mertebesi nedir?

C: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe ve kadere inanmaktır. Yani bunlara ayrı, ayrı inanmak ve inandığını açıklamaktır.

S: Bunlara inanmak Müslümanlığın nesidir?

C: Müslümanlığın esasları temelleri ve şartlarıdır.

S: Bunlara inananlara ne denir?

C: Mü'min ve Müslim (Müslüman) denir. Bunlara inanmayanlar Mü'min ve Müslüman sayılmazlar.

S: Bunlara sade kalb ile inanmak yeter mi?

C: Hayır, bunlara hem kalb ile inanmak, hem de inandığını dil ile söylemek şarttır. Erkeklik ve kadınlık çağına gelmiş olan her Müslüman’a bunları bilmek, kalbiyle bu altı şeye inanıp dili ile de söylemek farzı-ayın'dır.

S: Şu halde imanın rüknü kaçtır?

C: İkidir: Kalb ile tasdik edip inanmak, dil ile ikrar etmek ve inancını açığa vurmaktır.

4. DERS: Allah Teâlâ Hazretlerine İman

İnsanlara düşen ilk vazife, kendilerini yaratmış olan Allah Teâlâ hazretlerini tanımak, ona iman ve kulluk etmektir. Bunun için Müslümanlığın ilk temeli de Allah'a inanmaktır. Biz Allah'a şöylece iman ederiz:

"Allah Teâlâ hazretleri vardır ve birdir. O'nun eşi, ortağı, dengi, örneği yoktur. Her şeyi yaratan, her şeye çeki düzen veren yalnız O'dur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur, herkes Ona muhtaçtır; O hiç bir şeye muhtaç değildir. Olmuşu da, olanı da, olacağı da bilir. Nasıl bilirse öylece diler ve dilediği gibi de yapar.

Her şeye gücü yeter, görür, işitir, söyler; her yaptığını yerli yerinde yapar, hiç bir işi boşuna değildir, her yaptığında bir hikmet vardır.

Allah Teâlâ hazretleri doğmamış, doğurmamış, sonradan olmamıştır. O'nun bulunmadığı zaman yoktur. Allah'tan başka ne varsa, bunların hepsi sonradan ve Allah'ın yaratmasıyla olmuştur.

Allah Teâlâ Hazretleri hay (diri) ve bakidir. Varlığı kendisindendir. Bizim gibi sonradan olma, geçici ve göçücü değildir.

Allah Teâlâ hazretleri görmüş olduğumuz şeylerin hiç birisine benzemez, aklımıza gelen, hayalimizden geçen şeylere de benzemez; O'nun varlığı, birliği, bilmesi, görmesi, işitmesi, dileyip yaratması, söylemesi de bizimkiler gibi değildir. Ne kadar iyilikler, ne kadar güzellikler varsa onların hepsi ve en yükseği Ondadır. O'nda hiç bir eksiklik yoktur. O, hiç bir şeye muhtaç olmayan büyük ve tek Allah'tır. Biz ise her şeye muhtaç bulunan bir takım aciz kullarız. Her şeyden yüce, yüksek ve büyük olan yalnız O'dur."

7. DERS: Allah’ın Kitaplarına İman

S: Bu kitapların hepsi hak mıdır?

C: Allah tarafından peygamberlere gönderilmiş olan kitapların hepsi haktır, hepsi doğrudur. Buna böylece iman ederiz. Fakat Kuran’dan başkasına, sonradan kul sözü karışmış ve onlar bozulmuştur. Bunun içindir ki Kur'an geldikten sonra onların hükmü kalmamıştır. Kur'an'ın hükmü kıyamete kadar bakidir. Kur'an-ı Kerim Peygamber Efendimize Allah'tan nasıl gelmiş ise, Peygamberimiz insanlara öylece söylemiş ve peygamber efendimizin sağlığında insanlar tarafından ezber edilmiş ve yazılmıştır. Bugüne kadar binlerce hafız tarafından hep ezber edilmiştir. O'nun için kimse Kuran’ın bir harfini bile değiştirememiştir. Kıyamete kadar da hiç değişmeyecektir. Allah Teâlâ hazretleri böyle haber vermiştir. Bundan ötürü biz kitap olarak yalnız Allah kelâmı Kuran’ı tanır ve onunla amel ederiz, Kur'an varken başkasına lüzum yoktur.

Kur'an-ı Kerim’den bazı ayetlerin Türkçeleri

1- "Hem Allah'a, hem O’nun peygamberlerine itaat ediniz; birbirinizle uğraşıp çekişmeyiniz; sonra korkaklaşıp kuvvetten düşersiniz; şevketiniz ve devletiniz elinizden gider. Bir de sabırlı olunuz, (hiç bir düşman ve tehlike karşısında metaneti elden bırakmayınız,) iyi biliniz ki Allah sabredenlerle beraberdir" (Enfâl suresi, ayet: 46)

2- "Ey müminler; sabır ve sebat gösteriniz, hem (sabırda yarışıp düşmanlarınızdan fazla) sebat gösteriniz; daima da muharebeye hazır bulununuz; bununla beraber Allah'tan her zaman korkunuz (O'nun yasak ettiklerini yapmayınız) ki felâh bulasınız." (Âl-i İmran suresi, ayet: 200)

3- "Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve harp için yetiştirilmiş atlar (tanklar ve uçaklar) hazırlayınız ki bununla hem Allah düşmanlarını, hem sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka olup da sizin bilmediğiniz ve Allah'ın bildiği gizli düşmanlarınızı da korkutasınız; siz Allah yoluna ne verirseniz karşılığı size fazlasıyla verilir, onların mükâfatını görürsünüz ve asla zarar görmezsiniz." (Enfâl sûresi, ayet: 60)

4- "Allah yolunda düşmanla savaşırken öldürülenlere ölü demeyiniz, onlar diridirler, lâkin siz farkında değilsiniz." (Bakara suresi, ayet: 154)

9. DERS: Peygamberlere iman

S: Peygamber dediklerimiz kimlerdir?

C: Allah Teâlâ hazretlerinin emirlerini ve yasaklarını kullarına bildiren büyük ve seçilmiş insanlardır. O'nlar, Allah ile bizim aramızda birer elçidir.

S: İnsan, çalışmakla peygamber olabilir mi?

C: insan, çalışmakla dünyada her şey olur amma, peygamber olamaz.

S: Neden olamaz?

C: Çünkü peygamberlik Allah vergisidir, onlar Allah'ın birer elçisidir. Bu işe kimlerin lâyık olduğunu da, ancak her şeyi yaratan ve her şeyi bilen ve gören Allah Teâlâ hazretleri bilir. Bunun için o büyük makamı zamanına göre lâyık olanlara vermiş, onlar vasıtasıyla kendi emirlerini, dileklerini, kullarına bildirmiştir.

S: Peygamberler de bizim gibi bir insan değil midir?

C: Evet, onlar da bizim gibi insandır. Şu kadar ki, onlar Allah'ın en sevgili kullardır. Onlar Allah'tan açık emirler alırlar, onlar günah işlemezler; asla yalan söylemezler, hainlik yapmazlar. Onlar ne söylemiş ise, hepsi doğrudur; hepsi Allah'tandır.

S: En önce gelen peygamberle, en son peygamber kimdir?

C: İlk peygamber Hazreti Âdem (a.s.), son peygamber de bizim peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.s.) dir.

S: Bundan sonra yeni bir peygamber, yeni bir din gelecek midir?

C: Hayır, gelmeyecektir. Allah Teâlâ hazretleri, hazreti Muhammed'i son peygamber olarak göndermiş ve ondan sonra o kapıyı tamamen kapamıştır. Bundan sonra ne bir peygamber, ne de bir din gelmeyecektir.

İlk Peygamber Âdem (aleyhisselâm)’dır, son peygamber de hazreti Muhammed (sallâllahü aleyhi- vesellem) efendimizdir. Bu ikisinin arasında pek çok peygamber gelip geçmiştir. Bunların sayısını Allah Teâlâ’dan başka kimse bilmez. Biz, yalnız Kur'an-ı Kerimde isimleri geçmiş olanları belleyeceğiz.. Onların her birerlerine iman edeceğiz, işte o kadar.

Cenab-ı Hak bizim Peygamberimizi son peygamber olarak göndermiştir ve ondan sonra peygamberlik kapısını kapamıştır. Ondan sonra yeniden peygamber gelmeyecektir. Gelmeye ihtiyaç da yoktur. Allah her şeyi Kuran’da bildirmiş; Peygamberimiz de mübarek sözleriyle Kuran’daki hakikatleri açmış, din uluları da bunları bize güzelce anlatmışlardır.

İnsanlara düşen, Kuran’ın söylediklerini tutmak, onun gösterdiği yoldan gitmek ve o yoldan hiç şaşmamaktır. Bu yolu takip edip gidenler, hem dünyada, hem âhirette selâmeti bulurlar.

13. DERS: Peygamberimizin Askerliği

Üsteğmen Hamdi anlatıyor: Bir cuma günü Sakarya gazileriyle konuşuyorduk. Her vakit olduğu gibi yine birçok şeyler sordular, bunlar hep askerliğe, kahramanlığa aitti; hepsine cevap verdim. O sırada Veli onbaşı da şöyle bir şey sordu:

S: Peygamber Efendimiz de en büyük askerdi, değil mi komutanım?

C: Evet, Veli onbaşı, bizim peygamberimiz en büyük askerdi. Kendisi de birçok harplere girdi. Atına binerek, kılıcını çekerek düşman ordularına saldırdı ve nice orduları perişan etti. Din düşmanlarıyla savaşırken kaç kere yaralandı, hak, adalet ve hürriyet uğrunda, yirmi üç sene onlarla savaştı, kendisi yirmiden fazla muharebeye girdi.

15. DERS: Âhiret Gününe İman

İmanın beşinci kökü Âhirete inanmaktır. Âhirete inanmayan Müslüman değildir. Âhiret günü, bu dünyanın ömrü tükendikten sonra, yeniden başlayacak olan sonsuz hayattır. Dünyanın ömrü tükenince âhiret başlayacaktır. Her şeyin bir ölümü olduğu gibi bu dünyanın da bir ölümü vardır. Eninde geçinde bu dünyanın, bu yerlerin ve göklerin tertibi bozulacak, yerde, gökte olanlar dağılıp yok olacak, kıyamet kopacaktır. Dünyada bulunan her canlı öldükten ve dünyanın nizamı ve tertibi bozularak yepyeni bir şekil aldıktan sonra Allah insanları tekrar diriltecek ve mahşere toplayacaktır. Buna "Bâ's ba'delmevt"/Diriliş/ denir.

Haşir ve neşir, hesap, sual, mizan, sırat, Cennet ve Cehennem işte hep o gün, yani âhirette olacaktır. Kıyamet koptuktan sonra insanlar tekrar dirilip kabirden kalkınca herkes mahşere dökülecek ve bu dünyada işlediklerinin o gün hesabını sorulacaktır. Bu dünyada yapmış olduğu en küçük bir hayrın mükâfatını, en ehemmiyetsiz sayılan bir kötülüğün de cezasını o gün insan mutlaka bulacaktır. Sual ve cevaptan, hesap ve kitaptan sonra müminler cennete girecek, kâfir ve münafıklar da cehennemi boylayacaktır. İşte kıyametin vukuu ile başlayacak ve cennetliklerin Cennete ve cehennemliklerin Cehenneme girmesine kadar devam edecek olan zaman "Âhiret günü”dür.

19. DERS: Kadere, Hayır ve Şerrin Allah'tan Olduğuna İman

Müslümanlığın İtikat köklerinden altıncısı kadere, yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna iman etmektir. Sonradan olacak şeylerin hepsini Allah'ın ezelde bilmesi "kader" dir. Biz iman ederiz ki: Allah’tan başka yaratan yoktur; hayır ve şer, acı tatlı, iyi kötü ne varsa her şey Allah'ın bilmesi, takdiri, dilemesi ve yaratmasıyla olmuştur. Yaratan Allah’tır, kazanan, kendi isteği ile seçip alan da insanın kendisidir. Bundan ötürüdür ki: İnsan her işlediğinden sorumludur ve hesaba çekilecektir.

İzah: Evet, Allah Teâlâ hazretlerinden başka yaratan yoktur, her şeyi yaratan yalnız O'dur. Cenâb-ı Hakk'ın ilmi her şeyi kaplamıştır, iyi ve kötü hiç bir şey Allah'ın ilminden dışarı kalamaz. Olmuş, olan, olacak, bunların hepsi Allah telânın ilmine göre birdir, hiç bir fark yoktur, iyi ve kötü hiç bir şey Allah'ın ilminden gizli kalamaz; Cenâb-ı Hak bir şeyi olmazdan evvel de, olurken de olduktan sonra da bilir, işte Allah Teâlâ hazretlerinin olmuşu da, olanı da, olacağı da ta ezelde, olmazdan evvel bilmesine "kader" denir. Ezelde, yani olmazdan sayısız zaman evvel nasıl biliyor idiyse, zamanı gelince onu bildiği gibi yaratmasına da "kaza" derler. Binaenaleyh biz Müslümanlar Cenâb-ı Allah'ın her şeyi ta evvelden bildiğine ve nasıl biliyorsa öylece irade edip yarattığına iman ederiz.

Yalnız kadere iman ve tevekkül etmek; tembel ,

 

tembel oturup da kendini koyuvermek, “kader kısmet ne ise öyle olur” diye beklemek değildir. Bu, böyle olduğu gibi, kaderi bütün bütüne inkâr edivermek de yanlıştır.

34. DERS: İslam’ın 6. Şartı CİHAT’TIR. Türk Askerlerinde Müslümanlık ve Kahramanlık Duyguları

Müslümanlığın altıncı bir şartı daha vardır ki o da cihattır, askerliktir. Bu, namazdan, oruçtan, hacdan ve zekâttan başka ve çok önemli bir vazifedir. Bu vazife yapılmadıkça öbürlerini hakkıyla yerine getirmek mümkün değildir. Bunun içindir ki Peygamberimiz Hazreti Muhammed (S.A.V.) efendimiz bize hem sivil, hem asker terbiyesi vermiştir. Peygamberimiz Efendimiz kendisi de, en büyük asker ve komutan olarak rehberimizdir. Nişancılık, binicilik, yürüme ve yüzme sporlarının her Müslüman için gerektiğini söylemiştir. Her Müslüman’ın daha çocukluğundan itibaren, hele bulûğa erdikten sonra, askerlik terbiyesini alması lazım gelir. Askerlik olmadıkça, millet ve memleket savunmasız kalıp tehlikeye girecektir.

Allah Teâlâ hazretleri her derde bir derman verdiği gibi, her fenalığa karşı da bize bir kalkan vermiştir ki o da ibadettir, ibadet fenalığa karşı insanı koruyan bir siperdir. Her fenalığın başı Allah'ı unutmak değil midir? İşte buna karşı en büyük kalkan, daima insana mevlâsını hatırlatıverecek, kendisine her daim Allah'ın huzurunda olduğunu düşündürecek olan ibadettir. Namaz ve oruç bu ibadetlerin başlıca örnekleridir. Namaz'ın Allah'ı hatırlattığı ve kötülüklerden uzaklaştırdığı gibi oruç da böyledir. Oruç ne demektir? Allah'ın emrini yerine getirmek maksadıyla sabahtan akşama kadar yememek, içmemek, kadın ve erkek cinsî muameleden çekinmek, nefsinin istediği şeylerden elini, eteğini çekmektir. Demek ki oruç tutan bir insan, her dakika Allah'ın huzurunda olduğunu düşünüyor. Hiç bir dakika onu hatırından çıkarmıyor. Allah Teâlâ böyle emretti diye nefsinin istediği şeylerden elini eteğini çekiyor. Yazın en sıcak günlerinde hararetten ciğeri yanıyor da oruçlu olduğu için suya bakmıyor. Açlıktan takati kesilse de yiyeceğe el uzatmıyor. Bunu birisinden korktuğu için değil, Allah'ın emri olduğu için yapıyor. Şimdi böyle, bir ay sabahtan akşama kadar nefsine uymamayı âdet edinmiş olan bir adam düşününüz; karnı aç, iştahı tamamıyla yerinde iken gözünün önünde duran tatlı yemekleri, Allah'ın izni olmadığı için akşama kadar yemeyen, hararetten yanıp tutuştuğu zamanlarda yanında duran buz gibi suya dönüp bakmayan ve bunda sebat gösteren bir adam, nefsini terbiye ediyor. Helâl ve mubah olan şeylerden, kendi arzusuyla vazgeçebilen olgun bir adam haram şeylere göz diker mi? Başkalarının haklarına tecavüz eder mi? Bu gibi kötülüklere, hile ve cinayet gibi alçaklıklara, adiliklere tenezzül eder mi? Allah'ın emirlerine karşı böyle nefsini ayakaltına alan bir insan, nefsine her daim hâkim olmaz mı; elbette olur. Nefsine hâkim olan bir adam ise, hiç bir zaman kötülüğe ve şeytani dürtülere kapılmayacaktır.

40. DERS: Ahlak ve Vazife Şuuru

Kur'ân-ı Kerim ile Peygamber Efendimizin hadislerinden ve sünnetlerinden öğreniyoruz ki: Dinimiz bizi beş kısım vazife ile mükellef-sorumlu tutuyor.

1- Allah'a ait vazifeler,

2- Nefsimize ait vazifeler,

3- Aile vazifeleri

4- Memleket vazifeleri,

5- İçtimaî ve insanî vazifeler.

Bu vazifeler üzerimizde birer borç demek olduğundan bunları ödemek, sahiplerine vermekle mükellef bulunuyoruz. Bir bakımdan bunlar birer haktır, bunları sahiplerine vermezsek mesul oluruz. Bunları sıra ile anlatalım.

Bilirsiniz ki: Her nimetin karşılığında bir de külfet vardır, insan bir hak sahibi olunca, onun karşılığında bir de vazifesi olmak gerektir. Mademki biz insanız, Allah bize birçok nimetler vermiştir. Bu nimetlerden dolayı bizim de Allah'a karşı bir takım vazifelerimiz olmalıdır. Nimeti vereni bilmek, tanımak, ona sevgi ve saygı beslemek hem akli, hem de vicdani bir borçtur.

43. DERS: Ruh Terbiyesi

Dinimiz beden terbiyesine ne kadar ehemmiyet vermiş ise, ruh terbiyesine de o derece ehemmiyet vermiştir. Yalnız beden terbiyesine ehemmiyet verip de ruh terbiyesiyle uğraşmayanlar yahut sadece ruh terbiyesine bakarak beden terbiyesine kıymet vermeyenler, Müslümanlık nazarında bir taraflı ve eksik sayılırlar. Binaenaleyh Müslüman dediğin bunun her ikisine lâyık oldukları kıymet ve ehemmiyeti verecektir.

Ruh terbiyesi demek, vicdani duyarlılıklarımızı ve iç duygularımızı terbiye etmek ve böylece kararlarımızın ve alışkanlıklarımızın daima iyi ve temiz olmasına gayret göstermektir.

Bunun için de dört şey lâzımdır:

1- İtikadını düzeltmek, yani tek bir Allah'a iman etmek ve kalbini buna bağlayarak hiç şaşmadan onun gösterdiği yoldan gitmek.

2-Ruhunu şeytani düşünce ve hurafe denilen manevî pislikten temizlemek,

3-İyi bilgiler öğrenip sürekli kendini geliştirmek,

4-Güzel ahlâk ile kalbini bezemek,

47. DERS: Hükümet ve Memlekete Karşı Vazifelerimiz

“Ey mü'minler Allah'a itaat ediniz, Peygambere itaat ediniz, sizden olan ulü’l-emre de... (Adil devlet yetkililerine ve hükümet yöneticilerine de itaat ediniz)” (Nisâ sûresi, âyet: 59)

Hükümet; bir arada yaşayan insanların canlarını, mallarını, ırzlarını, namuslarını, haklarını, yurtlarını muhafaza ve rahatlarını temin etmek için insanların yine kendi içlerinden seçtikleri bir heyettir.

Dışarıdaki düşmanlara karşı yurtlarımızı muhafaza ve müdafaa etmek, memleket içinde haksızlığa meydan vermemek, hırsızlık gibi şeylerin önüne geçmek, vatanımızı mamur eylemek, cehaleti gidermek, haklıyı haksızı ayırt etmek hep hükümetin vazifelerindendir. Bütün bu işleri muhtelif memurları ile yürütecektir.

Söz temsili: Haklıyı haksızı ayırt etmek ve haksızlığın önüne geçmek için mahkemeler kurar. Ahalinin cahil kalmaması için mektepler açar, Memleketin her yerinde ilim yuvalan kurar. Hırsızlık ve uğursuzluğun önünü almak için jandarmalar, polisler kullanır; memleketi düşmandan korumak için asker besler, fabrikalar açar, bizim rahatımız için yollar yaptırır, şimendiferler işletir, sokakları temizletir, Hastaneler yapar, doktorlar tutar. Böylelikle hem yurdumuz mamur olur, hem de kendimiz rahat ederiz. Hükümet bu vazifelerini yaparken bize de bir takım şeyler teklif eder ki onlarda bize düşen vazifelerdir; binaenaleyh biz de hükümete olan vazifelerimizi yapacağız. Hükümete karşı birinci vazifemiz, onun kanunlarına itaat etmek ve hiç bir bahane ile ona karşı gelmemektir. Askerliğimizi yerine getirmek vergimizi ödemektir.

48. DERS: Kur'ân-ı Kerim Vatan Müdafaasını Emreder

"Düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve harp için beslenip terbiye edilmiş atlar hazırlayınız ki bununla Allah'ın düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz diğer düşmanları korkutasınız. Siz Allah yolunda her ne verirseniz mükâfatını tamamen görürsünüz, verdikleriniz zayi olup da zulüm olunmazsınız." (Enfâl suresi, ayet 60)

Kendi haklarına razı olmayan haris insanların ve zalim saldırganların hücumlarını durdurmak için kuvvetli olmak, lüzumunda onlara hadlerini bildirecek her türlü vasıtaya malik bulunmak lâzımdır. Memleketin müdafaası, mülkün muhafazası için icap eden şeyleri hazırlamakta gevşek davrananlar, Milli savunma konusunda zayıf kalanlar; böylelikle hem memleketlerini, hem kendilerini felakete sürüklemiş olurlar. Bu o kadar açık bir hakikattir ki ahmak da anlar, akıllı da; cahil de farkına varır, âlim de!... Binaenaleyh memleketi düşman hücumundan koruyabilmek, düşmanın hücumuna meydan vermemek, memleketin yükselmesine, her suretle ileri gitmesine engel olan tehlikeleri bertaraf etmek, memlekette hür ve müstakil yaşamak için daima kuvvetli bulunmak lâzımdır. Yakın ve uzak komşularımız nasıl çalışıyorlarsa, bizim de öylece çalışmamız, öylece yükselmemiz şarttır, farzdır. İşte bunun içindir ki: Allah Teâlâ hazretleri "Gücünüz yettiği kadar, çalışarak düşmanı korkutacak kuvvet hazırlayın!" buyurmaktadır.

49. DERS: Askerlik

Asker, düşmanlara karşı yurdumuzu, ırz ve namusumuzu müdafaa ve muhafaza eden ve bu uğurda canını fedaya hazır olan silâhlı bir kuvvettir. Memleket ve millet uğrunda her ferdin sarf edeceği gayret ve fedakârlık ne kadar büyük olursa olsun, bunun hiç birisi askerlik ile ölçülecek bir mertebede değildir. Çünkü askerlik kan ve can vergisidir. Bunun için askerlik çok mukaddes bir vazifedir. Allah'ını, Peygamberini, yurdunu seven, ırz ve namusun kıymetini bilen her insan askerliğini seve, seve yerine getirecektir. Bizim dinimizde askerliğin mertebesi çok yüksektir: Ölürse Şehit, Sağ kalırsa Gazi'dir.

Askere çağrılınca koşa,

Koşa, sevine, sevine gitmek lâzımdır. Çünkü Peygamberimiz (s.a.s.) Efendimiz "silâhaltına çağrıldığın zaman hemen git" buyurmuşlardır. Peygamberin bu emrini tutmak boynumuzun borcudur. Askere çağrıldığı zaman kaçanlar doğrudan doğruya Allah'a ve Peygambere karşı gelmişler demektir. Bunlardan Allah razı olmaz, Peygamber de hoşnut olmaz.

54. DERS: Müslümanlıkta Her Fert Askerdir

İslâm’da sade erkekler değil, yerine göre kadın erkek herkes askerdir. Bunun içindir ki gerektiğinde Müslüman kadınlar da askerlik vazifesini yapmışlar ve cihada iştirak ederek harp meydanlarında en büyük kahramanlığı göstermişlerdir.

İslâm'ın ilk zamanlarında Uhud muharebesinde Hazreti Aişe ile Enesin annesi Ümmü Süleym, Ebu Said'in annesi Ümmü Selît olanca gayretleriyle çalıştılar, sırtlarında mataralarla askere su taşıdılar, yaralılara baktılar. Yine bu muharebede "Nesibe" hatun, harp meydanına atılarak gayet merdane cenk etti bahadırlığını yâr ve ağyara beğendirdi ve nice bahadırları utandırdı. Uhud günü Peygamberin öldü sanarak ashap dağıldığı, İslâm askeri mağlûp olduğu bir sırada Peygamberin etrafında kalan beş on mücahidin yanında Nesibe hatun da vardı. Peygamberimizin üzerine hücum eden bir fırka düşmana karşı koyan ve düşman fedaîlerinin bir kısmını öldüren Nesibe Hatun idi.

 

Sonuç olarak;

Şimdi Atatürk’ün; Allah’a ve maneviyata inanmadığını, Resulüllah’ı ve Kur’an-ı hesaba katmadığını, İslam’ı ve mukaddesatı çağdışı, akla ve bilme aykırı “uydurma doğmalar” saydığını savunanlara sormak lazımdı:

1-   Atatürk inanmadığı ve çağdışı saydığı bilgileri içeren bu kitabın, gözbebeği gördüğü TSK bünyesinde, hem de Cumhurbaşkanlığı süresince ders olarak okutulmasına neden izin vermiş ve karşı çıkmamıştır?

2-   Acaba, Fevzi Çakmak’tan ve Müslüman halkımızdan çekindiği için buna müdahale etmeyen, ikiyüzlü bir korkak mıydı?

3-   Veya Atatürk; Allah’a, Peygamber’e ve Kur’an-ı Kerim’e samimiyetle inandığı ve Yüce Dinimizin askerlerimize doğru öğretilmesini arzuladığı için mi, Diyanet reisi tarafından yazılan bu kitabın subaylarımıza ve asker evlatlarımıza okutulmasına fırsat ve ruhsat tanımıştı? (Ki bu bizim kesin kanaatimizdi).

4-   Yoksa aslında asil milletimizle ve manevi değerlerimizle asla barışık olmayan kesimler, kendi gizli ve kirli saltanatlarını kurmak ve korumak üzere ve istismar niyetiyle mi Atatürk’ü DİNSİZ göstermeye çalışmaktaydı?

Bu soruların doğru ve doyurucu yanıtını, değerli okurlarımızın ve halkımızın temiz ve aziz vicdanına bırakıyoruz. Ve özelliklede “Atatürkçüyüm” deyip de laiklik bahanesiyle, sırtından saltanat sürdürdükleri bu asil Milletin Dinine ve manevi dinamiklerine hücum eden “paşa” etiketli bazı “gâvur maşalarının” da kulaklarını çınlatıyoruz.”

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

İzleyiciler

Blog Arşivi