28 Kasım 2015 Cumartesi

2021- Hz MUHAMMED'İN TÜRKLER İÇİN SÖYLEDİKLERİ?!

                 Hz MUHAMMED'İN TÜRKLER İÇİN SÖYLEDİKLERİ?!

T.C
Osman TÜRKOĞUZ

            “Turan Dursun'un oğlu Abit Dursun: “Her gece sımsıkıya özlemime sarılıp yatıyorum”!
TV. İZMİR,29 KASIM 2015.

SAYIN AHMET DURSUN,Almanya doğumlu Eski Milli Futbolcu ve 2015 Survivor yarışmacısı?!
-"Ey İsrail oğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi dünyalara üstün kıldığımı hatırlayın." ( Bakara, ayet: 47, 122. Diyanet çevirisi.) 
-"Biz her peygamberi, kendi toplumunun diliyle gönderdik. İlle de böyle yaptık ki, o toplumdan olanlara anlatabilsin. " (İbrahim suresi, ayet: 4.)
O halde Sevgili peygamberimiz (!) Muhammed bizim peygamberimiz olamıyor.  
KITALUT-TURK" ("TÜRKLERLE ÖLDÜRÜŞME") HADİSLERİNDEN.
"SONUNDA TÜRKLER KESİLECEKLER. ..(Ebu Davut, Kitabu'l-Cihad/ 9, hadis no:4305.)
Araplar ve peygamberleri ırkçıdır. İşte peygamber: 
- Müslümanlar, Türklerle öldürüşmedikçe, kıyamet kopmayacaktır. Yüzleri kalkan gibi, üst üste binmiş(kalın) derili olan bu toplumla... Kıl giyerler."( Bkz. Müslim, e's-Sahih, Kitabu'l-Fiten/ 62-65, hadis no:2912; Ebu Davud, Sünen, Kitabu'l-Melahim/ 9 Babun fi Kıtali't Türk, hadis no: 4303; Nesei, Sünen, Kitabu'l-Cihad/ Babu Gazveti't-Türk. ..)  


-"Siz (Müslümanlar), küçük gözlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan toplumla öldürüşmedikçe kıyamet kopmayacaktır. " (Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Cihad/ 96; Müslim, e's-Sahih, kitabu'l-Fiten/ 62 hadis no: 2912; Ebu Davud, Sünen, hadis no: 4304; Tirmizi, h. no: 2251; İbn Mace, h. no: 4096-4099)
Peygamberin ırkçı hadisleri
 "Size ilişmedikçe siz de Türklere ilişmeyiniz. Çünkü severlerse sizi soyarlar. Sevmezlerse sizi gebertirler" (Hz. Muhammed)

"Küçük gözlü, kırmızı yüzlü ve suratları kalın deriden yapılmış kalkanlara benzer Türklere (Yecüc- Mecüc"e) karşı savaşlar yapmadıkça hüküm günü gelmiş olmayacaktır" (Hz. Muhammed)
"Arapları sevmek, şu üç nedenle zorunludur: Çünkü ben bir Arap'ım, çünkü Kur'an Arapça inmiştir, çünkü cennet sakinleri Arapça konuşurlar. Arapları seven beni seviyor demektir. Kim ki Arap'tan hoşlanmaz ya da Arap'tan nefret eder, o mutlaka benden nefret ediyor sayılır. Arapları sevmek iman sahibi olmak demektir, onlardan nefret etmek imansızlık demektir. İnsanlığın en mükemmel ve yüce olanı Araplardır. Arapların en yücesi Kureyşliler'dir. Kureyşlilerin en yücesi de Beni Haşim kabilesidir. Arapları küçülten müşrik sayılmalıdır. Arap'ın varlığı demek, İslâmiyet'in var olması, yaşaması demektir." (Hz. Muhammed)
Diyanet İşleri, "Peygamberimizin Çağımıza Mesajları" adını verdiği hadis projesi kapsamında, Arapları üstün gösteren ve Türkleri aşağılayan hadisleri eleme kararı aldı. 2008 yılında bitirilecek proje kapsamında hadis web sitesi de kurulacak.
TÜRKLER YECÜC-MECÜC
Diyanet İşleri Başkanlığı, şiddet içeren hadislerin ardından ırkçı hadisleri de ayıklamaya başladı. Diyanet, Hz. Muhammed’e ait olmayan ancak İslam halkları arasında öyle olduğu düşünülen ırkçı sözleri birer birer temizleyecek. Irkçı hadislerin ayıklanmasında, Hz. Muhammed’in “Arabın Aceme, Acemin Araba hiçbir ırkın başka bir ırka, beyazın siyaha üstünlüğü yoktur” hadisi referans noktası kabul edilecek. Hz. Muhammed’e atfedilen uydurma hadisler arasında, “Küçük gözlü, kırmızı yüzlü ve suratları kalın deriden yapılmış kalkanlara benzer Türklere (Yecüc- Mecüc’e) karşı savaşlar yapmadıkça hüküm günü gelmiş olmayacaktır” ve “Size ilişmedikçe siz de Türklere ilişmeyiniz. Çünkü severlerse sizi soyarlar. Sevmezlerse sizi gebertirler” cümleleri yer alıyor.
Proje kapsamında ayıklanacak hadisler şöyle: “Arapları sevmek, şu üç nedenle zorunludur: Çünkü ben bir Arabım, çünkü Kur’an Arapça inmiştir, çünkü cennet sakinleri Arapça konuşurlar. Arapları seven beni seviyor demektir. Kim ki Arap’tan hoşlanmaz ya da Arap’tan nefret eder, o mutlaka benden nefret ediyor sayılır. Arapları sevmek iman sahibi olmak demektir, onlardan nefret etmek imansızlık demektir. İnsanlığın en mükemmel ve yüce olanı Araplardır. Arapların en yücesi Kureyşliler’dir. Kureyşlilerin en yücesi de Beni Haşim kabilesidir. Arapları küçülten müşrik sayılmalıdır. Arap’ın varlığı demek, İslâmiyet’in var olması, yaşaması demektir.”
“Kıyamet kopmadan az önce siz, kıldan çarıklar giymiş bir milletle muharebe edeceksiniz. Onların yüzleri sanki (çekiçle dövülmüş) derilerle kılıflı kalkan gibidir. Çehreleri kırmızı, gözleri çekiktir.”
“Şüphesiz ümmetimi üç defa, yüzleri geniş, çehreleri sanki derilerle kaplanmış kalkanlar gibi olan bir kavim kovalayacak ve sonunda Arap Yarımadası’na yetişeceklerdir. İşte onlar Türklerdir. Nefsim yedi kudretinde olan Allah’a yemin ediyorum ki onlar mutlaka atlarını Müslümanların mescitlerinin direklerine bağlayacaklardır.”
Projeyle, ırkçı hadislerin yanı sıra gelecekten haber veren hadisler olarak nitelendirilen uydurma hadisler de tasnif dışı bırakılıyor. El Kaide’nin, Usame bin Ladin’in müjdelendiğine inandığı, “Horasan’dan siyah sancaklılar çıkar ki, ta Kudüs’e o sancağı dikinceye kadar, kimse onlara karşı koyamaz” hadisi de ayıklanacak.
DÜNYAYA DAĞITILACAK
23 ilahiyat fakültesindeki 100’e yakın hadis hocasının çalıştığı proje, 2008 sonunda bitecek. Proje tamamlandığında, Türkiye’nin hadis birikimi kitaplaşmış olacak. Ardında tüm metin, yabancı dillere de çevrilecek ve dünyaya dağıtımı yapılacak. Hadis projesi kapsamında hazırlanacak “Hadis Web” sitesi de İslam dünyasının en önemli referans adreslerinden birine dönüşecek.  (Haber: Volkan YANARDAĞ/Akşam)

Diyanet bazı hadislerin Hz. Muhammed'e ait olmadığını düşünerek ayıklamaya karar vermiş. Yukarıda bazı örnekleri verilen hadisler bundan böyle hadisler arasında yer almayacakmış...
Cennette konuşulacak dinin Arapça olduğunu iddia eden, Arap dilinin ne kadar yüce olduğunu savunan bazı yazarlar ne diyecekler bakalım. Yaptıkları  Arap ırkçılığı için malzemeleri ellerinden alınıyor olacak çünkü. Dinde reform diye manşet atıp yerden yere vuracaklardır bu projeyi. 
Irkçı olan sadece hadislerden bazıları mıdır? İbadet dilinin de kendi dilimizde olmasına ne zaman sıra gelecek?
En azından herkesin kendi anladığı dilden yalvarması, dua etmesi ya da Allah"a teşekkürlerini sunmaları daha iyi olmaz mı?
İnsan ne dediğini bilmeden yalvarır mı? Ne istediğini bilmeden dua eder mi? Anlamadığı bir cümleyle şükranlarını sunabilir mi?
İbadetin ve dini inancın Arapça olması gerektiğini düşündüğünüz de, tüm Müslümanların Arapça öğrenmesi gerekir ki, bu da aslında bir nevi Arap milliyetçilini meşrulaştırmak olur.
Aksi halde dinde turist kalmaya devam ederiz. Hep bir turist rehberine muhtaç duyarız.
Rehber ne derse onun doğru olduğuna inanmak zorunda kalır, asla gerçeğin ne olduğunu bilemeyiz. Yabancı bir ülkede, başka dillerden konuşan bir turist kafilesi gibi etrafı izler, ha hı diyerek, el kol hareketleriyle anlaşır, artık ne anladıysak onu yaparız. Yarım yamalak bir anlaşma sağlayıp, gereksiz yere gülümseyip, kafa sallar, ha hı diye seslerle anladığımızı sanmalarını sağlarız. Çok sıkıcı bir sohbettir aslında bilmediğiniz lisanda konuşmak.
Dinde turist olmaktansa kendimizi evimizde hissedip, kendi dilimizde inanabilsek daha samimi bir inanç olmaz mı? Tanrı'nın öteki çocuğu değil de, öz çocuğu gibi hissetmez miyiz kendimizi o zaman?
Bence din de sadece ırkçı hadisleri ayıklamak değil, tüm Arapçı zihniyeti değiştirmek gerekir.
İslam'da İspanyolca teşekkür edilebilmeli, Kürtçe yalvarılabilmeli, Türkçe dua edilebilmelidir.
Ezan, bir vakit alarmı, bir zaman belirtisi ise Arapça'da olabilir. Fakat bir çağrıysa, bir davetse anlaşılabilen bir dilde söylenmelidir.
Kuran, yanık bir ses tarafından belli bir melodiyle, kendinden geçme amacıyla okunuyorsa Arapça olabilir. Lakin ilk emri "oku" olan, okumakla kastettiği anlamak olan bir kitap ise eğer Kuran; bilinen dilde okunmalıdır.
Duayı, ezber kuvvetimizi sınamak, öne arkaya sallanarak, kekelemeden okuyabilme becerimizi test etmek için yapıyorsak Arapça da olabilir. Ancak yüceliğine inandığımız bir güce inancımızı bildirmek, ondan talepte bulunmak, arzularımızı belirtmek için yapıyorsak mutlaka konuştuğumuz dilde olmalıdır. 
Sadece bazı hadisleri ayıklayarak Arap ırkçılığını dinden çıkartmış olmazsınız. Kendi dilimizde ibadet hakkımızı sağladığınızda, kurtulmuş oluruz Arap ırkçılığının etkisinden...
İşte o zaman Arap'a uzak, Allah'a yakın oluruz, belki de...
İşte o zaman Arap olduğu değil, Allah'ın peygamberi olduğu önemsenir peygamberin. 
Alizarin'den saygılarla
 Kültür farklılıkları:
Karşı çıkanlar Muhammed'in Türkleri sahiplenen gerçek laflarını ortaya koysunlar.  
Hüsnü Merdanoğlu'nun, 1999 yılında ikinci baskısı yapılan Atatürkçü Düşüncenin Evrenselliği adlı çok önemli eserinin 102-106. sayfalarında yazılanların tam metnini, yazarından aldığımız izinle aşağıya aynen alıyoruz: 
Bütün tarihi kaynaklar, Osmanlı Devleti'nin Türk ulusu tarafından kurulduğunu kanıtlamaktadır. Ancak, kuruluş aşamasını tamamlayan ilk kuruculardan sonra, Osmanlı padişahlarının ne denli Türk oldukları kuşkuludur. Çünkü kuruluş dönemindeki koşullarda geçerli olan; komşu ülkelere saldırma ve onlardan savaş tazminatı ve ganimeti alma siyasasına dayalı olarak güçlenip zenginleştikten sonra, yatak odalarını, "harem'ler kurarak zenginleştiren padişah-halifelerin birçoğu sayesinde, ırk ve kan birliği bozulmuş olduğu görülmektedir. "...Bütün kadın sultanlar, bütün padişah anaları, hep yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan geldiler. Hanedanda bu kan yabancılığı, Osmanlı İmparatorluğu'nun son padişahına kadar devam etti"(1) 
Belki bu özelliklerinden dolayı, "halife" sanlı padişahlar, bu sanın yarattığı olanaklardan yararlanarak, yönetimi altında bulunan ve özellikle "Türk" kimliği taşıyan yönetilenleri tıpkı bir sürü gibi yönetmeyi yeğlemişlerdir. 
Henüz kuruluş dönemi olan 1466 yılında yapılan bir derlemede, "Türk iti şehre gelince Farisice ürer" denilmektedir. (2) Osmanlı şairlerinden Baki'nin, "Muhteşem Süleyman" olarak bilinen padişaha sunduğu bir şiirinin Türkçeleştirilmiş dizeleri şöyle: 
"Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olamaz. Ey Hoca Türk toplumundan olanın başı kabadır.

Türk, sultan olma yeteneğinden yoksundur."
Yine bir Osmanlı şairi olan Nef'i ise; "Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır," demiştir. 
Divan-ı Hümayun yazmanlarından Hafız Hamdi Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde, "Baban da olsa Türkü öldür" nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün İslam Peygamberi Hz. Muhammet'e ait olduğunu vurgulamaktadır. Sadece bir kıtasını yineleyelim:  
"Sakın Türkü insan sanma.
Bir an bile olsa Türk’le birlikte olma.
Türk eline şeker olsa o şeker zehir olur.
Türkün başını keserken sakın gam yeme.
Baban da olsa Türkü öldür."(3)  

Osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan Fatih bile, Otlukbeli Savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda; öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş ve "İşine devam et," demiştir.  
Hırvat kökenli, Sadrazam Kuyucu Murat döneminde (1606-1611), 155.000 insan doğranmış ya da diri, diri kuyulara doldurulmuşlardır. Aman dileyen insanlara Kuyucunun yanıtı "Vurun şu pis Türkün başını" olmuştur. Cellâtların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat, Osmanlı'nın yetkilisi, öldürülen çocuk da Anadolu'nun evladı Türk'tür. (Olayı ayrıntıları ile Osmanlı tarihçisi Naima'dan öğrenmek olasıdır.) Yavuz Sultan Selim'in, halifeliği zorla da olsa aldıktan sonra, yönetim ile Türk ulusu arasındaki anlayış ve ideoloji ayrılığı açık şekilde çelişmiştir. Yönetime dayalı şeriatçı anlayış üst yönetime egemen olur iken, Anadolu'da yaygın olan Alevilik sayesinde Türk dili kendini koruma olanağı bulmuştur. Yönetimin Anadolu'yu dil unsuru aracılığıyla Araplaştırmasına ve Acemleştirmesine karşı olan bu halk, yok edilmek istenmiştir. Bu nedenle Anadolu'da öldürülen Türk sayısı, Yavuz Sultan Selim zamanında 40.000 kadardır. Bu gerçek Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk halkından koptuğunun açık bir kanıtıdır.(4) 
Osmanlı tarihçisi Naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır: "Türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltizamına derman yok." Yani, Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır.  
Osmanlı tarihçisi Naima "Tarihi"nde Türkler için; nadan (kaba) Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk ifadelerini kullanmaktadır.(5)  
Aslında Türkler hakkındaki kötü yargılar Selçuklulardan beri yaygındır. Örneğin, Selçuklu yazar Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, şunları yazmıştır: "Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar."(6) 
Osmanlı düşüncesinde, "kavmi Necip" olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; "Türk" deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. "Türk hükümeti", "Türk ordusu", "Türk ülkesi" deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu. 1913 tarihli "Mecmuai Ebuzziya" dergisinin 94. sayısında; "Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir.   
Bizler yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil, sadece Müslüman'ız. Buharalı hanlar bile kendilerini Türk saymazlar. Zira onların cetleri de vaktiyle Türkistan'ı zapt etmiş olan Araplardan başka bir şey değildir," demekle, kendisini ve Anadolu'da yaşayan bütün insanların kimliğini inkâr ediyordu. Üniversite profesörlüğü de yapmış olan Ahmet Naim, 1913 yılında yazdığı "İslam'da Davai Kavmiye" adlı kitabında, Türk’e karşı savaş açmış ve "Türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok... Gerekli olan şeriatı öğrenmektir," demiştir. 1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve Padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise, Türk’e Türklük benliği vermek isteyenlere "soysuzlar" yakıştırmasında bulunmuştur.( 7)  
Bu tutum ve koşullar içerisinde "Türk" kimliği, yönetimin merkezi olan İstanbul'dan uzak, savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan, Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile yaşamıştır. Zaman içinde "Türk" yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki, kimi kez "Osmanlı Efendisine Türk' demek hakaret sayılmış", "Türk" sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur.(8)  
İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır. (9) İstanbul'un alınmasından 4. Murat'ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde, devşirmelerden 66, Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını, aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl, Türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı(10) gerçeği, Türklere yaklaşımı gösteren ayrı bir kanıttır. Padişahlar, yakın korumalarını da hep devşirme (kul-köle) olanlardan seçmişlerdir.  
Osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. 12. yüzyıl ortalarında Ahmet Yesevi'nin kurduğu; Türk geleneğini, dilini ve kültürünü Şamanlık ile bütünleştiren (Bektaşilik gibi) tarikatlar Anadolu'da yayılmaya başladı. Bir taraftan Yesevi yanlısı ve Türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır iken, öte yandan da, Sünni İran kültürünü benimseyen Nakşibendî Tarikatı, yeniliklere karşı koyma alışkanlığını güden Zeyni Tarikatları ve Fars diline önem verdiği için daha çok aydınlar (!) arasında yayılan Mevlevilik, yaygınlık gösteriyordu. Bu tarikatlar içinde, Türk kökenli olanları, doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. Bu koşullar altında Türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış oldu. "Kaba Türk", "Anlayışsız Türkler", "Pis Türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu.(11)  
Osmanlı yönetiminde Türk’e yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir:  
"Türk değil mi, Merzifon'un eşeği,
Eşek değil, köpekten de aşağı."   

Osmanlı'nın bu yaklaşımına Türkün verdiği yanıt, bir şiirin dizelerinde şu şekilde yer almıştır:
"Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltağ Osmanlı
Ekmede yok biçmede yok
Yemede ortak Osmanlı"(12) 

Kendi yöneticilerinin bu tutumu karşısında, yabancılardan da olumlu yorum beklenemezdi. Yabancılar, Türkleri "yaklaşık 1000 yılına kadar Arapların esiri olan Türkler dağ insanı niteliğinde bir kavimdir"(13) şeklinde yorumluyorlardı.
Ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin, Osmanlı yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19. yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile, Osmanlı yönetiminin Türk’e olan yaklaşımı değişmemişti. 1874 yılında "Dünya Tarihi" kitabının yazarı, Askeri Okullar Bakanı Süleyman Paşa, "Osmanlı devletin adıdır, milletimizin adı Türk'tür" görüşünü savunmasına karşın, bu düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya cesaret edememişti.(14)
Koçu Bey, 4. Murat'a sunduğu risalesinde (küçük kitap) Türkler hakkında şunları yazıyordu: "...mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, Çingene, tatar, kurt, ecnebi, Laz, Yörük, katırcı, deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve diğer çeşitli kimseler..."
"Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve Yörük, Çingene, Yahudi, dinsiz, mezhepsiz, nice kalleş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu." Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu. (15)
Abdülhamit'in Araplara ve İslamiyet’e dayanan siyaseti, Türkü, Türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. Onun zamanında "Türküm demek, Türk’ten söz etmek büyük suçtu".(16) Devletin dayandığı kendi halkına bu denli yabancılaşmasından olsa gerek, Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı.( 17) Zaten, dini ile dilini de değiştiren bir ulusa Osmanlı Devletinden başka yeryüzünde rastlanmamıştır.
Osmanlı yönetimi, kendilerini Türk olarak görmedikleri için, Türk kökenliler "azınlık" konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu: "Türk adı nadiren kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir köyün 'Türk' veya Türkmen' olup olmadığını sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin İngilizce söyleyeceğin 'eşek kafalı' anlamında, 'Türk kafa' diye homurdanırsın. "(18)  
Aynı yıllarda, Türk-Yunan Savaşı ortamında Şair Mehmet Emin'in yayımladığı kitapta, "Ben bir Türküm dinim cinsim uludur" dizeleri yer alıyordu. Ancak, üstünlüğü kanıtlamak için şiirler yeterli değildi. Kendi yöneticisi tarafından aşağılanan, üst üste gelen yenilgiler sonucunda benliğini, kişiliğini yitiren ve varlığını yitirmek üzere olan Türk halkı tarihin en zor dönemini yaşıyordu.  
Yabancıların Türk imgesi ise Osmanlı'nın, Türk’e yaklaşımından farklı değildi. Türkologlara göre Türkler; insanlar arasında anlayış bakımından sonuncudur. İnançtan ötesini kavrayamazlar; anlamaya da çalışmazlar... İslam dininin Türkler üzerindeki etkisi iyi sonuç vermemiştir. Türkler, Müslüman Asya'nın Avrupa'ya karşı savaşan askeri oldu. Müslümanlık, Türk dehasına ters düştü. İslam, bu "Yarı Çinliler" den "Acımasız İranlılar" yarattı.(19)  
Türk aydınının durumuna gelince; çok az sayıda olsa da uyanma belirtileri başlamıştı. Bunlar arasında en önemlisi Ziya Gökalp adını taşıyor.  
"Sorma bana oymağımı boyumu,
Beş bin yıldır millet gibi yaşarım...
Deme bana Oğuz, Kayı, Osmanlı,
Türküm, bu ad her unvandan üstündür," diye haykırıyordu.
Öte yandan, özgür düşüncenin olmadığı bir ortamda, kendi ulusal çıkarlarını savunma olanağından yoksun olan bir avuç kişi yurt dışında özgürlük arıyorlardı. Bu aydınlar, yurt özlemi ile ülkelerinden aldıkları yüz kızartıcı haberlerin ve kötü gelişmelerin ezikliği içindedirler. Onlardan birisi, o günlerin koşullarını, şu duygusal satırlarla günümüze aktarmaktadır: "Bir mayıs sonu ya da bir haziran başı idi. Bağımsız fakat bütün kalbiyle İttifak Devletlerinin zaferini kutlayan bir Avrupa şehrinde, başım eğik, gözlerim yaşlı dolaşıyorum. Yüreğim bir derin uçurum, kafam bir cehennemdir. ...Gün geçmiyor ki, bir mağazada bir lokantada Türk olduğum anlaşılınca acı bir alay edilme veya ağır bir hakaretle karşılaşmayayım. ...lakabımız 'makak'tı. (bir çeşit şempanze maymun türü). ... Gönül verdiğimiz genç kızlar Türklüğümüzü sezince bizden iğrenip kaçıyordu.  
İşte, o şehrin bu cehennem atmosferi içinde, bir gün yılgın ve çekingen dolaşırken, gözlerim, ansızın, bir gazete satıcısının sergisinde, bir sürü gazete adı ve başlıkları arasında, iri harflerle dizilmiş şu satırlara ilişiverdi: 'Bir Türk generali İtilaf kuvvetlerine karşı yeniden harbe hazırlanıyor.' Titreyerek gazeteyi aldım. Yürürken okuyorum; 'Mustafa Kemal Paşa isminde bir Türk generali.' "(20)
İşte o Mustafa Kemal önce bölgesel sonra ulusal toplantılarla Türk’e Türklüğünü, dünyaya insanlığını anımsatacak uğraşısını başlatmadan önce geldiği İstanbul'dadır.  
Ancak biz başa dönerek, Osmanlı yönetiminin birinci derecede yöneticisi konumunda olan padişahların kökenlerine bir kez göz atalım. Böylece, 3. padişah olan 1’inci  Murat'tan başlayarak padişah analarının kökeni öğrenilecek, Türk Ulusunun kanı ve canı üzerine kurulan saltanata karşın, Türk’e düşman oluş nedeni daha iyi anlaşılacak, "ecdat" özlemi çekenlerin "ecdatları" daha iyi tanınmış olunacaktır.
Dipnotlar:
1) Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya'dan. .. C.2, s.440.
2) Burhan Oğuz'dan aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 118.
3) Aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 121.
4) Çetin Yetkin, Türk Halkı... s.161.
5) Naima Mustafa Efendi, Tarih-i Naima, Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman, İstanbul, C.1, s.168, 238, C.2 s.536. C.3, s.1180, C.4 s.169.
6) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.12 .
7) Mustafa Coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.
8) Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen'den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s.1.
9) Hikmet Bayur, a.g.y., s.15.
10) Hikmet Bayur, a.g.y., s.17.
11) Özer Ozankaya, Türkiye'de Laiklik, İstanbul, 1990, s. 253.
12) Özer Ozankaya, a.g.y., s.121.
13) Warshew'den aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s. 311.
14) Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.26.
15) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.145 .
16) Esat Kamil Erkut, a.g.y., s.63.
17) M.Rauf İnan, Atatürk'ün Evrenselliği, Önder Kişiliği, Eğitimci Kişiliği ve Amaçları, Ankara, 1983, s.198.
18) Ramsay'dan aktaran, Bernard Lewis, a.g.y., s.331.
19) Türkoloji uzmanı Cahun'dan aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.308.
20) Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, İstanbul, 1971, s.24,

 HZ. MUHAMMED’İN TÜRKLERE BAKIŞI.

İSLAMA GÖRE TÜRKLER İSTESELER DE MÜSLÜMAN OLAMAZLAR "Müslümanlar, Türklerle öldürüşmedikçe kıyamet kopmayacaktır." Muhammed
(Bkz. Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-Fiten/62-65, hadis no: 2912; Ebu Davud, Sünen, Kitabu’l-Melahim/9 Babun fi Kıtali’t Türk, hadis no: 4303; Nesei, Sünen, Kitabu’l-Cihad/ Babu Gazveti’t-Türk)


"KITALUT-TURK" HADISLERINDEN... "Müslümanlar, Türklerle kesin öldüreşecekler."
"Tevrat'ın Tanrı"sı nın son derece "ırkçı" olduğunu hemen herkes bilir. Kimi araştırmacılar, bu "Tanrı"daki özelliğin, Yahudilik için "yararlı" olduğunu da savunurlar. Ne var ki, şu da gerçek: Bugün, "Yahudilerin sergiledikleri tüyler ürpertici ve insanlık dışı acımasızlıklarda , Tevrat"taki "Tanrı"nın(Yehova) ilkel, katı bir ırkçı oluşunun payı az değildir.
Kur'an'ın "Tanrı"sının ırkçılığı
Tevrat'ınkinin "ırkçılığı" nı herkes bilir de, "Kur'an'ın Tanrı'sı"nın "ırkçılığı" nı çoğu kimse bilmez. Ve kimi "iyi niyetli aydınlar" bile; Kur'an'ı ve "Tanrı"sını "evrensel" sanır. Oysa, Kuran’ınki, Tevrat'ınkinin bir çeşit "kopya"sıdır. Bunu, bu "Tanrı"nın "İsrailoğulları"nı nasıl tanıttığından bile anlamak mümkün:
Kuran'a Göre En Üstün Toplum, İsrail Toplumu"
Buna, kimileri şaşacaklar. Ne ki, bir gerçek. İşte ayetler: Kur'an'ın "Tanrı"sı, tıpkı, Tevrat'ın "Tanrı"sı "Yehova" gibi, iki yerde, aynen şöyle seslenir:



"Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve sizi dünyalara üstün kıldığımı hatırlayın." ( Bakara, ayet: 47, 122. Diyanet çevirisi.)
Bir yanda İslam dünyasındaki Yahudi düşmanlığı, öbür yanda da, Kuran’daki Tanrının İsrailoğullarına böyle seslenişi... Bir çelişkidir bu. Bunu da geçelim.
Arap toplumundan başkası "muhatap" değil
Kur'an'da birçok şeyler anlatılır. Kaynakları biliniyor bugün. Ama tanrıdan diye sunulur. Bu "Tanrı"yla "insanlar" arasında, daha doğrusu, zamanına göre bir kesim insanlar, bir toplum ya da bir toplumun kesimi arasında da bir "elçi". "Tanrı Elçisi" diye sunulur. "Peygamber" deniyor. Kur"an"da anlatılan o ki, "Tanrı" şu açıklamayı yapmakta:

-"Biz her peygamberi, kendi toplumunun diliyle gönderdik. İlle de böyle yaptık ki, o toplumdan olanlara anlatabilsin." (İbrahim suresi, ayet: 4.)
Demek ki, Kuran’a göre, "Tanrı"nın Elçisi”nin bir "toplum"u var. "Elçi", "ırk"ından geldiği bu "toplum"la "Tanrı" arasında yapar aracılığını. Ne iletecekse bu "toplum"a ve "kendi diliyle" iletmekle yükümlü. Kuran”da anlatılan bu. Yine buna göre; Muhammed de bu yükümlülüğü taşımakta. Onun da bir "toplumu" var ve o da "Tanrı'sıyla bu "toplum" arasında aracı".
"KITALUT-TURK" ("TÜRKLERLE ÖLDÜRÜŞME") HADİSLERİNDEN.
"Sonunda Türkler kesilecekler...(Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad/9, hadis no:4305.)
"KITALUT-TURK" ("TÜRKLERLE ÖLDÜRÜŞME") HADİSLERİNDEN.
Sonunda Türkler kesilecekler...(Ebu Davud, Kitabu"l-Cihad/9, hadis no:4305.)
Kur'an'ın bütünü içinde, Muhammed'in "kavm"ından, yani "toplum" undan "Tanrı Vahiyleri”ni, bu topluma iletmek zorunda olduğundan, bunu yaptığından söz edilir. Muhammed'in "toplum"u, "Arap Toplumu”dur. Öyleyse "muhatap" da bu toplumdur. Kur'an, kendi deyimiyle Arapça, seslendiği kesim de, Araplar. Ama "Arapların da tümü değil; yalnızca "bir kesimi".

Korkutma yalnız "Mekke ve Çevresi”ne Ayetler çok açık. "Kuran’la yapılan "uyarı"ların, "korkutmaların, "Mekke" (Ümmü'l-Kura) ve "Çevresi”ne yönelik olduğu, En'am suresinin 92, Şura suresinin 7. ayetinde, kuşkuya yer bırakmayacak bir açıklıkla anlatıyor. Evet, Kur'an'ın "muhatabı, "Mekke ve Çevresi”dir yalnızca. Bugün kendilerini Müslüman sayan öteki toplumlarda hiçbirisinin, bu kapsamda yeri yoktur. Konu, bu denli açık. Muhammed'in "tüm insanların peygamberi", Kur'an'ın da "tüm insanlara yönelik" olduğunun anlatıldığı ayetler de var. Kuran’daki nice çelişkilerden biridir bu. Ama, "kendisine açıklama yapılan toplum'un "Arap toplumu", bu toplum içinde de yalnızca "Mekke ve Çevresi”nin ( hem de o zamanki) "halk"ı olduğu da bir gerçek. Başka toplumlardan, bu arada "Türklerden "Müslüman" olanlar olmuş; daha doğrusu kendilerini "Müslüman" saymışlar; ama Kur'an'ın hangi toplumu "Müslüman" saydığı önemli.

Özellikle "Türkler" için "hadis"ler vardır. Türkler için hiç de iyi şeyler söylemeyen bu hadisler, örnek ve yürekli bilim adamı Prof. Dr. İlahn Arsel'in "Arap Milliyetçiliği ve Türkler" adlı kitabında çok çarpıcı biçimde yer almakta. ( Bkz. İstanbul, 1987, İnkılap Kitabevi, s. 18 ve öt.)

Muhammed'in Türk düşmanlığı

Kendilerini "Müslüman" sayan "Türkler'i Muhammed, "Müslüman" saymak şöyle dursun; "düşman" diye ilan etmiştir. İslam dünyasında en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında da bu var. Başlı başına bir bölüm olarak. Bölümün adı da çok. İlginç: "Kıtalu't-Türk". Anlamı da: "Türklerle öldürüşmek (savaş)". Buhari'de, Ebu Davud'da ve Tirmizi'de bölümün adı bu. İbn Mace'de "Babu't-Türk", yani "Türkler Bölümü". Müslim'deyse, "Kıyamet alametleri" arasında yer alıyor.
Muhammed, "Peygamberliğinin bir kanıtı" olarak, gelecekten haber verirken, Kıyametin bir alameti olarak Türklerle nasıl çarpışılacağını, Müslümanların, Türkleri nasıl öldüreceklerini de anlatıyor. Hem Türk diye ad vererek, hem de tarif ederek, yüzlerinin, gözlerinin, burunlarının, derilerinin, renklerinin nasıl olduğunu anlatarak. Anlaşılan o ki, Türkler konusunda kendisine bir takım bilgiler verilmiş. Muhammed"in anlatmasına göre, "Türklerle öldürüşme", taa "Kıyamet"e dek söz konusu. Kıyametin bir alameti olarak da Müslümanlar, yeryüzündeki Türkleri öldürüp temizleyecekler. Yoksa kıyamet kopmayacak. İşte hadislerden bir kesim:

- Müslümanlar, Türklerle öldürüşmedikçe, kıyamet kopmayacaktır. Yüzleri kalkan gibi, üst üste binmiş (kalın) derili olan bu toplumla.... kıl giyerler."( Bkz. Müslim, e's-Sahih, Kitabu'l-Fiten/62-65, hadis no:2912; Ebu Davud, Sünen, Kitabu'l-Melahim/9 Babun fi Kıtali't Türk, hadis no: 4303; Nesei, Sünen, Kitabu'l-Cihad/ Babu Gazveti't-Türk...)

-"Siz (Müslümanlar), küçük gözlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan toplumla öldürüşmedikçe kıyamet kopmayacaktır." (Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Cihad/96; Müslim, e's-Sahih, kitabu'l-Fiten/62 hadis no: 2912; Ebu Davud, Sünen, hadis no: 4304; Tirmizi, h. no: 2251; İbn Mace, h. no: 4096-4099)


"KITALU"T-TURK" HADİSLERİNDEN. "Türklere karşı k'tal, kesinlikle olacak."...
(Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Cihad/96)

"KITALU'T-TURK" HADİSLERİNDEN. "Türklere karşı k'tal, kesinlikle olacak."...
(Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Cihad/96)


"Şu da kıyamet alametlerinden: Kıldan (keçe) ayakkabı giyen bir toplumla vuruşup öldüreşeceksiniz. Geniş yüzlü, yüzleri kalkan gibi, üst üste derili toplulukla vuruşmanız-öldürülmeniz kıyamet alametlerindendir. Siz (Müslümanlar), küçük gözlü, kızıl yüzlü, basık burunlu, yüzleri kalkan gibi, derisi üst üste binmiş olan Türklerle öldürüşmedikçe kıyamet kopmaz."( Bkz. Buhari, e"s-Sahih, kitabu"l-Cihad/95; Müslüm, e"s-Sahih, Kitabu"l-Fiten/66, hadis no: 2912; İbn Mace, h.no: 4097-4098).

- "Sizinle(siz Müslümanlarla), küçük (çekik) gözlü toplum, Türkler savaşacaktır.
Siz onları, üç kez önünüze katıp süreceksiniz. Sonunda Arap Yarımadası"nda karşılaşacaksınız. Birincide, onlardan kaçan kurtulur. İkincide kimi kurtulur, kimi yok edilir.

Üçüncüdeyse onların tümü kırılacaktır."(Ebu Davud, sünen, hadis no: 4305.) Muhammed”in, bugün kendisine”Peygamberimiz, Efendimiz”diyen Türklere bakışı tutumu budur işte.

İnsanlara "insan" olarak bakmak gerekir. Hangi ırktan, hangi renkten ve hangi "din"den olurlarsa olsunlar ya da hiçbir dinden olmasınlar. Ama "dinler", "dinliler", "ırkçılar" böyle bakamamakta. Yahudi’si, Hristiyanı, İslam inanırı hep birbirine düşman. Irkçılar da kendi ırklarından olmayanlara karşı böyle. Bugün dünyamızın yaşadığı nice acı olaylarda, bu ilkelliğin payı az değildir. Bunlardan arınmalı artık insanlık. Yoksa acımasızlıklar, acılar, gözyaşları sürüp gidecektir.
Turan Dursun 2000'e Doğru Dergisi 28 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 5
Turan Dursun Sitesi

Bir hadiste de şöyle der;

Ey Arap kavmi eğer siz benim (Hz. Muhammed) size getirmiş olduğum bu dine sahip çıkınız. Ayrılıklara ve dinin aslında bozulmaya sebep olmayınız. Eğer siz dine sahip çıkmazsanız doğudan gelecek olan bir kavim İslam sancağını sizden alacaktır. (Talas savaşı)

DİN BU-1

Tanrı ve Kur'an

Turan Dursun

kutuphane.tbmm.gov.tr
***
http://www.turkbirlesikdevletleri.com/nuke/modules.php?name=News&file=article&sid=13
bak..
***
"Hz. Muhammed (s.a.v) Mekkeli Katolik Rahibe Hatice ile evlendi"
"Samimi Müslümanlar farkında olmadan satanizmin ürünü ve kurbanlarıdır".
Sembollerle Katolik-Müslüman ilişkileri.

Katolikler ve nazar boncuğu, Güneş ve Hilal ilişkisi
(Dikkatinizi çekerim, konuşmacı Yahudi Albert Pike"nin Morals ve Dogma isimli kitabına dikkat çekiyor. Kitapta 3 dünya savaşından söz ediliyor ve sonuncu savaşla bütün dinlerin yeryüzünden silinmesinin planlandığı belirtiliyor. Kitap 150 sene önce yazılmış)

Bu not bir yazışmadan alıntıdır.

Kaynak:

ahmetdursun
***
Diyanet artık dirayet hatta cinayet olmuştur...


Elmalılı Meali (Orijinal)

Ey İsrail oğulları! Size in'am ettiğim nimeti ve vaktile sizi âlemlerin üstüne geçirdiğimi hatırlayın

Diyanet Vakfı Meali 47. Ayet Açıklaması

Kendi içinden peygamber gönderilen millet, o anda diğer kavimlerden üstündür. Zira Cenab-ı Allah, milletler arasından o kavmi ve onlardan da o şahsı seçmiştir. Dolayısıyla önce peygamber, sonra ailesi daha sonra da milleti bir şeref kazanmıştır. İçinden peygamber gönderilen milletin bir yönden üstünlüğü vardır, diğer yönden de sorumluluğu daha fazladır. Nitekim bu ayette üstünlüğü bildirilen Beni İsrail hakkında aynı surenin 61. Ayetinde onların zillet ve meskenete duçar oldukları, Allah’ın gazabına maruz kaldıkları anlatılmıştır.

kuran meali.com

[Dolayısıyla önce peygamber, sonra ailesi daha sonra da milleti bir şeref kazanmıştır]
Yoruma bakar mısınız?
En son millet şeref kazanıyor.
Öyleyse Türk milletine gönderilmemiş bir peygamber nasıl olur da Türk milletine şeref kazandırır?
İsmet Özel ve benzerlerinin dediği gibi “Müslüman olmayan Türk olamaz” yorumu da bu zihniyet üzerine tesis edilmiştir.
Kaza ve kader, talih ve tesadüf deyimleri Arapçadır; Türkleri ilgilendirmez."
Atatürk
Bütün dinler, bütün devlet yönetimlerinden uzaklaştırılmadıkça insanlık savaşlardan, felaketlerden kurtulamayacaktır. Çünkü dinler açıkça, Yaratıcının (ya da Allah'ın) yasalarının dışındaki ifadelerden oluşmaktadır.
Ahmet Dursun

Kütüb-ü Sitte - Hadisler 4900 : "Ayakkabıları kıldan bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Siz, yüzleri kılıflı kalkanlar gibi, gözleri küçük, burunları yassı olan bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmaz."
Kütüb-ü Sitte - Hadisler 4900 : "Müslümanlardan iki grup aralarında savaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bunlar aralarında büyük bir savaş yaparlar, fakat davaları birdir."

Kütüb-ü Sitte - Hadisler 7200: 7203 - Ebu Sa'id /radıyallahu anh /anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Sizler, gözleri küçük, yüzleri geniş-yuvarlak bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmayacaktır. Onların gözleri çekirge gözleri gibi olup yüzleri de kat kat deri ile kaplanmış kalkanlar gibidir. Kıl ayakkabılar giyerler, deriden mamul kalkanlar edinirler ve atlarını hurma ağaçlarına bağlarlar." 

Soru
Buhari’de Hz. Muhammed´in Türkler aleyhine sözleri olduğunu ileri sürerek onun Türk düşmanı olduğunu iddia edenlere ne dersiniz?
sorularlaislamiyet:
İslam'da Hasır Altı Edilen Gerçekler
FETHULLAH, NURLULAR, NURSUZLAR...
2nd July 2014, Ahmet Dursun - TOGEÇ tarafından yayınlandı ,



İzleyiciler

Blog Arşivi