6 Nisan 2015 Pazartesi

2015/HALİFELİĞİN/HİLAFET'İN KALDIRILMASI.




               TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ


TV. İZMİR;06 Nisan 2015.Kitabımdan,yeniden  yazabildiğim bölümler?!

HALİFELİK ADLI KİTABIMI GENİŞLETEREK YENİDEN YAZIYORUM. BİTTİĞİNDE YAYIMLATAMAZSAM E-KİTAP OLARAK BİLGİLERİNİZE SUNMAYI BİR TÜRK'ÜN ÇAĞDAŞ  BORCU BİLİRİM. SAYGILARIMLA.

 HALİFELİK’TEN/HİLAFET’TEN KURTULUŞUMUZ?!                                                                                 
        Mondros ateşkes Antlaşmasını imzalamış olan Rauf Orbay Bey, İsmet Paşanın Lozan’daki başarısını bir türlü kabullenememişti.  Lozan’da, hükümet desteğinden yoksun olmanın ezikliği içinde kıvranan Batı Cephesi Komutanı ve Dış İşleri Bakanı İsmet Paşa’ya Başkomutan ve Türkiye Büyük Millet Başkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal destek olmuştu.”Hükümeti de atlayarak:”Antlaşmanın usulen imza edildiğini bildiriniz!”Diye Şifre çekmişti. İsmet Paşa da:”İki gündür çektiğim üzüntüleri anlatamam. Büyük işler yapmış ve yaptırmış bir adamsın. Sana bağlılığım bir kat daha artmıştır,benim Aziz Şefim?!”Diye karşılık vermişti. Başvekil Rauf Orbay, Çankaya köşkünde ziyaret ettiği Mustafa Kemal’e, İstanbul’dan gelecek olan İsmet Paşayı Ankara Garında karşılamayacağın bildirerek istifa etmişti. Bu olayların öyküsü Nutuk’ta gayetle güzel anlatılmaktadır. Rauf Bey, Ali Fuat Paşa, Kâzım Karabekir Paşa ve Refet Paşa, Mustafa Kemal ve İsmet Paşa ikilisini kabullenmemişlerdi. İstanbul Basını da bunları destekliyordu. Refet Paşa, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında, bir İngiliz savaş gemisine binerek Halife’yi ziyaret etmiş, Konya isimli bir atı da, Padişah yaveri kardeşi eliyle Padişah-Halife’ye takdim etmişti. Cumhuriyet ilan olunup, Saltanat kaldırıldıktan sonra da Rauf Bey ve arkadaşları Yeni Halifeyi ziyaret etmişti. Türk ordusunun subay kesiminden de yeni halifeyi ziyaretler başlamıştı. Bu durumlar, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis grubun getirildi. İsmet Paşa ile Rauf Bey cephesi arasında kıyasıya bir savaş başlamıştı. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda yapılan gizli celsede; İsmet Paşa, kürsüden aslanlar gibi kükrüyordu. Bu durumu Nutuk’tan izleyelim:

      “Devlet adamı olarak hiçbir zaman aklımızdan çıkaramayız ki, Halifelik orduları, bu ülkeyi baştanbaşa harabeye çevirmişlerdir. Halifelik orduları kurulmak ihtimalini hiçbir zaman gözden uzak tutmayacağız. Türk milleti derin acılarını Halife ordularından çekmiştir. Bir Halifelik fetvasının bizi gizli bir savaş tehlikesine attığını hiç unutmayacağız. Bir Halifelik Fetvasının millete, ayağa kalkmaya başladığı zaman, düşmanlardan daha alçakça saldırdığını unutmayacağız. Tarihin her hangi bir döneminde bir halife, ülkenin kaderine karışmak istediğini aklından geçirirse, o kafayı kesinlikle koparacağız. Herhangi bir halife, gelenek ve düşünce bakımından, şekil ve usul bakımından açık ya da kapalı olarak, Türkiye’nin kaderinde ilgisi varmış gibi bir duruma girmek adamlarına yüksekten bakarak, gönül alıcı, hatır sorucu bir şekilde davranma düşüncesine kapılırsa, bunları memleketin yaşantısına ve varlığına tam karşıt tutacağız ve davranışlarını vatan hainliği sayacağız.”Nutuk, c.2,s 842-843.

         İstanbul’da Cumhuriyet aleyhinde yayın yapan bazı gazeteciler, İstiklal Mahkemesinde yargılanarak beraat ettiler. Halifelik sorunu, bütün çıplaklığı ile ortaya serilmişti. Mustafa Kemal, İsmet Paşadan aldığı bir telgrafı, Halifeliğin kaldırılması biçiminde yorumlanacak bir telgrafla yanıtladı. Biz, yine de Mustafa Kemal’i dinleyelim:“Halifelik makamı ve Halifeliğin kendisi hakkında kötü anlama ve yorumlama imkânı, Halifenin kendi tutum ve davranışlarından doğmaktadır. Halife, iç özellikle de dış yaşantısında, ataları olan padişahların yolunu izler görünmektedir. Cuma alayları(Cuma namazlarına törenle gidiş),yabancı temsilciliklere memurlar gönderilerek ilişkiler kurulması, tantanalı gezintiler ve saray hayatı, saraydaki yedek subayların bile Halifece kabul edilip yakınmalarının dinlenmesi ve birlikte yakınılması gibi davranışlar bu türdendir. Halife; Türkiye Cumhuriyeti ve Türk halkı karşısındaki durumunu düşündüğü zaman, İngiltere Kırallığı ile Hindistan’ın Müslüman halkına, Afgan devleti ile Afgan haklına karşı Halifelik ve Halifeliğin durumunu örnek olarak göz önünde tutmalıdır. Halife ve bütün dünya kesinlikle bilmelidir ki, var olan ve korunan Halife ve Halifelik Makamının, gerçekte ne din, ne de siyaset bakımından hiçbir anlamı ve varlığının bilimsel nedeni yoktur. Türkiye Cumhuriyeti, varlığını boş ve temelsiz şeylerle tehlikeye sokamaz. Halifelik makamı, bizce bir tarihsel anıdan başka bir şey olamaz. Türkiye Cumhuriyetinin yüksek görevlilerinin ya da resmi kurullarının kendisi ile görüşmelerini istemesi bile Cumhuriyetin bağımsızlığına açıkça tecavüzdür. Serkarin’ini Ankara’ya göndermek ya da güvenilir birinin kendisine gönderilmesini suretiyle duygu ve önerilerini hükümete bildirmek istemesi de Cumhuriyet Hükümeti ile karşılıklı duruma girmesi demektir. Buna da yetkili değildir. Kendisiyle Cumhuriyet Hükümeti arasında, Serkâtibini haberleşme aracı yapması da fazladır. Serkâtip Beyin böyle bir saygısızlıktan kaçınması gerektiği kendisine bildirilmelidir. Halifenin hayatını ve geçimini sağlaması için, Türkiye Cumhurbaşkanının ödeneğinden kesinlikle daha az bir ödenek yeter. Amaç; gösteriş ve şatafat değildir, insanca yaşamak ve geçinmekten ibarettir.”

        “”Halifelik Hazinesi” deyiminin amacının ne olduğunu da anlayamadım. Halifeliğin Hazinesi yoktur ve olamaz. Böyle bir hazineyi atalarından miras olarak almışsa, resmen ve açıkça öğrenilip bildirilmesini rica ederim. Halifenin aldığı ödenekle sağlanamayan zorunlu işler nelermiş ve 15 Nisan 1923’te Hükümet ne gibi bir söz vermiştir. Bunu da bildiriniz. Halifenin ikametgâhını(oturup, eğleneceği yerini) belirtmek, Hükümetin şimdiye kadar yapmış olması gereken bir görevdi. İstanbul’da, milletin boğazından kesilmiş paralarla yapılmış birçok saraylar ve sarayların içindeki birçok değerli eşya ve gereçler, Hükümetin tesbit etmemesi yüzünden yitiyor, yok oluyor. Halifeye bağlı olanlar, sarayların en değerli ve gerekli eşyalarını Beyoğlun’da, şurada, burada satıyorlar, diye söylentiler vardır. Hükümet, bunlara tezce el koymalıdır. Satılmak gerekiyorsa, Hükümet satmalıdır. Halifeliğin memur kadrosu da ciddi olarak incelenmeli ve gereği kadarıyla düzenlenmelidir ki, Serkarinlerin, Serkâtiplerin varlığı, halifeyi hâlâ Sultanlık hayalleri içinde uyutmasın. Fransızlar, kıral ailesini ve mensuplarını Fransa’ya sokmakta, bağımsızlıkları ve egemenlikleri için, yüzyıllar sonra, bugün bile mahzur görüp dururlarken, her gün ufuktan Sultanlık güneşinin doğmasına duacı bir padişahlık ailesi ve mensupları hakkındaki işlemimizle Türkiye Cumhuriyetini nazikliğin ve boş sözlerin kurbanı edemeyiz. Halife, kendisinin ve makamının ne olduğunu açıkça bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükümetçe, ciddi ve temelli tedbir alınmasını ve bildirilmesini rica ederim.”Nutuk, s.845-848.

        İstanbul Üniversitesinin çeşitli fakülte dekanları, Rektör İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun başkanlığında, İzmir’de, Mustafa Kemal Paşayı ziyaret ederek, Halifeliğin kaldırılması yönündeki olumlu görüşlerini sundular…1924 yılı bütçesi üzerinde konuşan Manisa Mebusu Vasıf /Çınar/ Bey, Halifelik için konulan ödenek nedeniyle şöyle konuşuyordu:

         “Bütün uygar uluslarda bulunan tariflere göre; bütçe, bir devletin gelirlerini ve giderlerini belirten, bunların rakamlarını gösteren, paralarını bildiren bir kanun değildir. Bütçe; devletin genel politikasını, özellikle iç politikasını ve iç politikada uygulayağı düşünce yollarını ve esaslarını gösteren önemli bir düsturdur. Bundan ötürü, bütçeyi incelerken Cumhuriyet Hükümetlerimizin ilkeleriyle ve Cumhuriyetimizin esaslarıyla veYüksek Meclisin kesinlik ve kararlılıkla ilan ettiği çok kutsal umdelerle ne derecelere kadar bağdaşmış bulunduğunu incelemek gerekir. Yeni bir hayata, yeni bir varlığa kavuşmak için en büyük atılışlarla ortaya çıkan bir Türk Milleti vardır. Bu Milletin ve

Büyük vatanın meydana getirdiği bir devlet vardır, bunu geleceğini sağlamakla yükümlü Yüksek Meclis ve onun düşünce ve işlerinin özü olan Hükümet vardır. Acaba devletin geleceği hakkında Yüksek Meclisin ilan ettiği esasları, ilkeleri bu bütçe sağlamış mıdır? Yoksa binlerce Türk’ün kanı karşılığında elde edilen en büyük sonucu öldürebilecek nitelikte midir? Bunu incelemek ve belirtmek gerekir. Düşüncelerimi bu bakımdan, Milletin bir vekili olarak, bu serbest kürsüden tam bir açıklıkla ve serbestlikle ilan etmeyi, vatan ve vicdan görevi sayarım. Türkiye Büyük Millet Meclisi, devlet düzeninin yolunu açıkça çizdi ve Cumhuriyeti ilan etti. Artık Türklüğün kaderine yalınız Milletin el koyabileceğini kesinlikle, açıklıkla bütün dünyaya bildirdi. Fakat bunu ilan eden (Bir Kasım kararı),  hangi sebeplerin etkisi altında olduğunu biliyorum, tamamlanmadı, eksik kaldı. Cumhuriyetin Cumhuriyeti ilan ettiğimiz zaman, Cumhuriyetin ruh temelini ve varlığını daima tehdit edebilecek, tehlikeye sokabilecek olan bir kurumu ortadan kaldırmayı gerekli görmedik. Cumhuriyeti ilanımızdan hemen sonra, yüz yıllardan bu Milletin başında bir bela olarak yaşayan bu kurum yine harekete geçti, Eski Sultanlığı elde etmek hevesine düştü, Yüksek Meclisin yavaş, yavaş, meydana çıkıp, belirli hale gelen bu tehlike karşısında emretti, İstanbul’a gittik. Arkadaşlar vicdanıma inanınız; tam bir İçtenlikle gördüklerime ve incelemelerime dayanarak söylüyorum. Yıktığınız kurum, en felaketli günümüzde başımıza bela olmak için hazır durmaktadır.(Allah belalarını versin sesleri).Arkadaşların da yaptığı özel toplantılarında, içkili toplantılarda, kadeh tokuştururken “Yaşasın Sultanlık!”diye bağırmaktadırlar. (Allah yok etsin sesleri.) Halife, camiye Selamlığa giderken(Askeri törenle Cuma namazına giderken) hâlâ Rikap yapmaktadır.(Ata ya da arabaya binmiş olarak törene katılmaktadır).Sağında atlı erler, Solunda bando, Arkasında Asker bölükleri, bir şatafat gösteriş içinde Selamlık Resmi’ne(Askeri selam törenine) gitmektedir. Sultanlığı yıktık, fakat Sultanlığın Millet karşısında temsilcisi olan Saray, bütün şatafatı ve gösterişi ile yaşıyor. Ne yazık ki bunun kaynağı olan parayı da, bu Zavallı, bağrı yanık Millet veriyor.

         Ali Saip Bey(Ursavaş)Urfa—Onu da yıkacağız.

       Vasıf Bey—(Devamla)-Yarın Bizi yıkmak için, yarın en üzüntülü bir zamanımızda düşmanlarla beraber olarak hazır duran bir kurumu, kendimiz hayat vererek yaşatıyoruz. Kendimizi aldatmayalım, milletin karşısında büyük bir sorumluluk yüklendik. Yarın, zayıf bir zamanımızdan yararlanarak ortaya atılacak olan bu kurumun yapacağı bozgunculuk içinde Türk kanı dökülecek olursa, inanalım ki, bunun bütün günahı bizim omuzlarımızda olacaktır. Mondros Mütarekesinden onbir yıl önce ilan edilmiş bir Meşrutiyet vardı.(İkinci Meşrutiyet);fakat sonra ne oldu!?Meşrutiyet ezildi,yok edildi,özgürlükler unutuldu,Saray ve Halife,düşmanlarla bir olarak bu milleti alçaltmak ve yoksullaştırmak için her davranıştan kaçınmadı(Bravo sesleri). Yarın bu hainlerin her hangi bir davranışları karşısında ilgisiz kalacağımızı hiç tahmin ve ümit etmiyorum. Silahla ve ezici gücümüzle, acımaksızın kafalarını ezeceğiz.  Fakat yeniden dökülecek olan suçsuz Türk kanlarının günahı sizin omuzlarınızda kalacaktır.(Doğru sesleri).Sayın Arkadaşlarım, hep bilirsiniz ki,bundan Alt-Yedi yüzyıl önce,Hıristiyanlık toplu halde,bütün coşkunluğu ile başkaldırıp kutsal dinimize,İslamlığa saldırmıştı.Hıristiyanların meydana getirmiş olduğu Ehli Salip(Haçlılar) Ordularının doğrudan,doğruya amacı,İslam dinini yok etmekti,bunun için bütün güçlerini harcılar.O zaman bu hızlı saldırının karşısında,İslam dininin başı olan halifeler,Bağdat saraylarında Cariyelerle(Satın alınmış kadın ve kızlar) içip,eğlenerek vakit geçiriyorlardı.Bu akını durduran Kılıçaslan(Konya Selçuklularının Beşinci Hükümdarı)ini  ve Selahaddini Eyyubi,Mısırdaki Eyyubiler devletinin kurucusu Halife değillerdi.Fakat,ellerinde maddi güç,hükümet vardı.O gücün etkisi iledir ki;Ehli Salip Orduları durduruldu ve yıkıldı,İslamlık ta  kurtuldu,Kur’an kurtuldu.(Bravo sesleri)).O halde elinde maddi gücü olmayan,her hangi bir saldırı karşısında sarayına kapanmaktan başka elinden bir şey genin gelmeyen Halifenin,Türkiye Cumhuriyetinin kutsal politikası içinde anlamı nedir?!

        Bir Mebus—Uydurma bir âdettir.

        Vasıf Bey—Devamla—Dini kurtaracak ve Türk’ü yükseltecek olan, doğrudan doğruya Yüksek Meclisinizdir. Vatan ile Din saldırıya uğradığında, Meclis ve Meclisin meydana getireceği hükümettir ki, bu saldırı selini durdurabilecektir. O halde, gerçeği feda etmeyelim, şekil üzerinde direnmeyelim. İddia ediyorum, tartışmaya hazırım ki; İslam dininde mevcut olmayan bir esası, sadece tarihsel gelenekle süregelen bir şekil olarak kabul ederek ve kendinizi aldatarak gerçeği feda etmeyelim, varlığımızı tehlikeye düşürmeyelim, Zavallı Türk Milletini yine kanlı ayaklanmalar ve kargaşalıklar karşısında bırakmayalım.(Bravo Vasıf Bey sesleri.).O halde, Türkiye Cumhuriyetinin ve Yüksek Meclisinizin onaylayacağı bütçede Halifenin yeri yoktur. Türk milletinden Halifeler için ödenek alınarak verilemez. O Halifelik ki, bugün yine Sultanlığı ve Sarayı ile yaşıyor. Yarın yine milleti tutsak etmek için bütün gücü ile hareket edecek hayli Türk kanının dökülmesine sebep olacaktır. Arkadaşlar, sizi, bu büyük devrimi yapan Türkiye Büyük Millet Meclisinin fedakâr mebusları olarak gerçeğe çağırıyorum: Milletin karşısında açık bir yol çizelim ve diyelim ki, bundan sonra Türk Milletinin, türk Cumhuriyetinin bütçesinde, Halifeler için verilecek hiçbir para yoktur.”TBMM. Tutanak Dergisi,27 Şubat 1924.Rahmetli Hüseyin Vasıf Çınar Bey,1896 yılında, Girit’in Kandiye şehrinde doğmuş,2 Haziran 1935 tarihinde de Moskova’da Büyük Elçi iken vefat etmiştir. Mezarı Cebeci Asri Mezarlığındadır. İzmir İdadisini bitirdikten sonra İstanbul Hukuk Mektebini de bitirmiştir. İzmir Maarif Müdürü iken, İkinci dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine seçilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığından sonra Dışişleri Bakanlığına geçmiş, Prağ, Budapeşte ve Moskova Büyük elçiliklerinde bulunmuştur. Köklü bir aileye mensup olduğu için Çınar soyadını Mustafa Kemal vermiştir. İzmir-Konaktan Gündoğdu Meydanına giden yolun adı Vasıf Çınar caddesidir.

 

İzleyiciler

Blog Arşivi