TC.
OSMANTÜRKOĞUZ
TV.ÇEŞMEALTI,18
Haziran2015.
SÜLEYMANDEMİREL’İN
ATATÜRKÇÜLÜĞÜ!?
İZMİR,03 Kasım
2014.
SÜLEYMAN DEMİREL Mİ?
SÜTTEN ÇIKMIŞ KAŞIK!
“Hafızayı Beşer, nisyan ile malûldür!”
AdnanMenderes.
"...930'lu yıllarda -ki bu
yıllar çok kötü yıllardı-.İktisaden perişan yıllardır. Laikliğin hemen, hemen
dinsizlik şeklinde anlaşılıp, tatbik edildiği yıllardır-."
"Tabii Merhum Bediüzzaman'ın lisanı fevkalade
kudretlidir. Üslubu çok tesirlidir" Süleyman Demirel!?S.9.Köprü
Dergisi,1986
Sayın Süleyman Demirel, Ağabeysi Sayın
Şevket Demirelin Onaltı senelik bir uğraşı sonunda, İslam Köyde görkemli bir
anıtmezar ve dahi Cumhuriyeti Savunma Müzesine! Kavuştu.
HEMEN HÜKÜM VERMEYELİM!?
1-SAİD’İ NORSİYİ
GÖKLERE ÇIKARTAN,
2-PAZARLIKLA 15
NURCUYU MECLİSE SOKAN,
3-MEHTİYİM DİYEN SÜLEYMANCILARIN
YENİ LİDERİ KEMAL KAÇARI MECLİSE AP’DEN SOKAN,
4-SÜLEYMAN HİLMİ
TUNABOYLUNUN KIZININ OĞLU AHMET DENİZOLGUN’U ULAŞTIRMA BAKANI YAPAN,
5-YENİ
ASYACILARDAN MEHMET KUTLULARA KUCAK AÇAN,
6-FETHULLAH GÜLEN
İLE KUZU SARMNASI YAPAN,
7-BİLGE MASON
LOCASININ 43 NUIMARALI ÜYESİ OLAN…
8—MORİSON LÂKABINI UNUTTURAN,
8-FAKİRLİKTEN
ZİRVEYE ÇIKAN SÜLEYMAN DEMİRELİ DE GÖRMEK GEREK. ÜŞENMEDEN OKUYALIM:
III. KÖPRÜ DERGİSİNDE
NURCULUK (MART.1986) .
Köprü
Dergisi'nin Mart 1986, Bediüzzaman Said Nursi özel sayısında, ilginç
açıklamalar yayımlanmıştır.
Süleyman
Demirel'in çok ilginç açıklamaları, Nurcuların göğüslerini kabartmış; (92 Sanıklı
Nurculuk Davası) olayının üstüne ılık sular serpmiştir. Nurculuk olayına can ve
gönülden bağlı bulunan ve bu yüzden, 1981 yılında, ağır bir trafik kazası
geçirerek, Nurculuk lisanıyla, hafif bir şefkat tokadı yiyen Necmettin Şahiner
sormuş, Demirel de yanıtlamıştır.
Sual:
"Bediüzzaman Said Nursi hakkında kanaat ve düşünceleriniz nelerdir?"
El
cevap: "Merhum Bediüzzaman Said Nursi, üzerinde çok tartışma yapılmış bir
zattır Birçok kimse, kendisi hakkında peşin hükümlere sahip olmuşlardır."
"Nur
Talebeleri, yüzlerce defa mahkemeye çıkarılmıştır. Türk Ceza Kanunlarına göre
aynen böyle diyor- bunların hiç birinde suç bulunmamıştır... Kimsenin önünde
eğilmemiştir. Devirlerle hoş geçinmek gibi bir yola sapmamıştır."
"Gerek
eserlerinde, gerek bu nasihatlerinde, hep iyiliği tavsiye etmiştir. İnsanların
kötülükten uzak durmalarını tavsiye etmiştir."S. 7–8
"...930'lu
yıllarda -ki bu yıllar çok kötü yıllardı-. İktisaden perişan yıllardı.
Laikliğin hemen, hemen dinsizlik şeklinde anlaşılıp, tatbik edildiği
yıllardı-."
"Tabii
merhum Bediüzzaman'ın lisanı fevkalade kudretlidir. Üslubu çok tesirlidir"
S.9
Sual:
"İsmet İnönü, Süleyman Demirel, Said Nursi'nin halifesidir" sözünü
neden söyledi? Siz, bu sözü, dün ve bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?"
El
cevap: "Merhum ismet İnönü, bu sözü 1966 yazında söylemişti. Konuşmasını
Uşak civarında, yolda öğrenmiştim. Maksadı, beni irtica ile malül göstermekti.
Merhum Bediüzzaman, babamı ve kayınpederimi severdi, onların duacısıydı; onlar
da kendisine hürmet gösterirlerdi. Anlaşılan, birisi bunları kendisine
söylemiştir. Beni, bilhassa entelektüelin gözünden düşürmek istiyordu. Ben,
1965 yılında "Herkes göğsünü gere, gere" Ben Müslümanım
diyecektir" diyen kişiyim. Söyleşi bu minval üzere sürer ve köprü
"İslam köyünden bir insan çıkacak" başlığı altında; sohbet
sahifesinin üst köşesinde, çerçeve içerisinde, şu "gaybı ışaratı"
yayımlar:
"Son
şahitlerin ilk cildi; 1978'de yayımlandı. Kitap, neşrinden önce, Yeni Asya
gazetesinde de tefrika edilmişti. Görüşülen "son şahitlerden birisinin
gönderdiği bir mektup, o günlerde, büyük akisler uyandırmıştı. Mektup,
Bediüzzaman’a aitti. "Nur Postacısı" İslam köylü Abdullah Çavuş, elli
yıl sakladığı mektubu, nihayet gösteriyordu.
Bediüzzaman,
mektubunda; "İslam köyünden bir insan çıkacak" demekteydi, "Bu
milletin başına geçecek. Eğer Kuran’a dayanırsa muvaffak olacak. Eğer Kuran’a
dayanmazsa, sonu vahimdir" ve aynı sahifenin alt köşesinde, çerçeve
içerisinde: "Üç ayrı yılda Demirel ve Risalei Nur" başlığı altında:
Sual:
ismet İnönü, bir beyanatında AP. İktidarının tehlikeli bir silahla oynadığını
söylemiştir. Anlaşıldığına göre, bu silah Nurculuktur. Adalet Partisinin
Nurcularla hem fikir olduğu, bir kısım yöneticilerinin de Nurcuları himaye ettiklerin
konuştum, elimde beyanları ve yazılı vesikalar var; bunları neşredeceğim. Sayın
Demirel ailesinden bir veya iki kişinin Nurculuğu himaye ettiğini öğrendim.
Ailenizde Nurculuğu himaye eden kimse var mı?" böyle bir söylenti var?
Bendeniz
15 gün Isparta'da inceleme yaptım, müftü ile de konuştum.
El
cevap: "Neşriyatınızı yapınız, alacağınız cevabı da hesaba katınız.
Türkiye'de
mahkemelerin bulunduğunu, hukukun bulunduğunu da hesaba katınız. Ayraca, burada şunu söylemek istiyorum ki,
sizin yaptığınız tetkikatın sadece sizin gözünüzle ve neticelerinin de size ait
olduğunu unutmayınız; bunu umuma teşmil gibi yetkinin bulunduğunu da iddia
edemezsiniz. Yapacağınız neşriyatı burada açıklamış olmanızın maksadını da
anlamış değilim. Bu itibarla, size vereceğim cevap budur."
15
Ekim 1966 da; Demirel, Nurculara karşı bayağı sert!
Şimdi:
geçmişteki, Demirel ve Nurcular arasında geçen olayları bilmeyenler, Demirel'in
Nurcuların Piri ve Nurculuk hakkındaki yorumlarında bayağı etkilenir. "Vay
anasını" der; 1965'e kadar Türkiye Cumhuriyeti'nde hiç bir kimse "ben
Müslümanım" diyemiyormuş. iyi ki Türkiye’mizde doğmuşsun Demirel! Süleyman
Sami Gündoğdu, SÜLEYMAN SAMİ DEMİREL ADINI ALMIŞTI.1959 tarihinde,Masonların
BİLGİ LOCASINA 48 Kayıt numarası ile 43 üyelik numarasını alarak kayıt
edilmişti.Politikaya atıldığında da 2.000.000 Dolar karşılığında Mason
olmadığına dair belge alarak,Masonların bölünmesine de neden olmuştu
söylentileri ortaya atılmıştı !?Bu parayı da Shell Şirketinin ödediği
söylenmişti?!
Biraz
gerilere dönelim. Mühendis olan oğlunun Televizyonda güzel mi güzel taklitler
yaptığını keyifle izlediğimiz, bir Jandarma Albayının Isparta İL Jandarma Alay
Komutanı olduğu 1971 yılına; irfan Özaydınlı isimli ATATÜRKÇÜ bir Hv.
Korgeneralinin Eskişehir Sıkıyönetim Komutanı olduğu, 1971 ve 1972'li yıllara
dönelim. Ve Politik yatırım için Nurcularla oynamanızın sizin gibi bir kurt
politikacıya yakışmadığını da söyleyelim. Sayın Demirel.
8.
Ocak. 1971; 21. Ocak. 1971 ve 25. Mayıs. 1971 tarihlerinde, Jandarma, Isparta'nın
Say ve Kuleönü köylerine bir dizi baskınlar düzenleyerek "Nur
Mekteplerini" kapatmış ve Nur Talebelerini de, ellerindeki Nur
Risaleleriyle birlikte, yakalamıştır.
5
Temmuz 1971 günü de; Hüsrev Altınbaşak adlı Nur lideri; yeşil cübbeler ve Nur
Risaleleriyle, Isparta'daki şehir merkezindeki evinde, yakalanmıştır. Hem de 14
arkadaşıyla birlikte.
Jandarmaca
düzenlenen hazırlık soruşturması evrakı, Isparta Sorgu Yargıçlığına gön
derilerek 92 sanığın sorguları Isparta Sorgu Yargıçlığınca yapılmıştır.
Isparta
ili; Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı sorumluluk alanı sınırları içerisindedir
ve Hv. Korgeneral irfan Özaydınlı; (92) Nurcu sanığın işlemiş olduğu suçlar
nedeniyle, 1402 sayılı Sıkıyönetim yasasının 13/2’inci maddesi uyarınca,
davalarının Eskişehir sıkıyönetim Mahkemesi bakılmasına karar vermiştir."
Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi; 25 Mart 1972 gün ve 1972/3
esas; 1972/24 karar sayılı kararıyla 92 Nurcuyu çeşitli cezalara çarptırmıştır.
Bu karar, Askeri Yargıtay’ca da onaylanmıştır. Bu, Sav ve Kuleönü Nur
Mektepleri olayı, Sayın Turgut Etingü tarafından incelenerek, 24.25.26. Ocak.
1972 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır. Tüm bunların, Süleyman
'Demirel'le ne ilgisi var; demeyin, var. Öykünün altını okuyunuz; ondan sonra kararınızı
veriniz:
20.
Mart. 1977 günü; Milli gazetenin 1503 sayılı nüshasının 3’üncü sayfasında;
namlı ve anlı, şanlı Nurculardan Zübeyir Yetik imzalı ve de Pazarlık başlığı
altında, ilginç bir siyasi pazarlık sergilenmiştir. Bu
Pazarlığı
okuduktan sonra; 15. Ekim. 1966 tarihinde, ismet Paşa’nın çıkışının, AP'NİN tehlikeli
bir silahla oynadığını; Süleyman Demirel'in Norslu Sait’in halifesi olduğunu
söylemesinin nedenin, sağlam gerçeklere dayandığını da anlamış olacağız.
"Müslümanlar
üzerindeki baskının hafiflemesine vesile olur ümidi ile bizim, AP'NİN sayılıları
ile yaptığımız sohbetlerde uçurduğumuz balonlar, bir yerde, netice verdi. O
günlerde "irtica" tehlikesinin azametini ortaya koymak için "Nurcuların
aleyhinde yapılan yayınlarda zikredilen rakamlar da, bu konuda epeyce faydalı
oldu. Bu aralık, eski bir partiye verilen yeni bir kan sebebiyle bu partinin
canlanma ihtimali de belirmişti. Bütün bunlar bir araya gelince, AP, "şu
kadar oyları var ve bizim kendilerine karşı olduğumuz kanaatindeler. Bu kanaati
izale etmezsek, canlanması muhtemel partiye kayabilirler." şeklinde bir
hesap olacak ki, faaliyete geçti.
İşte,
"pazarlık" dediğimiz hadise bu sırada gerçekleşti. AP’NİN
sayılılarından biri sohbet sırasında kendilerinin "Nurcu"lara karşı
olmadıkları konusunda üst üste teminat verirken, "bu parti sizin
partinizdir. İstediğiniz kimseleri kontenjandan milletvekili yapmağa bile
hazırız." gibisinden bir vaatte bulundu. Biz, bu fırsatı hemen değerlendirerek,
kontenjanın kaç kişi olabileceğini sorduk. Aldığımız cevap "beş kişi"
şeklinde oldu. Ve bu teklife karşı kendi teklifimizi ilettik: "Hayır,
yirmi beş kişi" Muhatabımız bu rakamı çok büyük bulmakla birlikte,
yetkililerle bu konuyu görüşeceğini belirtti.
Biz
de, hemen, Risale-i Nur talebelerine haber uçurduk. Yirmi beş olmazsa bile
ondan ziyade milletvekilliği için "kontenjan" alınabileceğini AP'NİN buna
amade olduğunu, bu konuda sıkı durulursa istedikleri isimlerden çoğunu Millet
Meclisine sokmak suretiyle hizmete vesile olabilecek bir fırsatın doğduğunu
belirtip, ne düşündüklerini sorduk. Aldığımız cevap "Ağabeylerle
görüşelim", şeklinde oldu. Burada, hemen bir noktayı belirtelim: Biz, o
sıralarda,23–24 yaşlarında bir gazeteciyizdir. Milletvekili olmaya yaşımız bile
müsait olmadığı için, konunun kendimize yontabileceğimiz bir yanı olmadığı
gibi, teklif ettiğimiz herhangi bir isim de söz konusu değildir.
Biz,
"Ağabeylerle görüşme"nin neticesini bekler ve bu arada AP canibinden
gelen "yumuşama" ve "sayı azaltma" tekliflerine karşı:
"Benim elimde bir şey yok. Ben aracıyım, ama Risale-i Nur talebelerinin
yirmi beş rakamından aşağı düşmeyecekleri kanaati içinde bulunmaktayım."
diye celadetle direnirken, birden, Ankara'da AP'NİN yeni bir taktikle saldırıya
geçtiğini öğrendik: EK: SAİDİ Norsi ölünce Nurcular yirmi gruba bölündüler. Ağabeyler,
eski Nurculardan oluşan bir gruptu. Yeni Asya adı altında çıkardıkları derginin
ve kitap yayınlarının başında da Isparta/Yalvaçlı Mehmet Kutlular vardı.
Hacı
Ali Demirel devreye sokulmuş ve Risale-i Nur çevresine yakın kimselerle temasa
geçirilmişti. Ve o cephe, daha müsait görüldüğü için ağırlık o tarafa
verilmişti. Nitekim çok geçmeden müspet neticeler de aldılar. Risale-i Nur
talebelerini ikna etmiş oldular. Bizim "ağabeylerden beklediğimiz cevap da
şu şekilde geldi:
"Euzubillahi
mi neşşeytanirracim vessiyase…" Yani, Hacı Demirel'in devreye girmesi
netice vermiş ve önce "kontenjan"a istekli görünenler, birden siyaset
dışı kalmaya karar vermişlerdir. Ve 1965 seçimlerine böyle gidildi
24 Ocak 1995, Cumartesi, 29 Ocak 1995 tarihli Hürriyet
gazetesindeki iki haberi okuyalım:
“DEMİREL, NURCU LİDERLE GÖRÜŞTÜ. EK:”Yalvaçlı olan Mehmet
Kutlular, Yeni Asyacılar grubunun yayın yönetiminden sorumluydu:
“Cumhurbaşkanı Demirel, dün Türkiye'nin en
etkin İslami kesimlerinden 'Nurcuların ‘Yeni Asyacılar' diye nitelenen
grubunun lideri ve Yeni Asya gazetesinin sahibi Mehmet
Kutlular ile görüştü.
Demirel'in,
Başbakan Çiller'in, İslami kesimin iki güçlü ismi Fethullah Gülen ve Kemal Kaçar
ile görüşmesinin ardından yaptığı görüşme, Cumhurbaşkanı'nın da 'İslami kesime
sıcak mesajlar verdiği' yorumlarına yol açtı. Demirel ile Kutluların, dün akşam
saatlerinde gerçekleşen görüşmesi yaklaşık yarım saat sürdü. Köşk kaynakları,
"Kutlular,
Cumhurbaşkanı'nın, aktif siyasetle uğraştığı yıllardan, yani çok eskiden beri
tanıdığı bir kişidir” dediler. Son
günlerde; Atatürkçü kesilen, Hac farizasını yerine getirirken sinek ısırmayan
Sayın Fethullah Gülen Hoca'ya da sözümüz olacak! Eroinden kızını
kaybeden, Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibini dinleyelim. Demirel ile görüşen Nurcu
lider: 'Tarikatlara da alışacaksınız'
Çankaya
Köşkü'ne çıkarak Cumhurbaşkanı Demirel ile görüşen Türkiye’nin en etkin İslami
kesimlerinden Nurcuların "Yeni Asyacılar" grubu lideri Mehmet
Kutlular, "Herkes siyasal ve sosyal hayatta, tarikat ve cemaatlere
alışacak" dedi.
Kutlular, Hürriyet'e şu açıklamaları yaptı:
“KORKU. Tarikat ve cemaatler bin senedir bu milletin
içinde yer almış. Sen yasaklasan da devam eder. Onun için buna alışacağız
diyorum. Bunları normal karşılayacağız korkmakla, ürkmekle, karşı çıkmakla
olmaz. Böylece demokratlaşacağız. O zaman meselede kalmaz.
TARAFSIZ DEVLET
Cumhurbaşkanı, laiklik meselesini, Avrupa-Amerika tipi din ve vicdan
hürriyetinin teminatı ve şemsiyesi tarzında kabullenerek gelmiştir. Doğrusu da
budur, bize göre de. Devlet tarafsız olsun, herkes de inancının gereğini
yeterince yapsın. ÇİLLER Başbakan'ın tarikat temasları, demokrasiler için
normal şeyler. Ama bizde demokrasi tam yerleşmediği için yadırganıyor. Şimdi.
Anayasa değişikliği ile sivil toplum örgütlerine siyaset hakkı tanınıyor.
Tarikat ve cemaatler de, dernekler ve sendikalar gibi bu ülkenin bir gerçeği.
Hem tarikatları, hem de cemaatleri siyasetçilerimiz ziyaret ederler,
düşüncelerini alırlar. Başbakanımızın görüşmeleri de yadırganmamalı. Bunlar,
demokrasinin normal hal ve hareketleridir. Ama bizde, bu konularda biraz
lüzumsuz hassasiyet var.”
TARİKAT,
MEZHEP, CEMAAT, NURCULUK İSLAM DİNİ OLUVERİYOR. NURCULUĞUN İSLAM İLE NE İLGİSİ
VAR. GÖRECEĞİZ.
İSLAM VE
DEMOKRASİ İslamiyet ile demokrasinin çok fazla
çatışma noktaları yoktur. Çünkü İslamiyet, bütün insan haklarını en mükemmel
manada getirmiş bir din. İslam’da hukuk devleti, adalet ve seçim ister. ANKARA
2. Mayıs. 1978, Salı günü
yayımlanan Yeni Asya gazetesinden, İhsan Atasoy’u okuyalım. Risale-i Nur ilimle imanın
mezcedildiği eserlerdir. ‘Ahmet Mısırlı –ÖDEMİŞ Risale-i Nur Külliyatı, 130 küsur
risaleden müteşekkildir. Isparta'nın Barla nahiyesinde ilk defa Haşir
hakkındaki "Onuncu Söz" telif edilmiştir.
Risale-i
Nur bir ihtiyaçtan doğmuştur. İlimden gelen dalalet ve şüphelere karşı Kur'an
ayetlerinden süzülmüş gerçeklerdir. İlimle imanın mezcedildiği eserlerdir. İlim
kitabından çok, irşat kitabıdır. Eşyanın hakikatinden, yaratılış ve var oluş
hikmetlerinden, kâinat ve insanın mahiyetinden bahseder. Aslında cihanşümul
hakikatler manzumesi olan İslamiyet’in iman düşünce ve tefekkür
sisteminin bütünü ve özünü kucaklayan Risale-i Nurların bir hususiyeti de
asrımıza hitabeden Kuran’ın
yönünü açığa çıkarmış olması, şüphe ve hücum yollarını kapatmış olmasıdır. Bu
zamanda Din iman ve İslam etrafında hangi mesele olursa olsun hepsine direk ve
dolaylı yoldan cevap bulmak için Risale-i Nurların tetkik edilmesi icap eder.
Ancak Bediüzzaman’ın da dediği gibi gazete gibi okunmamalıdır. Her ilmi eser kendi sahasına
göre bazı
çalışmaları ve ön bilgileri gerektirir anlaşılabilmesi için. Şüphesiz siz de
ilk defa okurken kolaylıkla anlayamayacaksınız. Ama mevcut lügatler yardımıyla
iman ilmini tahsil etme azmi içinde olduktan sonra ayıracağınız belli bir zaman
içinde günden güne mesafe alacağınız şüphesizdir.
Selamlar, dualar ve başarı”.SÜLEYMAN DEMİREL,
pazarlık sonucunda,15 Nurcunun TBMMECLİSİNE girmesini sağladığı gibi, Süleyman
Hilmi Tunahan’ın Damadı Kemal Kaçar’ı da Kütahya’dan AP milletvekili olarak
Meclise sokmuştu. Bu aileden Ahmet Denizolgun’uda Ulaştırma Bakanı yapmış,
Gazipaşa hava meydanının adını da,”ALANYA-GAZİPAŞA HAVA MEYDANI” YAPMIŞTI.
Süleyman Hilmi Tunahan, Adnan Menderes’in izni ile Alanya’nın bir köyünde
açtığı kuran kursunda,7000 Süleymancı yetiştirmişti.
10
Nisan 1996 tarihli Hürriyet SHOW Dergisi'nin 56’ıncı
sayısındaki, Murat Bardakçının
Tarihin Arka Odası'nı okuyalım:
“Tarihin
Arka Odası”
10 Nisan 1996 tarihli Hürriyet
SHOW Dergisi'nin 56’ıncı
sayısındaki, Murat Bardakçının Tarihin Arka Odası'nı okuyalım:
“Tarihin Arka Odası”
“Kürtçülüğe yatay geçiş!”
“Kışkırtma mıydı, isyan mı patlamıştı, birileri ihtilal mı
yapacaktı, yoksa boş yere büyü tülmüş bir hadise miydi; kimseler anlayamadı...
Tam 85 yıl önce yaşanan 31 Mart olayı, daha o günlerde bir bilinmezliğe büründü
ve üzeri sonradan daha da bir örtüldü bu bilinmezliğin... Her şey, Miladi
tarihle 1909'un 13 Nisan günü başladı İstanbul’da... O zamanın Rumi takvimiyle
31 Mart gününe rast geliyordu 13 Nisan ve olup bitenlerin adı da "31 Mart
olayı kaldı...
Birkaç gün, kan dolu bir mahşere döndü
İstanbul... Derken Hareket Ordusu şehre girdi, sıra, sıra darağaçları kurdu...
Hükümetin devrilmesi bile yetmedi, Abdülhamit'in 33 yıllık saltanatı da tuzla
buz oldu... İttihat ve Terakki, ilk zamanlarındaki haşmetiyle geldi, devletin
tepesine geçip oturdu...
Sonrası Malum... Çok değil, sadece 10 yıl
sonra, koskoca imparatorluktan avuç içi kadar bir toprak parçası kalmıştı
elde... Memleketin yeni hâkimleri, birkaç kişinin üzerine yıktılar 31 Mart'ı...
Her şey döndü, dolaştı ve adı bugün sadece tarih derslerinde birkaç kelimeyle
geçen Derviş Vahdet'iyle iki-üç askerin üzerinde kaldı...
O sırada, "Volkan" diye bir gazetesi
vardı Vahdet'inin... Kıbrıslıydı... Medreselerde okumuş, sürgünlerde sürünmüş,
bir siyasal gruptan çıkıp ötekine girmişti. "Volkan", Vahdet'inin son
göz ağrısının ‘İttihad-ı Muhammad’i Cemiyeti’nin
gazetesi olmuştu... İslam birliğini savunuyordu...
31 Mart'tan sonra İstanbul’a giren Hareket
Ordusu, "Her şey bu mel'unun başının altından çıkıyor..." dedi.
Vahdet’i güya askerleri "Din elden gidiyor!" diye kışkırtmış,
kışkırtınca da 31 Mart patlayıvermişti... Hele, o çıkarttığı Volkan gazetesi...
Talimatlar hep oradan geliyordu... Kıyafet değiştirip kaçtı, İzmir’de
yakalandı. İstanbul’a getirildi ve Eminönü’nde asıldı Vahdet'i.”
“Hep böyle bilindi Vahdet’i ve Volkan’ı... Tarihler böyle yazdı, okullarda böyle öğretildi. Ama hepsi,
hepsi 110 sayı çıkan Volkan’ı pek kimseler okumadı sonradan... Kitaplıklarda da tam koleksiyonu pek
yoktu zaten...
Geçenlerde, bir yayınevi tamamını yayınladı Volkan'ın...
İlanlarına kadar aynen bastı ve okuyanların aklına bir kuşkudur düştü...
"Burada yazılanlar mı, yoksa vaktiyle öğretilenler mi yanlış?"
dediler...
"Tahrikçi" diye bilinen Vahdet'i, Volkan'da bir başka
konuşuyordu... Kışkırtmıyor, sakinleştiriyordu... "Ayrılmayın,
birleşin..." diyordu... Askerleri
Subaylarına başkaldırmaya teşvik ettiği
söylenirdi ama "Subaylarınız babanız gibidir, hem sever, hem döverler;
sakın ola ki emirlerinden dışarı çıkmayın..." diye yazmıştı... "Bu
devirlerde en mühim şey, tekniktir... Bir yerlerden muhakkak kapmamız lazım
tekniği" demişti...
Ve ‘İttihad-ı Muhammed’i Cemiyeti’nin gazetesi
Volkan'da, o zamanlarda pek bilinmeyen, çok sonraları şöhret olan bir başka
imza daha vardı...
"Kürt milletinin nasıl irşat
edilebileceğini" anlatıyordu sütunlar boyunca... Medreseler kurulmalı,
Hamidiye Alayları'nda okuma-yazma seferberliği başlatılmalıydı... Ve hemen her
yazısında, Türkçeyi pek bilmediğini söylüyordu... "Bir şeyler anlatmaya
çalıştım ama Türkçem zayıf... Zira Kürdüm... İşte siz anlayıverin..."
diyordu... Mesela 77. sayıda, "... Benim perişan sözlerimin mabeyinlerini
raptedecek olan mukaddemat-ı matviyyeyi itnabdan ihtizaren hayalimde hıfz ile
zikr etmedim ve bu müşevveş sözlerimi temaşa edenler müsarefeten ve tenezzülen
rihlarını bir Kürt evi ıtlakına şayan olan cesedime göndersin de
hazinetu'l-hayalimi teftiş ile matviyatı çıkarsın yani Leyla'mı benim gözlerimle
temaşa etsin..." demişti... Peş peşe sıralanmış bir kelimeler dizisiydi bu
sözler... Ne Arapça, ne Farsçaydı... Osmanlıca değildi ve Türkçe hiç değildi...
Sonra, "Türkçe bilmediğim için, bu cümleleri birbirine bağlayacak
girişleri, okuyucuların fikirlerine havale ediyorum..." buyuruyordu...
"Kader bana Türkçeyi az vermiş, hatta hiç vermemiş, dikkatinizle bana
yardım edin..." deyip itiraf ediyordu: "...Dilim düşüncelerime
gerektiği gibi
tercüman olamıyor... Düşüncelerinizle bu perişan sözleri bir düzene
sokarsınız...".
O zamanlarda, imzasını "Said-i
Kürdi" diye atıyordu; sonraları "Kürdi'yi
"Nurs'ı"ye çevirmiş, "Bediüzzaman Said-i Nursi"
yapmıştı... Birileri şimdi, taaa Amerikan üniversitelerindeki kürsü sahibi
profesörlere kadar, Said-i Kürdi'nin yazdıklarını virgülüne kadar yorumlayıp
hakkında kitaplar döktürmedeler... Belki, Volkan'daki bu sözlerine de eğilir,
onları da şerh ediverirler ayrı naklettik 1909 model ifadelerini"... Bir de,
Said’i Kürdi’yi dinleyelim:
"Türklük milliyetine bütün zıt bir
şekilde, Frenklik manasında Türkçülük namıyla Tahrifdarane ve bidatkarane bir
fetva ile Türkçe kamet et diye benim gibi başka milletten olanlara teklif etmek
hangi usulledir"
"Ben Said Kürt’tür, milletimizden olmayan birisiyle
teşriki mesai etmek Hamiyeti milliye ye muhaliftir"
R.NK.
Mektubat s -398 -399 Mü? Bediüzzaman,
“Evet, ben, unsurca Türk sayılmıyorum". RNK. Bediüzzaman
cevap veriyor. s.92. Mü: Bediüzzaman Said’i Nursi.
"Bunları ben yazmıyorum, bana yazdırılıyor" RNK Nur meyveleri
s, 68 Mü: Bediüzzaman Said Nursi,
"Bugünlerde bana ihtar edildi ki.” RNK. Asayı Musa s.
226. Mü? Bediüzzaman Said’i Nursi
“Risalei Nur, Kuran’ın bir
aynasıdır. Bir mucize durumundadır.” RNK. Sönmez
Risalesi s. 29. Mü Bediüzzaman Said Nursi.
Yeni Asya gazetesinin 11 Mayıs 1978 Perşembe tarihli
sayısının 5. sayfasında, ihsan Atalay'ı okuyalım.
BEDİÜZZAMAN’IN DOĞU'DA KURMAK ISTEDIĞI ÜNIVERSITE
Bediüzzaman’ın Doğu'da Kurulmasını istediği üniversitenin …
24 Ocak 1995, Cumartesi, 29
Ocak 1995 tarihli Hürriyet gazetesindeki iki haberi okuyalım:
DEMİREL, NURCU LİDERLE GÖRÜŞTÜ
Cumhurbaşkanı
Demirel, dün Türkiye'nin en etkin İslami kesimlerinden 'Nurcuların ‘Yeni Asyacılar' diye nitelenen
grubunun lideri ve Yeni Asya gazetesinin sahibi Mehmet
Kutlular ile görüştü.
Demirel'in, Başbakan Çiller'in, İslami kesimin iki güçlü ismi Fethullah Gülen
ve Kemal Kaçar
ile görüşmesinin ardından yaptığı görüşme, Cumhurbaşkanı'nın da 'İslami kesime
sıcak mesajlar verdiği' yorumlarına yol açtı. Demirel ile Kutluların, dün akşam
saatlerinde gerçekleşen görüşmesi yaklaşık yarım saat sürdü. Köşk kaynakları,
"Kutlular, Cumhurbaşkanı'nın, aktif siyasetle uğraştığı
yıllardan, yani çok eskiden beri tanıdığı bir kişidir” dediler. Son günlerde; Atatürkçü kesilen, Hac
farizasını yerine getirirken sinek ısırmayan Sayın Fethullah Gülen Hoca'ya da
sözümüz olacak! Eroinden kızını kaybeden, Yeni Asya gazetesi imtiyaz
sahibini dinleyelim. Demirel ile görüşen Nurcu lider: 'Tarikatlara
da alışacaksınız'
Çankaya Köşkü'ne çıkarak Cumhurbaşkanı Demirel ile görüşen
Türkiye’nin en etkin İslami kesimlerinden Nurcuların "Yeni Asyacılar"
grubu lideri Mehmet Kutlular, "Herkes siyasal ve sosyal hayatta, tarikat
ve cemaatlere alışacak" dedi.
Kutlular, Hürriyet'e şu
açıklamaları yaptı:
“KORKU. Tarikat ve cemaatler bin senedir bu milletin
içinde yer almış. Sen yasaklasan da devam eder. Onun için buna alışacağız
diyorum. Bunları normal karşılayacağız korkmakla, ürkmekle, karşı çıkmakla
olmaz. Böylece demokratlaşacağız. O zaman meselede kalmaz.
TARAFSIZ DEVLET
Cumhurbaşkanı, laiklik meselesini, Avrupa-Amerika tipi din ve vicdan hürriyetinin
teminatı ve şemsiyesi tarzında kabullenerek gelmiştir. Doğrusu da budur, bize
göre de. Devlet tarafsız olsun, herkes de inancının gereğini yeterince yapsın.
ÇİLLER Başbakan'ın tarikat temasları, demokrasiler için normal şeyler. Ama
bizde demokrasi tam yerleşmediği için yadırganıyor. Şimdi. Anayasa değişikliği
ile sivil toplum örgütlerine siyaset hakkı tanınıyor. Tarikat ve cemaatler de,
dernekler ve sendikalar gibi bu ülkenin bir gerçeği. Hem tarikatları, hem de
cemaatleri siyasetçilerimiz ziyaret ederler, düşüncelerini alırlar.
Başbakanımızın görüşmeleri de yadırganmamalı. Bunlar, demokrasinin normal hal
ve hareketleridir. Ama bizde, bu konularda biraz lüzumsuz hassasiyet var.”
TARİKAT, MEZHEP, CEMAAT, NURCULUK
İSLAM DİNİ OLUVERİYOR. NURCULUĞUN İSLAM İLE NE İLGİSİ VAR. GÖRECEĞİZ.
İSLAM VE
DEMOKRASİ İslamiyet ile demokrasinin çok fazla
çatışma noktaları yoktur. Çünkü İslamiyet, bütün insan haklarını en mükemmel
manada getirmiş bir din. İslam’da hukuk devleti, adalet ve seçim ister. ANKARA
2. Mayıs. 1978, Salı günü
yayımlanan Yeni Asya gazetesinden, İhsan Atasoy’u okuyalım. Risale-i Nur ilimle imanın
mezcedildiği eserlerdir. ‘Ahmet Mısırlı –ÖDEMİŞ Risale-i Nur Külliyatı, 130 küsur risaleden müteşekkildir.
Isparta'nın Barla nahiyesinde ilk defa Haşir hakkındaki "Onuncu Söz" telif edilmiştir.
“Risale-i Nur bir ihtiyaçtan
doğmuştur. İlimden gelen dalalet ve şüphelere karşı Kur'an ayetlerinden
süzülmüş gerçeklerdir. İlimle imanın mezcedildiği eserlerdir. İlim kitabından
çok, irşat kitabıdır. Eşyanın hakikatinden, yaratılış ve var oluş
hikmetlerinden, kâinat ve insanın mahiyetinden bahseder. Aslında cihanşümul
hakikatler manzumesi olan İslamiyet’in iman düşünce ve tefekkür sisteminin bütünü ve özünü kucaklayan
Risale-i Nurların bir hususiyeti de asrımıza hitabeden Kuran’ın yönünü açığa çıkarmış
olması, şüphe ve hücum yollarını kapatmış olmasıdır. Bu zamanda Din iman ve
İslam etrafında hangi mesele olursa olsun hepsine direk ve dolaylı yoldan cevap
bulmak için Risale-i Nurların tetkik edilmesi icap eder. Ancak Bediüzzaman’ın da dediği gibi gazete gibi okunmamalıdır.
Her ilmi eser kendi sahasına göre bazı çalışmaları ve ön
bilgileri gerektirir anlaşılabilmesi için. Şüphesiz siz de ilk defa okurken kolaylıkla
anlayamayacaksınız. Ama mevcut lügatler yardımıyla iman ilmini tahsil etme azmi
içinde olduktan sonra ayıracağınız belli bir zaman içinde günden güne mesafe
alacağınız şüphesizdir.
Selamlar, dualar ve başarılar.”
Hala, Bir şey anlayamadıysanız;
kitabı okumalısınız, derim
Hürriyet
gazetesi 15 Ekim 1995 Pazar,-
İstanbul
Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, "Türkiye'de Din meselesi sorunu vardır. Kuran dinin özüdür.
Kuran yedek ilahları, Şıhları reddeder" dedi. Büyük Anadolu Vakfı
tarafından Çırağan Palace Hotel Kempinsky'da düzenlenen ‘İslami bilginin, dünü bugünü, yarını' konulu panele, aralarında Milli Eğitim
eski Bakanı Avni Akyol'un da bulunduğu kalabalık bir davetli topluluğu hazır
bulundu. İslami bilginin tartışıldığı ve Prof. Dr. Mehmet Hatipoğlu'nun
yönettiği panele Prof. Dr. Hüseyin Atay, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Dr.
Ahmet Akbulut, Dr. İlhami Güler konuşmacı olarak katıldı. Panelin açış
konuşmasını yapan başkent Üniversitesi Rektörü ve BAV Başkanı Prof. Dr. Mehmet Haberal, Türkiye'de bazı kesimlerin din
adına laik Cumhuriyete dil uzattıklarına dikkat çekti.
17 Ekim 1994 Pazartesi tarihli
Hürriyet gazetesinde ilginç bir haber.
NURCULAR:
“Biz gerçek cumhuriyetçiyiz”
Atatürk ve cumhuriyet düşmanı olduğu için
mahkemelerde yargılanan Bediüzzaman Said Nursi için dün mevlit okundu. Kocatepe
Camii'nde düzenlenen mevlide, Türkiye'nin çeşitli kentlerinden Nurcuların yanı sıra radikal
dinciler de katıldı. Çeşitli kentlerden gelen otobüs ve araçlar caminin
çevresinde büyük konvoy oluştururken, cami avlusunda biriken kalabalık da
dikkat çekti. Saat 11.00'de Nursi için önce Kuran-ı Kerim okundu. Ardından da
1990 yılında
Nursi için mevlit okutması üzerine polis tapma ve de şeriatçı Cephe'de bazı
oluşuma çıkalım. 09 Ekim 1995 Pazartesi tarihli Posta gazetesinde, minicik bir
haber haline getirilmiş, dev bir girişimin sonuçlarını bir düşünelim.
İmamın onur
savaşı?!
Danıştay kararına rağmen bir türlü görevine
iade edilmeyen 'Atatürkçü imam' Muharrem Dürümlü,
sonunda Avrupa insan Hakları Komisyonu'na başvurdu.
Kararlar hiçe sayıldı
Atatürkçü
düşünceyi, ilke ve devrimleri övücü konuşmaları sebebiyle 3 kez görev yeri
değiştirilen, ancak her seferinde mahkeme kararlarıyla görevine iade edilen
Muharrem Dürümlü, son olarak Kırklareli'nin Karakoç köyüne sürüldü. Dürümlü
Danıştay kararıyla tekrar eski görev yerine iade edildi.
Son çare
Dürümlü,
Diyanet işleri Başkanlığı'nın kararı uygulamaması üzerine "HUKUK
devleti" bulamadığım için T.C. Hükümeti'nin bu durumunu komisyonunuza
şikâyet etmek zorunda kaldım" diyerek Avrupa insan Hakları Komisyonuna
başvurdu.
29 Ekim 1994 tarihinde, Cumhuriyet Bayramında, yayımlanan
Hürriyet gazetesinden, 15 yaşındaki Berk Türker'i okuyalım. 15 yaşındaki
Berk'in Atatürk faksı:
“Anafartalar'da
Mustafa Kemal'din...
Kurtuluş Savaşı'nda
Gazi Kemal...
Laik Türkiye
Cumhuriyeti'ni kurarak Kemal Atatürk oldun...
Biliyoruz ki Şeyh
Sait, Derviş Mehmet'iyle, İzmir suikastı ile Said Nursi'siyle senin ışığını yok
ederek " Aydınlanma Devrimi’ni karartmak isteyenler, Ortaçağ zincirlerinin
kapkara halkaları, halkın düşmanlarıdır.
Yüce Atatürk
izindeyiz. Yobaza, mürteciye, şeriatçıya geçit yok... Gözbebeğin gibi sevdiğin
Türkiye, laik, demokrat, devrimci, bağımsız, aydınlık bir Cumhuriyet olarak
sonsuza dek yaşayacaktır. İnşallah Taksim Anıtı'na gelerek bu güzel Cumhuriyet
Bayramımızı kutlayalım.
Berk Türker Levent~ İstanbul,
Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir haberi izleyelim:
Said-i Nursi Caddesi
“Rize’nin
Refah Partili Belediye Başkanı Şevki Yılmaz, kentte Ziraat Yokuşu olarak
bilinen yola Said-i Nursi Hazretleri Caddesi" adını verdiğini açıkladı.
Dün bir basın toplantısı düzenleyen Yılmaz, Said-i Nuri’den "Türkiye'nin
kurucularından Ulu Önder Said-i Nursi Hazretleri" diye söz etti. Ölümünün
34'ncü yıldönümü nedeniyle kendisini rahmetle andığını kaydeden Yılmaz:
"Said-i Nursi'nin kitapları okullarda ders kitabı olarak okutulmalıdır,”
dedi.
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerinin eserleri, Mevlana'nın
eserleri okullarda okutulmadıkça, bu terörün önüne geçmek, temiz eller
operasyonunu gerçekleştirmek mümkün değildir. Ölümünün 34'üncü yılında halen
cesedi bu millete verilmeyen, gizlenen bu zatın, cesedini gizleyen ve
gizlemeye sebep olan kişileri de protesto ediyorum." Rize Belediye
Meclisi, daha önceki bir toplantısında, Atatürk'e suikasttan idam edilen Ziya
Hurşit'in adını bir caddeye vermek istemişti. İnönü Caddesi'nin adının Menderes olarak değiştirilmesi
konusunda ise Başkan Yılmaz, "Katil ile maktulün
yerini değiştirdik" demişti.
Bu yolun parlak bir gelecek yolu olduğunu
görenler de az değil. Batman'ın RP'li Belediye Başkanı da içişleri
Bakanlığının uyarısına rağmen şehrin caddelerine isimler vermekte. Hürriyet
gazetesinin 16 Mart 1996 tarihli bir haberi:
Caddeye İslami Cihad liderinin adı
verildi.
Batman'ın RP'li Belediyesi, İsrail gizli
servisi MOSSAD ajanları tarafından geçen ekim ayında Malta'da öldürülen 'İslami
Cihad' örgütünün lideri Fethi Şakaki'nin adını bir caddeye verdi. Yeni
isimlerin bir komisyon tarafından belirlendiğini ifade eden Belediye Başkanı
RP'li Salih Gök, "Halkımızın manevi değerlerini göz önünde
bulundurduk," dedi. Belediye Meclisi tarafından oluşturulan komisyon,
daha önce numaralarla anılan 49 cadde ve sokağa yeni isimler verdi. Aralarında
İslami Cihad örgütünün lideri Fethi Şakaki'nin adının da bulunduğu yeni
isimler, genellikle İslamiyet’e hizmet etmiş kişiler ve Müslümanlar için önemi
bulunan yerlerin adlarından seçildi Bunlardan bazıları şöyle:
'Said-i Nursi, Sultan Abdülhamit, Veysel
Karani, Abdülkadir Geylani, imam Gazali, Salahaddin-i Eyyübi, Mevlana, Farabi,
İbrahim Hakkı, Seyit Kutup, Fadıl Teymur, Süleyman Yakut, Şeyh Şamil, Ömer
Muhtar, Fatih, Bedir, Filistin, Heznevi, Hamidiler, Uhut, Buhara, Şüheda,
Raman, Hira, Kevser, Mute, Akabe, Kudüs, Elmedina, Halep’çe, Bosna, Haznevi,
Mevdüdi, Arapkent." isimlendirmeyi "Halkımızın manevi değerlerini
göz önünde bulundurduk" diye değerlendiren Belediye Başkanı RP'li Salih
Gök, "Fethi Şakaki'nin isminin yer aldığı gerekçesiyle içişleri
Bakanlığı'ndan şifahi olarak uyarı geldi.
Rize Belediye Başkanı Şevki Yılmaz, 24 Aralık
1995 Genel Seçimlerinde TBMM'ye girdi.
“Bu pazarlık açıklaması çok
ilginçtir. Said de Menderes ile böyle bir pazarlığı, mektup yazarak yapmamış mıydı?!
Cumhuriyet dönemimizin Atatürkçü
bir partisi; yine Cumhuriyetimizin bir Siyasi Partisinin yayın organında
Atatürk Düşmanlarıyla pazarlık etmekle suçlanıyordu.
Bu; Köprü Dergisi’nin Mart Özel
sayısında neler var, neler.
Yargıtay'ın 1964/1543 esas,
1964/1825 karar sayılı kararıyla ve Yargıtay Ceza Genel Kurul'nun 20.9.1965 gün
ve 234/0–1 esas ve 313 sayılı kararıyla hem de Kaziyei Muhkem hale gelmiş
kararıyla, mahkûm olan Nurculuk Risalelerinde suç unsuru yok diyen profesörler;
Nurculuğa gönül veren türkücüler, "Ben de yazdım" isimli sekiz
ciltlik eserinde, Derviş Vahdet’i ye İngiliz casusudur -ve de asılmıştır ve de
Said Nursi'nin Volkandan arkadaşıdır- Koca mürteci diyen Mahmut Celal Bayar;
Said Nursi'ye methüsenalar düzmektedir.
En önemlisi de Cemil Meriç'in
aydınlarımız için söylediği sözlerdir.
"Risale-i Nurları okumadan
ne Türk Dili öğrenilebilir, ne de Türk düşüncesi öğrenilebilir. Risale-i Nurlar
bizim milli hazinemizdir".
Sual: "Ülkemiz aydınlarının
başlangıcından beri Risale-i Nur'a olan tavrını, "pısırık korkak ve
samimiyetsiz" olarak değerlendiriyorsunuz. Bu değerlendirmenizin sebebini
izah eder misiniz?"
Cevap: "Aydınların pisliği
ve rezilliğidir. Bunlar sahte aydınlardır:" S. 24–25
"Yarasaların gözü, ışıktan
daima incinir. Yarasa gözü, aydınlıktan hoşlanmaz, karanlığı arar. Bizdeki
inkılâpçı yobazlar da karanlıktan hoşlanırlar. Hiçbir aydınlığa tahammülleri
yoktur." Bu sözleri: Sayın Cemil Meriç, deli saçması, Nur Risalelerini
kabullenmeyen Türk Aydınlarına ithaf ediyor; horul, horul uyuyan, Türk Aydını
bu sözleri kabullenirse; vakfiyesini Yeni Asya'dan gidip te alsın.
"Milletim Kürt’tür";
"Milletçe Türk unsurundan sayılmam"; "Kader bana Türkçeyi az
vermiş, hatta hiç vermemiş, dilim kalbimin lisanını iyi anlamıyor ki,
tercümanlık etsin. Hem de derin yerden çıkarıyor manayı bazı hakikat parçalanır.
Sizin fehim ve dikkatiniz bana yardım etsin."Münsi Bediüzzaman-ı kürdi,
Bekir Berk Nurculuk Davası (S. 674) diyen bu adamın saçmalarını okumadan Türk
Dili öğrenilemezmiş!
Süleyman Demirel'de; Köprü'nün
özel sayısının 7–8 ve 9’uncu sayfalarında yayımlanan sohbetinin bir yerinde;
Said Nursi için aynen:
"Gerek eserlerinde, gerek
bu nasihatlerinde, hep iyiliği tavsiye etmiştir. İnsanların kötülükten uzak
durmalarını tavsiye etmiştir" buyuruyor. Şimdi; bu Sait’in nasihatlerine
bir göz atalım:
“Ben hiçbir zaman Hükümeti
tanımadım” R.N.K.’Lemalar S. 49 MÜ? Said Nursi. Yeni basımlarında bu cümle
yoktur.
"Ben Said Kürttür,
milletimden olmayan birisiyle teşrikimesai etmek hamiyet-i milliyeye
muhaliftir".
"Benim gibi Şafi-ül mezhep
adamlara, hangi usul ile Türkçe Kamet teklif ediyorsunuz? Benim gibi başka
milletten olanlara teklif etmek hangi usulledir? R.N.K. mektubat S. 39~-399.
mü? Said Nursi.
"Evet, ben, unsurca Türk
sayılmıyorum. "R.N.K. Bediüzzaman cevap veriyor. S. 92. mü? B.S. Nursi.
"Eğer milyonlar ile efradı
bulunan ve binler seneden beri milliyetini ve lisanını unutmayan ve Türklerin
hakiki bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini
kaldırıp, onların dilini onlara unutturduktan sonra, belki bizim gibi ayrı
unsurdan sayılanlara teklifiniz bir nev'i usul-ü vahşiyane olur; yoksa sırf
keyfidir. Eşhasın keyfine tebaiyet edilmez ve etmeyiz” R.n.K. Mektubat S. 300
mü? S. Nursi.
"Türklük milliyetine bütün
zıt bir şekilde Frenklik manasında Türkçülük namıyla Tahrifdarane ve
bidatkarane bir fetva ile Türkçe kamet et diye benim gibi başka milletten
onlara teklif etmek hangi usulledir". R.N.K. Mektubat S. 393–399 mü? S.
Nursi
"Ey Türkler ve Kürtler,
acaba şimdi bir miting yapsam, sizin bin sene evvelki ecdadınızı ve iki asır
sonraki evladınızı, şu gürültülü hane olan, Asr-i hazırda meclise davet
etsem". R.N.K. Münazarat Risaleleri S. 73-90 mü? B.S. Nursi.
Herif, Tanrı gibi konuşuyor,
delilik bu ya; yapar mı yapar. Bu kadar insanı nerede toplar, nerede yatırırız.
Ne ile besleriz. Gel Said yapma Bölücülük et de Tanrıcılık oynama.
"Ey Asurîlerin,
kıldanilerin cihangirlik zamanında piştarı, kahraman askerleri olan arslan
Kürtler, beş yüz senedir yattığınız yeter artık, uyanın sabahtır. Yoksa sahrayı
vahşette, gaflet sizi gark edecektir.". İki Mektebi Musibetin Şahadetnamesi
veya divanı harb-i örfi ve Said’i Kürdi mi. Said’i Kürdi. Gericilik ve ötesi S.
65–66. Fuat Kadıoğlu: Zonguldak Valisi 1965.
Ya; gördünüz mü Kuran’ın Kerim
tefsirlerini; gördünüz mü İslam’a ve de Türk' e hizmetlerini; gördünüz mü
nasihatlerini! Taa. Abdülhamit ve Mehmet Reşat zamanında; Bitlis'te ve de
Van'da, Kürtçe tedrisat yapacak bir üniversite açacakmış.
Sayın N. Şahiner; Medinetüz
Zehra ismi verilen ve Van'ın Edremit ilçesinde temeli atılan bu üniversiteyle
ilgili, Başbakanlık Arşivlerinde, bakir belgeler bulmuştur.
Şimdi; bundan 70 sene önce,
Osmanlı imparatorluğu döneminde, sefalette; cehalette eşitlik yok muydu? Doğusu
sefildi Osmanlının, batısı da cahildi, okuma yazma oranı, tam 623 senede, yüzde
3'e yükselmişti. Doğuda, Kürtçe. Öğretim yapacak bir üniversite kurmak,
bölücülük yapmak değil de nedir? Bunun gerisinde, 31 Mart'ın gerisinde, Sevr'in
gerisinde, yatanlar yatmaktadır. Sevr'in 62nci maddesi, aynen şöyle der:
"Türkler; Kürtlerle meskûn
olan bölgelerdeki hükümranlık haklarını kaybettiklerini şimdiden kabul ederler.
Sonuç, bir sene sonra yapılacak, plebisite göre saptanır." Sen tut; bu
herifin deli saçmalarını yuttur. Olacak iş mi?
IV. MSP DÖNEMİNDE NURCULUK
Nurcuların arkasında dış güçler
var. Bunu yalnız ben mi söylüyorum. "Nurculuğun kökü dışarıda". Sayın
Necmettin Erbakan; bir ay içerisinde böyle buyurdu. Daha önce buyurmuyordu.
Nurcusu, Süleymancısı ve
de Nakşibendîcisi kendisini
dışlayınca hidayete erdi. Milliyet gazetesinin 2.7.1976 günkü nüshasının
10’uncu sayfasındaki bir haberi okuyalım:
"3 MSP' Lİ, SAİDİ NURSİ'Yİ
SAVUNAN TOPLANTI YAPTI" -ANKARA ÖZEL
"MSP Milletvekilleri,
Hüsamettin Akmumcu, Suudi Neşat Saruhan ve Vahdettin Karaçorlu, dün, Meclis
Basın Bürosunda, düzenledikleri basın toplantısında, "Risale-i Nur" a
ait kitapların yasaklanmasını ve bu konuda Yargıtay Ceza Daireleri Genel
Kurulu'nun kararı bulunduğunu belirten Yargıtay Başsavcısı Kazım Akdoğan'ın
"Anayasayı ihlal ettiğini" öne sürmüşlerdir.
Arkadaşları adına konuşan
Hüsamettin Akmumcu: "Yargıtay Başsavcısı ile bu konuda TV ekranında,
Gazeteciler Cemiyetinde ve her yerde açık oturum yapmaya hazırım"
demiştir.
Akmumcu: "Yargıtay’ın bu
kararında önce, 500 den fazla karar alan sonra 150 den fazla beraat kararları
bulunduğuna" dikkati çekmiştir. "Başsavcı hatadan dönme faziletini
göstermelidir. Hata ettiğini kabul etmelidir. Başsavcı, neden bu hareketin
içine girmiştir, anlayamıyoruz" demiş, özetle şöyle devam etmiştir.
"Başsavcı, neden Adalet
Bakanlığına ve iç işleri Bakanlığına başvurmadan bu hareketin içine girmiştir.
1965 yılında alınan bu kararı neden hatırlatıyor, sebebi nedir? Bunları
anlamaya imkân yok. Hukuk Devletiysek, din ve vicdan hürriyetlerine
saygılıysak, niçin bu şekilde hareket ediyor? Bunun, bu hareketin
düzeltilmesini bekliyoruz.
Bütün bakanların ve hükümetin de
Anayasa'nın 132’inci maddesine uymasını istiyoruz." /1961 Anayasamızın!
Akmumcu, bundan sonra;
beraberinde getirdiği Said’i Nursi külliyatını gazetecilere göstermiş, "Bu kitapların siyasetle hiçbir ilgisi
bulunmadığına" dikkati çekmiş! "Neslimizin en büyük hocasıdır.
Kuran'ı tam olarak kimse anlayamaz. Tefsir edenleri okumak lazımdır. Nursi
külliyatı da bir tefsirdir. Okuyanlar, Allah için söylesinler, herkes istediği
sayfayı açıp baksın, bir satır siyaset var mı?" demiştir Akmumcu,
Nursi'nin: "Bolşeviklere ve Komünistlere" karşı nasıl mücadele
ettiğini de anlatmıştır. "Ben, bu karar değiştirilmedikçe Yargıtay
Başsavcısını cevaplamaya devam edeceğim. Daha geniş deliller getireceğiz"
demiştir.
Oldu mu ya, Erbakan Hoca; Sen
tut; "Bolşeviklerle ve Komünistlerle" mücadele eden Nurcuların kökü
dışarıdadır de. Sahi bu Said "gök gözlü deccal", "tek gözlü
deccal" diye Lenin’e mi, yoksa Nazıma mı sesleniyordu?
Ha; 1971 yılında, Sav ve Kuleönü
köyündeki Nur Medreselerini kapatıp, 92 Nur Şakirdini yakalayan J. Albayı ne mi
oldu? Konya J. Bölge Komutanı oldu ve generalliği bekleye, bekleye emekliye
ayrıldı. O dönem de; Rahmetli emekli Orgeneral Ali Fethi Esener de korgeneral
rütbesinde ve Jandarma Genel Komutan muaviniydi. Tesadüf.
V. 1948 AFYON YARGILAMASI
Sayın Demirel, sohbetinin bir
yerinde; Said Nursi'nin özelliklerini sayarken: "Kimsenin önünde
eğilmemiştir. Devirlerle hoş geçinmek gibi bir yola da sapmamıştır."S.7
buyuruyorlar. Sorgu yargıcı, Rahmetli Abdullah Tevfik Öz'ün önünde verdiği
ifadesiyle, Emirdağ ilçe J. Bölük K.V.J. Astsubay'ının önünde imzaladığı
tebellüğ belgesinin fotokopilerine bir göz atalım.
SANIK: Said’ il Kürdü
Bediülzeman Bugün ihzaren daireye getirilen sanıktan, kâtip Fehmi Turan hazır
olduğu halde, usulen hüviyeti soruldukta:
Adı: Said’i- Nursi, namı diğeri
Said’ilkürdü, Bediülzeman, babası Mirza, anası Nuriye, soyadı Nursi, 1292
doğumlu. Eski harflerle okuryazar, yeni harfleri bilmez, evvelce neşrettiği
tesettür neşriyatı için Eskişehir mahkemesinde bir seneye mahkûm oldum. Bundan
başka mahkûmiyetim yoktur dedi. Bekâr ve aslen Bitlis vilayetinin Hizan kazası
Bülküm bucağı Nurs köyünden, halkından olup hiçbir işle meşgul olmadığını,
yalınız, dört sene evveline kadar telifatla meşgul bulunduğunu ve halen bu işi
de yapmadığını ve halen Emirdağ ilçesinde ikamete memur bulunduğunu, bundan
evvel de bazı yerlerde ikamete memur olarak bulunmuş olduğunu söylemekle
hakkında ilk soruşturma kararının açıldığı kendisine bildirilerek bir diyeceği
olmadığından aleyhindeki dava ve haller anlatılarak müdafaası soruldukta;
yalınız Beyazıt kazasında, üç ay kadar bir tahsili olduğunu ve 25 yaşında
İstanbul’a geldiğini ve şarkta Kürt Şeyh Sait isyanı sırasında, Van'da
bulunduğunu ve buradan, bu isyan sebebiyle, evvela Burdur'da ikamete memur
edildiğini ve orada bir müddet kaldıktan sonra Isparta'ya ve Isparta’dan da
Barla bucağına ve oradan da Kastamonu'ya ve Kastamonu'dan tekrar Denizli'ye ve
Denizli'den de Emirdağı ilçesinde ikamete memuren tutulduğunu ve halen de
Emirdağ’ında oturmakta olduğunu ve Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi'nde ve diğeri
de Denizli Ağır Ceza Mahkemesi'nde olmak üzere iki defa mahkeme altına
alındığını ve yukarıda zikredildiği gibi Eskişehir'de mahkûm edilmiş ise de
Denizli Ağır Ceza Mahkemesi'nde beraatına karar verildiğini Şafi mezhebinden
olduğunu ve evvelce muhtelif tarikatlara intisap etmiş ise de halen ve hatta 25
seneden beri herhangi bir tarikata dâhil olmadığını ve cumhuriyet hakkındaki
düşüncesine gelince, elli sene evvelinden beri fikren cumhuriyetçi olduğunu ve
hulafai raşidin; yani Hazreti Ebubekir, Ömer, Osman, Ali raduallahuanhüleri
birer reisicumhur olarak tanınmakta olduğunu ve layiklikden anladığının da
hükümetin dinle, dünyayı ayırarak dinsizlerle ve dinlilerle alakası olmadığı
suretinde bulunduğunu söyledi."
Kendisine ait siracülnur
mecmuasının 297 inci sahifesinden başlayan görüleceğini ve bu mektup ne zaman
yazıldığını bilemediğini ve bayramda, bayram namazında Arabî bir tekbir
alınmasının müjdesi ile Türkçe ezan ve kamet ilişme niyeti olmadığını ve bu
yazısıyla nihayet şair islamiye ve kelemei mukaddesiyi, âlemi islamda yerini
bulacağını ve daimada Türklerin âlemi islama kumanda edeceğini anlatmak
istediğini ve başka bir maksadı olmadığını ve neticei müdafaası olarak
gayelerinde bir cemiyet kurmak mevut olmadığı gibi yaptığı işin bir tarikat ta
olmadığını ve kendisinin şeyh olmadığı gibi muritleri de bulunmadığını, talebe
ve şakirt diye kimselerin Risalei nuru okuyanlar olduğunu ve bu sebeple de
talebelerin kendisine yalınız üstat dediklerini ve Emirdağ’ında Mehmet, Hasan,
Osman kardeşlerin dükkânının aranmasında raf ta bulunan, altında Cüz tevzi
komisyonu diye yazılı olan komisyondan ve bu cüzlerin ne cüzü olduğu
soruldukta: "Bu 30 cüzden ibaret kur'an olduğunu ve tabettirmek niyetinde
bulunduğunu, cüz tevzi komisyonu diye bir komisyon mevcut olmadığını ve bunun
talebelerden herhangi birinin yazmış olacağının ve hatta böyle bir yazıdan
malumatı dahi olmadığını ve tamim mahiyetinde yazılan şeyin hususi bir maksat
taşımadığını ve kendisine sorulan ve zanda bulunduğu iş hakkında
Emirdağ’ında müdafaasına
müracaat edildiğini ve müdafaasının da Emirdağı Müddei umumiliğindeki ve şimdi
yapmakta olduğu müdafaadan ibaret olduğunu ve yukarıda bildirdiği gibi katiyen
gizli ve açık cemiyet teşkil etmediğini ve böyle bir cemiyette mevcut
olmadığını ve halkı devletin emniyeti aleyhine teşvik etmediğini ve şimdiye
kadar da böyle bir niyet taşımadığını ve devletin iç emniyetinin kendisi için
de mahsup bulunduğunu söyledi. İfadesi okundu; yeni yazıları bilmediğinden, sol
elinin başparmağı bastırılmak suretile tastik ettirildi.
Sorgu Yargıcı: Abdullah Tevfik
Öz
Kâtip
Said’i kürdi; yeni yazı ile imza
edemediğinden sol elinin başparmağı bastırılmıştır.
İlmühaber:
Kisve kanununa aykırı elbise ve
başına kavuk ve kavuk üzerine de sarık sarmamaklığım Emirdağı Jandarma
Komutanlığı vasıtasıyla Afyon il makamının 17.2.1945, emniyet 1/160 sayılı
emirleri tarafıma tebliğ edildiği ne dair bu kâğıdı imzalarım,
İmza (Yeni yazılı) 28.2.945
Emirdağ’ından mukim (Yeni yazı)
Said’i Kürdi S. Nursi Tarafımdan tebliğ edildi. 22.2.945 ilçe J.K.V.
Vitrinlerinde, boy, boy, Nur
Risaleleri sıralanan dükkândan içeriye girdiğimde, gecik benizli iki genç ayağa
fırlayıp, buyur ettiler. Nurcuların, kendilerine böyle ilan edenlerin,
yayınlarını izlemekti muradımız. Risalelerin parlak dış kenarlarına, dalgın,
dalgın, bakarken, gençlerden birisi, ürkekçe sordu:
Bey amca, Risale-i Nur
hakkındaki düşünceleriniz nedir?"
"Bir dakika; şu
aldıklarımın ücretini al; müşküllerimi cevapla, ben de sorularını cevaplayayım,"
dedim.
"-Buyurunuz Bey amca,
sorunuz", dediler.
"Abdülhamit'i nasıl
bilirsiniz. Hani; şu, bazılarının Kızıl Sultan; bazılarının Abdülhamit Han
dedikleri, Osmanlı Padişahı, Sultan 2’inci Abdülhamit'i soruyorum. Dinine,
diyanetine ve ülkesine ve ulusuna karşı durumu nicedir".
"Vatansever, Müslüman;
ulusuna büyük hizmetler vermiş; dindar ulu bir Hakanımızdır. Masonların ve
Farmosanların kurbanı olmuştur" dedi; gecik benizli; yirmi beş yaşlarında
olanı.
"Güzel; dedim; dindar;
vatansever bir Sultan Halife; öyle mi?"
"Evet, Beyefendi Amca,
aynen öyle" dedi; öteki, daha küçük olanı.
"Pekiyi; dedim. Bu, dinine,
diyanetine düşkün ve de adaleti Büyük Halife Sultan…”Bugünlerimizi, Süleyman
Demirel ile Bülent Ecevit’e borçlu olduğumuzu da unutmamalıyız.