4 Kasım 2014 Salı

1255/DEMİREL Mİ SÜTTEN ÇIKMIŞ KAŞIK!

TC. OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV. İZMİR,03 Kasım 2014. SÜLEYMAN DEMİREL Mİ? SÜTTEN ÇIKMIŞ KAŞIK! “Hafızayı Beşer, nisyan ile malûldür!” Adnan Menderes. "...930'lu yıllarda -ki bu yıllar çok kötü yıllardı-. İktisaden perişan yıllardır. Laikliğin hemen, hemen dinsizlik şeklinde anlaşılıp, tatbik edildiği yıllardır-." "Tabii Merhum Bediüzzaman'ın lisanı fevkalade kudretlidir. Üslubu çok tesirlidir" S.9.Köprü Dergisi,1986 Sayın Süleyman Demirel, Ağabeysi Sayın Şevket Demirelin Onaltı senelik bir uğraşı sonunda, İslam Köyde görkemli bir anıtmezar ve dahi Cumhuriyeti Savunma Müzesine! Kavuştu. KÖPRÜ DERGİSİNDE NURCULUK (MART, 1986) “Köprü Dergisi'nin Mart 1986, Bediüzzaman Said Nursi özel sayısında, ilginç açıklamalar yayımlanmıştır. Süleyman Demirel'in çok ilginç açıklamaları, Nurcuların göğüslerini kabartmış; (92 Sanıklı Nurculuk Davası) olayının üstüne ılık sular serpmiştir. Nurculuk olayına can ve gönülden bağlı bulunan ve bu yüzden, 1981 yılında, ağır bir trafik kazası geçirerek, Nurculuk lisanıyla, hafif bir şefkat tokadı yiyen Necmettin Şahiner sormuş, Demirel de yanıtlamıştır. Sual: "Bediüzzaman Said Nursi hakkında kanaat ve düşünceleriniz nelerdir?" El cevap: "Merhum Bediüzzaman Said Nursi, üzerinde çok tartışma yapılmış bir zattır Birçok kimse, kendisi hakkında peşin hükümlere sahip olmuşlardır." "Nur Talebeleri, yüzlerce defa mahkemeye çıkarılmıştır. Türk Ceza Kanunlarına göre aynen böyle diyor- bunların hiç birinde suç bulunmamıştır... Kimsenin önünde eğilmemiştir. Devirlerle hoş geçinmek gibi bir yola sapmamıştır." "Gerek eserlerinde, gerek bu nasihatlerinde, hep iyiliği tavsiye etmiştir. İnsanların kötülükten uzak durmalarını tavsiye etmiştir."S. 7–8 "...930'lu yıllarda -ki bu yıllar çok kötü yıllardı-. İktisaden perişan yıllardır. Laikliğin hemen, hemen dinsizlik şeklinde anlaşılıp, tatbik edildiği yıllardır-." "Tabii merhum Bediüzzaman'ın lisanı fevkalade kudretlidir. Üslubu çok tesirlidir" S.9 Sual: "İsmet İnönü, Süleyman Demirel, Said Nursi'nin halifesidir" sözünü neden söyle¬di? Siz, bu sözü, dün ve bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?" El cevap: "Merhum ismet İnönü, bu sözü 1966 yazında söylemişti. Konuşmasını Uşak civarında, yolda öğrenmiştim. Maksadı, beni irtica ile malül göstermekti. Merhum Bediüzzaman, babamı ve kayınpederimi severdi, onların duacısıydı; onlar da kendisine hürmet gösterirlerdi. Anlaşılan, birisi bunları kendisine söylemiştir. Beni, bilhassa entelektüelin gözünden düşürmek istiyordu. Ben, 1965 yılında "Herkes göğsünü gere, gere" Ben Müslümanım diyecektir" diyen kişiyim. Söyleşi bu minval üzere sürer ve köprü "İslam köyünden bir insan çıkacak" başlığı altında; sohbet sahifesinin üst köşesinde, çerçeve içerisinde, şu "gaybı ışaratı" yayımlar: "Son şahitlerin ilk cildi; 1978'de yayımlandı. Kitap, neşrinden önce, Yeni Asya gazetesinde de tefrika edilmişti. Görüşülen "son şahitlerden birisinin gönderdiği bir mektup, o günlerde, büyük akisler uyandırmıştı. Mektup, Bediüzzaman’a aitti. "Nur Postacısı" İslam köylü Abdullah Çavuş, elli yıl sakladığı mektubu, nihayet gösteriyordu. Bediüzzaman, mektubunda; "İslam köyünden bir insan çıkacak" demekteydi, "Bu milletin başına geçecek. Eğer Kuran’a dayanırsa muvaffak olacak. Eğer Kuran’a dayanmazsa, sonu vahimdir" ve aynı sahifenin alt köşesinde, çerçeve içerisinde: "Üç ayrı yılda Demirel ve Risalei Nur" başlığı altında: Sual: ismet İnönü, bir beyanatında AP. İktidarının tehlikeli bir silahla oynadığını söylemiştir. Anlaşıldığına göre, bu silah Nurculuktur. Adalet Partisinin Nurcularla hem fikir olduğu, bir kısım yöneticilerinin de Nurcuları himaye ettiklerine dair bir söylenti var. Bendeniz 15 gün Isparta'da inceleme yaptım, müftü ile konuştum, elimde beyanları ve yazılı vesikalar var; bunları neşredeceğim. Sayın Demirel ailesinden bir veya iki kişinin Nurculuğu himaye ettiğini öğrendim. Ailenizde Nurculuğu himaye eden kimse var mı?" El cevap: "Neşriyatınızı yapınız, alacağınız cevabı da hesaba katınız. Türkiye'de mahkemelerin bulunduğunu, hukukun bulunduğunu da hesaba katınız. Ayraca, burada şunu söylemek istiyorum ki, sizin yaptığınız tetkikatın sadece sizin gözünüzle ve neticelerinin de size ait olduğunu unutmayınız; bunu umuma teşmil gibi yetkinin bulunduğunu da iddia edemezsiniz. Yapacağınız neşriyatı burada açıklamış olmanızın maksadını da anlamış değilim. Bu itibarla, size vereceğim cevap budur." 15 Ekim 1966 da; Demirel, Nurculara karşı bayağı sert! Şimdi: geçmişteki, Demirel ve Nurcular arasında geçen olayları bilmeyenler, Demirel'in Nurcuların Piri ve Nurculuk hakkındaki yorumlarında bayağı etkilenir. "Vay anasını" der; 1965'e kadar Türkiye Cumhuriyeti'nde hiç bir kimse "ben Müslümanım" diyemiyormuş. iyi ki Türkiye’mizde doğmuşsun Demirel! Biraz gerilere dönelim. Mühendis olan oğlunun Televizyonda güzel mi güzel taklitler yaptığını keyifle izlediğimiz, bir Jandarma Albayının Isparta İL Jandarma Alay Komutanı olduğu 1971 yılına; irfan Özaydınlı isimli ATATÜRKÇÜ bir Hv. Korgeneralinin Eskişehir Sıkıyönetim Komutanı olduğu, 1971 ve 1972'li yıllara dönelim. Ve Politik yatırım için Nurcularla oynamanızın sizin gibi bir kurt politikacıya yakışmadığını da söyleyelim. Sayın Demirel. 8. Ocak. 1971; 21. Ocak. 1971 ve 25. Mayıs. 1971 tarihlerinde, Jandarma, Isparta'nın Say ve Kuleönü köylerine bir dizi baskınlar düzenleyerek "Nur Mekteplerini" kapatmış ve Nur Talebelerini de, ellerindeki Nur Risaleleriyle birlikte, yakalamıştır. 5 Temmuz 1971 günü de; Hüsrev Altınbaşak adlı Nur lideri; yeşil cübbeler ve Nur Risaleleriyle, Isparta'daki şehir merkezindeki evinde, yakalanmıştır. Hem de 14 arkadaşıyla birlikte. Jandarmaca düzenlenen hazırlık soruşturması evrakı, Isparta Sorgu Yargıçlığına gön derilerek 92 sanığın sorguları Isparta Sorgu Yargıçlığınca yapılmıştır. Isparta ili; Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı sorumluluk alanı sınırları içerisindedir ve Hv. Korgeneral irfan Özaydınlı; (92) Nurcu sanığın işlemiş olduğu suçlar nedeniyle, 1402 sayılı Sıkıyönetim yasasının 13/2’inci maddesi uyarınca, davalarının Eskişehir sıkıyönetim Mahkemesi bakılmasına karar vermiştir." Eskişehir Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi; 25 Mart 1972 gün ve 1972/3 esas; 1972/24 karar sayılı kararıyla 92 Nurcuyu çeşitli cezalara çarptırmıştır. Bu karar, Askeri Yargıtay’ca da onaylanmıştır. Bu, Sav ve Kuleönü Nur Mektepleri olayı, Sayın Turgut Etingü tarafından incelenerek, 24.25.26. Ocak. 1972 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır. Tüm bunların, Süleyman 'Demirel'le ne ilgisi var; demeyin, var. Öykünün altını okuyunuz; ondan sonra kararınızı veriniz: 20. Mart. 1977 günü; Milli gazetenin 1503 sayılı nüshasının 3’üncü sayfasında; namlı ve anlı, şanlı Nurculardan Zübeyir Yetik imzalı ve de Pazarlık başlığı altında, ilginç bir siyasi pazarlık sergilenmiştir. Bu pazarlığı okuduktan sonra; 15. Ekim. 1966 tarihinde, ismet Paşa’nın çıkışının, AP'NİN tehlikeli bir silahla oynadığını; Süleyman Demirel'in Norslu Sait’in halifesi olduğunu söylemesinin nedenin, sağlam gerçeklere dayandığını da anlamış olacağız. "Müslümanlar üzerindeki baskının hafiflemesine vesile olur ümidi ile bizim, AP'NİN sayılıları ile yaptığımız sohbetlerde uçurduğumuz balonlar, bir yerde, netice verdi. O günlerde "irtica" tehlikesinin azametini ortaya koymak için "Nurcu"ların aleyhinde yapılan yayınlarda zikredilen rakamlar da, bu konuda epeyce faydalı oldu. Bu aralık, eski bir partiye verilen yeni bir kan sebebiyle bu partinin canlanma ihtimali de belirmişti. Bütün bunlar bir araya gelince, AP, "şu kadar oyları var ve bizim kendilerine karşı olduğumuz kanaatindeler. Bu kanaati izale etmezsek, canlanması muhtemel partiye kayabilirler." şeklinde bir hesap olacak ki, faaliyete geçti. İşte, "pazarlık" dediğimiz hadise bu sırada gerçekleşti. AP'NİN sayılılarından biri sohbet sırasında kendilerinin "Nurcu"LARA karşı olmadıkları konusunda üst üste teminat verirken, "bu parti sizin partinizdir. İstediğiniz kimseleri kontenjandan milletvekili yapmağa bile hazırız." gibisinden bir vaatte bulundu. Biz, bu fırsatı hemen değerlendirerek, kontenjanın kaç Kisi olabileceğini sorduk. Aldığımız cevap "beş kişi" şeklinde oldu. Ve bu teklife karşı kendi teklifimizi ilettik: "Hayır, yirmi Beş kişi" Muhatabımız bu rakamı çok büyük bulmakla birlikte, yetkililerle bu konuyu görüşeceğini belirtti. Biz de, hemen, Risale-i Nur talebelerine haber uçurduk. Yirmi beş olmazsa bile ondan ziyade milletvekilliği için "kontenjan" alınabileceğini AP'NİN buna amade olduğunu, bu konuda sıkı durulursa istedikleri isimlerden çoğunu Millet Meclisine sokmak suretiyle hizmete vesile olabilecek bir fırsatın doğduğunu belirtip, ne düşündüklerini sorduk. Aldığımız cevap "Ağabeylerle görüşelim" şeklinde oldu. Burada, hemen bir noktayı belirtelim: Biz, o sıralarda,23–24 yaşlarında bir gazeteciyizdir. Milletvekili olmaya yaşımız bile müsait olmadığı için, konunun kendimize yontabileceğimiz bir yanı olmadığı gibi, teklif ettiğimiz herhangi bir isim de söz konusu değildir. Biz, "ağabeylerle görüşme"nin neticesini bekler ve bu arada AP canibinden gelen "yumuşama" ve "sayı azaltma" tekliflerine karşı: "Benim elimde bir şey yok. Ben aracıyım, ama Risale-i Nur talebelerinin yirmi beş rakamından aşağı düşmeyecekleri kanaati içinde bulun¬maktayım." diye celadetle direnirken, birden, Ankara'da AP'NİN yeni bir taktikle saldırıya geçtiğini öğrendik: Hacı Ali Demirel devreye sokulmuş ve Risale-i Nur çevresine yakın kimselerle temasa geçirilmişti. Ve o cephe, daha müsait görüldüğü için ağırlık o tarafa verilmişti. Nitekim çok geçmeden müspet neticeler de aldılar. Risale-i Nur talebelerini ikna etmiş oldular. Bizim "ağabeylerden beklediğimiz cevap da şu şekilde geldi: "Euzubillahi mi neşşeytanirracim vessiyase…" Yani, Hacı Demirel'in devreye girmesi netice vermiş ve önce "kontenjan"a istekli görünenler, birden siyaset dışı kalmaya karar vermişlerdir. Ve 1965 seçimlerine böyle gidildi." Bu pazarlık açıklaması çok ilginçtir. Said de Menderes ile böyle bir pazarlığı, mektup yazarak yapmamış mıydı? Cumhuriyet dönemimizin Atatürkçü bir partisi; yine Cumhuriyetimizin bir Siyasi Partisinin yayın organında Atatürk Düşmanlarıyla pazarlık etmekle suçlanıyordu. Bu; Köprü Dergisi’nin Mart Özel sayısında neler var, neler. Yargıtay'ın 1964/1543 esas, 1964/1825 karar sayılı kararıyla ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 20.9.1965 gün ve 234/0–1 esas ve 313 sayılı kararıyla hem de Kaziyei Muhkem hale gelmiş kararıyla, mahkûm olan Nurculuk Risalelerinde suç unsuru yok diyen profesörler; Nurculuğa gönül veren türkücüler, "Ben de yazdım" isimli sekiz ciltlik eserinde, Derviş Vahdeti’ye İngiliz casusudur -ve de asılmıştır ve de Said Nursi'nin Volkandan arkadaşıdır- Koca mürteci diyen Mahmut Celal Bayar; Said Nursi'ye methüsenalar düzmektedir.”Osman Türkoğuz, Nurculuk, s.38-42 İmam- Hatipleri kimler açtı? 1951 Menderes 19 1962–63 İnönü 7 1965–71 Demirel 46 1973–74 Ecevit-Erbakan 29 1975–78 Demirel-Erbakan-Türkeş 233 1978–79 Ecevit (azınlık) 4 1979–80 Demirel (azınlık) 36 (34+2) 1984–89 Özal 44 1989–91 Akbulut-Yılmaz 23 1991–92 Demirel-İnönü 12 1992–95 Çiller 130 Toplam: 583 (Not: İmam hatip liselerine bağlı çok sayıdaki şubelerin bağımsız okullara dönüştürülmesi, Çiller’in başbakanlığında oldu.) Şimdi de Milliyet Gazetesinin 21 Haziran 1999 tarihli nüshasında yayınlanan resimli bir haberi okuyalım; Sayın Süleyman Demirel ile Sayın Fethullah Gülenin resimlerinin altında, iri puntolarla bir yazı: DÜN BÜYÜK ADAM… BUGÜN ZEKÂSIZ “Gazeteciler ve yazarlar Vakfının 25 12 1997’deki töreninde “Devlet Adamı”plaketi verdiği Demirel’e büyük övgü düzen Gülen, kasetteki konuşmasında Demirel için “Zekâsının üç katı laf eder!”İfadesini kullandı.” “Kasetten önce Kasetten sonra Sayın Gülenin sözleri çok vecizdi. Bunların arkasındaki niyet devleti ele Tarihimizin derinliklerinden gelen geçirmekse, bu siyasidir. Yani Direktifleri hatırladık. Türk milletinin hareketin yönü belirlenmektedir.” Cum- Birliğini, dirliğini güçlendirecek hareket-. huriyete ve Anayasaya sadığız”deyip, lerin yanındayım. Gelin birbirimize sarıl- sonra bir sadakatsizlik ortaya çıkarsa alım. Ödül töreni ibret dolu. ders doluydu. Bu takiye olur. Kanunların suç saydı- Gönül isterdi ki bu töreni Türkiye’den herkes ğını çiğnemek, kimsenin imtiyazında İzleyebilsin. değil. Devleti ele geçirme iddiaları Bu plaketi Türkiye’nin bölünmez ciddi. MGK ve devletin bütün diğer organları Bütünlüğüne. Türk milletinin mutluluğuna, Devlete yönelmiş tehdit üzerinde Barış içinde yaşamasına verilmiş sayıyorum. “ fevkalade hassastır.””….ÜLKEMİZDE BÜYÜK ADAM DOĞRUDA DA,EĞRİDE DE ÇOK BÜYÜK LAF EDEN ADAMDIR!

1254/BULUŞUNCA YAŞARIZ

TC. OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV. İZMİR;03 Kasım 2014. BULUŞUNCA YAŞARIZ Yüzünde güller açar, mevsimlerce solmayan; Ellerim, ellerine özlemlerle deyince. Nasıl geçecek derken bunca günler,geceler, Baharlar çıkar gelir, sen yanıma gelince. Tek yürek oluruz da enginleri aşarız; Ayrılık ölüm gibi, buluşunca yaşarız. Sığmayız zamanlara, saatlara, günlere, Seninle bir olunca zamanları aşarız

1253/KIÇI İLE İDDİAYA GİRMEK!

TC. OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV. İzmir,01 Kasım 2014. KIÇI İLE İDDİAYA GİREN DONUNA SIÇAR! Çin Atasözü! BİZDE, YETENEĞİ OLMADIĞI HALDE BÜYÜK BİR İŞE KALKIŞANA:”KIÇIN SIKARSAYAPARSIN!”DENİR. AYRICA İDDİA İLE GİRDİĞİ BÜYÜK BİR İŞİ BECEREMEDEN KAÇANLARA DA”KIÇI SIKMADI DA KAÇTI!”DENİR”.SHANSON DE ROLAND”DESTANINDAKİ:”RODRİK AS-TU DU COER!”MISRASINI, KULELİ ASKER LİSESİ FRANSIZÇA ÖĞRETMENİMİZ:”RODRRİ MAÇAN SIKI MI?”DİYE TERCÜME ETTİRMİŞTİ. YETENEKSİZ KİŞİLERİN BÜYÜK BİR İŞE KALKIŞMALARI KIÇLARINI DENEMEK İÇİNDİR! ONUN İÇİN DE BAZI KADINLARIMIZ:”BEN, TAYYİP BEYİN GÖT KILIYIM!”DEMEKTEDİRLER. SİZE GÖTLERİNİN GÜCÜNÜ DENEYENLERİ ANLATACAĞIM: İran'da, bir kayanın üzerinde şöyle bir yazıt vardır: "Ben büyük kral, krallar kralı, değişik diller konuşan ülkelerin kralı, bu büyük evrenin kralı, Kral Darius'un oğlu, Ahameniş soyundan Kserkses'im”.Bu Krala, SERHAS, KAHRAMANLAR KRALI UNVANI VERİLMİŞTİ! BÜYÜK DARİUS(522-486), bugünkü Yunanistan üzerinden Saka Türklerinin yaşadığı Rusya’ya girmesine karşın yenilerek ülkesine dönmüştü. Babasının ölümü üzerine Pers tahtına oturan Kserkhes(MÖ:486),Babası Büyük Darius’un öcünü almak ve ondan büyük olduğunu kanıtlamak için, Atina’yı cezalandırmaya karar vererek büyük bir ordu hazırladı(MÖ:480).Çanakkale boğazına köprü kurdurarak Trakya’ya geçti. Atina sitesi ile Isparta krallığı güçlerini birleştirdiler. Savaş planlarını yapıldığı tartışmada, Ispartalı bir General Atinalı ünlü Amiral Temistoklese asası ile vurduğunda şu yanıtı tarihe geçti: “Vur, fakat dinle!” Termopil geçidini Isparta Kralı Leonidas 300 Ispartalı ve 700 Tespialı askerle savunmaktaydı. Pers Kralı Serhas, kendisine silahlarını teslim etmesini söylediğin de, şu ünlü yanıtı vermişti: “MOLON LABE-GEL VE KENDİN AL!”Muharebenin yedinci gününde, Bir Hain Atinalının başka bir geçiti göstermesiyle; Persler, Leonidası ve birliklerini çembere almışlardır. Kral Leonidas,700 Tespia’lı askeri geri göndermek istemişse de, onlar da savaşarak Kral Leonidas ve askerleri ile birlikte ölmüştür. Maraton koyunda, Plataiai’da Pers ordusu Atine ve Isparta birleşik ordusuna yenilmiştir. Salamis deniz muharebesini de Persler kaybetmişlerdir. Bir tepenin üzerinden deniz muharebesini seyreden Kserkhes:”Bugün KADINLARIMIZ ERKEKLER GİBİ, ERKEKLERİMİZ DE KADINLAR GİBİ SAVAŞMIŞLARDIR!”Demişti. Halikarnas Kraliçesinin önerisi üzerine, Pers kralı Kserkhes, savaşmaya kıçı tutmadığından, ordusunu bir generale teslim ederek, SUS şehrine Kaçmıştı. Bizim tarihimizde de buna benzer birçok yaşanmış acı olar vardır. a) Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Bağdat’ta şehit düşmüş bir tımarlı sipahinin, Oruç Beyin Dört yaşında yetim kalmış oğludur(1634-1683).Köprülü Mehmet Paşanın himayesinde yetişmiş ve devlet kademelerinde hızla yükselerek Sadrazam olmuştur. Çok hırslı ve çok inatçı bir yapıdadır. Padişah 4’üncü Avcı Mehmedi ikna ederek Avusturya’nın bir kalesini zaptetmek için izin almışsa da, kendi iradesiyle doğruca Viyana’ya gelerek, 14 Temmuz 1683’te Viyanayı muhasara etmiştir. Seksen yaşındaki Arnavut İbrahim Paşanın “geride bıraktığımız palangalar bize çok zayiat verdirir. Sonra; ağır topları geri bıraktık, bu toplar olmadan Viyana’nın surlarını yıkmak mümkün değildir.”İtirazını da önemsememiştir. Tuna nehri üzerindeki köprüyü korumak için görevlendirilen Kırım Hanı, köprüden geçen Polonya kuvvetlerine, yanındaki müftünün uyarısına rağmen, taarruz etmeyerek:”Osmanlı, bize kokmuş at kellesi yiyenler diye hakaret ettiği gibi, bizi Lehistan içlerine sefer yaptırtarak, çoluk, çocuğumuzu esir alarak satmaktadır. Şimdi görsünler bakalım gününü!”Demişti. Silahtar Mehmet Ağa tarihinden okuyalım: “Polonya Kralı Jean Sobieski 20.000 süvari ve 70.000 katılımcı askerle hareket ettiği öğrenilmişti: Bu durum karşısında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, müttefik Avrupa ordusunun Viyana’ya girişini engelleyebilmek için, Kırım Hanı Murad Giray’a; şehre geçit yeri olan Taşköprü üzerindeki Tuna nehri arkasına mevzilenmesini emreder. Ancak, Merzifonlunun bu plânı Kırım Hanının ihanetiyle bozulur. Viyana muhasarasına katılan Silâhtar Fındıklılı Mehmed Ağa, daha sonra yazmış olduğu 'Silâhtar Tarihi' adlı eserinde, büyük bir üzüntüyle hâdiseyi şöyle anlatır: 'Düşman Tuna nehri üzerinden geçerken Murad Giray düşman askerine karşı çıkacağı yerde; bir tepe üzerine çekilip onları seyretmeye başlamış yanında bulunan kendi imamı bile onun bu haline itiraz ettiği halde: 'Sen bu Osmanlu'nun bize ettüğü cevri bilmezsun. Bu düşmanın def’i yanumda lâ–şey idi (basit bir iş idi) ve bilürüm ki dinimüze de ihânettir! Lâkin asâletim beni komadı: Anlar da görsünler kendülerinin kaç akça âdem imiş. Tatar kadrin (kıymetini) bilsünler!' cevabını vermiştir.” Osmanlı Ordusu 50.000 askerini yitirerek, perişan bir vaziyette, tüm ağırlıklarını, tüm para keselerini, sadrazamın görkemli çadırını bırakarak, TAVUS KUŞLARININ DAKAFALARINI KESEREK, muharebe sahasından kaçmıştı. Metrislerdeki çok sayıdaki askerini bile muharebe meydanına sürmeye götü tutmadığından, ilk kaçanlardan olmuştu. İstanbul’da, yorgun olarak avdan dönen Padişah Avcı Mehmet’e felaket bildirilince,”BU NE TERBİYESİZLİKTİR?”Diyerek, Serdarı Ekrem Merzifonlu Kara Mustafa’nın katline ferman çıkartmıştı. Asitaneden gönderilen bir çavuş ta,Kara Mustafa’yı ibrişimle boğarak canını almıştı. Kanuninin alamadığı Viyanayı almak hırsını başı ile ödemişti. Damadı Şehriyari Enver Paşa da, Arabistan’dan getirtilen yazlık elbiseli askerleri ile Sarıkamışı geri almaya kalkışmasına, ordu komutanı Hasan Paşanın”Paşam, asker yazlık kıyafetli, ikmal sistemimiz çok zayıf,20 kilometre menzilli, bu kışta bu harekât başarılı olamaz!” Uyarısına:”Hocam olmasaydınız, sizi kurşuna dizdirirdim !”Yanıtını vermişti. Hasan Paşa da derhal ordu komutanlığından istifa etmişti. Harekât başlatılmış; bir kolordudan 2000 kişi, diğer kolordudan da 135 kişi Sarıkamışa ulaşmış,90.000 askerimiz de Allahuekber dağlarında donarak ölmüştü. Daha ileriye gitmeye götü tutmayan Enver Paşa da, KIZAĞINA ATLAYARAK İstanbul’un yolunu tutmuştu. Yeteneksiz bir hırs uğruna DOKSAN BİN TÜRK ÇOCUĞU DONARAK ÖLÜME YOLLANMIŞTI. Bu askerlerimiz sağ olmuş olsalardı, Ulusal Kurtuluş Savaşı üç sene dört ay sürmezdi. Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart,1000.000.000kişilik bir ordu ile Rusya’ya girmişti.7Eylül 1812 tarihin de, Mareşal Mihail illarionoviç Kutuzof komutasındaki Rus ordusu ile Boradino’da savunmayı kabul etti. Muharebe çok şiddetli oldu; Rus ordusundan 47 General ve 50.000 asker, Fransız ordusundan da 29 General ve 30.000 asker öldü. Napolyon 14 Eylülde yanmış, yıkılmış Moskova’ya girdi. Boşu boşuna Kırk gün bekledikten sonra, daha ileriye gitmeye götü tutmadığından, Komutayı Eniştesi Mareşal Joachim Murat’ya teslim ederek, kızağına atladığı gibi Parisin yolunu tuttu. GRAND ARMESİNDEN FRANSAYA 35.000 ASKERİ GERİ DÖNDÜ. BU ORDUDUNUN 400.000’İ ÖLDÜRÜLMÜŞ,100.000’İ DE ESİR ALINMIŞ, GERİSİ DE DAĞITILMIŞTI. Ben, alttaki Kursu yeminin yeminini 1993 senesinde, Yargıtaydaki bir dosyadan alarak, önce SODEP’İN genel sekreteri Bay Ertuğrul Günay’a sonra da, tüm aydınlarımıza dağıtmıştım. Çok kimse;”götleri sıkarsa yapsınlar!”Demişti. Sonradan bu yeminin gerçekleşmesini eski bir İmam ele almıştı. Bu Eski İmam, Milletvekili seçilerek Türkiye Büyük Millet Meclisinde Milletvekili yemini de okumuştu. Sonra da tuttu,”gayeme varmak için papaz elbisesi bile giyerim!”Dedi.”BÜYÜK sıfatını kullanmaya başladı:”BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ AS BAŞKANI!”BÜYÜK KANAL PROJESİ,”Büyük, büyük yalanlar söylemeye başladı, büyük yalanlarla oluşturulan suç dosyalarının Başsavcısı olduğunu ilan kralı ilan etmişti. İdi Âmin de kendisini, ÖNCE MAREŞAL SONRA UGANDA CEZAEVLERİ GENEL Müdürü ve DAHA SONRA DA İSKOÇYA KRALI İLAN ETMİŞTİ. Jean Baptis Bokasso da kendisini Merkez Afrika İmparatoru ilan etmişti. Onbaşı Adolf Hitler de kendisini Führer ilan ettiği gibi Benito Mussolini de kendisini Duçe ilan etmişti. Mareşal Gazi Mustafa Kemal de, Mareşal sıfatını bırakarak, devrimlerini yapabilmek için, kendisini sade bir Türk vatandaşı ilan etmişti. Papaz okulu kaçkını Jozef Stalin de kendisini Mareşal ilan etmişti. Onbaşı Adolf Hitler, kendisine çok sayıda iç ve dış düşmanlar yaratmıştı. Bay Recep te kendisine düşman olarak İsmet İnönü’yü, daha sonra Mustafa Kemal Atatürk’ü VE ÇOK SAYIDA HAYALİ İÇ VE DIŞ DÜŞMAN YARATMIŞTI. Bu HAYALİ düşmanlarından korunmak için de bir polis alayı ile dolaşır olmuştu. Anayasayı, kanunları ve devlet geleneklerini aykırı, insan haklarını yok sayan eylem ve davranışlara imza atmıştı. Tüm suçlarını, Onbaşı Adolf Hitlerin yaptığı gibi, daha ağır suçlamalarla örtmeyi bir gelenek yapmıştır. Fatih pozuna bürünerek Suriyeyi işgale kalkışmıştı. “Megalomani, büyüklük hezeyanı ya da büyüklük kuruntusu, kişinin kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırmasıdır. Derin bir ruhsal sorunun belirtisidir. Megalomani, kendi başına bir hastalık değilse de oldukça şaşırtıcı bir psikolojik durumdur. Büyüklük hezeyanları kişinin, yetenekleri, nitelikleri ve yaşantısı hakkındaki mantıksız inançlara dayanır. Megalomani, kendini önemseme duygusunun gerçekliğe dayanıp abartılı bir biçim alan, aşırı bir özgüven değildir.” Megalomani, kökeninde aşağılık kompleksi yatan bir büyüklük hezeyanıdır. Megalomanlar, kendilerinin çok büyük, çok güçlü ve hiç yanılmayan biri olarak bilirler. Bunlar, çocukluklarında ve gençliklerinde çok horlanan ve örselenen kimselerdir. En küçük eleştirilere karşı bile şiddetle tepki gösterirler. Övülmeyi çok severler: “Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan Allahın bütün sıfatlarını taşımaktadır! “BU BİR SAPIĞIN ÖVGÜSÜDÜR, AYNEN KABUL EDİLMİŞTİR! Yani, Recep Tayyip Erdoğan da RAHMAN, RAHİM VE CELALİ SIFATLARININ YANISIRA ESMAYIHÜSN SIFATI DA VARDIR. Yani, Bay Erdoğan Allahtır! Sayın Erdoğanı üzen Allahı da üzmüş olur! DENİZLİLİ BİR SAPIK KADININ YAZDIĞI KİTAPTAN. “Erdoğan Beyimiz, özel olarak, Allah tarafından Türkiyeye gönderilmiş bir MESİHTİR. TÜRKİYEYİ “DÜZELTTİKTEN SONRA GÖĞE ALLAHIN YANINA ALINACAKTIR!” Boş yere adamlarından birisi ,“bu milletin mamına koyacağız!”Dememiştir. DÜZELTMEİŞİNE Milletin Mamından başlamışlardır gari! Dostlukları çıkarlarına dayalıdır. İnsan harcamayı çok severler. Alman BASININ “KİRLİ EV!”YORUMU: “Diken’in haberine göre imar izninin olmaması ve harcanan büyük bütçe ile Türkiye gündeminde tazeliğini koruyan Ak Saray, dış basının da eleştiri oklarının hedefi haline geldi. Sarayla ilgili Welt Online’da yer alan bir haberde, ‘Megalomani – Erdoğan kendine yeni ve şatafatlı bir sarayı layık gördü’ başlığı kullanıldı. Haberin girişinde ise Ak Saray için, “Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanının resmi konutu için uygun gördüğü kavram, sultanlar gibi yaşama temeline dayalı.” yorumu yapıldı.” Megalomanlar, tarihte, uluslarını büyük felaketlere sürüklemişlerdir. Onbaşı Adolf Hitler, İlkokul öğretmeni Benito Mussolini, Saddam Hüseyin, örnekleri hâlâ çok canlıdır. Megalomanlar durmasını bilemezler, hatalarını başkalarına yükleyerek hep temiz kalırlar. “ PSİKOPATLAR YÜKSEK DEJENERELER: Bunlar ilk yaşlarından beri geçimsiz, anti sosyal insanlardır. Zekâ kıtlığı göstermezler; fakat kayıtsız egoist, minnet hislerinden yoksun, çok defa atılgan ve mücadeleci olurlar. Birçokları marazi yalancıdırlar. Atılgan ve tedbirlidirler. Cinsi bakımdan soğuk, tersliğe dönüktürler. Sırasında son derece mütehevvir ve kindar, sırasında fevkalade korkak ve riyakârdırlar. İçlerinde adeta ruhi ve teessüri bir enerji vardır. MİTOMANİ: Yalan deliliği demektir. Bunlar, yalan söylemeden rahat ve huzur göremezler. Bunlar yaptıkları işin fenalığını biler; fakat kendilerini o işi yapmaktan alıkoyamayan kimselerdir.”DR.ŞÜKRÜ BOSTANCIOĞLU, RUH HASTALIKLARI. “Yapımı tartışmalara neden olan yeni cumhurbaşkanlığı resmi konutu ‘Ak Saray’a dış basının da ilgisi büyük. Sarayın şatafat ve masrafına dikkat çeken Alman basını ise, ‘Beyaz Saray’ın beş katı, Atatürk’ü ve padişahları gölgede bırakıyor’ yorumunda bulundu. Diken’in haberine göre imar izninin olmaması ve harcanan büyük bütçe ile Türkiye gündeminde tazeliğini koruyan Ak Saray, dış basının da eleştiri oklarının hedefi haline geldi. Sarayla ilgili Welt Online’da yer alan bir haberde, ‘Megalomani – Erdoğan kendine yeni ve şatafatlı bir sarayı layık gördü’ başlığı kullanıldı. Haberin girişinde ise Ak Saray için, “Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanının resmi konutu için uygun gördüğü kavram, sultanlar gibi yaşama temeline dayalı.” yorumu yapıldı. Haberin devamında ise özetle şunlar ifade edildi: “Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, şimdiye kadar cumhurbaşkanlığı konutu olarak kullanılan Çankaya Köşkü’nü yaptırabilmek için, zamanında, 4 bin 500 lirayı ancak biraraya getirebilmişti. Bugün ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın, sıkça ifade ettiği ‘Yeni Türkiye’den anladığı şey, şimdiye kadar var olan Türkiye’den başka. Bunu da muhaliflerin öfkesine rağmen Atatürk’ün resmi konutunu hor görüp, taşındığı yeni şatafatlı sarayla beyan etmiş oluyor. Türk basının yazdığına göre sarayın maliyeti 700 milyon lira (250 milyon avro). Beyaz Saray’ın 5 katı büyüklüğünde Frankfurter Allgemeine’nin (FAZ) ise ‘Erdoğan kendini Beyaz Saray’ında gösterdi’ başlığıyla okuyucularının karşısına çıktı. FAZ’IN haberinde şu satırlar yer alıyor: “300 bin metrekarelik arsaya sahip saray çok tartışmalı, çünkü mahkemelerin durdurma kararına rağmen tamamlandı. Medyanın bildirdiğine göre 275 milyon avroya mal olmuş, kimi gazeteler ise bunun iki katı para harcandığından bahsediyor. Erdoğan, Atatürk döneminde kurulan ve inşaat yasağı olan ormanlık alanda imar izni verilmemesine rağmen, mahkemelerin durdurma kararı olduğu halde yaptırdı sarayını. Muhalifler, Erdoğan’ın sarayının ‘megolamanlığının bir sonucu’ olduğunu öne sürüyor. Devlet eliyle tamamlanan bir ‘kaçak’ yapıdan bahsediyorlar. Yeni sarayın özellikle de büyüklüğü tartışmalı, zira tenis kortları, yüzme havuzları ve bahçeleriyle beraber Beyaz Saray’ı düşünün. Erdoğan’ın sarayı onun beş katı büyüklüğünde. Yeni mekânı Erdoğan’a, dinlenmesi imkânsız toplantı salonları ve odaları, nükleer saldırıya dayanıklı kontrol mekânları, helikopter kalkış alanı ve tavan yüksekliği tam 5 metre odalar sunuyor. Söylendiğine göre roket saldırısına bile dayanıklıymış yeni saray. Yeni yapıyla Erdoğan, eski Osmanlı sultanlarını ve Atatürk’ü gölgede bırakıyor.” 1000 kaçak oda… Konuyla ilgili Spiegel’deki haberin manşeti: ‘Türkiye cumhurbaşkanının yeni sarayı – Erdoğan’ın 1000 kaçak odası.’ Spiegel’deki haberde de Welt ve FAZ’DE olduğu gibi sarayın bu sabah resmi olarak açıldığı, ancak Ermenek’teki maden kazası nedeniyle akşam yapılması planlanan kabulün iptal edildiği aktarıldı. Sonra da şu satırlara yer verildi: “Yaklaşık 1000 odası olan sarayın maliyeti 270 milyon avro. Adı ‘Ak Saray’, yani beyaz saray, mecazi anlamda düşünülürse de temiz, pak saray. Saray, yapılmaya başlandığından bu yana epey espri konusu oldu, zira Erdoğan geçen yıldan bu yana yolsuzluk iddialarıyla karşı karşıya. Yeraltı tünelleri de olan bu sarayda bombalardan ve kimyasal silahlardan koruyan bir sığınak da varmış. Medyaya göre Ak Saray’ın bulunduğu arsanın büyüklüğü 210 bin metrekare. Binanın yüzölçümü ise 40 bin metrekare. Böylece Erdoğan’ın yeni sarayı Buckingham Palace, Èlysèe Sarayı ve Beyaz Saray’dan çok daha büyük.”

İzleyiciler

Blog Arşivi