17 Ekim 2014 Cuma

1250/PEYGAMBERLERİN ÇIKIŞI:2

TC. OSMAN TÜRKOĞUZ osmanturkoguz@gmail.com TV. İZMİR,17 Ekim 2014. PEYGAMBERLERİN ÇIKIŞI(2) VE HALİFELİK KAVGASI(3) “Benden Otuz sene sonra, Hilafet ısırıcı bir saltanata dönüşecektir!”Hz. Muhammet/Hadis/ Bir ülkede; İNANÇLAR, üretim, dağıtım ve tüketim toplumda büyük farklılıklar ve uçurumlar yaratıyorsa o ülkede sistem iyi çalışmıyor demektir ve o ülkedeki insanlar da çok mutsuzdur. O ülke çalkantılar içersindedir.”Aç midelerden doğar nur topu gibi ihtilaller.”Çok kere ihtilal ile darbeyi karıştırırız.”Darbe, bir grubun iktidarı ele geçirerek, yönetimdeki adamları değiştirmesidir. İhtilal, çok uzun süren bir hazırlıktan sonra halkın iktidara el koyarak, yürürlükteki sistemi kökünden değiştirmesidir. Fransız ihtilali tam 400 senede hazırlanmıştır. Sosyal çalkantıları büyük insanlar durdur. Bunlar liderlerdir. Halkı mutlu edecek yeni bir yönetim sistemi kurarlar. Bir ülkede ilkel inançlar insanların beyinlerine taş gibi oturmuşsa ve ülkede hiçbir iyileştiricilik ve ilerleme yoksa, İNSANLARI MADDEN VE MANEN DOYURACAK VE insanlara atılım yaptıracak yeni bir inanç sistemine ihtiyaç vardır. İşte tam bu sırada peygamberler ortaya çıkarlar. Yalınız ALLAH’A güvenen ve Kırk yaşına ulaşmamış peygamber namzetlerini toplumdaki eski inançlar esir alarak onları yok ederler. Örnek olarak; Hz. İsa ve Hz.İsa’yı vaftiz eden Hz. Yahya, Hz.Zekeriye’yi gösterebiliriz. Hz.Yahya’nın kafası, Kıral Herodes’nin evlenmek istediği ağabeysinin kız HERODYA ile evliliğine itiraz ettiği için Herodya’nın isteği üzeri kesilmişti. Herodya’nın yedi tül dansı ile Kıral Herodse’in aklını başından aldığı sahne Rahmetli Rita Hayworthe tarafından oynanmıştı. Hz. İsa da Eski Yahudi Haham başı ile eski inanç sahiplerinin kışkırtması üzerine, Roma’nın Kudüs valisi PONTUS PİLADİ’NİN/Sinoplu/ kararıyla çarmıha gerilmişti. Hz.Zekeriya’nın da başı da tutucular tarafından kesilmişti. Mekke’den Medine’ye kaçan Hz. Muhammet, kuvvetli Bir ordu kurarak ve silaha dayanarak başarıya ulaşabilmiştir. Peygamberlerden söz ederken onları hazırlayan nedenleri ve onların hazırlanışlarını hiç düşünmeden, doğruca Peygamberlerden ve onların mucizelerinden söz ederiz. Bendeniz diğer peygamberlerin yetiştikleri ortamlardan söz etmeden Hz.Muhammedin çıkış çağından söz etmek istiyorum. HZ. Muhammet’in hayatını yazan İngiliz yazarlarından birisi, olaya çok geniş bir açıdan bakmaktadır. Arap yarımadası üç taraftan kuşatılmıştır. Doğuda Sasaniler, Kuzeyde Şama kadar inmiş Doğu Roma imparatorluğu, Güneyde Kabeyi bile mancınıkları ile yıkan Fil suresinde sözü edilen Habeş Kırallığı. Arabistan çok sıkışmış patlama noktasına gelmişti. Kervanlarla yapılan ticarette hep yabancı malları ülkeye sokulurdu. Ticaret ve para belli kimselerin tekelindeydi. Doğan kız çocukları diri, diri gömülür ya da genevlerine satılırdı. Mekke’de Dokuz tane genelevinin bulunduğunu da Arap yazarlarından öğrenmekteyiz. Hz. Ömer, Müslüman olduktan sonra bir yerden geçerken neden irkildiğini şöyle açıklamıştı:”Cahiliye devrinde bir kızımı diri, diri buraya gömmüştüm!”Merkezi bir otoritenin diri olmayışı, kabilelerin biribirine yağmalamalarına engel bir otoritenin ortaya konamamasına neden olmuştu. Her Arap kabilesinin dini inancı ve bu inancın sembolü bir de putları vardı. Hz. İbrahim’in yaptığına inandıkları Kâbe’de tam 360 put vardı. En büyük Dört putun adı da HUBEL, UZZA, LATve MANAT idi. Hz.Muhammedin babası Abdullah o doğmadan önce ölmüştü. Anası Âmine Hatunu da çocuk yaşta yitirmişti; Dedesi Abdümüttalip’ten sonra Amcası, Hz. Âlinin Babası Ebu Talip bakımını üslenmişti. Ticaretle uğraşmaktaydı. Katolik Papazı Bahire kendisini çok etkilemişti. Bu onun ilk kırılma noktasıydı. Çocukken Hüneyinli Halime kadını Sütanası olarak tutmuşlardı. En güzel Arapçanın konuşulduğu bu kavimde dilini geliştirmişti. Yirmi beş yaşına kadar olan hayat safhasını azçok bilmekteyiz. Yirmi beş yaşında evlendiği Hatice tam Kırk yaşındaydı iki eşi de ölmüştü. Bu onun ikinci kırılma noktasıydı. Hatice zengin idi. Kervan ticaretini Hz. Muhammet yönetmeye başlamış, parasal yönden de rahatlamıştı. Hatice’nin Kuzeni Nasturi Rahibi ve Vaizi Varaka bin Nefvel ile tanışması hayatının en büyük kırılma noktasıydı. Varaka, Zebur’u, Tevrat’ı ve İncilleri yazılmış olduğu dillerden okuyup anlayabiliyordu:”Varaka dinler tarihi ile yakından ilgilenen biriydi. Zebur, Tevrat ve İncil’i yakından inceleme şansı bulmuştu. Kutsal metinleri sadece okumakla kalmamış, onlarla ilgili birçok hikâyeleri ve efsaneleri içselleştirmişti. Araştırmacı kimliği göze çarpıyordu. Birçok dini materyali Arapçaya çevirmişti. İbranice ve bölgedeki hâkim diğer dinleri biliyordu. Şair yönüyle de tanınan bir simaydı. Bazılarının içeriğine baktığımızda, Varaka’nın dinlerle ilgili birikimini tüm çıplaklığıyla görebiliyoruz: “Bazı insanlara nasihat ettim şöyle dedim, Ben uyarıcıyım sakın sizi kimse aldatmasın, Yaratıcınızdan başka ilahlara tapmayın, Sizi buna çağırsalar deyin aramızda büyük bir engel var, Tespih ederiz o arşın sahibini ona sığınırız. Daha önce de Cudi ve Cumud dağları onu tespih etti. Gök kubbesi altında herşey ona hizmet eder, Kimse onun egemenliğinden kaçamaz, Gördüğümüz hiçbir şeyin parlaklığı baki değildir. İlah bakidir, mal ve evlat helak olur, Hürmüz’e hazineleri bir fayda sağlamadı, Ad Kavmi de uğraştı ama ebedi olamadı, Süleyman da, bütün milletler Emrinde olduğu halde insanlar, cinler.” “İslam tarihi resmi ideolojisinin sözcüleri, Hz. Muhammet ile Varaka arasındaki ilişkinin üzerini örtme telaşı içindeler. ALİ HAYDAR SERTEL, KIZILBAŞ TÜRKLER, S.25-26. “Kur-an'ın yazımında haniflerin ve Varaka Bin Nevfel'in etkisi olabilir mi?” Varaka bin Nevfel Hatice’nin amcasının oğluydu ve ruhban sınıfını kabul etmeyen Nasranî-Hıristiyancı. Amcası Ebu Talib Hatice’yi de Muhammed’e ondan istemiştir. Nikâhlarını da 400 dinar -Hatice için oldukça düşük- başlık parası ile kendisi kıymıştır. Bu noktada nikâhın Nasranî-Hıristiyan usulünce kıyıldığını ve Varaka’yı çok sayan Hatice’nin de muhtemel Nasranî-Hıristiyan olduğunu kabul etmemiz gayet mantıklı bir yaklaşım olur. Varaka bin Nevfel’in bilgisi kuvvetli, birçok dil bilen ve düşünce dünyası engin bir adam olduğunu anlıyoruz. Zebur, Tevrat, İncil ve çeşitli sahifeleri de derinlemesine incelemiş, dinler tarihi, dinlerle ilgili kişiler, onların hikâyeleri, efsaneler ve güncel tarih konusunda bilgi edinmişti. Bazı İbranice, Aremice metinleri Arapçıya çevirmişti. Bunların arasında kutsal kitapların da olduğu söyleniyor. Arabistan o zamanlarda Yahudiler, Hıristiyanlar ve çoğunlukla puta tapanlardan oluşuyordu. Varaka’nın aradığı tek tanrı inancı Mekke’de mevcut değildi bu sebeple varaka, Zeyd bin amr ile birlikte seyahate çıkar. Şam’da, Basra’da Hıristiyanlarla tanışırlar. Ancak İsa’nın tebliğ ettiği dinden eser kalmamıştır. Berrak bir kaynak ararken efsanelerle hurafelerle karşılaşırlar. Bir kere ortalıkta hakiki İncil yoktur, sonra teslis (üç tanrı inancı) bidat kalıplarını da aşar, mensuplarını şirke yuvarlar. Haçlar, ikonalar... Kureyş’in putlarından kaçıp heykellere, tasvirlere yakalanmanın manası yoktur. Kaldı ki papazlar günah çıkarma işini de kimselere bırakmaz, saf insanları acımadan yolarlar. Oralarda durmaz, kuzeye uzanırlar. Musul’da sadece Allah’ın rızasını kazanmaya çalışan samimi bir Nasturi râhibiyle tanışırlar/Bahire/. Ondan oldukça etkilenirler ve aradıklarına yakın olan inancını benimserler.” FİKİRSEL 12 Temmuz 2009 Pazar “Müslümanlar firavuna dua ettiklerini biliyorlar mı? “ ♣ Mısır'da M.Ö. 1350 yıllarında başa 4’üncü Amenofis (Amenophis) (TUTANKAMON’ UN kayınpederi) geçti. ♣ Bilindiği gibi, tek tanrılığı ilk defa Amenofis ortaya attı. Çok tanrısı olan bir evrende kargaşalık olur yaklaşımı ile tanrı sayısını bire indirdi (yani tek tanrılılık semavi dinlerin değil Amenofis'in fikridir). Tahta çıkar çıkmaz tanrılar tanrısı AMON-RA'YI ve diğer tüm tanrıların (Maat, Hathor, İsis, Nephthys, Set, ...) Adını tapınaklardan sildirdi ve bir yasayla sadece tek bir tanrıya tapınılacağını emretti. Tek bir tanrı vardır o da güneşin kendisi "ATON' dur, dedi. Böylece dünyada ilk defa tek tanrılı Aton Dinini (Atenism bazen Atonism) kurmuş oldu. ♣ TEB rahipleri Amenofis bu yaklaşımına büyük tepki gösterdiler. ♣ 4’üncü Amenofis adını değiştirerek, her şeyin yaratıcısı ve güneşin sevgilisi, Aton'a hizmet eden anlamına Akneton (Akhenaton) adını aldı. Bir de Aton'a şiir yazar: ♣ Akhenaton'un tanrı Aton'a yazdığı bir şiir: Tanrı uludur, birdir, tektir ondan başkası yoktur. Bir tanedir, o'dur her varlığı yaratan, bir ruhtur tanrı, görünmeyen bir ruh, ta başlangıçta vardı tanrı, tek varlıktı o. Hiçbir şey yokken o vardı. Herşeyi o yarattı, ezelden beri süregelen varlığı, ebediyete kadar sürecek, gizlidir tanrı, kimse görmemiştir onu. İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman.” ♣ Daha sonra yüzyıllar boyu eski Mısır'ın başkenti olan, Amon kültürünün de merkezi sayılan, Karnak tapınağının bulunduğu Teb'i terkederek, yeni başkent ilan ettiği 'Güneşin Ufku ' anlamına gelen Akhetaton şehrine yerleşmiştir. ♣ 4’üncü Amenofis TEB’DEN ayrılıp göç etmesine karşın, TEB rahipleri tarafından öldürüldü. ♣ Ölümünden sonra bu din TEB rahiplerinin etkisiyle yasaklandı. Daha önceki tanrılar yine sahneye çıktı. AMON-RA en büyük tanrı oldu (bu tanrıya dua etmek için ya rab ya da ya rabbim dendi, bu sıfat ilk olarak Tevrat'a sonra İncil'e en sonunda da Kuran'a geçti); duaların kabulü için, duaların sonunda en büyük tanrı adına, Amon ya da Amen adına bir bağlama yapıldı. Bu da üç semavi dindeki duaların sonunda amen ve âmin kelimesini oluşturdu. Bazı kaynaklarda Amenofis (Tanrı Aton'un dünyadaki temsilcisi olduğunu ileri sürerek, yani ilk olarak dünyada peygamberlik ilan ederek), okunan duaların sonuna, adından kaynaklanan amen kelimesinin eklenmesini emretti ve bu gelenek Musa tarafından Tevrat'a taşındı ve sonunda 3 dinin de dualarına girdi. Amen kelimesi zamanla değişerek 'Âmin’e dönüştü. ♣ Mısırlılar daha önce de ruh dünyasına ve insanın ölünce ahirette gideceğine, mahşer günü "Yargıç Allahın" giden kişinin iyiliklerini ve kötülüklerini tartacağına, iyi ise kişinin ebedi cennete giderek, daha sonra ortaya çıkan semavi dinlerde tariflendiği gibi çok rahat yaşayacağına, kötülükleri fazla çıkarsa cehenneme giderek orada yanacağına, sonsuz eziyet çekeceğine inanılıyordu. ♣ Yahudiler, bir anlamda Museviler, bir zamanlar bugünkü Mezopotamya bölgesinin içinde yer alan Uruk şehrinde yaşayan bir kavimin, İbrahim Peygamber önderliğinde, Uruk şehrinden kovularak, Haran'a yerleşmesi ile tarih sahnesine çıkmış; oradan da bugünkü Filistin topraklarına göç etmişlerledir. Filistin'e geldiklerinde oranın yerli halkı, bugünkü Filistinliler yeni gelen kavime kucaklarını açmışlardır. O günkü Filistin halkı Kenanlar olarak adlandırılıyordu. Gelen kavim burada da tutunamadı ve Mısır'a göçtü. ♣ 4. Amenofis, Filistin'den Mısır'a göç eden Yusuf ve kavimi ile Musa arasındaki bir tarihte yaşamıştır. Yani Musa, hem Aknaton'un öğretisini bire bir yaşamış ve öğrenmiştir hem de 2’inci Ramses döneminde yaşamıştır ve 2’inci Ramses'ten İsrailoğullarına eziyet etmemesini istemiştir. Hz. Musa, 10 emrin de yazılı olduğu Akneton tapınaklarında yazılı olan tek tanrılılığa, yani Allah'a inanmıştı. ♣ Daha sonra 2’inci Ramses tahta çıktı ve bu dönemde Akneton'un tek tanrılı inancı bırakılarak, eski inanca geri dönüldü. ♣ Hz. Musa ve yedek ya da yardımcı peygamber olarak bilinen Hz. Harun aynı zamanda yaşadılar ve her ikisi de Firavunla (yani 2’inci Ramses ile) çatışmaya girdiler (Kuran'daki Araz suresi 132. ayette de değinildiği gibi). ♣ Allah (her üç dinde de söylendiği gibi) Ramses'e ceza verir; ilk olarak (7 sene süren) kuraklık başladı; Nil nehrinin seviyesi düştü; aşırı sıcaklıklar oldu (Kuran'daki Zülküf suresi 51’inci ayette de değinildiği gibi). Tufan oldu, çekirge istilası yaşandı, buğday güvesi musallat oldu (Kuran'a göre). ♣ Musa'nın bu felaketlerden yararlanarak halkı kışkırtacağını hisseden, tek tanrılığı reddetmiş olan Ramses, Musa'yı kavimi ile birlikte Filistin'e göçe zorlar. Ancak, Ramses, kendine haber vermeden kavmini peşine takarak göç etmeye kalkışan Musa'nın peşine düşer ve onu Sina Yarımadası'nda yakalar. Kavminin bir kısmı Musa'ya baş kaldırır: Köleydik ama yaşıyorduk, şimdi Firavun bizi öldürecek derler. Musa ise: Allah bana yardım edecek diyerek, asasını vurur ve Kızıl Deniz'i ikiye ayırarak kendi kavmini (13 kavimden 12'sini) selametle geçirir; Firavun ise askerleri ile birlikte Kızıldeniz'in tekrar kapanan sularında helak olur (Kuran'daki Yunus suresi 93, ve Araz suresi 131’inci ayette de değinildiği gibi). ♣ Musa ve kavimi, Allahın İsrailoğullarına vaat ettiği topraklara doğru yol alırlar ve bugünkü Filistin'e yerleşirler. Türkiye'de Urfa, Mardin, Midyat ve Mezopotamya da, bugün Irak toprakları içinde yer alan Uruk şehrinin bulunduğu yer ve çevreleri de Tanrının İsrail oğullarına vaat ettikleri topraklar içerisinde kalır. Esasında bu hususlar Kuran'da da yer aldığı için, Müslüman'ım diyen herkese bunun gereğini yapması farz kılınmış demektir. ♣ Kutsal kitaplara göre Kudüs'te Allah'a ait ilk tapınak yapılır. Tarihsel bilgilere göre de Allah'a ait ilk tapınak Akneton tapınağıdır; çünkü tek tanrılılık ve Allah tanımı, namaz, sünnet, cennet, cehennem, kurban, ahiret, mahşer, kıyamet vs. bu tapınağın inanç sisteminin içinde yer alıyordu ve Musa'ya tanrı tarafından indirildiğine inanılan 10 emir de Akneton tapınağının giriş sütunlarında yazılıydı. ♣ Dört semavi dinde de, yaratılış mitolojisi, günlük işlerin düzenlenmesi ve ahiret işleri, bir taraftan kökleri Uruk şehrine kadar uzanan ve İbrahim Peygamber ve kavimi tarafından daha batıya taşınan Ön Asya ve Mezopotamya inanç ve öğretisine (örneğin şeri kanunlar), bir taraftan da Musa peygamber tarafından Filistin'e taşınan Akneton Tapınağının öğretisinin yoğrulmasıyla ortaya çıkmış görünmektedir.” Prof.Dr. Ali Demirsoy Benim kanımca. VARAKA BİN NEFVEL, bu yazılanları biliyordu ve bunları da Hz. Muhammed’e aktardı. Arabistan’da yaşanmakta olan kabile asaletine ait sosyal değerler birleşmeye ve bütünleşmeye en büyük engeldi. Hz. Muhammet mevcut düzenden hiç memnun değildi. Arapların dağınıklığı sosyal yapılarının da zayıf olmasına neden oluyordu. Hz. Muhammet,”Hılfıl Fudul”adlı bir derneğe girmişti. Birşeyler yapmak istiyordu. Bu derneğin adının Türkçe karşılığı:”ERDEMLİLER İTTİFAKI’”YDI.580’li yıllarda Arap kabileleri arasında süregelen savaşlar sonunda bu dernek ortaya çıktı. Ortaya çıkan kargaşa ortamında can ve mal güvenliğinin sağlanması, zayıf ve güçsüzlerin korunması, zulmün önlenmesi gibi amaçlarla toplumda sözü geçen, saygın ve iyi niyetli kişilerin önderliğinde kurulan bir barış cemiyetiydi.”Sayın Ali Haydar Sertel’in sge. S.23. Kuranı kerim ayetleri taşlara, kemiklere ve derilere yazılarak dağınık bir biçimde korunuyordu. Hz. Osman zamanında, Salih ibni Zeyd tarafından Mushaf haline getirildi. Noktalama işaretleri bilinmediğinden dümdüz bir cümle gibi yazılıyordu. Noktalama işaretlerini Bizanslı bir bilgin bulmuştu, kuranın bu yazışılış şekli her okuyanın yanlış anlamlar çıkarmasına ve ayet sayısının hesabının doğru yapılmamasına neden olmaktaydı. Herkez mistik bir şekilde ayet sayısının 6666olduğuna inanmaktaydı. Aslında Kuranı Kerimde 6217 ayet vardı. Kuranı Kerimin noktalanması işine Emeviler el atmıştı: KUR’ANDA NOKTALAMA İŞARETLERİ? “Kur’an ‘ın harekelenmesi ve noktalanması üç merhalede tamamlanmıştır. Birincisi: Muaviye b. Ebu Süfyan döneminde, Muaviye, Ebu'l-Esved'i görevlendirmiş, O da Kur'an okurken meydana gelebilecek okuma hatalarını ortadan kaldırmak amacıyla nokta şeklinde hareke işaretleri koymuştur. İkincisi: Abdülmelik b. Mervan döneminde Kuran’daki bazı harfleri birbirinden ayırmak için noktalar konulmuştur. Mervan bu işte el-Haccac b. Yusuf'u görevlendirmiş; o da bu işi Nasr b. Âsım ve Hayy b. Yasmur'a havale etmiştir. Üçüncüsü: Bu dönemde i'rab alametleri olan Fetha, Damme, Kesre ve Sükûn konulmuştur. Bu harekelendirmede Halil b. Ahmed el-Ferahîdî'nin yolu izlenmiştir.”Yazı uzadı, Halifelik kavgası ayrı bir yazının konusudur. Saygılarımla.

İzleyiciler

Blog Arşivi