TC.
OSMAN TÜRKOĞUZ
TV. İzmir;13 Şubat 2012./İHANETLER
SÜRDÜKÇE!
“TÜRKİYE
BİR HUKUK DEVLETİDİR!”
Cemil Çiçek Bey. Sağ
yelpazenin Si ne Qu’a non’su.
YANİ
YA:”OLMAZSA OLMAZI!”
“Sizden
önce öyleydi Majeste!”Ostüzü.
Devletin türlü çeşitli
tanımı vardır.”Türkiye hukuk devletidir!”Demekle, Türkiye hukuk devleti olamaz.
Bendeniz kendime göre yapmış olduğum bir devlet tanımını sunarak bu konudaki
serenadıma başlamak istiyorum:
“Sınırları belirtilmiş bir coğrafya
parçası üzerinde, iç ve dış egemenliğine sahip olarak örgütlenmiş bir ulusa,
DEVLET” denir. Devlet, tüm insanlara eşit mesafede duran, eşit hukuksal eylem
ilkesine sahip bir tüzel kişiliktir. Devletin dili olur, dini asla olmaz.
Devletlinin dini olur ya da olmaz.Kendisini devlet sanan çok devlet memuru
vardır.Bir Bölge valimiz,bir Güneydoğu ilimize devletin helikopteri ve
korumaları ile indiğinde:
“Devlet olarak
buradayız!”Buyurmuştu.
Bir
yere devlet geldi demek için, o yere devletin tüm kurum ve kuruluşlarının
gelmiş olması gerekir. Adnan Menderes te, bir konuşmasında eski bir siyasi
kavga deyimini kullanmıştı:
“Ya devlet başa, ya da Kuzgun
leşe!”
Eski
Başbakanlarımızdan Tansu Çiller’in eşleri Özer Uçuran Çiller de bir tanımlama
yapmıştı:
“Saltanat sürme hakkı
Tansu’nundur!”
Sn.
Recep Tayyib Erdoğan Beyimiz de buyurmuşlardı kim:
“DEVLET
TERÖR ÖRGÜTÜ ile konuşmaz!”
“PKK
ile biz değil DEVLET konuşuyor!
Ünlü Bilgin Volney’in biz
Türkler için gözleme dayalı bir tanımlaması var:
“Siz
Türkler, yöneticilerinizin kolayca kafanızı kesmeleri için yakasız ceket
giymektesiniz!”Harabeler.
Osmanlı
Devletinde, Dilsizlerden ve Hırvatlardan oluşturulan Cellât sayısı başlangıçta
üç iken, sonunda merasimlere de tüm işkence aletlerini kuşanarak iştirak eden
73 kişilik bir resmi kadroya erişmişti.
Bu yazımı; hukukçu bir asker emeklisi olduğunu beyan ederek; 35’inci
madde kaldırılsın diyerek, meydanı gazaya destursuz atlayarak, yerde kalmış
kadri bilinmeyen bir kıymete ithaf ediyorum!
“Halkın oylarıyla seçilmiş bazı kişileri gördükçe, sürüngenlere
saygım artıyor. Bu arada, İT-KÖPEK sevgisi de başladı bende!”
Mark Twain( Sayın Vural Savaş’tan)
“Kanun devleti, Mülk ve Polis devleti ile ideolojik ve dinsel
doktrine göre kurulmuş devletlerin almış olduğu kararların ve çıkarmış olduğu
yasaların, HUKUK DEVLETİ KURALLARINA UYMA ZORUNLUĞU YOKTUR!” Ostüzü
“Dünya üzerinde; hükümetlerin ulusal çıkarlara aykırı olarak
almış olduğu kararlara lakayt kalan toplumlar da mesuldürler. “Mustafa Kemal.
“ASIL ÖNEMLİ OLAN VE MEMLEKETİ TEMELİNDEN YIKAN, HALKINI ESİREDEN,
İŞERİDEKİ CEPHENİN SUSKUNLUĞUDUR”ATATÜRK.
Bendeniz;
“Quo Vadis Domino?” Nereye Hazret-
başlıklı bir yazı yayımlamıştım.
Urla’da yayımlanan Demokrat Urla adlı yerel bir gazetemiz, benim
sürekli olarak yayımlanan bir yazımı keserek, işbu yazımı yayıma sokmuş. Çok
beğeni alan işbu yazımın çıktısını alarak, hukuk bilgisi olduğunu beyan
edenlere ilettim. ,
Konak’taki subay orduevine, sınıf arkadaşları toplantısına da
götürdüm. Yazı ile ilgilenen olmadı.
Bulunduğu meclislerde, hiçbir kimseye konuşma fırsatı vermeyen
ve hep aynı şeyleri ve kendisini anlatan bir devre arkadaşımdan da iyi bir
fırça yediğimi saklamamam gerek:
-“Ne
bu yahu; üçyüz ileti göndermişsin. Kısa, kısa yazsan olmaz mı? Upuzun yazılar
ve 545 sayfalık bir kitap!”
Özür diledim; “ben, kaynaklarını da göstererek araştırmalarımı
yazıyorum; haklısın!” Dedim, eve dönünce de adresini bilgisayarımdan sildim.
Bu tip konuşkanlara Fransızlar bir cümle ile yanıt verirler:
”C’est toujoures la meme gitar!”- “Hep aynı şarkı!”-
Benim
merakım; ”kanun devleti ile hukuk devleti kavramından ne haber Osman Bey?” Diye
soran olur mu acabadaydı.
Tanrımıza çok şükür! Bu soruyu soran da olmadı. Herkes yapılan
eylemlerin umursamazlığı içersinde!
Birkaç
arkadaşıma; kanun devleti ile hukuk devleti arasındaki farkı soracak oldum;
aldığım yanıtlar umutsuzluğumu iyicene pekiştirdi.
Bugünkü siyasi iktidarın, her eylemini, parlamentodan çıkarttığı
yasalara göre yaptığını, tedirgin olmak için neden olmadığını söyleyenler de
oldu.
Kadın ve erkeklerin tümünün de, Türk Silahlı Kuvvetlerinin pasif
davrandığı ve tüm hatanın da Genelkurmay Başkanında olduğu görüşünü
paylaştıklarını gördüm.
Kimsenin de, ne Anayasadan ne de yeni çıkartılan yasalardan ve
hukuk devleti kurallarına aykırı olarak yapılanlardan haberleri olmadığını
üzülerek öğrendim.
Tüm dinlediklerim; okudukları gazetenin ve seyrettiği
televizyonun ağzı ile konuşmaktaydılar.
Huzursuz olanlar; halkımıza mensup olanlardı. Herkesin;
kurtuluşu bir başkasından beklentisi, beni çok şaşırttı!
Bendeniz; önce ve özetle;
A- DEVLET;
B- MÜLK DEVLETİ,
C- POLİS DEVLETİ,
D-
HUKUK DEVLETİ
E. KANUN DEVLETİ. Kavramlarından söz etmek istiyorum.
A-
Devlet: Bir coğrafya parçası üzerinde, örgütlenmiş ulustur. O coğrafyaya; VATAN
VE ÜLKE denilir.
Ülke:
—Kara
ülkesi,
—Hava
ülkesi,
—Deniz
ülkesinden oluşur.
Devlet; ülkesinin altına ve üstüne sahiptir. Bir devletin, iki
türlü egemenliği vardır:
1-Dış
egemenliği,
2-İç
egemenliği.
Uzun, uzadıya devletten söz edecek değilim. Devletleri, kuruluş
Amaçlarına göre: A*DEVLET.
B* Mülk devleti oluşturmak amacına göre, C*Polis devleti
oluşturmak amacına göre,
D*HUKUK DEVLETİNİ OLUŞTURMAK AMACINA GÖRE. E*Kanun Devleti oluşturmak amacına göre.
1*
Şeriat ve ideoloji devleti oluşturmak amacına göre,
D*HUKUK
DEVLETİNİ OLUŞTURMAK AMACINA
GÖRE, tasnif edebiliriz.
B-
MÜLK DEVLETİ: Mülk devletinde, tam bir keyfi rejim vardır. Ortaçağda derebeylik
sistemine dayanan devlet anlayışında; devlet onun başında bulunan ve egemenliği
temsil edenin malı ve mülkü sayılırdı.
İktidar yetkileri, topun kullanılmasına ve derebeylik güçlerinin
merkezi krallık güçlerine yenilmesine kadar, iktidarı kullanma yetkileri
hükümdarla derebeyleri arasında paylaşılmıştı. Hükümdar ve derebeyi, kendi
yetkilerini kendileri sağlarlardı. Hükümdar ve derebeylerini bağlayıcı hiçbir
kural da yoktu.
Osmanlı Hükümdarlarından söz edilirken: ”Mülkün sahibi!”
Denilirdi. Bu, devleti kendi mülkü sanma alışkanlığı günümüze kadar da gelmiştir.
TANRI Kavramı, beraberinde KULUK kavramını da getirmişti. İktidarı ellerinde
tutan sahtekârlar da “Tanrı’nın yeryüzünde gölgesi olunca”Halk ta otomatikman
ve dahi dinen ol egemenin KULU ve KÖLESİ durumuna düşmüştür! O zaman, Kul
taifesini kesbildiğiniz kadar kesebilirsiniz, meydanlara yasal hakkı sanarak
inen gafilleri de bi güzel coplatarak, tazyik su banyosuna da sokabilirsiniz.
Cahil kalmaları için her türlü numarayı uyguladığınız, öteki âlemde Huri ve
kadınlara boğduğunuz bu Gafillere dört senede bir Efendilerini ve
dokunulmazlarını seçtirerek buna da Demokrasinin fazileti diyebilirsiniz.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal: ”Benim memurum işini bilir!” Benim
polisim, benim hâkimim, benim savcım, benim kaymakamım ve benim—kömür dağıtan-
valim!- “Ben bu davanın SAVCISIYIM!” Boşuna söylenmiş bir söz de değildir. Bunlar, Ondördüncü LOUİS/LUVİ/NİN
ardıllarıdırlar.İktidara gelmekle devletin de sahibi olduğu şizofrenisine
kapılırlar.”Benim Valim!”Bu
valilik mirastan mı yoksa siz mi kazandınız,kayıktan gemiciğe geçenlerimiz! Sayın
Recep Tayyip Erdoğan Beyimiz;23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramında,
temsili olarak Başbakan seçilen bir Çocuğumuzun kulağına tüm dinleyenlerin de
duyduğu şu direktifi vermişti:
“Şimdi Başbakan Sensin; ister as,istersen kes!O,Başbakan olarak
öyle yapıyordu:Sahte ve imzasız olarak bir merkezden üretildiği kanıtlanmış
iftira belgeleriyle tüm onurlu ve kahraman insanlarımızı esir kamplarına
atarak,hainleri de kahraman yapıyordu!
Ortaçağda ve daha önceleri, bir kimse egemen tarafından suçlanırdı.
Ülkeler genişledikçe, sosyal hayat geliştikçe, Hükümdar-kral- her yere
yetişemez olduğundan, ”KRALIN SAVCISI” makamı yaratılmıştır. Bizde de bu kurumu
cumhuriyet savcısı olarak kabul edilmişti.
Ergenekon davasında, iddia makamını bizzat egemenin aldığının
başka bir kanıtı da vardır: Askeri Ceza Kanunun vermiş olduğu bir yetkiye
dayanarak, askeri savcı, her yerden, adliye yargılama kurumlarından bile, her
türlü belgeyi isteyebilirler. Ergenekon müddei özelleri, dört isteme de yanıt
vermediği gazete ve televizyon haberleri. Neden yanıt vermediler, yasal
dayanağı olan bir yetkili talebe?
Sayın Başsavcı! Sıkılmadan: ”Adli Tıp Raporu ile iktifa
etsinler!” Emrini, açık ve dahi seçik olarak verdi. Bu emir; mülki devlette ve
polis devletinde geçerlidir. Çünkü egemenin emri kanundan da üstündür!
Bıyıkları, kaşındaki üç beyaz kıl ve Sarıkamış Felaketi ve
damadı şehriyarı olmakla ünlü Enver Paşa’nın da bir kanun tarifi vardır:
”Emredersem kanundur, emretmezsem kanun değildir!”
Roma
imparatoru Theodosius, MS: 395 tarihinde, Roma İmparatorluğunu Doğu Roma-Batı
Roma diye, ikiye bölerek oğullarına tahsis etmiştir. Çünkü imparatorluk onun
mülküdür.
Deli
İbrahim; bir gece, halvet olduğu cariyesinden bir erotik öykü dinler. Kilolu
bir cariye ile sevişmenin güzelliği anlatılır kendisine.
Sabahleyin; Veziriazamını huzuru Hümayunlarına çağırtır ve
:”Bire lala; tiz bana bir okkalı Hatun bulasız, bu uğurda da kafayı hümayunumu
bozmayasız!” Fermanı Hümayununu verir.
Derhal araştırma başlatılır ve Üsküdar’da 107 okkalık bir Ermeni
Dudusu bulunur. Ol avrat, saray arabalarının kapusına sığmayınca da, ol
arabaların kapuları genişletilir. Saray hamamına sokulan ol Hatun, güzelce de
yıkanır ve ibrişimlenir.
O gece; ol Hatunla vuslata eren ol Padişahı Zülcelâl,
memnuniyetinden, ŞAM VİLAYETİNİ ol hatunu mest edene verir.
Üsküdar da oturan Emekli Köprülü Mehmet Ağa da bu kadının
sevgilisidir. Ol Hatun, Şam vilayetinin yönetimini bu Mehmet Ağaya verir.
Ünlü Köprülü Mehmet Paşanın Osmanlı tarihine çıkışı da bir
gecelik aşkın eseridir.
Osmanlı İmparatorluğu padişahların mülkü sayıldığından, bu bir
gecelik aşk hediyesi de; ŞERAN VE HUKUKEN GEÇERLİDİR!
Ol Padişahı Zülcelâl, Zillullahi Ruyu Zemin Hazretleri; Tokat
ilinin senelik gelirini Şeyhülislam EBU SUUT Hazretlerine verir. Neye vermesin
ki; mülk onun, kesilecek kellelerin şeriata uydurulması da Şeyhülislam
Hazretlerinin.
Şeyhülislam Hazretlerinden birisinin; Köprülü Fazıl Ahmet
Paşa’ya, boş yere: ”Babanızdan korkumdan ölüm fetvalarını verdim!” Dediğini mi
sanıyorsunuz!
Kıbrıs
adası fethedilir ve bir Yahudi tüccara verilir. Bu veriliş te; şeran ve hukuken
geçerlidir.
TÜRKİYE
MÜLK DEVLETİNİN SAHİBİ ASLİSİ; Sayın RTE; Susurluk şeker fabrikasını-Arsaları
ile birlikte-,(BİR TL! YE)TÜRBANDAŞINA satar. Fabrikayı, vergileriyle yaptıran
ve İFTAR ÇADIRLARI sekenesi haline konulanlar da, aval ve dahi aval, aval, ol
malikin ağzına bakar!
ADALETTEN
KAÇANLAR PARTİSİ; İKTİDAR OLDUKTAN SONRA; ALİAĞA Petkiminin %14 hissesini;
BİRADERİM dedikleri Musevi Sami OF_ER’E verirler. Danıştay devreye girerek bu
devredişliği onaylamaz.
OF_ER= Ballı işleri kapmada usta demektir.
Türkiye Cumhuriyeti Sayın RTE’NİN mülk devleti olduğundan;
İstanbul Limanını da bu ünlü BİRADERLERİ OF_ER’E devrederler. Danıştay devreye
girerek ülke menfaatlerinin heba edilmesini bir kere daha önler.
Burada; iki doğru vardır: Mülk devleti kullanımı ve Hukuk
devleti kavramının kararı! Mülk devletinde; egemen uygulamaya koymak istediği
karara kendisi varır ve bu kararını da korkmadan ve hiçbir engelle
karşılaşmadan uygulamaya koyar.
Şimdi; anlatabildim mi yüksek yargı organlarına ve hukuk devleti
organlarına düşmanlığın nedenini!
Ünlü
Rus Çar’ı Büyük Petro; Danimarka’da gezide iken; Kopenhag’da yüksekçe bir
kuleye Danimarka Kralı ile birlikte çıkarlar. Deli Petro; bir adamına: kuleden
atla!” komutunu verir, vermez, adamcağız kuleden kendisini taşların üzerine
atarak ölür. Deli Petro; göğsünü kabartarak:
“-Benim
arkamda, bir emrimle, kendisini ölüme atacak 20.000.000 insan vardır!” Der.
Danimarka Kralının yanıtı çok ünlü ve görkemlidir:
-“Tanrımıza
şükürler olsun ki, benim arkamda böyle eylem yapacak hiçbir kimse yoktur!”
İran
Şahı Nadir Şah-1896-Paris’i ziyaretinde; giyotinle bir kafanın kesilme
gösterisini ister. ”Kafası kesilmeye hükümlü yoktur MAJESTE!” Yanıtını alınca
da çok bozulur ve:
-“Benim
adamlarından birisinin kafasını kesebilirsiniz! Fermanını verir. Aldığı yanıtın
da anlamını bir türlü kavrayamaz:
“-
Majeste; Fransa’da, Giyotinle ölüme hükümlü olmadan hiçbir kimsenin başı
kesilemez!” İki taraf ta haklıdır: Birisi Mülk devletinin hükümdarıdır, diğeri
de hukuk devletinin görevlisidir!
Ünlü
Rus Çarı Korkunç İvan; asilzade subayları ile atlı olarak bir yere giderken;
karşılarına çok sayıda köylü kadınlar çıktığında; eyerinin üstünden, geriye
doğru kaykılarak:
-“İşte
size canlı hedefler; tabancalarınızı ve atıcılığınızı deneyin!” Emrini verir.
Kadınlar, can havli ile ormana kaçarak mutlak bir ölümden kendilerini
kurtarmışlardır.
Mülk, içersindeki her şeyi ile Korkunç İvana’a ait olduğundan,
ÖLDÜRTMEK VE YAŞATMAK TA ONUN HAKKIDIR!
Güneydoğu Anadolu’da, içlerindeki insanlarla satılan çok köyler
görmüşümdür!
C-
POLİS DEVLETİ.
Ortaçağda;
barutun ve topun sürekli ve etkili bir biçimde kullanılması ve Okyanuslar ötesi
soygunların artması sonucu; derebeylikler merkezi krallığın sultası altına
girmişlerdi. En tepede KRAL vardı; alta doğru da:
1- Asilzadeler,
2- Askerler,
3- Kilise mensupları,
4- Köylüler,
5- Serfler- toprağa bağlı köleler-
Derebeyi
şatosunun etrafında sitelerin oluşumu, yeni bir sınıfın yaratılmasına öncülük
etmiştir. Hükümdarın mutlak otoritesi ve dokunulmazlığı Mülk devletinde olduğu
gibidir. Hükümdar, çıkardığı yasalardan ne sorumludur, ne de o yasalar
kendisine uygulanır. Halk bu yasaların mutlak hâkimiyeti altındadır.
İngiltere’de;
1215 tarihinde yayımlanan “MAĞNA KARTA LİBERTATUM”, İLE KRALIN MUTLAK OTERİTESİ
ENGELLENMİŞTİR. Kral yurtsuz John’un başı da kesilmiştir.
14
Temmuz 1789 tarihinde insanlık için bir aydınlık kapısı açılmıştır. XVI’INCI
LUVİ’NİN BAŞI KESİLMİŞTİR. Kilise mallarına el konulmuş; ölümden kurtulan
papazlar, soluğu ülke dışında almışlardır. 12.000 asilzadeden 8.000’inin
başları giyotinle kesilmiştir.
Hukuk devleti başını ufuktan kaldırmıştır. ”İnsan ve Yurttaş
Hakları Beyannamesi”, Hukuk Devleti yolunda atılmış ilk pozitif, somut ve
ilkeler bütünüdür.
Çok
ilginçtir; XIV’ üncü Lüvi:” Je suıs L’etat-Devlet benim!- Diyordu.
Polis devletinde, bireylerin ve toplumun hiçbir hakları teminat
altında değildi. Vatandaşlar her vakit ve her yerde yakalanır ve işkenceden
geçirilerek öldürülürdü.
Ünlü İtalyan Baccaria; 1763 senesinde; SUÇLAR VE CEZALAR” adını
verdiği kitabı ile suça ve suç sanığına yaklaşmanın insani boyutunu tüm
Avrupa’ya göstermiştir.
Jak London’un, ”İki Şehrin Öyküsü” adlı eseri okunduğunda; Büyük
İhtilalın neden Fransa’da çıkmış olduğu iyice anlaşılır!
Bendeniz, AKP’lilerin durumlarına bakarak; iş bu partinin
harflerini onlar gibi yorumlayamıyorum.
Anayasa mahkemesinin, bu partinin eylemlerine ve ortaya koymuş
olduğu çağdışı söylemlerine ve icraatlarına bakarak vermiş olduğu karar gereği,
ATATÜRK’TEN KORKANLAR PARTİSİ diyebiliyorum.
D-
HUKUK DEVLETİ. Hukuk devletinin tanımını yaptıktan sonra, Kanun devletinin
görüntüsüne hemencecik varmak çok ta kolay olacaktır.
Hukuk devleti kavramı; 18’inci yüzyılın sonunda, Fransa’da
ortaya çıkmış; I9’uncu yılın başında da Almanya’da geliştirilmiştir. 20’inci
yüzyılın baskıcı ve ideolojik devlet yapılarının ortaya çıkması ile de, HUKUK
DEVLETİ bir tepki olarak parlamıştır. Günümüzde; hemen, hemen tüm hukuk
devletlerinin özellikleri aynı olduğu için, hukuk devleti kavramını
tanımlamakta güçlük çekmeyiz.
Hukuk
devleti: Hukukun, devlet üzerindeki üstünlüğünü, bireylerin eşitliğini,
İnsanların doğuştan sahip oldukları TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİN
vazgeçilmezliğini, tüm bu değerleri kabul ederek koruyan, bu hakları korumak ve
geliştirmek için üstün bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmek için kendini
yükümlü sayan, hukuk kurallarına ve anayasaya uygun davranan, bütün eylem ve
işlemleri YARGI DENETİME BAĞLI OLAN DEVLETE, HUKUK DEVLETİ DENİLİR!
Hukuk
devletinin temel görevi; sistemin tüm organlarını insanın emrine sunmaktır. Bu
bağlamda; bürokrasi, silahlı kuvvetler, dernekler, siyasi partiler, kanunlar,
ekonomik yaşam; kısacası; sistem tüm kurumları ile bireylerin hizmetine
girmektedir.
Birey; bu sistem içersinde; ulus, devlet, vatan ve cemaat gibi
tüm kolektif değerlerden önce gelir. Denilebilir ki, bu varlıkların
üzerindedir.
Bu sistemde; YÖNETİCİLERİN, DEVLET OTORİTESİNE SAHİP OLMAKTAN
KAYNAKLANAN HER HANGİ BİR ÜSTÜNLÜKLERİ DE YOKTUR!
Hukuk
devletinde, yasalar yaptırıcı değil, yapıcıdır. Hukuk devleti ilkesine göre
işleyen bir toplumda, doğal hukukun bir gereği olarak, temel hak ve
hürriyetlere aykırı olarak yasa çıkarılamaz.
Hukuk
devletinde temel ilke: ÖZGÜRLÜKLERİN ESAS, SINIRLAMALARIN DA İSTİSNAİ OLMASIDIR.
Hukuk
devletinde; doğal hukuka göre, insanların vazgeçilmez, temel ve evrensel
haklarla dünyaya geldiği ilkesi göz ardı edilemez.
1924 Anayasamız doğal hukuk prensiplerine göre hazırlanmıştır.
“Miras, her Türk’ün tabii hakkıdır! Hükmü konulduğunda; S.S.C.Birliğinde miras
hakkı kaldırılmıştı.
Kısaca toparlarsak:
*Bireylerin,
insan olarak eşitliği,
*Hukukun
devlet üzerindeki üstünlüğü,
*Temel
hak ve hürriyetlerin vazgeçilmezliği ilkelerine göre hareket etmeyen devlet,
nasıl ve ne şekilde yasalar çıkarsa bile, o devlet hukuk devleti vasfını
kazanamaz.
BİR
HUKUK DEVLETİNDE:
*Hukuka
uygun olmayan yasalar meşru değildir, olay suçsa önceden belirlenmiş olan şuçsa
kuralı uygulanır,
*Polis
devletinde, olaya göre kural konulur, hukuk devletinde suçlar ve cezaları
önceden belirtilir! Polis
ve Şahıs devletinde, kurallar Egemen kişinin iradesine göre konulur.
Vatanseverler, Kahramanlar ve Aydınlar ucu açık ve maskeli tanıklar ve evrensel
hukuka aykırı işlemlerle topluca ve tek kişilik esir toplama kamplarına
konulur. Binlerce kişinin kanına giren, ülkemizi ve ulusumuzu bölmek için dış
güçlerin öldürme taşaronluğunu yapan idama hükümlüsü de özel bir adaya
yerleştirilir.
Türk
Silahlı Kuvvetleri ve onun onurlu mensupları
aleyhine her türlü yayın organlarından yapılan iftiralar görülmezken, Onurlu
bir CUMHURİYET SAVCISININ yasal soruşturma girişimine TALİMATNAMEYE UYMADI SUÇLAMASI
YAPILARAK ENGEL OLUNUR: Çünkü Devletin sahibi olduğunu sananlar böyle
istemişlerdir.
*Özgürlüklere
idare tarafından gelebilecek müdahalelerin önlenmesi, anayasa’nın güvencesi
altındadır,
*Temel
hak ve özgürlükler, anayasa’nın güvencesi altına alınır,
*İdarenin
her türlü eylem ve işlemlerinin yasalara uygun olması ve hukukun üstünlüğü
anayasa’nın güvencesi altına alınır,
*Mahkemelerin
bağımsızlığı, yargıçların güvencesi, yargı kararlarına tüm kurum ve
kuruluşlarla, gerçek ve tüzel kişilerin uyacakları da, anayasa’nın ve uluslar arası
kuruluşların güvencesi altına alınır,
*İdarenin
mali sorumluluğu, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan, yönetilenleri de
bağlı sayan hukuk kurallarına yönetenlerin de uyması zorunluluğu anayasa’nın
güvencesi altına alınır,
*Hiçbir
emredici kuralın anayasa’ya aykırı olmaması ve erkler ayrımı (YASAMA, YÜRÜTME
VE YARGI) sistemi de, anayasa’nın güvencesi altına alınır. İdarenin yasama ve
yargı erklerini sultası altına alması, anayasa ile ve Anayasal bir kurum olan
ANAYASA MAHKEMESİNCE kesinlikle önlenir.
Hiç bir yönetici de; yüksek yargı organlarının kararlarını
itirazsız kabul etmek yönünde anayasal bir hüküm olduğu halde; televizyonlara
çıkarak, anayasamızın 102’ inci maddesini yorumlayan Anayasa Mahkememizin
kararına:” Bu yüz karası karar !” Diyemez!
Ama Sayın RTE der!
Bir Türk vatandaşı 0dun çalarken polis tarafından yakalanır ve
mahkemeye sevk edilir. O zaman, Türkiye’ye hukuk devleti kanun ve kuralları
egemendir. Türk yargıcının, hâlâ onur duyarak gözlerimi yaşarttığı kararı
şöyledir:
“Üç çocuk babası, askerliğini, vatan hizmetini yapmış bir
kişinin, en basit bir ısınma ihtiyacı olan odunu satın alamayacak bir hale
gelerek, ailesinin yanında düşeceği durum her türlü maddi cezanın üzerinde
olacağından ve bu eylemde sanık sıfatı ile mahkememize sevk edilen eyleminde
suç unsuru bulunmadığından, müsned suçtan beraatına karar verilmiştir.”
Bu onur verici olay da Fransa’da olmuştur: Cinayet suçundan
yakalanan bir zanlı işkenceye tâbi tutularak, cinayette kullandığı tabancayı
sakladığı yeri polise göstermiştir. Cinayet aleti ile Fransız adliyesine sevk
edilen zanlı, Fransız yargıcın şu kararı ile beraat etmiştir:
“Sanığın öldürme olayında kullanmış olduğu tabanca, işkence
altında elde edildiğinden, mahkememizin kararını etkileyecek bir delil özelliği
de taşımadığından, sanığın müsned suçtan beraatına karar verilmiştir.”Orada
hukuk devleti vardır. Hukuk devleti de insanların onurları üzerine kurulmuştur.
Hukuk devletinde; yazarı belli olsa bile postadan deliller de çıkmaz.
E-
KANUN DEVLETİ: Kanun devletini bir tek tanıma sığdıracak evrensel bir ölçü de
yoktur. Kanun devletinde, ideal bir modelden söz etmek mümkün değildir.
Kanun devletinde; yöneticilerin toplum üzerindeki keyfi
yönetimine dayandığı için, her toplumda başka, başka modeller ortaya
konulmaktadır.
Hukuk devleti dışında kalan devlet modellerine, KANUN DEVLETİ
demek te pek yanlış sayılmaktadır.
SOSYALİSTREJİMLERLE TEOKRATİK REJİMLERDE; devlet bir çeşit HUKUK
VE İDEOLOJİ GİBİ ÜST DEĞERLER SİSTEMİNİN İÇİNDE KALMAKTADIR.
Kesin ve önceden kabul edilmiş bir inanç sistemi, kişinin
doğuştan kazanmış olduğunu kabul eden doğal hukuk sistemine uymamaktadır. İnsan
denilen en kutsal varlık, bir hayalî inanca kurban edilmektedir.
İnsan, kabul edilen sistem içindir düşüncesi, bireyi ve toplumu
köle durumuna düşürmektedir. Hâlbuki kabul edilen evrensel görüş; her şey
insanın mutluluğu içindir görüşüdür. Temel hak ve hürriyetler bazında bir
analiz yapıldığında:
1*
DEVLETİ, temel hak ve hürriyetlerin hizmetine sokan devlet modeli;
2*
DEVLETİ, bir ideoloji ya da dini inancın emrine sokan devlet modeli,
3*DEVLETİ,
yöneticilerin hizmetine sokan devlet modeli ortaya çıkmaktadır.
*Hukuk
devleti; İLKELERE DAYALI, bir model;
*Kanun
devleti de KEYFİLİĞE DAYALI bir model olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hukuk
devleti dışındaki devlet modellerini; hukuk devleti olmaktan çıkaran en önemli
kıstas, devleti insanın değil de, belli bir ideolojinin ya da dini doktrinin
hizmetine sokmuş olmalarıdır.
Kanun
devleti tamamen yöneticilerin üstlerine bina edilmiştir.
Kanun
devletinde; yöneticiler, güçlerini ve meşruiyetini, ne ideolojik devletlerde
olduğu gibi ne bir ideolojiden, ne halkın iradesinden ve rızasından alırlar.
Dini bir referans olarak kullanırlar.
Yönetenlerle
yönetilenler arasında iki önemli bağ vardır:
1- Korku;
2-
Zora dayanmak!
Bu tür devletlerde, yönetimin en çok ürettiği şey korkudur. Bir
yandan, iç ve dış düşman korkusu; bir yandan da yönetimin yaratmış olduğu
azamet ve kuvvet korkusu yönetilenleri sindirir ve kendi otoritesini yargının
ve yasamanın üstüne çıkararak boyun eyen bir toplum yaratır.
Kanun
devletinde; en üst değer devlettir; devlet ve devletle özdeşleşmiş olan
yönetenlerin iradesidir. Bu devletin, aslında, devleti yönetenlerin dostları ve
düşmanları vardır; bu inandırılış, muazzam bir ayrıcalık sağlar.
Devlet, yani yönetenler, devletin kaynaklarını bu inançları
doğrultusunda, utanmadan ve korkmadan dağıtmaktan da çekinmez.
Bu sistemde, devlet yöneticileri, birer ölümlü tanrıdırlar. Bu
bakımdan devlet yöneticilerin önerileri, beyanları, buyrukları kanun yapımında
en büyük ve en etkili referanstır. Kanunlar, toplumun temsilcileri tarafından,
usulüne uygun olarak yapılsa bile, KANUN DEVLETİ’NİN TAYİN ETMİŞ OLDUĞU
ÇERÇEVENİN DIŞINA ASLA ÇIKAMAZLAR! Kanunlar, yöneticilere, dolayısı ile devlete
bir kutsallık vererek, yönetilenleri bu kutsallığın kölesi yapmak için
kullanılırlar.
Hukuk Devleti kurallarını benimsemediği halde; Anayasanın ve bu
ana yasaya göre çıkartılmış bulunan yasaların teminatı ile Parlamento’da
çoğunluğu almış olan bir siyasi parti, ÇOĞULCULUĞU katletmekle işe başlar.
Milletvekilleri maaşlarını yükseltir. Siyasi partinin başındaki, parlamentoya
da egemen olur. Ülkede yaşayanları böler ve kendisine bağlı gruplar oluşturur.
Seçilmek ve dış Bedhahlara yaranmak amacı ile üniter yapıyı ve toprak bütünlüğünü
bozmaktan çekinmez. İç egemenliği tarikatlara ve çıkar çevrelerine bırakır.
Ülkeyi, hukuk devleti kurulmadan önceki duruma getirir.
Ülkemizdeki
uygulamaları birer, birer hatırlamakta yarar vardır.
Kombasan,
Avrupa’daki işçilerimizi camilerde kandırarak para toplamaktadır.
Deniz
Feneri de aynı metotları, dini referans olarak kullanarak, Avrupa’daki
camilerde, dindar işçilerimizi dolandırmakta; kanun devleti yöneticilerimiz
tarafından korunmaktadırlar.
Alman yargı kararları hiç hükmünde sayılmaktadır.
Kanun
devletinde; hukuk devletinin yapmış olduğu anayasalar ve evrensel hukuk
kuralları değiştirilmese bile metruk halde bırakılmaktadır.
Dini referansta; ”DARÜLHARP!”, MENSUP OLDUĞUMUZ HUKUK DEVLETİNİN
HİÇ BİR KURALINA İŞLERLİK KAZANDIRMAMAKTADIR. Şimdi, anayasamızdan örnekler
verme sırasının geldiğine inanıyorum:
1- Anayasamızın Başlangıç Bölümü,
anayasamıza dâhildir:
(değişik:
27.7.1995.1,md) Türk vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve yüce Türk
Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin
kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik
anlayışı ve O’NUN inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda: ”Dinsiz
ve laik Kemal paşa rejimini yıkarak, yerine Kuran’a dayalı bir şeriat devleti
kurmak için, var kuvvetimle çalışacağıma, namusum ve şerefim üzerine yemin ve
kasem ederim!” Bu yeminden sonradır ki: ”Atatürk’ten
Korkanlar Partisi, laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmiştir!”
Bu
odağı oluşturan Adaletten Kaçanlar Partisi milletvekilleri; anayasamızı koruyup
kollamak için, şu andı içmişlerdi:
“Madde81-Türkiye
Büyük Millet Meclisi Üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde and içerler:
“Devletin
varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin
kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik
ve lâik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma…”
“Tutturmuşlar
LAİKLİK giderse diye; halk isterse tabi’i ki gidecek kardeşim’” RTE, İspanya
rüyası!
“Millet
iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait
olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve
kuruluşun, bu anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icapları ile
belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı.”
“Kuvvetler
ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip,
belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı
medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve
kanunlarda bulunduğu;”
“Bir homoseksüelin,
kıçına cop sokularak alındığını iddia ettiği ifadesi üzerine açılan ve imzasız
mektuplar ve maskeli tanıklarla yürütülen bir korku soruşturması üzerine:”
“Bu
davanın savcısı benim!” Der Sayın RTE.
“Bütün
Türkiye ve cümle âlem, o’nu yürütmenin ikinci başı sanıyordu! Hani kuvvetler
ayırımı! Sahi O, değiştirmek için can attıkları kitapta yazıyordu!
II.
Cumhuriyetin nitelikleri, (maddeler anayasamızdan alınmıştır)
“Madde
2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde,
insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen
temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.”
Bu
hukuk devletinin anayasa metnidir ve %92,7 oyla kabul edilmiştir. ADALET
ANLAYIŞI, kanun anlayış anlamına gelmez. Kanun anlayışı olsaydı; geceyarısı
ekspresi olarak çıkartılan kanun meşru ve anayasal olurdu. Olaylar, fiil ve
eylemler, önceden belirlenmiş hukuk kurallarına göre değerlendirilirdi. Kanunda
açıkça belirtilmemiş fiil ve eylemleri suç kabul ederek, bu ülkeye hizmet etmiş
insanların şerefleri ile oynamak, hukuk devleti dışındaki, özellikle İDEOLOJİK,
TEOKRATİK ve KANUN DEVLETİNDE MÜMKÜNDÜR.
Madde
11-Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını
ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
“Kanunlar
anayasaya aykırı olamaz.”
Bu,
hukuk devletinin anayasa hükmüdür. Öteki sistemlerde bal gibi oluyor nitekim!
“Madde
22 (Değişik: 3.10.2001-4709/7md) Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir.
Haberleşmenin gizliliği esastır. ”Avrupa insan hakları sözleşmesi:” “Herkes
özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına
sahiptir”.
“Madde
25- Herkes düşünce ve kanar hürriyetine sahiptir.”
Madde
26- Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek
başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir…”
Bu
anlattıklarım, hukuk devleti anayasasının teminatlarıdır.
Efendim;
izin alınarak telefon dinlemek; paldır, küldür, bir bölük GENÇ POLİSLE, hiçbir itham
yok iken, Emekli Generallerin, profesörlerin ve Yargıtay Onursal Savcılarının
evlerini aramak, ancak ve dahi ancak, kanun devletinde ve mülk devletinde yasal
ve meşrudur.
Hukuk devletinde, böyle bir şeyden söz etmek hukuku anlamamışlığı
ortaya koyar. Yüksek yargı organlarını bir yargıç kararı ile dinlemek, çok
komik bir savunmanın eseri olsa gerektir.
Tüm yargıçlarımızın kararlarının doğruluğuna karar verecek
organları, Adalet Bakanının tasarrufuna terk etmek, hukuk devletinde asla ve
katha olamaz. Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kuruluna da, hukuk devletinde Adalet
bakanı ve müsteşarı asla katılamazlar.
Madde
27- Üçüncü fıkra: ”yayma hakkı, anayasanın 1’inci, 2’inci ve 3’üncü maddeleri
hükümlerinin değiştirilmelerini sağlamak amacıyla kullanılamaz.”
Bu hüküm,
HUKUK DEVLETİ anayasasının hükmüdür. Hukuk devleti dışındaki devletlerde bu
fıkra yazılı ve sözlü basında “KEENLEM YEKÛNDUR!” Müddei hususilerimiz onun
için seslenemezler, sanıyorum!
2211
sayılı Ordu Dâhili Hizmet Kanunun ünlü 35’inci maddesi olmasaydı ne olurdu!
Değişen
hiçbir şey de olmazdı ve olamazdı. Bazıları; 35’inci maddeyi kaldırırlarsa,
Atatürk devrimi, çağdaşlık, insan ve uygar olma durumları boşlukta kalacağını,
dört kadın alabileceklerini ve insanları asırlarca uyuttukları gibi uyutacaklarını
da sanırlar.
”Zaman değiştikçe hükümlerin de değişebileceğini” hiç te hesaba
katmazlar. Zaman, sürekli olarak ileriye doğru akmaktadır. İleriye doğru akan
zamanı geriye doğru akıtmak sevdalıları, uyanan insanı ve insanlığı ilkelliğe
götürme aşkı ile yanmaktadırlar.
Yunanistan; Avrupa devletleri, Arap âlemi ve hatta USA da Türkiye
Cumhuriyetini dağıtma ve Atatürk’ü silme sevdasındadırlar. Onlar dahi
düşmanımızdırlar.
İçeride de bu Cumhuriyeti yıkma aşkı ile meydanlarda nutuk atanlar
da mevcuttur. Türk Silahlı Kuvvetlerinin elinden 35’inci madde alındığında,
DÜŞMAN’A KARŞI seyirci mi kalacaktır. Önce şu düşman denilen, dost kılıklı
yılanların tanımını görelim:
Prof.
Dr. Sayın Pars Tuğlacının Okyanusuna bir dalalım:
DÜŞMAN:
is.s. Far. Duşmân:
1- Birinin kötülüğünü isteyen, ondan nefret eden, ona zarar
vermeye çalışan.
2-
Birbirleri ile savaşan devletler ve bu devletlerin asker, sivil bütün
uyrukları.
3-
Aralarında, birbirleri ile çatışmaya varacak ölçüde anlaşmazlık olan
taraflardan her biri.
4- Bir
şeyin yaşamasına, barınmasına engel olan güç ve tavır. Okyanus, c.1.s.122.
Yunanlılar
İzmir’e çıktıklarında; Çanakkale muharebelerinde, Anzavur ve diğer vatan
hainlerinin isyanlarında; bu 35’inci maddeye göre mi Türk Ordusu savaşmıştır?
Her
kurum ve kuruluşun, toplum ve devlet hayatında, tarihten gelen bir geleneği
mevcuttur. Silahlı kuvvetler, iç ve dış BEDHAHLARA karşı, ülkemizi ve
cumhuriyetimizi korumak ve kollamak için kurulmuştur.
Cumhuriyetimizin kurucusu ve Türk ulusunun yaratıcısının
emirlerine bir göz atalım:
“İrtica
fikirleri güdenler, muayyen bir sınıfa dayanacaklarını sanıyorlar. Bu, katiyen
bir vehimdir, zandır.
Terakki
yolumuzun üstüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenilik vadisinde duracak
değiliz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor. Biz, bu ahengin dışında
kalabilir miyiz?” Mustafa Kemal Atatürk.
“Bizi
yanlış yola sürükleyen kötülükler, din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz
halkımızı hep şeriat sözleri ile aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunca
görürsünüz ki, ulusu gerileten, tutsaklaştıran, çürüten kötülükler hep din
örtüsü altındaki geriliklerden, bayağılıklardan ve alçaklıklardan gelmiştir!”
Mustafa Kemal Atatürk.
“İnanıp
bağlanmakla mutlu olduğumuz islam dinini yüzyıllardan beri alışılageldiği
siyaset aracı olmaktan kurtarıp, yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini de
görüyor ve biliyoruz.” Mustafa Kemal Atatürk.
“Bizim
dinimiz, milletimize miskin ve zelil olmayı tavsiye etmez.”
“Medeni
olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdurlar.”
“Efendiler
ve ey millet: Biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti Şeyhler, Dervişler, Müritler ve
Meczuplar memleketi olamaz. En doğru tarikat, medeniyet tarikatıdır.
Medeniyetin emir ve talep ettiği yapmak, insan olmak için şarttır.”
“Eğer
onlara karşı benim şahsımda bir şey anlamak isterseniz; derim ki; ben şahsen
onların düşmanıyım. Onların olumsuz yönde atacakları her adım, yalınız benim
kişisel inanıma değil; o adım, benim ulusumun hayatıyla ilgili; o adım,
ulusumun hayatına karşı bir kasıt; o adım, ulusumun kalbine yöneltilmiş zehirli
bir hançerdir. Benim ve benimle aynı düşüncedeki arkadaşlarımın yapacağı şey,
mutlaka ve mutlaka o adım atanı tepelemektir.
Sizlere
bunun üstünde de bir şey söyleyeyim:
Eğer
bunu sağlayacak kanunlar olmasa, bunu sağlayacak meclis olmasa, öyle olumsuz
adım atanlar karşısında herkes çekilse ve ben kendi başıma, yalınız kalsam yine
tepeler ve yine öldürürüm. (1923) Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
İşte benim anayasal dayanaklarım. Var mı bunun ötesi!
Son
olarak yalakalara bir sözüm var: “Türk Silahlı Kuvvetleri, darbe yapamaz değil,
darbe yapmaz. Bu badireden kurtulmamızın tek yolunu da ATATÜRK göstermiştir:”En
iyi yönetim şekli Cumhuriyettir. Milletvekillerini ve hatta cumhurbaşkanını
değiştirmek olanağı vardır!”Ey! Oyları ile Atatürk ve Çağdaşlaşma düşmanlarını
iktidara getirenler, ağlaşacağınıza ve iftar çadırlarına doluşacağınıza, bu
gibileri seçim sandıklarına gömmelisiniz ve bu çağa lâyık olduğunuzu da
göstermelisiniz!
OSMAN TÜRKOĞUZ
E.j.Kd. Alb.-HUKUKÇU
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Neferi