1 Ekim 2013 Salı

1148/MÜSL1148/MÜSLÜMANLIK HER ÇAĞDA KİTLE KATLİAMLARINA,YAĞMAYA VE KADIN SÖMÜRÜSÜNE DyLIDIR


              
  TC.

OSMAN TÜRKOĞUZ


TV. İzmir;28 Eylül 2013

Sayın Anayasa Mahkemesi Başkanımız ve Müslümanlığın ne olduğunu sorgulayamayanlar:Müslümanlık,Arap Soygunu ve Tanrı adına katliamlar yapmak,Kadınları da Allah adına her iki dünyada seks kölesi yapmaktır. Şimdi de kendi inancından olmayan Müslümanların kafalarını kesmek, en yakını olan kadınların da allah adını kullanarak ırzlarına geçmektir.Üşenmeden okuyunuz da,Allah ve Peygamber adına Türklere neler yaptığını Arapların kendi tarihlerinden öğreniniz.Arap hayranlarından bir şaşkaloz:”Osman Bey,o eskidendi.Araplar da değişti!”Buyurdu.

Yedinci Kleopatrayı bir küçücük yılanın zehirlediğini duydun mu?”Dediğimde.”Evet!”Dedi.”O yılanın neslinden gelen yılan zehirini mi yitirdi! Sizin genlerden haberiniz var mı?“Dediğimde de, sustu kaldıydı!

“Alparslan Üniversitesi’nin Muş’ta düzenlediği konferansta konuşan Kılıç, özellikle Müslüman ülkelerde yapılan vahşete değinerek, şöyle konuştu: “Pakistan’dan tutun, Afganistan, Hindistan gibi özellikle İslam ülkelerini şöyle bir analiz edecek olursak Irak, İran, Suriye, Mısır, Fas, Tunus ve Cezayir tam bir yangın yeri. Buradaki insan onurundan bahsetmeye mecalimiz yok. Birisi canlı bomba oluyor patlamalar yaşanıyor. Bu nasıl bir kültürdür, bu nasıl bir inançtır? ‘Bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Bir insanı kurtarmış, bütün bir insanlığı kurtarmış gibidir’ diyen bir öğretinin, bir inancın sahibi olan bu ülkelerde bu vahşeti ne diye izah edeceğiz? Eğer bu Müslümanlıksa ben Müslüman değilim. Bir kilisenin içine girip orayı patlatıp, 80-100 insanın ölümüne sebep olmak; dinin neresinde buna izin var. Kafası kesilen, koparılan, iç organları ellerinde gezdirilen böyle bir vahşeti, böyle bir insanlık dışı hareketi İslamla, Müslümanlıkla nasıl izah edebilirsiniz? Bu inancın insanlarının böyle bir şeyi yapmasına asla ihtimal vermiyorum. Bu hak ihlallerine baktığınız zaman İslam coğrafyasında görüyorsunuz. 28 Eylül 2013”

Laik, Demokratik bir Cumhuriyette Anayasa Mahkemesi Başkanın ben şuyum veya şu değilim diye demeç verme hakkı var mı acaba!

                            Yeni mi Anladınız Sayın Bayımız!


  1. “Konuyu en güzel anlatan yazar kanımca sexy huridir.”

    "yazıma başlamadan önce sunu belirtmek istiyorum ki, Müslümanların kureyza katliamını haklı çıkarabilmeleri için öncelikle kasık ve koltuk altında büyüyen kılların ne gibi bir suç unsuru olarak kabul edildiğini, bu kılların nasıl ve ne tür bir suç teşkil ettiğini açıklamaları gerekir. Kasıkta ki kıllar suç mu teşkil ediyordu? Yoksa kasıklarında tüyü bitmiş toy çocuklar Muhammed’e bir tehdit miydi? Bu acımasızlığı ve insanlık dışı katliamı aklamaya çalışan vicdanı hislerden mahrum Müslümanları şiddetle kınayarak yazıma başlıyorum.

    Müslümanlar peygamberlerinin işledikleri katliamı kınamaya cesaret gösteremezler. Aksine korkularından bu katliamı haklı çıkarabilmek için var güçleriyle çalışırlar. Onların kalpleri mantığa ve insanlığa mühürlü ve sadece Allah’a açık olduğu için Muhammed’in yaptığı her türlü insanlık dışı çirkin davranışları kabul etmek zorundadırlar. Kureyza katliam'ı da buna birebir örnektir.
    kan, para, ganimet ve cariye aşkıyla yanıp tutuşan Muhammed, hendek savaşından daha henüz yeni dönüldüğü bir zamanda güçlü bir Yahudi kabilesi olan kureyzayı nasıl yok edeceğinin planlarını yapar. Muhammed’i hiç bir zaman yalnız bırakmayan ve her türlü ihtiyacını kusursuz karşılayan Cebrail yine o gün Muhammed’e görünür ve şu kelimeleri söyler;
    'ya rasulallah silahınızı bıraktınız mı? Ama biz melekler topluluğu henüz silahlarımızı bırakmadık. Allah (cc) sana, kurayzaoğulları üzerine yürümeni emir buyuruyor'[1]
    daha sonra rivayete göre başında beyaz sarıklı olan yaşlı bir adamın at üzerinde kureyzaya doğru hızla gittiği görülür. Muhammed’e bu adamın kim olduğu hususunda sorarlar. Muhammed ise şöyle der;
    'o cibril'di.. bizden önce gidip beni kurayza'nın kalbine korku ve panik saldı.. Onların maneviyatlarını sarstı, ümitlerini bitirip tüketti...' [2]
    evet, buraya kadar yanlış okumadınız. İslam dininde melekler(!) bile silahlı savaşçılardır. Siz hiç bir meleğin elinde silahla tıpkı bir terörist gibi insanların başında terör estirip onlara korku salacağını düşünebilir misiniz? İslam dininde bu bile mümkündür.
    Üstelik işin ilginç tarafı ise Cebrail gibi diğer meleklere ordu kumandanı mevkisinde olan bir meleğin, arkasında koca bir melek ordusu varken Muhammed’in gariban çapulcularından yardım beklemesidir. Muhammed, kendisini hiç bir zaman yalnız bırakmayan ve her zaman koruyan Cebrail’e (Uhud'da dişinin kırıldığı zaman hariç) yardım etmeleri için derhal askerlerini, pardon Müslümanları toplayıverir.
    resûl-i ekrem efendimiz, silahını yeni çıkarmış, temizliğini henüz bitirmişti. Derhal Hz Bilal’ı çağırtarak, bütün Müslümanlara şunu nidâ etmesini emretti:
    "işiten ve Allah’ın emrine itaat edenler, ikindi namazını beni kureyza yurdunda kılsın!"[3]
    üstteki kaynakta açıkça bellidir ki Muhammed zamanın tam bir mafya babası gibi belinde silahla gezerdi. Bu adam Allah’ın peygamberi ise ve Kuran’da da açıklandığı gibi Allah tarafından korunuyor ise neden belinde silah taşıma gereğini hisseder? İslam gibi nurani güzelliğe sahip(!) bir dinin hem meleklerinin ve hem de peygamberlerinin bile silahları vardır.
    Muhammed hiç vakit kaybetmeden askerleriyle birlikte soluğu hemen kureyza kabilesinin kalesinde alır;
    resûl-i ekrem efendimiz, mücahitlerle benî kureyza Yahudilerinin kalelerinin dibine kadar vardı. Oradan Yahudi ileri gelenlerinin isimlerini birer, birer zikrederek onlara şöyle seslendi:
    "ey Allah’ın gazabına uğrayarak maymuna çevrilmiş olanların kardeşleri! Allah sizi hor, hakir kıldı mı ve belâsını, cezasını üzerinize indirdi mi? demek siz bana kötü söz söylediniz öyle mi?"
    Yahudi ileri gelenleri süt dökmüş kediye dönmüşlerdi:
    "yâ ebâ'l-kasım! Sen, sözünü bilmezlerden değilsin! Musâ'ya indirilmiş olan Tevrat’a yemin ederiz ki, biz sana hiçbir kötü laf sarf etmedik", diyerek söylediklerini inkâr ettiler.[4]
    aradan günler geçer. Kuşatma altında olan kale içerisinde ki zavallı Yahudiler artık çareyi Muhammed ile görüşmekte bulurlar. Yahudiler muhammed ile görüşmek için nabbaş bin kays'ı görevlendirirler;
    nabbaş, "yâ Muhammed!" dedi, "benî nadir yahudilerinin teslim olmalarındaki gibi kanımızı dökme, mal ve silahlar senin olsun! Kadınlarımız ve çocuklarımızı alıp memleketinden çıkıp gidelim. Her cins silah hariç olmak üzere, her âile için bir devenin taşıyabileceği gerekli eşyayı götürmemize müsaade et!"
    Peygamber Efendimiz, "hayır, bu teklifi kabul edemem" buyurdu.
    Nabbaş ikinci olarak şu teklifi yaptı:
    "öyle ise kanımızı bize bağışla. Sadece kadınlarımızı ve çocuklarımızı alıp gidelim. Malları olduğu gibi bırakalım!"
    Peygamber Efendimiz, "hayır," dedi, "kayıtsız, şartsız, benim hükmüme itaat edip teslim olmaktan başka hiçbir çareniz yoktur!"
    Nabbaş, meyus ve perişan bir halde, kavminin yanına döndü. Olup bitenleri olduğu gibi anlattı.[5]
    insanı düşünce ve hoşgörüde eşi benzeri bulunmayan peygamber efendimiz yukarıda ki kaynakta da görüldüğü gibi kureyza kabilesini tamamıyla yok etmek için şartlanmıştır. Yahudiler artık mallarından ve topraklarından da vazgeçerek gitmeyi kabullenir. Muhammed bunu bile kabul etmemiştir. Neden? Çünkü kureyza kabilesini sağ bırakıp göç etmelerine izin verdiği durumda onları ileri vakitte tekrar potansiyel bir düşman olarak görüyordu. Müslümanlar Muhammed’in asıl niyetinin onları öldürmemek, yani bağışlamak olduğunu söylerler. Hâlbuki üstte örneğini verdiğim kaynak bunun aksini, yani Muhammed’in asıl emelinin yahudileri kuşbaşı, kuşbaşı doğramak olduğunu doğrulamaktadır.
    Görüşmeden havalarını aldıklarını anlayan yahudiler artık kendi aralarında iyice tedirginleşir, seçenekleri göze alarak senaryolar üretmeye başlarlar. Akıllarına Muhammed’in ordusunda bulunan Ebu lubabe isimli, evs kabilesine mensup, eski bir Musevi olan kişi gelir;
    benî kureyza, peygamberimizden, evs kabilesinden Ebu lübabe'nin istişare için yanlarına gönderilmesini istediler. Bunun üzerine Ebu lübabe, gönderildi. Ebu lübabe, Medine yahûdîlerinden Müslüman olmuş servet sâhibi bir kimse idi. peygamberimiz, kendisine kıymet verirdi. Peygamberimiz, Ebu lübabeyi gönderirken; "git onlara allah ve rasûlü için nasihat et."Buyurdu.
    Ebu lübabe, kale kapısından yanlarına vardı.
    Kureyza Yahudileri o'na; "yâ eba lübabe! Sen ne dersin? Muhammed bize, "benim hükmüm ile kaleden dışarı çıkın!" dedi", dediler.
    Ebu lübabe de onlara nasihat etti. Fakat bu arada bir eliyle sakalını bir eliyle de boğazını tutarak, "başınızı keser bilmiş olasınız" diye, harbetmelerine işâret etti[6]
    Müslüman olduğu halde vicdanı hislerini henüz kaybetmemiş bir insandı Ebu lubabe.
    Lubabe yahudilerle görüştüğünde Muhammed’in asıl emelini el işaretiyle yahudilere belirtmiştir. Müslümanlar Ebu lubabenin bu hareketine hala bir ihanet gözüyle bakarlar. Oysa işin özü bu bir ihanet değil, binlerce insanın kurtulmasını sağlamaya çalışmak için yapılan insani bir çaba idi. Ebu lubabe Müslüman olduğu halde bir anlıkta olsa vicdanını dinleyerek "sakın teslim olmayın, yoksa muhammed hepinizi doğrayacak!" demek istemiştir. Muhammed’in asıl emelide buydu zaten.
    Daha fazla anlatmaya gerek var mı? Kafası kolay basmayan canı insanlar için yazımıza devam edelim..
    Daha sonra 25 gün süren bu kuşatma son bulur, kale'de su ve yiyecek kalmadığı için yahudiler Muhammed’e teslim olmak zorunda kalırlar. Beni kureyza kabilesi Muhammed’den haklarında hüküm vermek üzere bir kimseyi hakem tayin etmesini isterler;
    kuşatmanın yirmi beşinci günü rasulallah‘in hükmünü kabul ederek teslim oldular. Eli silah tutan adamlar kadın ve çocuklardan ayrılarak tutuklandılar. Cahiliye döneminde müttefikleri olan evs, onlara hazrec’in müttefiki kaynuka oğullarına yapıldığı gibi iyilik yapılması ve ağır ceza verilmemesi hususunda ısrar etti. Rasulallah evslilere hitaben;
    "onlar hakkında sizden bir adamın hüküm vermesini ister misiniz?" diye sordu. Onlar da

    "elbette" diye cevap verdiler. Rasulallah -sallallahu aleyhi vesellem-
    "bu kişi sa’d bin muaz’dır" buyurdu. Evsliler
    "tamam razı olduk" dediler. [7]
    şimdi hikâyemizi burada geçici olarak durduralım.
    Muhammed neden hakem olarak sa'd bin muaz'i seçmiş ya da kabul görmüştür?
    Koskoca bir kabileyi ve binlerce insanın hayatını ilgilendiren bir hususta Allah’ın peygamberi dururken neden sa'd hüküm verir?
    sad, muhammed'in yahudiler için gönlünden geçeni zaten biliyor muydu?
    Diğer bir deyişle, muhammed sa'd'in yahudiler için hangi hükmü öne süreceğini önceden tahmin edebiliyor muydu?
    Muhammed sad'a güveniyor muydu?
    sad'ın Muhammed’e yakınlığı nasıldı?
    Kimdir bu sad?
    gelin biraz araştıralım..
    Öncelikle sunu söylemekte yarar vardır ki, sad bin muaz Yahudi kökenli bir Müslümancı. Evs kabilesinin reisi idi. Müslümanlığı Medine’de kabul etmiştir. sa'd'dan siyer kitaplarında sinirli bir adam olarak söz edilir. Fakat sad, Muhammed’e sadık bir kişiydi. tıpkı bir tetikçinin mafya babasına olan sadakatı gibi bir bağlılıktı bu. sad çoğu zaman muhammed'in çadırının önünde nöbet tutmuştur. Muhammed’in en güvendiği adamlardan biri olduğu gibi, muhammed'in öldürtmek istediği kişi ve kişilerin kim olduğundan da haberdardı.
    Bakınız İslam alımı ibni hisam, sad'in Mekke’ye gittiği bir dönemi anlatırken ne gibi bir olayı kaleme almaktadır. Bakalım sad muhammed'in öldürtmek istediği kişiler hakkında bilgi sahibi miydi;
    Abdullah ibn mes'ûd ® şöyle demiştir: sa'd ibnu muâz umre yapmak için Mekke’ye gitmişti. Abdullah dedi ki: Mekke’ye vardığında ebû safvân, umeyyetu'bnu halefin evine inmiş, ona konuk olmuştu. umeyye de (ticaret) için Şam’a gittiğinde Medî-ne'ye uğrar, sa'd ibn muâz'a konuk olurdu. (ikisi arasında bir dost­luk vardı.) umeyye, sa'd'a:
    — biraz bekle! Gündüz yarı olduğu ve insanlar kuşluk uykusu­na daldığı zaman git Kâbe’yi tavaf et, dedi.
    sa'd bu suretle hareket edip vaktinde tavafa başladı. (umeyye, sa'd'la beraber bulunduğu) bu sırada ebû cehl çıkageldi ve:

    — Kâbe’yi tavaf eden şu adam kimdir? Diye sordu. sa'd da:
    — ben sa'd ibn muâz'ım, dedi. ebû cehl:
    — ey sa'd, sen Kâbe’yi emniyetle tavaf ediyorsun. Hâlbuki siz (Medineliler) Muhammed’le sahabelerini sığındırıyorsunuz (onlara yar­dım ediyorsunuz)! Dedi.
    sa'd:
    — evet öyledir, diye ebû cehl'i karşıladı ve aralarında bir çe­kişme ve husumet başladı. Bunun üzerine umeyye, sa'd'a:
    — ebû'l-hakem'e (ebû cehl'e) karşı sesini yükseltme! Çünkü o, Mekke vadisi halkının seyididir, dedi.
    sa'd-ibn muâz, ebû cehl'e hitâb ederek:
    — eğer sen beni Kâbe’yi tavaf etmekten men' edersen, vallahi ben de sana (daha ağırım yapar, Medine’deki) Şam ticaret yolunu ke­serim! Diye haykırdı.
    bu sırada umeyye, sa'd'a:
    — sesini yükseltme, demeye ve sa'd'ı tutmaya başladı. bunun üzerine sa'd, umeyye'ye öfkelenerek:
    — sen de (ebû cehl'i koruyarak) beni tutma, bırak! ben Muhammed’den işittim ki, kendisi seni öldüreceğini söylüyordu, dedi.
    umeyye:
    — beni mi? diye sordu. sa'd:
    — evet seni, dedi. Bunun üzerine umeyye:
    — vallahi muhammed bir şey söylediği zaman yalan konuşmaz, dedi de (korku ve heyecan içinde) dönüp karısına gitti. Ve:
    — (yâ ümme safvân!) yesribli kardeşimin bana ne dediğini bi­lir misin? Diye yanıktı.
    Karısı:
    — ne söyledi? Diye sordu. umeyye:
    — (yesribli kardeşim) sa'd: muhammed'in umeyye'yi ben öl­düreceğim dediğini işittim diyor, diye cevâb verdi.
    ümmü safvân:
    — Allah’a yemin ederim ki, muhammed yalan söylemez! diye sa'd'ın haberini te'yîd etti.
    (bir müddet sonra bedir günü gelince) Mekkelileri bir nidacı ça­ğırıp onlar da bedir'e çıktıkları zaman, karısı ümmü safvân, kocası umeyye'ye:
    — yesribli dostun sa'd'ın vaktiyle sana söylediği sözü hatırla­maz mısın? Dedi.
    Umeyye de:

    — (vallahi Mekke’den çıkmam! diye) kureyş ile bedir'e çıkma­mak istedi. Fakat Ebu cehl, umeyye'ye:
    — sen Mekke vadisinin eşrafımdansın, bir iki gün olsun sefere katılıp yürü! Deyip kandırdı
    umeyye de onlarla iki gün yürüdü. Neticede allah onu öldür­dü.[8]
    üstte ki kaynakta sa'd yalan söylemediğine göre, demek ki sad'in bu gibi durumlarda muhammed'in tüm sırlarını ve niyetlerini bildiğini söyleyebiliriz.
    sad, Muhammed’in emri doğrultusunda kendi halkını yani evs kabilesinden birini bile acımadan katledebilecek bir kişiliğe sahip biriydi. Bunu nasıl mı biliyoruz? Lütfen alttaki hadisi okuyunuz;
    ali ibnu Ebi talib de şöyle demişti: "ey Allah`ın resulü, allah sana darlık vermez. Ondan başka kadın çoktur. Sen cariyene sor, (onun halini o daha iyi bilir), sana gerçeği haber verir." resulullah (sav) bu tavsiye üzerine cariyemiz berireyi çağırdı ve*de sana şüphe verici bir husus gördün mü?" diye sordu. berire: "hayır! Seni hak üzerine peygamber olarak gönderen zat-ı Zülcelâl`e yemin olsun, ben onda fena bulduğum bir şey görmedim. Ayıplanabilecek tek gördüğüm şey şudur: "yaşı genç olduğu için, ailesi için yoğurduğu hamurun üzerine uyur, bu sırada gelen keçi, hamurdan yerdi." (bu soruşturma sonunda) resulullah (sav) kalkıp mescidde bir hutbe okur. bu iftirayı ilk defa çıkaran Abdullah ibni ubey ibni selül hakkında söz etmekten özür dileyerek, minberde şunları söyler: "ehlim hakkında bana sıkıntı veren adamı cezalandırmada, intikamımı almada bana kim yardım edecek? Allah`a yemin olsun ehlim hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. o ailemin yanına ben olmayınca hiç girmemiştir." resulullah (sav)`ın bu sözleri üzerine (evs kabilesinin reisi) sa`d ibnu muaz (ra) kalktı ve: "ey allahın resulü! allaha yemin olsun biz ondan senin intikamını alırız! eğer evs kabilesindense boynunu vururuz. Hazreçli kardeşlerimizden ise, bize sen emredersin, biz emrini aynen yerine getiririz!" dedi.[9]
    sad'in mafya babası Muhammed’e ne derece bağlı ve sadık bir tetikçi olduğunu isterseniz birde sad b. muaz'in kendi ağzından dinleyelim;
    "ey Allah’ın rasûlü, biz sana iman ettik. Getirdiğin kur'ân'ın hakk olduğuna şehâdet ettik, sözlerini dinlemeğe ve itâat etmeğe, düşmana karşı seni korumağa söz verdik. Sen nasıl istersen öyle yap. Seni hak peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, sen bize denizi gösterip dalsan biz de dalarız, hiç birimiz geri dönmeyiz. Biz düşmanla savaşmayı, harpte sebât göstermeyi biliriz. Allah’a güvenerek düşman ordusunun üzerine gidelim..."dedi. Rasulallah (s.a.s.) bu konuşmadan son derece memnun oldu.[10]
    ayrıca bakınız muhammed, Sad hakkında ne gibi lütuflarda bulunmaktadır;
    efendimiz (s.a.s.), "sa'd ibn mu'az'ın vefatından arş titredi." (i. esir, 2.375-376) buyurmuşlardır. Efendimiz, meleklerin de iştirakiyle Hz. sa'd'ın namazını kıldırdıktan sonra cenazeyi taşırken mübarek parmaklarının ucuna basarak yürümeye başlamıştı. Onun bu durumunu merak ederek soranlara: "bütün gök ehli, bu cenazeyi teşyi' için indi, yere basmaya utanıyorum." cevabını veriyordu.[11]
    resulullah (sav)'a sündüs bir cübbe hediye edildi, elimizle yoklamaya başladık, hepimiz hayran olmuştuk. "nefsim (kudret) elinde olan zat'a yemin olsun, sa'd ibnu muazın cennetteki mendilleri bundan hayırlıdır" buyurdular.[12]
    sa'd kureyza'nin kuşatıldığı günlerde yaralı idi. hendek savaşında kendisine isabet eden bir ok yüzünden sürekli kan kaybediyordu. Muhammed sa'd'ın yarası ile bizzat kendisi ilgilenmiş, pansuman bile yapmıştır. Muhammed ve sa'd'in samimiyetini gösteren bir başka kaynak ise şu şekildedir;
    Ahzab (hendek) günü sa'd ibn mu'az (ra) [kureyşten ibnu'l-arika'nın attığı bir okla] koldaki ana damardan vurulmuştu, böylece damarı kesilmiş oldu. (kanı durdurmak için) resulullah (sav) dağlama uyguladı. Bunun üzerine eli şişti, çokça kan akarak sa'd'ı zayıf düşürdü. resulullah tekrar bağladı. Eli yine şişti. Bu hali görünce sa'd; "allahım, beni kureyzadan gönlüm rahata ermedikçe canımı alma!" diye dua etti. Derken kanı durdu. Kureyza onun hükmüne baş eğinceye kadar tek damla akmadı. Onlar hakkında erkekleri öldürülmesine, kadınların sağ bırakılmasına hükmetti. Resulullah (sav): "haklarında Allah’ın verdiği hükme isabet ettin!" buyurdu. Dört yüz kişiydiler. Onların katli tamamlanmca, damarı patladı. sa'd (ra) vefat etti. [13]
    umuyorum ki yazının buraya kadar olan kısmında sa'd'ın Muhammed ile ne derece samimi ilişkiler içerisinde olduğuna dair bilgi sahibi oldunuz.
    şimdi yazımıza üstte kaldığımız yerden, yani yedinci kaynaktan itibaren devam edelim..
    Muhammed kuşatmanın 25. gününde teslim olan yahudilere soruyor;
    Rasulallah evslilere hitaben;
    "onlar hakkında sizden bir adamın hüküm vermesini ister misiniz?" diye sordu. Onlar da
    "elbette" diye cevap verdiler. Rasulallah -sallallahu aleyhi vesellem-
    "bu kişi sa’d bin muaz’dır" buyurdu.Evsliler
    "tamam razı olduk" dediler.[7]
    Sad bin muaz, "evs" kabilesinin reisi olduğu için evsliler " bu bizim reisimizdir, hakkımızda kötü bir hüküm sürmez" gibilerine düşünerek teklifi tereddütsüz kabul ederler. muhammed'in müritleri üzerinde ne derece kontrol sahibi olduğuna dair en ufak bir fikirleri de yoktu tabii ki. İslam dininde kişiler değil kabilesini, öz analarını ve babalarını bile muhammed ile bir tutamazlar. sa'd, muhammed'in yahudileri katletmek istediğini bildiği için tereddütsüz kendi kabilesinin infaz emrini vermiştir. Akabinde plan muhammed'in tasarladığı gibi kusursuz uygulanmış ve muhammed emeline kavuşmuştur. Sad bin muaz yahudiler hakkında infaz kararını şu şekilde açıklamıştır;
    Hz. sa'd bin muaz bütün bunlardan sonra hükmünü şöyle açıkladı:
    "Ben, onlar hakkında buluğ çağına eren erkeklerin boyunlarının vurulmasına; malların müslümanlar arasında taksim edilmesine, çocuklarla kadınların ise esir alınmasına hükmettim."
    Peygamber Efendimiz, Hz. sa'd'ı bu hükmünden dolayı tebrik ve takdir ederek, "sen, onlar hakkında, Allah Teâlâ’nın yedi kat gökler üzerinde verdiği hükmüne uygun hüküm verdin" buyurdu.[14]
    sonrası ise malum. 900'e yakın Yahudi, kadınları ve kızlarının gözleri önünde kılıçtan geçirilir. Gözleri önünde kocalarının ve henüz tüyü yeni bitmiş oğullarının kellelerinin kesildiğini seyreden kadıncağızlar çaresizlikten kendi saçlarını başlarını yolarken muhammed efendi kendisine yeni bir cariye bulmak için arayış içerisindedir. Muhammed esirler arasından güzelliği ile tanınan reyhana'yi kendisine cariye seçer. Katliam tam bir gün boyunca sürmüştür.
    EK:13 yaşındaki Yahudi kızı:”Ben anamın, babamın ve kardeşlerimin Katilinin karısı olmam!”Der. Cariyeliğinin üçüncü günü de ölür!

    "Ayşe (Hz.) nin aktardığına göre, bu kesim işi sabahtan akşama kadar sürmüş. Erkekler idam edilirken, Yahudi kadınlar ve çocuklar da buna feryat edip saçlarını başlarını yolmuşlar"[15]
    iyilik ve hoşgörü abidesi peygamberimiz bu arada kurbanlık koyun gibi doğranan yahudilere dönerek şu sözleri söyler;
    “ey domuz ve maymun kardeşleri! Yediniz mi! işte haliniz; görün bakalım” [16]
    bakınız muhammed'in çapulcularından biri olan Mesleme, kureyzada kendisine düşen payı nasıl anlatmaktadır;
    “beni kureyza savaşında kadınlar bölüşülürken bana üç tane düştü; hepsini de sattım”[17]
    ele geçirilmiş Yahudi erkekleri, kadınlarının Müslüman çapulcuları arasında bölüşüldüklerini izlerken içlerinden birinin şu feryadı duyulur;
    “artık her şeyimize el koydunuz, hiç olmazsa gözlerimizin önünde namusumuza el uzatmayın” [18]
    tüm bu yazılanlardan sonra Muhammed’e hala bir peygamber gözü ile bakan kişiler insanı değerden yoksun, zalim, vicdansız, gurursuz ve haysiyetten mahrum kişilerdir. İnsanlıktan nasibini alamayan zalimlere duyurulur.
    [1] buhari, meğâzi 30; ibni kesir, el-bidaye, 3/134
    [2] ibni kesir, el-bidaye ve'n-nihaye, 4/120
    [3] a.g.e. 3.244-245; tabakât, 2:74.
    [4] sîre, 3:245.
    [5] sîre, 3:246
    [6] sîre, 3:247.
    [7] sîre, 3:290
    [8] buhârî, magâzî, îbn hişâm
    [9] buhari, sehâdât, 15, 30, hibe 15, cihad 64, megâzi 11, 34, tefsir, Yusuf 3, nur 6, 11, eyman 18, i'tisan 28, tevhid 35, 52; Müslim, tevbe 56, (2770); tirmizi, tefsir, (3179); nesâi, tahâret 1194, (1, 163-164).
    [10] ibn hişâm, 2/267; ibnü'l-esîr, a.g.e., 2/120; Müslim, 3/1403, (hadis no: 1779) kahire 1375/1955
    [11] (buhari, "menakıb", 12) .
    [12] buhari, libas 26, bed'ül-halk 8, menakıbu'l-ensar 12, eyman 3; Müslim, fezail 126, (2468); tirmizi
    [13] kaynak: tirmizi, siyer 28, (1582)
    [14] sîre, 3.251; tabakât, 3.426; taberî, 3:56.
    [15] vakıdi, meğazi, 2/512-517
    [16] taberi
    [17] kaynak: diyarbekiri, tarihi hamis,1/499 ve vakıdi age 2/523-25
    [18] kaynak: vakidi, meğazi, 2/250

  1. kurayza yahudilerinin verdikleri taahhütleri yerine getirmeyip ikiyüzlü davranmaları bir yana (taahhütleri arasında bir saldırı söz konusu olursa Müslümanların yanlarında olmaları da vardır.) ciddi bir savaş sırası (hendek savaşı) düşman tarafında destekçi olarak Müslümanları zorda bırakmaları, canlarına ve mallarına kastetmeleri; bu ileri gidişleri sonucu Allah’ın emri üzerine kuşatılmalarını, tekrar edilen davete icabet etmeyip ileri gidişlerini sürdürmeleri ve kuşatma sonrası esir düşmelerine bağlı olarak hükümlerinin verilmesi için muhayyer bırakıldıklarında kendilerine yakın düşündükleri zatı (sa’d bin muaz) seçip yine kendi inançlarının hükmüne göre (aynen Tevrat’ta yazılı hâliyle ki, buyurun: "bir şehre harb için yaklaştığında, onu sulha davet edesin. Ve eğer sana sulh cevabını verip, sana kapılarını açarsa, içinde bulunan kavmim hepsi sana haraç verip, hizmet etsinler."lâkin eğer senin ile musalaha etmeyip harp eder ise, onu muhasara edesin."ve Allah’ın, onu senin eline teslim ettikte erkeklerin hepsini kılıçtan geçiresin.
    "Amma, kadınlar ile çocukları ve hayvanları ve bütün ganimeti, yani o şehirde bulunanların hepsini yağma edip allah'ın sana verdiği düşmanlarının ganimetlerini yiyesin.") cezalandırmalarını katliam olarak değil, gereğidir diye düşünüyorum.
    Kişi ki, hasta olduğu vakit "mikrop da bir varlıktır, yaşamaya hakkı vardır!" demeyip ilaçla tedavisine bakmakta, özbenliğini korumaya çalışmaktadır. Kimse de sen mikrop katliamı yapıyorsun dememektedir. Bu sebeple, açılmış olan başlığın da yanlış olduğu kanaatindeyim.”EK:
    İşin içine Allahı koydunuz mu bu aldatma asırlar boyunca sürdürülür! Allah,”öldür; yağmala! Der mi? Buyurunuz günümüzdeki İslamların Yağmalarını, Katliamlarını ve ırza geçmelerini!Hep Allah adına?


  1. "kişi ki, hasta olduğu vakit "mikrop da bir varlıktır, yaşamaya hakkı vardır!" demeyip ilaçla tedavisine bakmakta, özbenliğini korumaya çalışmaktadır..." diyenlerin kendilerine kendilerin 21.yy’ın şartlarında evrensel kurallar çerçevesinde yaşamaları gerekirken, 7. yy'ın emir ve yasakları çerçevesinde yaşadıkları için donmuş, dogmatik, geçmişte yaşayan, özlemli veya hasta oldukları iddia edildiklerinde (karşılığında da ölüm değil sadece beyinlerini açmaları istenmesine rağmen) ve benzer gerekçeler ileri sürüldüğünde bu görüş sahiplerinin fobik olduklarının ileri sürüldüğü göze alındığında ne kadar akılcı olduklarının düşünülmesi gereken kişilerce savunulan katliamdır...

    Tarih boyunca katliamları ile bilinen... Bazen Türk komutanlar eli ile Türkleri bile öldürebilmiş (sırf zorla dinine katmak için bile yaptıkları 300 yıl civarı)... İnsanların yaptığı ve şu an itibariyle 1400. yılını yaşadığımız katliamlar çağının başlangıcındaki katliamdır.


  1. Allahın yine işi gücü bırakıp yine bir kavgada bir allaha yakışmayacak şekilde peygamberini kollamasıdır.
    Kullar olarak bu adaletsizliğe dur demeli ve bir şeyler yapmalıyız. Allahı değiştirmek elimizde.


  1. Medine Sözleşmesi’ne muhalefet eden bir hadise. Nerde o barışın sağlanması? Laik devlet mantığı? Yok. Demek ki insanoğlu güçlü duruma geçince düşünceleri, uygulamaları değişebiliyor. Sad' bin Muazın verdiği hükümse yahudilerin uyguladığı savaş kanunlarına paralel. Bu da işin bir diğer ironisi. Aradaki münafıkların ateşi harlamasına sığınıp olaydan sıyrılmaya çalışmak anlamsız. Yanlış her yerde yanlıştır.

Katliam kararını -güya- sa’d bin muaz vermiştir. Saad bu olaydan hemen sonra kan kaybından ölmüştür. Daha sonra kimse saada bu katliam kararını verip vermediğini soramayacaktır.
(bkz: ben yapmadım miki yaptı

Beni kureyza kabilesi baslığı altında ortaya çeşitli görüşler konularak incelenmiş bir olay hakkında tekrar, tekrar yeni baslıklar açmanın anlamı nedir bilinmez. Sa’d b. Muaz'in iyi bir hakem olamamış olduğuna yaptığınız araştırmalar sonucunda kani olduysanız, olayların süreçleri ile beraber gelir burada açıklarsınız. İnsanlar da oturur okurlar ve kararlarını verirler. Ayrıca insanların tanımadıkları, uzun sure önce yasamış insanlar hakkında birtakım imalarda bulunmaları hiç de hoş bir davranış şekli değil. Burada daha önce yazılan bir girdide, konu tamamen çarpıtılarak sanki sa’d b. muaz'in hakemligi dayatilmis gibi bir izlenim verilmeye çalışılmış. Sa’d b. Muaz'in hakemligi ben-i kurayza tarafından kabul edilmek zorunda degildi, fakat onlar kendisinin adilane bir karar vereceğine emindiler ve verilen karara uydular. Hz. Muhammed'in savaşta bir toplumun tamamen yok olmasına yol acabilecek hiyanet ve ihanetin bedelinin ne olmasi gerektiği noktasında gerçekleştirdiği bu eylemi vicdan ve insaf kavramlariyla tartışanların, kendilerini olayların içerisine koymak yerine en ufak bir hakları gaspedildiginde nasıl aslan kesildiklerini çok iyi goruyor insanlar. Gerçek hayatta ve burada. HZ. Muhammed saf iyilik timsali, önüne gelen her şeyi hoş gren bir insan degildi. Onun hayati biz insanlara örnek olacak şekilde yasandi. Beş bin yıl önce de, bin dört yüz yıl önce de, buğun de gelişmiş gelişmemiş tüm memleketlerde, toplumların vatan dediği beldelerin ve toplumların kendisinin geleceğini yok etmeye yönelik her turlu ciddi girişimin bedeli aynidir. Siz burada kafanızda bir dünya kurup meydana gelen olayları Hitlerin yaptığı katliamlarla karsılaştırabilirsiniz. Fakat bunların hiçbirisi beni kurayza Kabilesi’nin kendilerini sona götüren süreçte bundan geri dönebilecekleri her aşamada buna yuf cevirmiş oldukları gerçeğini değiştirmiyor.
Burada ve başka baslıklarda yazan herkesin olayları aktarırken sübjektif birtakım ifadelerle olayların ayrı birer versiyonunu oluşturduğunu görüyoruz. İçerisine nefret ve öfkenin girdiği düşüncelerin ne kadar sağlıklı olabileceğini bilmiyorum. Yakin zamanda beni kurayza Kabilesi’nin basına gelenleri soğukkanlılıkla işaret edip bunu siyasi-askeri bir olay olarak degerlediren bir hahamın konuşmasını televizyonda izledim (eğer videosunu bulursam linkini vereceğim). Kendisi meydana gelen olay icerisinde, ister Musevi olsun, ister olmasin yapılan bir akde uymayan bir topluluğun akit yaptığı topluluğun bekasını tehlikeye attığını ve bunun vurgulanması gereken bir nokta oldugunu aktardı. Hz. Muhammed'in hayatini incelediğinde genel olarak ehli kitapla çok iyi ilişkiler yürüttüğünü, onların inançlarına ve inançlarının gereklerini yerine getirmelerine saygı gösterdiğini belirtti. Bunun yani sıra Hz. muhammed öldüğünde zırhının Yahudi bir tüccarda rehin olduğu tarihi kaynaklarda aktarılmaktadır. Bu da onun Musevilerle ve Hıristiyanlarla ilişkilerinin boyutunu gosteren bir örnektir. Bugün İsrail - Filistin olayları cezvesinde İslam dünyasındaki Musevi düşmanlığı ve Ön yargısından sıyrılmadan beni kureyza Kabilesi’nin basına gelenleri de anlamak pek mümkün değil. Bu genel olarak kırılması elzem algıyı ve meydana gelmiş olayları İslam düşmanlığının bir enstrümanı haline getirme gayreti içerisinde olanlara zaten söylenebilecek pek bir şey yok.
EK. Yahudilerle Hıristiyanlarla dost olmayın.”Bir kaya, arkamda bir Yahudi saklı diyene kadar onlarla savaşın!”Bunlara ne buyurulur.
"Hz. Safiyye Olayı
1-safiye: t.dursun’un dramatik bir tarzda anlattığı ve sanki yahudilerin toptan kılıçtan geçirildiği izlenimi verdirmeye çalıştığı beni kureyza yahudileri ile olan savaştan önce hendek savaşından bahsetmek gerekir. Hendek savaşından önce, benî kureyza yahudileri, hiç bir gruba taraf olmamışlardı. Ama benî nadîr yahudileri onları bu savaşa katmaya çalıştı. safiyye'nin (ra) babası huyey b. ahtab kalkıp doğrudan kureyza oğullarının lideri ka'b b. esed'in yanına gitti. ka'b görüşmeyi reddetti. huyey: "

Ben ucu bucağı olmayan deniz gibi bir ordu getirdim. Kureyş ve bütün Araplar ayağa kalkmışlar, hepsi de Muhammed’in kanına susamış durumdalar. Bu fırsat, elden kaçırılacak gibi değil. Artık İslâm’ın sonu geldi" dedi. ka'b hâlâ savaşa katılmaya razı değildi. "Muhammed’i daima sözünde duran biri olarak tanıdım. Onunla yaptığım anlaşmayı bozmam ve verdiğim sözde durmamam mertliğe sığmaz" dedilerse de savaşa katılarak Müslümanlarla yapılan anlaşmayı “muhammed kimdir, anlaşma nedir, biz tanımıyoruz” diyerek bozdular, ihanet ettiler.
Hendek savaşından sonra geri çekilen Benî Kurayza’lılar, Safiyye'nin (ra) babası huyey b. ahtab’ı yanlarında götürdüler. Hz. Peygamber, “hiç kimse silahını bırakmasın, hedef kureyza” diyerek, beni kureyzanın anlaşmayı bozmalarının hesabını sormak için yola çıktı. Beni Kureyza’lılar özür dileyip anlaşma zemini hazırlayacaklarına, peygambere küfürler yağdırdılar. Kuşatma yaklaşık bir ay sürdü. Sonunda Sad b. Muazın vereceği karara razı olacaklarını bildirdiler. Sad b. muaz Tevrat’a göre hüküm verdi ve erkeklerin öldürülmesine karar verdi. bu yaklaşık savaşa katılan 400 (bkz: ibni hişam, beni kureyza gazvesi) kişinin öldürülmesi demekti ve yahudiler buna hiç itiraz etmediler.
Peki, Hz peygamber beni kurayza’ya karşı nasıl davranmıştı:
1.1-Yahudilere anlaşma yapılmış ve dinlerini serbestçe yaşayabilecekleri bildirilmişti.
1.2-Aleyhinde pek çok karar olan beni kurayza’ya haklar vererek, beni nadir’le eşit seviyeye çıkarmıştı.
1.3-beni nadir sürgüne gönderilmiş ama beni kurayza’yla tekrar anlaşma yapmıştı.
1.4-Beni Kureyza hendek savaşına katılarak anlaşmayı bozdu.
1.5-Hendek savaşının çıkmasını sağlayan safiyye’nin (r.a) babası huyey b. ahtab’ı koruma altına alarak kalelerine götürmüşlerdi.
her iki taraftan insanların öldüğü bir savaşı başlatan, binlerce insanı zor duruma düşüren, anlaşmaları bozan, Müslüman hanımların kaldığı kaleye saldıran Beni Kurayza’ya onların kutsal kitapları doğrultusunca verilen karara yahudiler bile itiraz etmemişken t. dursun niye itiraz ediyor onu anlamakta güçlük çekiyoruz. Yahudi’den çok, Yahudicilik acaba niye?
Yüzlerce ağaca soykırım yapıldı diyen çevreci(?) t. dursun, hz. peygamberin(a.s) bunu geçimlerini hurmadan sağlayan yahudilerin direnişlerini kırmak, teslim olmalarını sağlamak ve her komutanın ordusunu az zayiatla başarıya ulaştırmak için ne yapılması gerekirse onu yaptığını anlamasını beklemiyoruz zaten.
Bizzat kendisi elleriyle yüzlerce hurmayı diken, “savaşta çocuklara, kadınlara, yaşlılara, ağaçlara zarar vermeyin.”, “kıyametin koptuğunu görürseniz elinizde fidan varsa onu diken” diyen Hz. peygamberin bu yönünü ortaya çıkarmasını da kendisinden beklemek abesle iştigal olur. Ateist, ateistliğini yapar.
Safiye, Kureyza liderin kızı, nadir kabilesinin liderinin karısıydı. Babası ve kocası ölmüş, kendisi de esir edilmişti. Dıhyetü’l kelbi gelerek bir hizmetçi istemiş Hz. Peygamber de “bizzat giderek bir tane al.”Diyerek tercihi kelbiye bırakmış o da giderek Safiye’yi almıştı. Daha sonra bir Müslüman gelerek bu seçime safiyye’nin konumunu göstererek itiraz etmiş ve safiyye ile Hz. peygamberin evlenmesinin doğru olacağını söylemiştir. (Müslim 4/546)
Hz. peygamber (a.s), safiyye’yi azat etmiş, çekip gitme ya da kendisiyle evlenme seçeneğini sunmuş. Safiyye’de bir peygamberle evlenmeyi tercih etmiştir. (i.hanbel, müsned, 3/138)
Hz. safiyye, şu rivayeti nakleder: “Hz. Muhammed, Medine’ye hicretten sonra babamla amcam o’nu dinlemeye gitti. Döndükten sonra amcam, babama “o mu?” (yani beklediğimiz peygamber mi?) diye sordu. Babamda “vallahi “o” diye cevap verdi. Amcam “peki ne yapacağız?” diye sordu. Babam: “vallahi ben yaşadığım müddetçe ona iman etmeyeceğim.”Diye cevap verdi."

İzmir;28 Eylül 2013

İSLAM ADINA YAPILAN TÜRK KATLİAMLARI

               TC.                                                           

OSMAN TÜRKOĞUZ


Turgay Tezcanlı

ŞERİAT SÖZ TANIMAZ

Bize okullarda bunlardan bahsedilmez. Neden çünkü bu katliamları yapanlar Emevilerdir. Emeviler, Arap olmayan toplumları (Fars, Türk vs.) katliamlara tabi tutmuşlardır. Türklere de yaptıkları katliamlardan ikisi TALKAN ve CURCAN katliamlarıdır. Silahlarını bıraktıkları ve serbest bırakılacakları söylendiği halde 100 binden fazla Türk katledilmiş kadınları ve kızları CARİYE olarak alınmıştır. İşte bu pislikleri yapan Emevilerin komutanlarından KUTEYBE BİN MÜSLÜMDÜR. Bazı İslami sitelerde büyük komutan olarak anılıyor ve bu beni rahatsız ediyor. KUTEYBE büyük bir cani ve katildir.

İSLAM ADINA YAPILAN TÜRK KATLİAMLARI

“Aşağıdaki bilgilerin tamamı İslami kaynaklardan, Taberi ve Zekeriya Kitapçı gibi İslami tarihçi ve yazarlardan alınarak düzenlenmiştir.
Türklerin kılıç zoruyla Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670’li tarihlere dayanan bilgiler maalesef okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş, verilen bilgiler ise, Türklerin Müslümanlığa geçişleri kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740’lara kadar ki tarih atlanarak verilmiştir.

İslam'ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670’lerden başlayarak 740’lara kadar uzanan tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini, bu kısa tarihi öğrenince biraz daha anlamak mümkün olabilecektir. Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım..

1. TARİHİN EN AŞAĞILIK SOYKIRIMLARINDAN BİRİ - TALKAN KATLİAMI

Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akıbete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptığı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir.Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terk eder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır. Bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır.
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar. Erkekleri dövüşerek ölürler.Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. İki ay süreli olarak ya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar..Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.

Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar..Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

Bu olay, Ziya Kitapçının, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır:
Bu harplerden birinde, et-Taberi'nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe''ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman'ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesini de önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harplerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır, ”Kazah ve Facfac” önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.

Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler.”

Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece her şey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergana’dan yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler.Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır. Bu anlaşmaya göre,

1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..
2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir.
3.Şehirde Cami yapılacaktır..
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır.
5.Tapınaklardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir..

Daha sonra Kuteybe, altından yapılan tüm eserleri erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Müslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır.
Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.. Zaman ,aman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yı işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar. Tam Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir.

TABERİ ANLATIMLARI

Aşağıdaki pasajlar doğrudan Taberinin anlatımından alınmıştır.

Tarih-i Taberi / Cilt 3/(Syf-343)

Her kim Türk’lerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi müslümanlar bir, bir Türk’lerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar. Ve Türk’leri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübalağa ile mal ve ganimet alıp yine dönüp Merv’e geldiler.

Yaz gelince Kuteybe Horasan şehirlerine nameler gönderip asker topladı. Sonra göçüp Talkan’a vardı. Şehrek ki Talkan meliki idi. Neyzekle müttefik idi. Kuteybe’nin geldiğini işitince kaçtı. Kuteybe Talkan’a girdiği vakit hükmetti ki ahalisini kılıçtan geçireler. Ne kadar kırabilirlerse kıralar. Bunun üzerine Kuteybe’nin askeri orada hesapsız adam öldürdü.

Rivayet ederler ki 4 fersek yol iki taraftan muttasıl ceviz ağacı dallarına adamlar asılmış idi. Oradan göçtü. Mervalarüd’e kondu. Oradaki melik kaçtı. Kuteybe onun da iki oğlunu tuttukta kalan şehrin beyleri itaat edip istikbale geldiler.(Syf-344)
Kuteybe dedi: - Vallahi eğer benim ömrümden üç söz söyleyecek kadar zaman kalmış olsa bunu derim ki (Uktülühü, uktülühü, uktülühü). ( Hepsini öldürün, hepsini öldürün, hepsini öldürün )
Bunun üzerine Neyzek’i ve iki kardeşi oğulları ki biri Sol ve biri Osman’dır. Ve yine o kendisi ile mahsur olanların hepsini öldürdüler. Hepsi 700 adam idi. Buyurdu başlarını kesip Haccac’a gönderdiler.(Syf-347)

Kuteybe deve palanı demek olur.(Syf-351)

.......

BU 70 YIL SÜREN TÜRK-ARAP SAVAŞLARININ EN ÖNEMLİ NOKTALARI VE SONUÇLARI;

1- 100.000'in üstünde Türk katledilmiştir.
2- 50.000'in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3- Şehirler yağmalanmış, ganimet diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
4- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
5- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan "Talkan Katliamında" 40.000 Türkün kesilerek 24 km yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır. (Tarihte örneği çok azdır.)
6- Aynı şekilde "Curcan Katliamında da esir alınan 40.000 Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7- "Teslim olursanız canınız bağışlanacak" sözü hiç bir zaman yerine getirilmemiş , "ŞERİAT SÖZ TANIMAZ" denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.

8- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
9- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
10-BU TARİHİ GERÇEKLER "İSLAM ETKİLENMESİN" DÜŞÜNCESİYLE GİZLENMEKTE, BAHSEDİLMEMEKTEDİR.

TARİHİ GERÇEKLERİ HALKINA ANLATMAMAK BİR İHANETTİR.

Kardeşlerimiz diye günümüzde dahi kıçları yalanan bu  rezil  Arap milleti ki tarih boyunca bizi sırtımızdan vurmuşlardır (son örneği  Kıbrıs  olayında bizi BM de desteklemedikleri).

Not: Bir Dostumdan geldi, bu bilgileri veren yazı ben de, aynen sundum.Bilmeyenlerin Bilgisine…..
Sayın Başbakanımız da, TÜRKÜM diyemiyor….Neden acaba…?...!

Bu yazı toplam 15951 defa okunmuştur

               TC.                                                           

OSMAN TÜRKOĞUZ


























                            ARAP BÜLBÜLÜ SOYTARILARINA!

Arapların Türk Katliamı ve Türklerin Müslümanlığı Kabul Etmesi

Bu yazı alıntıdır.Biraz uzundur ama okumanızı tavsiye ederim..Türkler Nasıl Müslümanlaştı? Türk-İslamcı resmi tarihimizin gizlediği konu: Türkler nasıl Müslümanlaştı? Tarih ders kitaplarımızda bu konuda tek cümle ile Türklerin 9. ve 10. yy.'da İslamiyeti benimsediği yazılır ve geçiştirilir. Türk boylarının kendi istekleri ile İslamı benimsedikleri sanısı verilir. Oysa Orta-Asya'dan göç etmiş Türk kabileleri henüz bir devlet olmamaları ve iç anlaşmazlıkları nedeniyle bilhassa Emevilerin yoğun kırımlarına maruz kalmıştır. Şaman Türkler, Müslüman Emeviler tarafından bilhassa Curcan ve Talkan şehirlerinde çocuk, kadın, yaşlı demeden kitle kırımlarına uğramıştır. Bu nedenle Orta-Asya'dan batıya göç eden Şaman Türkler, batıda Müslümanların engeliyle karşılaşmış, iki arada bir derede kalmıştır. Üçyüzyıl süren direnişlerine rağmen Türkler, baskı altında İslamı benimsemek zorunda kalmışlardır sonunda. Giderek daha çok siyasete bulaştırılmak istenen İslam, ilk olarak Türklere ne şekilde ve hangi şartlarda gelmiştir pek bilinmez, sanki bilinmesi de pek istenmez. Ancak, bir çoğumuzun bilmediği, yada bilmek istemediği bu tarih, en çok bilmemiz gereken konuların başında gelmektedir.. Aşağıdaki doküman tamamen İslami kaynaklardan, Taberi ve Zekeriya Kitapçı gibi İslami tarihçi ve yazarlardan düzenlenerek hazırlanmıştır. Türklerin ilk Müslümanlaştırılmaları ile ilgili 670 li tarihlere dayanan bilgiler maalesef okullarda bizlere hiçbir zaman verilmemiş, verilen bilgiler ise, Türklerin Müslümanlığa geçişleri kendi istekleri ile olmuş gibi gösterilerek, 740 ‘lara kadar ki tarih atlanarak verilmiştir. İslam'ın Türklere zorla kabul ettirilmeleri ile ilgili 670’lerden başlayarak 740’lara kadar uzanan tarihin bize okullarda anlatılmamasının nedenlerini, bu kısa tarihi öğrenince biraz daha anlamak mümkün olabilecektir. Şimdi, bu atlanan 70 senelik tarihe bir göz atalım.. Müslüman Arapların Türklere İlk Saldırıları Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında bulunan bölge tarihi ipek yolu üzerindedir.. Türk beylikleri, bu bölgedeki, Buhara, Semerkant, Talkan, Baykent gibi şehirlerde yerleşmiş yaşıyorlar, deri imal ediyor ve pamukdan kağıt üreterek bunları satıyor ve iyi de para kazanıyorlardı.. Bu üretimlerinin yanı sıra Altın madenleri çalıştırıyorlardı..Özellikle adı zengin şehir manasına gelen, Semerkant’ın zenginliğinin o devirde dillere destan olduğu söylenir.. Bu zenginlik öteden beri Talancı Arapların iştahını kabartıyorduysa da, Türklerden çekiniyorlar ve araya sınır olarak koydukları Ceyhun nehrini geçmeye pek cesaret edemiyorlardı.. Çünkü daha önce Halife Osman zamanında, Muhammed bin Cerir komutasındaki Araplar İslamı yayma bahanesiyle oraları talan etmek için 2700 kişilik bir ordu ile Fergana’ya kadar girdiyse de Türkler tarafından yok edilmişlerdi.. Ancak daha sonraları Muaviye tarafından, Ceyhun nehrinin altında kalan Horasan’ın tamamıyla işgal edilmesi ile o bölgede ilk Araplaştırma ve İslamlaştırma girişimleri başlamış oldu.. Buhara'nın Talan Edilmesi Horasan’ın kendileri tarafından tamamen işgal edilmesinden cesaret alan Araplar, Muaviye’nin ilk Horasan valisi olan, Ubeydullah bin Ziyad 673 yılında bu sefer ilkinden çok daha kalabalık 24000 kişilik bir ordu ile Ceyhun nehrini geçerek Kibac Hatun yönetimindeki Buhara’yı kuşatır. Kibac Hatun diğer Türk beyliklerinden yardım isterse de bu yardım kendisine gelmez ve Araplar verdikleri kayıplardan dolayı Buhara’yı işgal edemezlerse de tam anlamıyla talan ederler.. Daha sonra, Muaviye’nin ikekşi Horasan Valisi, Halife Osman’ın oğlu Said’de Buhara’ya saldırmaya hazırlanır.. Kendisine diğer Türk Beyliklerinden yardım gelmeyeceğini anlayan Kibac Hatun, Said’le anlaşma yapmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre, Kibac Hatun, Said’e diğer Türk Beyliklerine yapacağı saldırılarda önüne çıkmayacağına dair güvence ve bu güvencenin teminatı olarak da Buhara’daki Türk asilzadelerinden rehinler verir.. ( Bu sayı kimi tarihcilere göre 50 kimine göre de 80’dir... ) Bu anlaşmanın verdiği rahatlıkla Said, zenginliğini öteden beri duyduğu Semerkant’a saldırır.. Semerkant’ı baştan aşağı talan eder ve topladığı binlerce Türk gencini, köle pazarlarında satmak için Horasan’a getirir.. Said daha sonra Kibac Hatun’dan aldığı 80 kadar rehine tarafından bir punduna getirilmiş ve hançerlenerek öldürülmüştü....( Said’i öldürdükten sonra dağa kaçmayı başaran rehinlerin orada açlıktan öldüğü söylenir ) Said’den sonra, Horasan Valisi Salim bin Ziyad olur. Horasan’da Muaviye’nin oğlu Yezide bağlıdır.. Ziyad’da ayni şekilde 680 yılında Türkleri İslamlaştırmak ve şehirlerini talan etmek için saldırır fakat püskürtülerek geri çekilirler.. Bu sefer, kendi orduları Türkler tarafından talan edilerek silahları alınır.. Daha sonra Araplar daha güçlü bir orduyla tekrar saldırır ve Türkleri gene talan ederler.. Bu talandan her Arap 2400 dirhem alır.. ( Bir kölenin satış fiyatı 300 ile 500 dirhem arasında olduğu düşünülürse, bu durumda aldıkları ganimet adam başına 7 veya 8 köleye eş değerdedir..) Haccac ve Rutbil İslam’da ilk asimilasyon 685 yılında Abdülmelik ile başlar.. Abdülmelik, etrafını İslamlaştırmaya adı İslam tarihine kandökücü zalim olan Haccac’ı kendisine yardımcı seçerek başlar.. Abdülmelik önce civar halkların dillerini Arapçalaştırdı.. Harac karşılığı önceden bazı hakları kabul edilmiş olan gayri Müslimlerin bütün haklarını geri aldı.. Bu arada Haccac’ı Irak genel valiliğine atadı.. Haccac’ın Irak’a genel vali atanmasından sonra Türklerin kaderinde ilk köklü değişikler başlamış oldu.. Haccac ilk olarak Ubeydullah ibni Ebi Bekri’yi Sicistan’a, Muhalleb ibni Ebi Sufra’yi da Horasan’a vali yapar.. O tarihte, Sicistan’ın Türk Hükümdarı Rutbil’dir ve Araplara vergi vermektedir.. Haccac, bununla yetinmez ve Ubeydullah’ı Rutbil’in üzerine göndererek ondan tam olarak teslim olmasını ister.. Rutbil önce bu teklifi kabul etmek istemez.. Bunun üzerine Ubeydullah Rutbil’in üzerine yürür.. Rutbil 18 fersah geriye çekilerek Ubeydullah ve ordusunu kuşatma altına alır..Ubeydullah, Rutbil’den kurtulmak için 700000 dirhem teklif ederse de Rutbil kabul etmeyerek Arap ordusunu büyük bir bozguna uğratır.. Buna çok kızan Haccac 40000 kişilik büyük bir ordu toparlayarak, Abdurrahman ibn Esas komutasında Rutbil’in üzerine gönderir.. Rutbil’i yenemeyeceğini anlayan Esas, bu sefer onunla anlaşır.. Bu olay karşısında çılgına dönen Haccac, Esas’ı yakalatmak üzere bir birlik gönderirse de, Esas’ın ordusu bu birliği yenilgiye uğratır ve geri kalanları da Basra’ya kadar sürer. Ancak burada yenilen Esas’ın ordusu dağılır ve Esas Rutbil’e sığınır.. Bunun üzerine Haccac, Esas’ı kendisine vermesi için Rutbil’i tehdit eder.. Vermediği taktirde çok büyük bir ordu ile üzerine yürüyeceğini ve bütün Türk şehirlerini harap edeceğini, verirse de kendisinden 7 sene hiç vergi almayacağını söyler.. Türk şehirlerinin tekrar bir savaşa girmesini istemeyen Rutbil, 7 sene haraçtan muaf tutulacağını da düşünerek Haccac’ın bu teklifini kabul eder ve Esas ve yakınlarını Haccac’a teslim eder.. Ancak, Rutbil Haccac’a güvenmekle hata yaptığını daha sonra anlayacaktır.. Haccac Rutbil’den Esas’ı teslim aldıktan sonra derhal yeni bir ordu düzenleyerek 699 yılında Muhelleb bin Ebi Sufyan komutasında Türk şehirlerinin üzerine gönderir.. Hocente, Kes, Sogd ve Nesef’i ele geçirirse de Türkler direnirler.. Horasan valiliğine Muhelleb’in oğlu Yezid gelir.. Yezid ibni Muhelleb’de Türk şehirlerini talan eder.Yezid’in savaşçıları, Harzem’den ele geçirdiği Türkleri boyunlarına damga vurarak köle pazarlarında satarlar.. Bu tarihlerde, Araplar Türklerin yurtlarını devamlı olarak istila edip şehirlerini talan ettilerse de kalıcı bir üstünlük sağlayamamışlar, elde ettikleri yerleri sonunda tekrar Türlere geri vermek zorunda kalmışlardı.. Kuteybe ibni Müslim 705 yılında Abdülmelik öldüğünde yerine oğlu Velid geçer.. Ve Türk tarihini önemli şekilde etkileyecek olay, Kuteybe ibni Müslim’in Horasan’a vali atanması olur.. Bu zamana kadar kalıcı bir başarı elde edemeyen Araplar onun zamanında Türk yurtlarında kalıcı başarılar elde etmişlerdir. Türklerin gerçek anlamda kılıç zoru ile Müslümanlaştırılmaya başlamaları Kuteybe zamanında olmuştur..Vali olduğu andan itibaren, Türk Beyliklerinin toptan işgal edilerek İslamlaştırılması için çok güçlü bir ordu kurmaya başlar.. Merv’de askerleri toplayarak, Allah kendi dininin aziz olması için size bu toprakları helal kıldı der.. Sanki, Bakara suresi 193’ü .... “Yalnız Allah dini kalana kadar onlarla savaşın...” ya da “8.Enfal /.39’u “din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” . ayetlerini savaşçılarına hatırlatarak Arap ordusunu Türklerin üzerine sürer.. Kuteybe ilk olarak Baykent’i kuşatır.. Diğer Beyliklerden Türk Savaşçılar Baykent’in savunmasına yardıma gelirler.. İki ay süren bir savaş olur. Kuteybe tam bir zafer kazanamazsa da, Türkleri haraca bağlayan bir anlaşma yapmaya zorlar.. Şehir yıkımdan kurtulur ama, şehre giren Araplar anlaşmaya rağmen şehrin bir kısmını yağmalarlar ve şehirden ayrılırlarken arkalarında bir de askeri garnizon bırakırlar.. Başlarına gelecekleri anlayan Türkler ayaklanmaya başlarlar ve kendi aralarında silahlanarak karşı bir mücahit birliği kurarlar, Baykent’de karışıklıklar başlar.. Bunun üzerine Kuteybe Baykent’e tekrar gelerek nekadar silahlanan Türk varsa hepsini öldürtür.. Kadınları ve çocukları esir alır ve şehri tekrar baştan aşağı yağmalar.. Taberi’nin anlatımlarına göre, Kuteybe’nin aldığı ganimetlerin haddi hesabı yoktur.. Taberi, bütün Horasan’ı işgal ettiklerinde dahi bu kadar ganimet toplayamadıklarını söyler.. Şehrin yağmasından sonra, daha önce Horasan’da Merv’e getirilmiş olan Arap aileleri, Merv’den getirilerek Baykent’e yerleştirilir.. Muhafız birlikleri oluşturulur.. Valilik den vergi tahsildarlığına kadar bütün denetim organları Araplardan oluşturulur.. Türklerin Budist ve Zerdüşt inançlarını simgeleyen bütün heykeller toplatılır, taş olanlar kırılır, altın olanlar eritilerek ganimet olarak Araplar tarafından alınır.. Bunlar, Enfal suresinde yazdığı gibi, sanki Araplara Allah’ın verdiği ganimetlerdir.. Daha sonra esir edilen kadın ve çocuklar kocalarına ve babalarına geri satılır.. Müslümanlar, Baykentli Türklerin neleri var neleri yoksa almışlar, şehrin onarımı da gene Türklere kalmıştır..Bundan sonra sıra gelir Buhara’nın tamamen işgal edilip Müslümanlaştırılmasına.. Buhara'nın Tekrar Kuşatılması ve İlk Türk Katliamı Kuteybe Merv’de büyük bir hazırlık yapar.. Bu arada Vardana ve Buhara beylikleri arasında çatışmalar vardır.. Müslümanlara karşı mücadele etmek için bu çatışmalar derhal durdurulur ve Vardan Hudat, Kuteybe’ye karşı Türklerin başına geçer.. Kuteybe önce, Numiskent ve Ramitan’a saldırır ve buraları kolayca istila eder.. Demirkapı önlerinde Vardan’la çarpışırlar.. Vardan savaşı kaybeder ve Buhara’ya doğru çekilir.. Ancak Kuteybe’de, savaştan yorgun düştüğü için Buhara’yı alamadan Merv’e geri döner.. Haccac bunu başarısızlık olarak kabul eder ve, Buhara’yı mutlaka almasi için Kuteybe’ye emir verir..Kuteybe büyük bir hazırlık yaparak bir sene sonra tekrar Buhara’yı kuşatır.. Türkler direnir ve Kuteybe başarılı olamaz, ordusu dağılmaya başlar.. Bunun üzerine Kuteybe her bir Türk başı için askerlerine 100 dirhem vaad eder.. Para hırsı ile gayrete gelen Araplar, şehri istila ederler..Bütün direnen Türkler kılıçtan geçirilerek tam bir katliam yapılır, Araplar Türk kadınlarına tecavüz ederler, beğendikleri kadınları ya cariye olarak kullanmak yada köle pazarında satmak üzere alıkoyarlar.. Erkeklerden de binlerce kişiyi köle olarak satmak üzere beraberlerinde götürürler.. Araplardan oluşan yeni bir idari kurumlaşma yapılır.. Diğer beyliklerden tepkiler gelmeye başlayınca da, Buhara Melikesi Hatun’un oğlu Tuğ Sad kukla hükümdar yapılır.. Tuğ Sad tarihe hain bir işbirlikçi olarak geçer.. Daha sonrada Müslüman olarak oğluna da, efendisi Kuteybe’nin ismini vererek bağlılığını kanıtlar.. Etkili bir kolonizasyon yapmak isteyen Kuteybe bunun için öncelikle yerli halkı İslamlaştırmaya başlar.. Buhara halkı önceleri Müslüman olmuş gibi görünseler de bu dini kabul etmek istemezler..Kuteybe Türklerin aslında Müslüman olmadıklarını, evlerinde İslami kuralları tatbik etmediklerini anlar ve yeni bir yöntem geliştirir..Bu yönteme göre Türkler evlerini Araplarla paylaşmak zorunda bırakılırlar ve bu şekilde bire bir kontrol altına alınırlar.. İslami kurallara uymayanlar ise ağır cezalara uğratılırlar.. ( Bugün, bazı İslami yazarlar bu getirilen tedbirlerin İslam'ın Türkler tarafından kabul edilmesinde çok yarar sağladığını açıkça ifade ederler..Bu yaklaşım da üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.. ) Kuteybe’nin bu zorlamaları karşısında, halkdan bazı direnişçiler çıkar.. Gizlice silahlanırlar..Bu durum karşısında Araplar camiye dahi silahsız gidemez olurlar..Kuteybe baskıları arttırır, kendi aralarında örgütleşen Türkleri yakalattırıp öldürtür.. Bu arada yeni vergi yasaları getirir.. Yerli halk, halifeye senede 200000 dirhem, Horasan valisi Haccac’a da 10000 dirhem vergi ödemeye mecbur bırakılır.. Bunun dışında Arap askerlerinin atlarına yem temin etmeye, oraya getirilip yerleştirilen Arap ailelerine odun temin etmeye ve onlara tahsis edilen arazilerde çalışmaya mecbur bırakılırlar.. Kadınlar, kızlar Araplara cariye yapılırlar.. Buhara Türkleri bu yıllarda dünyadaki çok az milletin yaşadığı vahşeti ve ıstırabı yaşar.. Kuteybe’nin getirip Türk evlerine yerleştirdiği Arap’lar, Türklerin o zamana kadar yaptıkları bütün birikimlerinin üzerine konarlar, Türklerin tarlalarını alır ve Türkleri o tarlalarda çalıştırırlar.. İste Tek din İslam oluncaya kadar savaşın diyen ayet, Arapları Türklerin sırtından geçimlerini sağlayacak ortamı yaratmıştır..Allah dini dedikleri İslam, Ahzab Suresi / 50 de olduğu gibi, savaşta gasp edilen Türk kızlarını da ganimet olarak görür, ve Araplara cariye olmalarını helal kılar..Cuma namazı zorunlu hale getirilir.. Genede Türlerden rağbet görmez. Bunun üzerine Kuteybe, namaza gelenlere 2 dirhem vaad ederek önce fakirler üzerinde İslamın etkili olmasını temine çalışır.. Bu uygulama nispeten başarılı olur.. Fakir halktan para için camiye gidenler olur.. 1. Büyük Katliam ( Talkan Katliamı ) Buhara’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.. Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar.. Sogd meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır.. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve tarafsız kalacaktır.. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir.. İlk olarak saldırıya uğrayan Kibac Hatun’a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o yardımı esirgeyenler aynı akıbete uğramışlardır.. Bu olaylarda Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır.. Neyzek Tarhan daha sonra Kuteybe ile yaptığı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş olacağını anlar.. Tohoristan’a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya çalışır.. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek’den gelir..Tarhan’ın planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür.. O ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek, Kuteybe’nin gelişinden önce şehri terkeder.. Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen nekadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır.. Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zekşire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.. Kuteybe sanki Kuran’daki ayetleri yerine getirmiştir.. 9 -Tevbe. 123. Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir. Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler.. Bu olay, Ziya Kitapçının, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında aynen şöyle anlatılır; Bu harplerden birinde, et-Taberi'nin bütün tafsilatı ile anlattığına göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe'ye, 4000 esirle gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman'ın böyle kalabalık Türk esirleri ile geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağrur bir eda ile oturan Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesini de önüne dizilmelerini söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba, insafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu harplerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır; "Kazah ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız. Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük gibiydiler." ( Sayfa 314 ) Harzem’de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı öldürür..Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem’i yakıp yıkar, halkı kılıçtan geçirir.. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem’deki uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır.. “Kuteybe, her çareye baş vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece her şey karanlıklara gömüldü.. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı..Harzem’i yıktıktan sonra Kuteybe, Semerkant üzerine yürür..Semerkant meliki Gurek üzerine gelen Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister.. Taşkent ve Fergana’dan yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe’nin askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler..Semerkant, kuşatılır.. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar.. Daha fazla dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır..Bu anlaşmaya göre; 1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir.. 2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak verecektir.. 3.Şehirde Cami yapılacaktır.. 4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır.. 5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe’ye teslim edilecektir.. Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve Merv’e geri döner.. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Müslim’i Semerkant’ın başına vali olarak bırakır.. Kuteybe’nin Merv’e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında işgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar.. Zaman ,zaman Ceyhun ırmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.. Haccac Kuteybe’ye Taşkent ve Fergana’yı işgal etmesi talimatını verir.. Kuteybe Taşkent’e gider fakat başarılı olamaz.. Bu arada Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe’ye Türklere karşı savaşları devam ettirmesini söyler.. Kuteybe bu sefer Kasgar’a doğru yola çıkar.. Tam Kasgar’ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni Abdülmelik halife olur.. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde kafası kesilerek öldürülür.. Çünkü Kuteybe’nin komutanları Halifeye karşı gelmek istememişlerdir.. (Yazının devamı için aynı başlıklı (2) no.lu yazıya bakınız) .




İzleyiciler

Blog Arşivi