2 Şubat 2013 Cumartesi

896/OSMANLI MI?TÜRKLERE SORMALISINIZ!

 
 
OSMAN TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@gmail.com
İzmir;02 Şubat 2013
OSMANLI MI?TÜRK'E SORMALISINIZ!
Dönme ve Devşirme ?mi Osmanlı Tarihine sormalısınız!Ostüzü.Soyunu ve soy bilincini inkâr edenler bir dine ve bir meshebe sahip olsalar da,alt tarafı birer soysuzdurlar!Ostüzü.
"Türk Genci,tarihini,atalarının başardığı büyük işleri öğrendiklçe,daha büyük atılım gücü bulacaktır!"Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
"Ben bir Türk Hakanıyım!"Temürlenk.
"Benim için en büyük övünç Türk olarak dünyaya gelmemdir!"Ebu'L Gazi Hahadır Han,Şecereyi terakime.17'inci yüzyıl.
"TÜRK;ÖVÜN,GÜVEN,ÇALIŞ'"Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Evet;bizler Türklüğümüzle övünüyoruz.Devşirme ve Dönme dölü de değiliz. "Benim milletimden istediğim yegane şey;sinesinden çıkarıp başının üstünde taşıyacağı kimselerin kanındaki ve vicdanındaki asli cevheri araştırmaktan bir an dahi tevaki etmesinler!"Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk.PS:Asabiyet=Kan bağı;Türklük bilinci ve Türklük sevinci.
"Türkçülüğü tarihten sileceğiz!"Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasını korumak üzere ant içen Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı Bay Recep Tayyip Erdoğan Beyimiz!Sayın Bayım Boşuna gayret;dedem dediğiniz Osmanlı da bu oyunu oynadı kendisi tarihten silindi.Biz Türkler;Mustafa Kemal önderliğinde,Ulusal Kurtuluş Savaşında;Dönmeliği ve Devşirmeliği temelinden sildik;sizler bunu bugün yeniden tesis edemezsiniz..Fransız,Fransızım der;Fransızlığı ile övünür;İngiliz İngilizim der,İngilizliği ile övünür.Türklüğünü inkâr ederek, Kürdüm diyerek Kürtlüğü ile övünenler de sizinle müzakere eder!Sizin MİT Başkanımız hangi ordududan emekli olmuştur ve Bölücü vatan hainlerimizle Hangi Ulus adına müzakere etmektedir.Mit çalışanlarının kimliği üzerinde hangi ulusun adı ve arması vardır?Siz hangi orduda kantin subaylığı yaptınız?Millet=Ulus demek değildir.Millet ve Milli;aynı dine ve aynı meshebe sahip olanlar demektir.Açınız Türkçe ve Osmanlıca sözlüğü,takınız gözlerinize minnet gözlüğünü!Ülkemizi ve Ulusal gururumuzu savunmak için,dağlarda,denizlerde ölenlerin tabutlarının üstüne örttüğümüz bayrağımızın adı nedir?Türk Bayrağıdır.O askerler kimin askeridir?Türk Askeridir.Siz,Sayın Bayım Kimin Başbakanısınız?Türk Ulusunun Başbakanısınız.Size; emekli bir Türk emekli jandarma subayı ve dahi Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olarak,sizlere bir önerim olacaktır:Çarlık Rus Ordusunun subaylarından Yüzbaşı Muravyev,1818 senesinde, Türk seceresinin köklerini yayımlamıştır.Daha önce de İranlı Reşid Ud-Din de aynı şemayı yayımlamıştı.Daha sonra da Osmanlı ,Türk boylarını egemenliği altına alabilmek için;İkinci Murat döneminde Yazıcıoğlu Ali'ye aynı şemayı yayımlattırarak Kayı Boyuna gelip te oturmuştu.Rahmetli Profesör Dr.Faruk Sümer'in Oğuzlar adlı eserini bir okuyunuz!
Bugün,nasıl İzmirli,Ankaralı,Adanalı dediklerimiz nasıl Türk iseler;o devirde de Kayı,Dodullu,Karaevli gibi 24 boy adında topladıklarımızın hepsi de Türk idiler.Uzaya fırlattığımız uydumuzun adını neden Gök Türk koydurttunuz! Biz;K^N emrinden beri Tüürküz.Devşirmelik ve Dönmelik Osmanlı uşaklığından başka bir şey değildir.Türkiye Cumhuriyetinde uşaklık yoktur;Türklük şuuru taşıyan Türk vatandaşlığı vardır.
           
Osmanlı vakanamelerini okuyarak, Osmanlının Türk’ü değerlendirmesine bir göz atalım!

            "
vaka İş bu nameler, Türk’ü aşağılamada söz birliği etmişlerdir. Hoca Sadettin de, Peçevi de Neşri de, Solakzade de ve Naima da, aynı ortak tutumu görmek mümkündür. Bunlar ve bunlar gibi birçok Osmanlı vakıa yazarına göre ”Türk-Türkmen”, ”kaba”, ”barbar”, kıyıcı”, ”kan dökücüdürler.” Çingene takımıyla aynı düzeydedirler- (Koçi Bey). Türkler ”nadan(cahil ve kaba) Türk. ”Etrabı bi idrak” (Akılsız Türkler). ”Türk’ü bedlika”(çirkin suratlı Türk), ”çoban köpeği biçiminde bir Türk’ü sütür (iri)idi”, ”hilekâr Türk”, ”ağaç ayaklu Kızılbaş Türk”, ”nice alay yüzleri murdar Türk”, ”imanı zayıf türe”, ”kötü zanlı Türkmen”, cibilliyetinde hıyanet toplanmış Türkler”, ”kötü yollu Türkmen”, uğursuz kavim”, “ahdi bozuk Türkmen güruhu”, “kendine uyan napaz (temiz) olmayan Türkmen”, “bir ayağı çarıklı Türk”, “hayâsız Türk”, “soysuz Etrak (Türk)”, “batıl ve gafil Türk”, “soylu olmayan Türkmen”, “hain Türkmenler”, “Türk vari”, “melun Türk”,””gizli garazlı Türkmen”, ”dili bozuk Türkmen”, “kudurmuş kurtlar gibi halkı dalayan Türkmen”, ”kafasız Türkmenler”, ”aman bilmeyen Türkmenler”, ”hırsız kılıklı Türkmen”, ”yaramaz Türk” ,”edepsiz Türkler”, ”ayağı çarıklı hırsız Anadolu Türk’ü”, ”ayıplı mezhep ve geniş meşrepli Türkler” -Aleviler için-, “Anadolu’da yaşayan kavrama gücünden yoksun Türkler”, ”duygusuz Türkler”, ”anlayıştan kıt Türkler”, ”kapkara Türkmen yığını”, ”inatçı Türkler”, kaba ve yabani anlamında Oğuz”, ve bunun gibi nitelemeleriyle dile getiriyordu.  (240a).“ Dağlara ve taşlara:”NEMUTLU TÜRKÜM DİYENE!” BASİTLİĞİNİ! YAZMIŞ OLAN BİZLER! BU SÖYLEM ÜZERİNE, DAĞLARIMIZI VE TAŞLARIMIZI KANIMIZLA BOYUYORUZ!
"Osmanlı bu süreç içersinde, tabanına karşı yabancılaşmıştır. Bu süreçte oluşan Osmanlı kozmopolitizmi, “Türklüğün üzerinde egemenlik demektir”. 
            (240a)- “Osmanlı aydınlarından! Alınmış olan bu niteleme örnekler için, Cellazade Mustafa Selim- Name, Kültür Bakanlığı yayını, Ank. 1990, s. 279, 300, 357; Neşri tarihi, 1/184, II/193, 194; Solakzade tarihi, 1/112, 149, 150, 216, 259, 364, 373, 375, 461, II/3, 385; Naima Tarihi, 1/283, II/536, 669, 850, III/1062, 1180, 1184, 1381, 1382, ;IV/1669; Koçi Bey Risalesi, s. 43; Evliya Çelebi Seyahatnamesi, I/212, 218, vd. II/99. Tarihi Gilmani, s.82, Yetkin, I/14, 66, 117 vd. 12
           
 Osmanlı toplumunu oluşturan kozmopolit yapı, toplumun başkalaşmasına yol açmıştır. Osmanlı Yönetimi de bir7, 138, 173, vd. 187, 191, 196, 200, 201, II/65; İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunun en uzun yüzyılı, Hil. Yay. İst. 1983, s.42; Mustafa Akdağ, (1974),I/368II(1971/75).Ayrıca, bu alanda derli, toplu bir değerlendirme için şu çalışmalara bakınız: Baki Öz, Cem Dergisi, sayı4-5."
           
Osmanlı ve onu izleyerek soyunu inkar edenler,varsın Türk ve Türkmen’i aşağılıya dursun; Mustafa Kemal, O’NU yüceltmesini, O’NA gerçek değerini vermesini bilmiştir. Osmanlı, ”ETRAB’I Bİ İDRAK,” demiş! Mustafa Kemal:
            “Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır.” Diyerek, tüm iftiraları silip, atmıştır. ”TÜRK; ÖVÜN, ÇALIŞ, GÜVEN;” diyerek, Türk milletinin gerisinde övünülecek bir geçmiş. Osmanlı gizli bir emir yayımlayarak,yanlışlıkla askere alınmış Alevi kesimindeki askerlerin,çeşitli bahanelerle ordudan terhislerini istemiştir.Osmanlı,Çepnileri hemen terhis etmiştir.
Mustafa Kemal: Türk olduğunu da vurguladıktan sonra:       
            “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” Sözünü bütün dünyaya ilan etmiştir. Bu söz benim amentüm olmuştur."Osman TÜRKOĞUZ;SOYUT'TAN SOMUT'MUSTAFA KEMAL,3'ÜNCÜ BÖLÜM.
Ekli araştırmayı da okursak;bugün Türk'e ve Türklüğümüze düşman olanların cibilliyetlerini daha iiyice anlamış oluruz.

"
TÜRK'LERİ SEVMEYEN OSMANLI "_
"Ne mutlu Türk'üm diyemeyenlerin neden Osmanlılığa sarıldıklarını iyi anlatan bir yazı..."
Soyları belli olmayan ya da soylarını inkâr edenlerin bir dinleri ve meshepleri olsa da,alt tarafı birer soysuzdurlar:Ostüzü.
Aşağıdaki satırlar çok ama çok dikkatle okunmalı, derim ENİS AKDAĞ."Bütün Türklerin okuyup öğrenmesi, bilmesi gereken bilgilerin çok ufak bir bölümü aşağıda, benim gibi merak edip araştırma yapmak isteyenler lütfen Arap - Türk ilişkileri, Türkler nasıl müslüman oldular, Arapların Türklerle savaşları ve benzeri sorularla GOOGLE dan araştırabilir ve Prof. Dr. İlhan Arsel'in yazdığı 7 kitaptan bulabilirler ve Arapların muhtelif tarih ve yerlerde takribi 700.000 Türkü nasıl öldürdüklerini de görebilirsiniz. Osmanlı benim ecdadım değildir, o sefil ve rezil padişahların yaptıkları beni bağlamaz, benim ecdadım Atatürk tür.
Ne mutlu Türküm diyene.
m.z.
TÜRK'LERİ SEVMEYEN OSMANLI _"Ne mutlu Türk'üm diyemeyenlerin neden Osmanlılığa sarıldıklarını iyi anlatan bir yazı..."_
TÜRK'LERİ SEVMEYEN OSMANLI “Ne mutlu Türk'üm diyemeyenlerin neden Osmanlılığa sarıldıklarını iyi anlatan bir yazı...”
Osmanlı padişahlarının ne denli Türk oldukları kuşkuludur. Çünkü kuruluş dönemindeki koşullarda geçerli olan; komşu ülkelere saldırma ve onlardan savaş tazminatı ve ganimeti alma siyasetine dayalı olarak güçlenip zenginleştikten sonra, yatak odalarını, “harem’ler kurarak zenginleştiren padişah-halifelerin birçoğu sayesinde, ırk ve kan birliği bozulmuş olduğu görülmektedir. “… Bütün kadın sultanlar, bütün padişah anaları, hep yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan geldiler. Hanedanda bu kan yabancılığı, Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahına kadar devam etti”
(1) Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan… C.2, s.440. Belki bu özelliklerinden dolayı, “halife” sanlı padişahlar, bu sanın yarattığı olanaklardan yararlanarak, yönetimi altında bulunan ve özellikle “Türk” kimliği taşıyan yönetilenleri tıpkı bir sürü gibi yönetmeyi yeğlemişlerdir. Henüz kuruluş dönemi olan 1466 yılında yapılan bir derlemede, “Türk iti şehre gelince Faresice ürer” denilmektedir.
(2) Burhan Oğuz’dan aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 118. Osmanlı şairlerinden Baki’nin, “Muhteşem Süleyman” olarak bilinen padişaha sunduğu bir şiirinin Türkçeleştirilmiş dizeleri şöyle:
“Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olamaz. Ey hoca Türk toplumundan olanın başı kabadır. Türk, sultan olma yeteneğinden yoksundur.” Yine bir Osmanlı şairi olan Nef’i ise;
“Tanrı, Türk’e irfan çeşmesini yasaklamıştır” demiştir. Divan-ı Hümayun yazmanlarından Hafız Hamdi Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde, “Baban da olsa Türkü öldür” nakaratını kullanmakta, üstelik bu sözün İslam Peygamberi Hz. Muhammet’e ait olduğunu vurgulamaktadır. Sadece bir kıtasını yineleyelim: “Sakın Türkü insan sanma. Bir an bile olsa Türk’le birlikte olma. Türk eline şeker olsa o şeker zehir olur. Türkün başını keserken sakın gam yeme. Baban da olsa Türkü öldür.” (3) Aktaran, Şakir Keçeli, a.g.y., s. 121. Osmanlı tarihinde çok saygın bir konumu olan Fatih bile, Otlukbeli Savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda; öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş ve
İşine devam et” demiştir. Hırvat kökenli, Sadrazam Kuyucu Murat döneminde (1606-1611), 155.000 insan doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuşlardır. Aman dileyen insanlara Kuyucu’nun yanıtı “Vurun şu pis Türkün başını” olmuştur. Cellâtların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat, Osmanlı’nın yetkilisi, öldürülen çocuk da Anadolu’nun evladı Türk’tür. (Olayı ayrıntıları ile Osmanlı tarihçisi Naima’dan öğrenmek olasıdır.) Yavuz Sultan Selim’in, halifeliği zorla da olsa aldıktan sonra, yönetim ile Türk ulusu arasındaki anlayış ve ideoloji ayrılığı açık şekilde çelişmiştir. Yönetime dayalı şeriatçı anlayış üst yönetime egemen olur iken, Anadolu’da yaygın olan Alevilik sayesinde Türk dili kendini koruma olanağı bulmuştur. Yönetimin Anadolu’yu dil unsuru aracılığıyla Araplaştırmasına ve Acemleştirmesine karşı olan bu halk, yok edilmek istenmiştir. Bu nedenle Anadolu’da öldürülen Türk sayısı, Yavuz Sultan Selim zamanında 40.000 kadardır. Bu gerçek Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk halkından koptuğunun açık bir kanıtıdır. (4) Çetin Yetkin, Türk Halkı… s.161. Osmanlı tarihçisi Naima aynı bilinç içinde şöyle yazmaktadır:
“Türkmen çözülüp gitmesi yamandır, cem-ü iltizamına derman yok.” Yani, Türk ulusu ve unsuru öylesine eriyip çözülecektir ki, bir daha birleşmesinin ve bütünleşmesinin ilacı ve dermanı olmayacaktır. Osmanlı tarihçisi Naima “Tarihi”nde Türkler için; nadan (kaba) Türk, idraksiz Türk, hilekâr Türk ifadelerini kullanmaktadır. (5) Naima Mustafa Efendi, Tarih-i Naima, Türkçeleştiren: Zuhuri Danışman, İstanbul, C.1, s.168, 238, C.2 s.536. C.3, s.1180, C.4 s.169.
Aslında Türkler hakkındaki kötü yargılar Selçuklulardan beri yaygındır. Örneğin, Selçuklu yazar Aksaraylı Kerimeddin Mahmud, şunları yazmıştır: “Hunhar Türkler, köpek ve kurt gibidirler, ellerine fırsat geçerse yağmayı ganimet bilirler, fakat düşman kuvvetleri gelirse kaçarlar.(6) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.12. Osmanlı düşüncesinde, “kavmi necip” olarak görülen Araplar karşısında Türk ulusu aşağılanmıştır. 1912 yılında Sebilürreşt dergisinde çıkan bir yazıda; “Türk” deyiminin kullanılması, dinsizlik, kâfirlik sayılıyordu. “Türk hükümeti”, “Türk ordusu”, “Türk ülkesi” deyimlerinin Osmanlı halkı üzerinde rahatsızlık yarattığı biliniyordu. 1913 tarihli “Mecmuai Ebuzziya” dergisinin 94. sayısında; “Bizim Türklüğümüz sembolizmden başka bir şey değildir. Bizler yani Türkler Müslümanlık içinde erimişizdir. Türk falan değil, sadece Müslüman’
ız. Buhara’lı hanlar bile kendilerini Türk saymazlar. Zira onların cetleri de vaktiyle Türkistan’ı zapt etmiş olan Araplardan başka bir şey değildir,” demekle, kendisini ve Anadolu’da yaşayan bütün insanların kimliğini inkâr ediyordu. Üniversite profesörlüğü de yapmış olan Ahmet Naim, 1913 yılında yazdığı İslam’da Davai Kavmiye” adlı kitabında, Türk’e karşı savaş açmış ve “Türkün geçmişini bilmesine ve öğrenmesine lüzum ve ihtiyaç yok…Gerekli olan şeriatı öğrenmektir,” demiştir. 1919-1920 yıllarında Şeyhülislamlık görevine getirilmiş ve Padişahla birlikte ülkeden kaçmak zorunda kalmış olan Mustafa Sabri Efendi ise, Türk’e Türklük benliği vermek isteyenlere “soysuzlar” yakıştırmasında bulunmuştur. (7) Mustafa Coşturoğlu, a.g.y., s.278, 279.
Bu tutum ve koşullar içerisinde “Türk” kimliği, yönetimin merkezi olan İstanbul’dan uzak, savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan, Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile yaşamıştır. Zaman içinde “Türk” yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki, kimi kez “Osmanlı Efendisine Türk’ demek hakaret sayılmış”, “Türk” sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur. (8) Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen’den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, s.1.
İstanbul alındıktan sonra, Osmanlı yönetiminde, devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş, devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır. (9) Hikmet Bayur, a.g.y., s.15.
İstanbul’un alınmasından 4. Murat’ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde, devşirmelerden 66, Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını, aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl, Türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı gerçeği, Türklere yaklaşımı gösteren ayrı bir kanıttır. Padişahlar, yakın korumalarını da hep devşirme (kul-köle) olanlardan seçmişlerdir. 10) Hikmet Bayur, a.g.y., s.17 Osmanlı yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. 12. yüzyıl ortalarında Ahmet Yesevi’nin kurduğu; Türk geleneğini, dilini ve kültürünü Şamanlık ile bütünleştiren (Bektaşilik gibi) tarikatlar Anadolu’da yayılmaya başladı. Bir taraftan Yesevi yanlısı ve Türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır iken, öte yandan da, Sünni İran kültürünü benimseyen Nakşibendî Tarikatı, yeniliklere karşı koyma alışkanlığını güden Zeyni Tarikatları ve Fars diline önem verdiği için daha çok aydınlar (!) arasında yayılan Mevlevilik, yaygınlık gösteriyordu. Bu tarikatlar içinde, Türk kökenli olanları, doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. Bu koşullar altında Türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış oldu. “Kaba Türk”, “Anlayışsız Türkler”, “Pis Türkler” gibi önyargılar dönemin özelliklerinden oldu.
(11) Özer Ozankaya, Türkiye’de Laiklik, İstanbul, 1990, s. 253.
Osmanlı yönetiminde Türk’e yaklaşım o denli aşağılayıcıdır ki, o günlerden kalan aşağıdaki şiir bu yaklaşımı özetlemektedir: “Türk değil mi, Merzifon’un eşeği, Eşek değil, köpekten de aşağı.” Osmanlı’nın bu yaklaşımına Türkün verdiği yanıt, bir şiirin dizelerinde şu şekilde yer almıştır:
Şalvarı şaltak Osmanlı Eğeri kaltak Osmanlı Ekmede yok biçmede yok Yemede ortak Osmanlı” (12) Özer Ozankaya, a.g.y., s.121. Kendi yöneticilerinin bu tutumu karşısında, yabancılardan da olumlu yorum beklenemezdi. Yabancılar, Türkleri “yaklaşık 1000 yılına kadar Arapların esiri olan Türkler dağ insanı niteliğinde bir kavimdir”
(13) Warshew’den aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s. 311. şeklinde yorumluyorlardı.
Ulusçuluğun etkisi ile etnik kökenlilerin, Osmanlı yönetiminden birer birer ayrılmaya başladığı 19. yüzyılın ilk yarısında hatta sonlarında bile, Osmanlı yönetiminin Türk’e olan yaklaşımı değişmemişti. 1874 yılında “Dünya Tarihi” kitabının yazarı, Askeri Okullar Bakanı Süleyman Paşa, “Osmanlı devletin adıdır, milletimizin adı Türk’tür” görüşünü savunmasına karşın, bu düşüncesini kendi kitabında bile kullanmaya cesaret edememişti. (14) Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.26.
Koçu Bey, 4. Murat’a sunduğu risalesinde (küçük kitap) Türkler hakkında şunları yazıyordu: “…mezhebi bilinmeyen şehir oğlanı, Türk, Çingene, tatar, kurt, ecnebi, Laz, Yörük, katırcı, deveci, hamal, ağdacı, yol kesen, yankesici ve diğer çeşitli kimseler…” “Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve Yörük, Çingene, Yahudi, dinsiz, mezhepsiz, nice kalleş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu.” Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu. (15) Aktaran, Çetin Yetkin, a.g.y., s.145. Abdülhamit
’in Araplara ve İslamiyet’e dayanan siyaseti, Türkü, Türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. Onun zamanında “Türküm demek, Türk’ten söz etmek büyük suçtu”. (16) Esat Kamil Erkut, a.g.y., s. 63.
Devletin dayandığı kendi halkına bu denli yabancılaşmasından olsa gerek, Osmanlı Devletinde kamu ile ilgili belgelerde, Türkçe sözcüğe 1876 Anayasasına değin rastlanmadı. (17) M.Rauf İnan, Atatürk’ün Evrenselliği, Önder Kişiliği, Eğitimci Kişiliği ve Amaçları, Ankara, 1983, s.198.
Zaten, dini ile dilini de değiştiren bir ulusa Osmanlı Devletinden başka yeryüzünde rastlanmamıştır. Osmanlı yönetimi, kendilerini Türk olarak görmedikleri için, Türk kökenliler “azınlık” konumunda kaldı. 1897 tarihinde, bir İngiliz gezgini şunları söylüyordu: “Türk adı nadiren kullanılır, onun iki yolda kullanıldığını işittim; ya bir ırkı ayırt eden deyim olarak, örneğin bir köyün ‘Türk’ veya Türkmen’ olup olmadığını sorarsın, ya da bir hakaret deyimi olarak, örneğin İngilizce söyleyeceğin ‘eşek kafalı’ anlamında, ‘Türk kafa’ diye homurdanırsın.” (18) Ramsay’dan aktaran, Bernard Lewis, a.g.y., s.331.
Aynı yıllarda, Türk-Yunan Savaşı ortamında Şair Mehmet Emin‘in yayımladığı kitapta, “Ben bir Türküm dinim cinsim uludur” dizeleri yer alıyordu. Ancak, üstünlüğü kanıtlamak için şiirler yeterli değildi. Kendi yöneticisi tarafından aşağılanan, üst üste gelen yenilgiler sonucunda benliğini, kişiliğini yitiren ve varlığını yitirmek üzere olan Türk halkı tarihin en zor dönemini yaşıyordu. Yabancıların Türk imgesi ise Osmanlı’nın, Türk’e yaklaşımından farklı değildi. Türkologlara göre Türkler; insanlar arasında anlayış bakımından sonuncudur. İnançtan ötesini kavrayamazlar; anlamaya da çalışmazlar… İslam dininin Türkler üzerindeki etkisi iyi sonuç vermemiştir. Türkler, Müslüman Asya’nın Avrupa’ya karşı savaşan askeri oldu. Müslümanlık, Türk dehasına ters düştü. İslam, bu “Yarı Çinliler”den “Acımasız İranlılar” yarattı. (19) Türkoloji uzmanı Cahun’dan aktaran, Bozkurt Güvenç, a.g.y., s.308.
Türk aydınının durumuna gelince; çok az sayıda olsa da uyanma belirtileri başlamıştı. Bunlar arasında en önemlisi Ziya Gökalp adını taşıyor. “Sorma bana oymağımı boyumu, Beş bin yıldır millet gibi yaşarım… Deme bana Oğuz, Kayı, Osmanlı, Türküm, bu ad her unvandan üstündür,” diye haykırıyordu. Öte yandan, özgür düşüncenin olmadığı bir ortamda, kendi ulusal çıkarlarını savunma olanağından yoksun olan bir avuç kişi yurt dışında özgürlük arıyorlardı. Bu aydınlar, yurt özlemi ile ülkelerinden aldıkları yüz kızartıcı haberlerin ve kötü gelişmelerin ezikliği içindedirler. Onlardan birisi, o günlerin koşullarını, şu duygusal satırlarla günümüze aktarmaktadır:
“Bir mayıs sonu ya da bir haziran başı idi. Bağımsız fakat bütün kalbiyle İttifak Devletlerinin zaferini kutlayan bir Avrupa şehrinde, başım eğik, gözlerim yaşlı dolaşıyorum. Yüreğim bir derin uçurum, kafam bir cehennemdir…. Gün geçmiyor ki, bir mağazada bir lokantada Türk olduğum anlaşılınca acı bir alay edilme veya ağır bir hakaretle karşılaşmayayım.
Lakabımız ‘makak’tı. (bir çeşit şempanze maymun türü) Gönül verdiğimiz genç kızlar Türklüğümüzü sezince bizden iğrenip kaçıyordu. İşte, o şehrin bu cehennem atmosferi içinde, bir gün yılgın ve çekingen dolaşırken, gözlerim, ansızın, bir gazete satıcısının sergisinde, bir sürü gazete adı ve başlıkları arasında, iri harflerle dizilmiş şu satırlara ilişiverdi: ‘Bir Türk generali İtilaf kuvvetlerine karşı yeniden harbe hazırlanıyor.’ Titreyerek gazeteyi aldım. Yürürken okuyorum; ‘Mustafa Kemal Paşa isminde bir Türk generali.’ “ (20) İşte o Mustafa Kemal önce bölgesel sonra ulusal toplantılarla Türk’e Türklüğünü, dünyaya insanlığını anımsatacak uğraşısını başlatmadan önce geldiği İstanbul’dadır.
Ancak biz başa dönerek, Osmanlı yönetiminin birinci derecede yöneticisi konumunda olan padişahların kökenlerine bir kez göz atalım. Böylece, 3
'üncü padişah olan 1'inci Murat’tan başlayarak padişah analarının kökeni öğrenilecek, Türk Ulusunun kanı ve canı üzerine kurulan saltanata karşın, Türk’e düşman oluş nedeni daha iyi anlaşılacak, “ecdat” özlemi çekenlerin “ecdatları” daha iyi tanınmış olunacaktır.
 

İzleyiciler

Blog Arşivi