29 Kasım 2012 Perşembe

870/OSMANLININ CANI CEHENNEME!

               OSMANLININ VE OSMANLILIĞIN CANI CEHENNEME!
                                          OSMAN TÜRKOĞUZ
                                         osmanturkoguz@gmail.com
                                      Çeşmealtı;03 Ağustos 2012/15 Ekim 2012Tekrar.Dilimize, Dinimize, ulusal  ve toprak bütünlüğümüze ihanet eden ,akıl hastanesinde yatmış bir zavallının müzesini de açmışlar!Ey!Mustafa Kemal Atatürk’ten korkanlar,tuttuğunuz yol toplumumuzu çağ dışına ve köleliğe götürür.Ostüzü.İleti yazımla birlikte:
İkinci Abdülhamit'in ;yeni doğmuş bir Şehzadesine "Ertuğrul" adını vermesi,Şair Eşref'i şöyle söyletmişti:"Eyvahh!Biz sona geldik derken/Yeniden yaşayacak mıyız Osmanlıyı yeni baştan!"PS:Toplum,kendisinden olmayanların peşinden gittikçe evet!

Bir Yazarımız:”Osmanlı babamızdır, Osmanlıya sövmeyelim!”Deyu bizlere nasihatte bulunmuş!

Osmanlı, Biz Türklerin babası falan değildir; çünkü biz ne Dönmeyiz ne de Devşirme! Bizim Babamız ve bizim Köklerimiz Oğuz’a dayanır.

Osmanlının Türklere ettiklerini; Osmanlı Aydın ve Yönetici sınıfının Türkler için söylediklerini ne çabuk unutmuşlar? Ya da neden bugün için sineye çekmişler! Daha önceki bir yazımda Osmanlı döneminde, Biz Türkler için küfür derecesinde söylenmiş sıfat ve unvanların listesini yayımlamıştım.

        “Türk değil mi Marsıvanın eşeği; /Eşek değil eşekten de aşağı!”

        “Kapını Türk’e,sırtını da kürke alıştırma!”

Herkes, hiç düşünmeden ve aldırmadan habire yazıyor. Çünkü okuyanları ya yok; ya da yazılan konularda yazanların ve okuyanlarının hiç bilgileri yok!

        “Türklerden Vezir olmaya!”Ferman.

        Yeniçeri kanunnamesi:”Türklerden Yeniçeri alınmaya!”

        Osmanlı dönemi dönme ve Devşirme dönemidir:216 vezirden sadece ve dahi sadece 10’u Türk asıllıdır. Mükerrer vezirlikle bu sayı 243’tür.

        Başsavcılık Sıfatından sonra; Osmanlı vakanüvisliğine de soyunan Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyimiz;kendinden menkul tarihçiliğine;         Muhteşem Yüzyıl” dizisinin tenkiti üzerine

 Şu cümlelerle soyunmuştu: “Biz, böyle KANUNİ TANIMIYORUZ!”Evlatlarını, torunlarını ve Amcası Cem Sultanın Rodos adasında yaşayan tüm ahfadını ve koynuna girme sırasını, Üsküdar’da yaptırmakta olduğu caminin giderlerini karşılamak için başka cariyeye satan zavallı Cariyeyi Gece nöbetçisi celladına teslim eden Süleyman’ı da mı tanımıyorsunuz!Bizler ve Bağımsız yargıçlarımız tanıyoruz. 

        Başbakan yardımcısı Bay Bekir Bozdağ da şöyle buyurmuş:”Yalan ve iftira üzerine kurulu ama çok izleniyor!”

        Doğru söylemiş derim: Çünkü    AKP’NİN politikası da yalan ve iftira üzerine kurulmuş olduğundan bu konuda uzman sayılır.”Politika,yalan sanatıdır!”Onbaşı Adolf Hitler.Poli=Çok,Tika=yüz,Politika= Çok yüzlülük  yani yüzsüzlüktür.Politikacı da:Kişisel yüzü olmayan çok yüzlü yüzsüz demek olmuyor mu?

      Osmanlının haksızlığına uğrayanların ayaklanmalarını bu Yeniçeriler bastırmıştır. Savaşlarda yağmayı, eziyet ve katliamı bu Yeniçeriler/Yani Hıristiyan çocukları/ yapmıştır. Meraklı olanlarımız Evliye Çelebinin Seyahatnamesini bir zahmet şöyle bir karıştırsın! Avusturya İmparatorluğunun bir kalesi Vira ile alınmıştır.Yapılan antlaşma gereği kaledekiler taşınabilir mallarını alarak;Osmanlının teminatı altındaki ,ırz,namus,mal ve can güvenliği içersinde kaleyi terk edeceklerdir.Kale eski sakinleri ve muhafızları tarafından boşaltılır.Kale dışına çıkmış olan halka Yeniçeriler saldırarak,oğlanları,kadınları,kızları ve çocukları kaptıkları gibi ormana kaçarlar!Antlaşmayı imzalayan Osmanlı Paşası da çaresizlik içersinde olaya seyirci kalır.

        Polonya kralı Jean Sobiyevki’nin kuvvetleri Tuna üzerindeki köprüden geçerlerken,köprüyü korumakla görevli Kırım Hanı Giray’ın kayıtsızlığını gören Müftü:”Düşmana saldırmamak,İslama ihanet etmek olur!”Dediğinde,Giray’dan şu çarpıcı yanıtı almıştı:

        “Bir saldırıda bu kâfirlerin kâffesini ırmağa dökerim. Bizlere kokmuş at kellesi yerler diyerek hakaret eden Osmanlı,bizi Lehistan’a ve Avrupa içlerine saldırtarak köylerimizi ve kasabalarımızı basarak esir aldıkları  kız ve kadınlarımızı köle pazarlarında satmaktadır.Şimdi,biz yardım etmeden  görsünler gününü!”Demişti.

        Osmanlı Beylik iken Türk Beyliğiydi! Osmanlı devleti tarihinde hiç Türk olmadı. Yalınız;1831 tarihli Belçika anayasası 

Tercüme edilerek, 23 aralık 1876’da ilan edildi. Bu anayasaya Resmi dilin Türkçe olduğu yazılmasına karşın Abdülhamit’i sani, Eğinli Sait  Paşaya:

        “Sait Paşa; elimden gelse bu milletin dilini Arapça yapardım!”demişti ve yanıtını da almıştı:

“Hünkârım, o zaman siz de küçük bir Arap kabilesinin reisi olurdunuz!”

        Arnavut asıllı Enver Paşa, Osmanlı Ordusunda çalışacak Alman subaylarına bir üst rütbe vermişti. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en sıkıntılı günlerinde; Afgan ordusunu eğitecek Türk Subayları da bir üst rütbe ile Afganistan ordusunda görevlendirilmiştir. Çünkü Türk Ordusunun başında Mustafa Kemal vardır.

        Şimdi; Osmanlıda Türkler söz sahibi değiller,; fetihler de Devşirme ve Dönmelerden oluşan Osmanlı ordusu tarafından yapılmaktadır.Çeşitli milletlerce Türk’ü kötüleyen sözler,neden Türkler için üretilmektedir!Nedeni gayetle basit:Osmanlı İmparatorluğu, herkes tarafından  Türk imparatorluğu ve fethi yapanların da Türk olduğu sanılmaktaydı.Türkler kadar içte ve dışta bu kadar hakarete ve haksızlığa uğramış bir millet daha yoktur.Şimdi;Osmanlının ve Osmanlının Devşirme askerlerinin  yarattığı dehşeti bize,Türklere mal eden  yabancıların hakaret dolu sözlerini bir okuyalım:

ALINTIDIR:                                                                           “Türklere Yönelik Türkçe ve Yabancı Dillerde Ayrımcı Deyiş,  Deyim ve Atasözleri “

"Türk'ün kara bahtına tüküreyim."(1)
Yabancı Dillerde:
  • "Anneciğim, Türkler geliyor." ("Mamma li Turchi"): Türkleri korkunç olarak gösteren ırkçı bir İtalyanca deyiş.
  • "Bir ite bir de Türk'e güvenilmez.": ("Keru i Turčinu nikad ne veruj"): Irkçı bir Sırpça deyiş.
  • "Bir Türk aptal değilse, o Türk değildir." ("Если турок не придурок – значит он не турок"): Türklere yönelik ırkçı bir Rusça deyiş.
  • "Bir Türk gibi bencil" ("Ljubomoran kao Turčin"): Daha çok yaşlı nesil tarafından kullanılan, dolayısıyla unutulmaya yüz tutmuş ırkçı bir Sırpça deyiş.
  • "Bir Türk vaftiz edildi!" ("Tgħammed Tork!"): Malta'da, az rastlanır bir olayı betimlemek için kullanılan ayrımcı bir deyiş.
  • "En iyi Türk, ölü Türk'tür.": ("Τουρκος καλος μονο νεκρος"): Kıbrıs Cumhuriyeti'nde askeri talim sırasında kullanılan ve 2008 yılında alınan bir kararla yasaklanan ırkçı bir deyiş. Türkiye'de Kürtlere karşı da dillendirilecek bu deyiş, ilk olarak, Amerika Birleşik Devletleri'nde George Armstrong Custer'ın generali Philip Sheridan tarafından 1868'de katlettiği Kızılderililer için söylenmiştir.
  • "Eşek Türk!" ("Tork-e khar"): İlk önce Osmanlı Türkleri, daha sonra İranlı Azerileri aşağılamak için kullanılan ırkçı bir Farsça deyiş.
  • "Gerçek bir Türk" ("C'est un vrai Turc"): Kaba ve acımasız insanları betimlemek için kullanılan ırkçı bir Fransızca deyiş.
  • "Neden ters bakıyorsun, Türk'ün domuz etine baktığı gibi?" ("Ի՞նչ ես թարս նայում, ոնց որ թուրքը խոզի մսին նայի"): Kötü,
  • Kötü bakan kişiyi betimlemek için kullanılan ırkçı bir Ermenice deyiş.
  • "Onu eve alma, o bir Türk." ("لا تدع له في البيت وهو الترك"): Birisini hırsızlıkla itham ederken kullanılan ırkçı bir Arapça deyiş.
  • "(Öfkesinden) Türk oldu." ("Εγινε Τούρκος"):  Aşırı öfkelenen birini tanımlamak için kullanılan yaygın bir ırkçı Yunanca deyiş.
  • "Seni Türk!" ("Măi, turcule"): Cahil birini betimlemek için kullanılan ırkçı bir Rumence deyiş.
  • "Türk" ("Turk"): Flemenkçe'de "Türk" kelimesi, kirli, barbar ya da kana susamış anlamında kullanılabilmektedir.
  • "Türk" ("Turco"): İspanyolca'da "Türk" kelimesi, birini aşağılamak için kullanılabilmektedir.
  • "Türk" ("Tork"): Malta'da "Türk" kelimesi, doğası gereği korkulan ve istenmeyen kişiyi betimlemek için kullanılabilmektedir.
  • "Türk" ("турок"): Rusça'da "Türk" kelimesi, cahil birini betimlemek için kullanılabilmektedir.
  • "Türk" ("Turci"): Sırpça'da "Türk" kelimesi, kadınlara haksız ve eşit olmayan bir şekilde davranan geleneksel erkek tipini betimlemek için kullanılan ırkçı bir deyiştir. Günlük dildeki kullanım yaygınlığı az olsa da, hakaret etmek için kullanılan bu sözün anlamı taraflar tarafından açıklama gerektirmeden anlaşılabilmektedir. Bu noktada açıkça ırkçı olan durum, onaylanmayan bir davranış şeklinin belli bir ulusal kimlikle eşleştirilmesidir.
  • "Türk" ("Turoc"): Ukranyaca'da "Türk" kelimesi, Ruçca'da olduğu gibi, "aptal" kelimesinin eş anlamlısı şeklinde kullanılabilmektedir.
  • "Türk'e benzemek" ("eruit zien als een Turk"): Kirli ya da iğrenç anlamında kullanılan ırkçı bir Flemenkçe deyiş.
  • "Türk evi" ("թուրքի տուն"): Düzensiz ve kirli bir yeri betimlemek için kullanılan ırkçı bir Ermenice deyim.
  • "Türk gibi" ("à la turque"): Bir kişi ya da şeyle pervasız bir şekilde ilgilenme anlamına gelen ırkçı bir Fransızca deyiş.
  • "Türk gibi (araba) sürmek" ("rijden als een Turk", "Vozi kao Turčin"): Kötü araba kullanmak anlamına gelen ayrımcı bir Flemenkçe ve Sırpça deyim. Örneğin, ünlü bir Sırp müzik grubunun Batı'da gerçekleşen kötü şeyleri anlattığı "Batı'da Yeni Bir Şey Yok" ("Na Zapadu Ništa Novo") adlı parçasının sözleri arasında şu cümleye rastlanır: "Yorgun bir Türk araba kazasına neden oldu." ("Umımi Turčin izazvao sudar.")
  • "Türk gibi güçlü" ("Fort comme un Turc"): Türklere yönelik pozitif ayrımcı bir Fransızca deyiş. Miguel de Cervantes, 1605 yılında yayımlanan Don Kişot adlı eserinde, bu deyimi bir kadını betimlemek için şu şekilde kullanmıştır: "Yaklaşık on beş yaşında dedi Sancho, ama bir mızrak kadar uzun, bir Nisan sabahı kadar taze ve bir Türk gibi güçlü."(2)
  • "Türk gibi kara" ("Crn kao Turčin"): Her ne kadar günlük dilde hakaret etmek için kullanılmasa da, bu ırkçı Sırpça deyiş, ten rengi esmer olan insanlara yönelik olarak ve Balkanlar'daki beş yüzyıllık Osmanlı Devleti işgali döneminde sarışın olan Slav ırkının Türkler tarafından "kirletildiği" düşüncesi üzerinden dile getirilmektedir.
  • "Türk gibi küfretmek" ("Bestemmia come un Turco"): Irkçı bir İtalyanca deyim.
  • "Türk gibi mi görünüyorum?" ("هل أبدو مثل الترك"): Türklere yönelik ırkçı bir Arapça deyiş.
  • "Türk gibi pis kokmak" ("Puzza come un Turco"): Irkçı bir İtalyanca deyim.
  • "Türk gibi sigara içmek" ("puši kao Turčin / пуши ко Турчин", "Fumare come un Turco", "Fumer comme un Turc", "a fuma ca un turc", “Καπνιζει σαν Τουρκος”): Çok sigara içen birini betimlemek için kullanılan yaygın bir ırkçı Sırpça, İtalyanca, Fransızca, Rumence ve Yunanca deyim.
  • "Türk gibi sinirli olmak" ("Sint som en tyrker"): Türklere yönelik ırkçı bir Norveççe deyim.
  • "Türk ile dostluk yap, ama sopayı elinden bırakma, her an ısırabilir." ("Թուրքի հետ ընկերություն արա, բայց փայտը ձեռքիցդ բաց մի թող"): Türklerle dostluk kuran Ermenilere yönelik ırkçı Ermenilerin kullandığı, "Türk'ün dostluğu menfaatleri bitene kadardır, daha sonra zarar verir." anlamına gelen ırkçı bir Ermenice deyiş.
  • "Türk kafası" ("Tele de Turc"): "Günah keçisi" anlamına gelen pozitif ayrımcı bir Fransızca deyim.
  • "Türk mezarlığının yanından geçer gibi geç." ("Prolazi kao pored turskog groblja"): Söz konusu kişi ya da şeyin görmezden gelinmesi, ona kayıtsız kalınması gerektiği anlamına gelen ırkçı bir Sırpça deyiş.
  • "Türk müsün?" ("թուրք ե՞ս"): "Aptal mısın?" anlamında kullanılan ırkçı bir Ermenice deyiş.
  • "Türk müyüm?" ("Mela jien xi Tork, jew?"): Malta'da, bir gruptan dışlanıldığı zaman kullanılan ayrımcı bir deyiş.
  • "Türk, Türk kalıyor." ("Թուրքը թուրք է մնում"): "Türk değişmez, hep barbar kalır." anlamında kullanılan ırkçı bir Ermenice deyiş.
  • "türken": Büyük harfle başladığında "Türkler" anlamına gelen bu Almanca fiil, aldatmak anlamına gelmektedir.
  • "Türkler geliyor!" ("Die Türken kommen!"): Yakın bir tehlikeye işaret etmek için Avusturya'da kullanılan ayrımcı bir deyiş. Tarihi yüzyılları bulan bu ayrımcı deyişin özgün versiyonu: "Hava çoktan karardı, Türkler geliyor, Türkler geliyor!" ("Es ist schon dunkel. Türken kommen, Türken kommen!")
  • "Türkler nereye, küçük Mujo oraya!" ("Kud svi Turci, tu i mali Mujo"): Türklere ve Bosnalılara yönelik bu yaygın ayrımcı Sırpça deyiş, kendi başına düşünemeyen kişinin kalabalığı takip edeceği anlamında kullanılmaktadır. Bu deyişte kalabalık, Türkler üzerinden ifade edilirken aptal kimseyi betimleyen Mujo, Bosnalılarla ilgili şakalarda kullanılan yaygın bir isimdir.
Osmanlıca ve Türkçe:
  • "Beyaz Türk": Türkiye'nin büyük metropollerinin çeperlerine yığılan yoksul kitleler ve onların sahip oldukları kültürü, sınıfsal ve etno-politik anlamda aşağılayarak kendisini "ulusun asıl temsilcisi", "devletin sahibi", "gerçek Türk" olarak ilan eden seçkinci bir kesimin neo-liberalizmin yükselişe geçtiği 1980'ler sonrası kendilerini tanımlama ve "ötekileri" dışlama, hor görme söylemi. Son yıllarda ortaya çıkan bu sınıfsal ve etno-politik ırkçılık hakkında, Hamit Bozarslan şunları yazar: "Türkiye'de bundan birkaç yıl önce kendilerini "beyaz Türkler" olarak tanımlayan ve "devletin sahibi" olarak gösteren seçkinci bir kesim, kentleri "işgal etmiş olan" kitlelerin "millet değil illet" olduğunu söylemekten çekinmiyordu."(3)
  • "Bir Türk, dünyaya bedeldir.": 1930'larda, Türklük tanımlamasında ırka yapılan vurgu keskinleşti. 1931'de kurulan Türk Tarih Kurumu, Türklerin Orta Asya'dan gelen ve Hitit ve Sümerliler de dâhil olmak üzere birçok medeniyetin kurucusu olan savaşçı (warrior) ve efendi (master) bir ulus olduğunu savunan Türk Tarih Tezi'ni ortaya attı. Benzer bir şekilde, 1932'de yılında kurulan Türk Dil Kurumu, Türkçenin bütün dillerin temelini oluşturduğunu savunan Güneş-Dil Teorisi'ni yayımladı.(4)
  • "Etrak-ı bî-idrak": "Anlayıştan yoksun, cahil Türk" anlamına gelen ve Osmanlı Devleti döneminde yönetici seçkinlerin (askeri), reaya içindeki göçebe Türkmenlere yönelik olarak kullandığı ayrımcı bir deyiş. Örneğin, Evliya Çelebi "Seyahatname"de Anadolu Türklerinden "Etrak-ı bî-idrak" şeklinde bahsetmektedir.(5) Dahası, 20. Yüzyıl'a kadar etnik anlamıyla "Türk" kelimesi, Osmanlı siyasal seçkinleri tarafından aşağılayıcı bir şekilde, "kaba köylü" anlamında kullanılmıştır.(6) Nitekim Osmanlı Devleti'ne "Türkler" olarak seslenenler, Batılı siyasetçi, tarihçi ve yazarlardı.(7) Yine, Ziya Gökalp, 1913'de Türk Yurdu Dergisi'nde, "şehrîlerin tarih kitaplarında kavîm isimleri(ni) daima Etrak-ı bî-idrak, Ekrad-ı bed-nihad gibi tahkirli şekillerde" yazdığını belirtmektedir.(8)
  • "Etrak-ı napak": "Temiz olmayan, pis Türkler" anlamına gelen bu ırkçı deyiş, Osmanlı Devleti askeri sınıfı tarafından kullanılmıştır. "Etrak-ı napak" deyişi de, Evliya Çelebi'nin "Seyahatname"de Anadolu'da yaşayan Türkleri betimlemek için kullandığı kavramlardan biridir.(9) (Evliya Çelebi'nin diğer milletleri betimlemek için kullandığı deyişler için bkz: Not: 10)
  • "Her Türk Asker Doğar!": Türklerin, asker bir millet olduğu mitini yeniden üreten pozitif ayrımcı bir deyiş.(11)
  • "Türk ata binse bey olur."(12): Tüklerin efendi ve savaşçı bir millet olduğu mitini destekleyen bir atasözü.
  • "Türk karır, İmparatorluğu, diğer herkesin onun kulu olduğu tek bir Prens Pocket Books, 2004, s. 18.”kılıcı kararmaz.": Türkçe'de "Türk ihtiyarlığında genç gibi kılıç kullanır"(13) anlamına gelen ve "asker millet" mitini yeniden üreten pozitif ayrımcı bir atasözü.
  • "Türk-i bed-lika": "Çirkin suratlı Türk" anlamına gelen bu ırkçı deyiş, Osmanlı Devleti askeri sınıfı tarafından kullanılmıştır.
  • "Türk-i sütürk": Farsça "büyük", "heybetli" anlamına gelen "sütürg" kelimesi", Osmanlı Devleti askeri sınıfı tarafından "Azgın Türk" anlamında kullanılmıştır.
  • "Türk'ün bildiğini tilki bilmez."(14): Türkleri "kurnaz" ve "akıllı" olarak gösteren pozitif ayrımcı bir atasözü.
  • "Türkiye Türklerindir!": Kurulduğu 1948 yılından beri Türkiye'nin en çok satan gazetelerinden biri olan Hürriyet'in değişmeyen ayrımcı sloganı.
  • "Türk'ün aklı sonradan gelir."(15): Türkçe'de kullanılan özeleştirel bir deyiş.
  • "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur.": Hayali ya da gerçek iç ve dış düşmanların varlığını süreklileştirerek uluslararası alanda yalnızlaşma ve ulusal ölçekte paranoya üreten Türk milliyetçiliğinin kurucu mitlerinden birisi.
* Bu kategoriye katkıda bulunan Süheyla Demir, Margaux Prival, Kevork Galloşyan, Stavriani Zervakakou, Inna Kholondovych, Tunç Şen, Eleştirel Günlük, Yasamin Moein ve Nadja Micic'e teşekkür ederim.
1. Kemal Tahir, Kurt Kanunu, 1969.
2. Miguel de Cervantes, Don Quixote, trans. John Ormsby, The Pennsylvania State University, 2000, Chapter XIII., s. 463.
3. Hamit Bozarslan, Ortadoğu'nun Siyasal Sosyolojisi, İstanbul: İletişim Yayınları, 2012, s. 110.
4. Ayşegül Altınay, The Myth of the Military Nation, NY: Palgrave Macmillan, 2004, s. 20 - 21.
5. Ülkü Çelik Şavk, Sorularla Evliya Çelebi, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Basımevi, 2011, s. 22.
6. İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul: Alkım Yayınevi, 25. Baskı, 2006, s. 62.
7. Örneğin, 1513'te kaleme aldığı "Prens" adlı eserinde Machiavelli, tarafından yönetilir." Niccolo Machiavelli, The PrOsmanlı Devletince, New York: in’den şu şekilde bahseder: "Bütün "Türk'ün kara bahtına tüküreyim."(1)

                                                                                                                                         OSMANLI TARİHİNDE OĞLANCILIK
         İLGİ: Padişahlar da Civan Sever! Osman Türkoğuz
                   1*Fatih sultan Mehmet’in divanındaki 72 şiirin 27’si oğlanlara aittir. Bu Divan; 1959 yılında Sayın Ahmed Aymutlu tarafından açıklamalı olarak yayımlanmıştır. Bu şiir aruz vezni ile yazılmıştır. Ölçüsü de: Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün’dür. Günümüz Türkçesine çevrilerek verilmiştir.
                   2*Gelibolulu Ali ’Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları’’ adında 2 cilt,
                   3*İsmet Zeki Eyüboğlu, Osmanlıda Sapık Sevgi.
            “Gelibolulu Mustafa Ali on altıncı yüzyılda yetişen Ünlü Osmanlı tarihçisi. 1541 Gelibolu’da doğdu. Küçük yaşta tahsile başlayıp yirmi yaşında medreseden mezun oldu.
Mihr-ü Mah adlı eserini şehzade İkinci Selim’e takdim ederek divan kâtipliği vazifesine atandı. Daha sonra Şam Beylerbeyi Lala Mustafa Paşanın divan kâtipliğine tayin edildi. Mustafa Paşanın Mısır Beylerbeyi olması ile birlikte Mısır’a gitti. Bir süre sonra Mustafa Paşa, Mısır beylerbeyliğinden alınınca, Manisa’daki Şehzade Üçüncü Muradın musahipleri arasına girdi. Oradan Bosna Beylerbeyi Ferhat Paşanın divan kâtipliği vazifesine tayin edildi.
Sultan Üçüncü Murad Han devrinde Gürcistan beylerbeyliği ve divan kâtipliği görevlerinde bulundu.
Sultan Üçüncü Mehmed tahta çıktığı zaman mir-i miran rütbesiyle Şam valiliğine tayin edildi.
Son olarak kendisine Cidde emirliği verilen Mustafa Ali bu vazifesine Mısır ve Mekke yoluyla giderek hac farizasını yerine getirdi. 1600 senesinde Cidde’de vefat etti.
İyi bir şair olarak adını yazdırmasının yanı sıra şerh edebiyatımızda mühim yer edinmiştir. Sultan Üçüncü Muradın şiirlerinin şerhini yapmıştır. Nefi gibi bazı şairlere mahlas vermesi onun şiirimizin ustalarından olduğunun açık delilidir.
Asıl başarı alanı tarihtir. Künhü’l-Ahbar adlı tarih eserinde, sadece Osmanlı tarihini değil, Peygamberler tarihi, İslam tarihi, Türk ve Moğol tarihini de anlatmıştır.
TOPLUMSAL KURALLARI YAZDI
‘’Künh-ül-Ahbar" en büyük eseridir. Diğer eserlerinden bazıları Heft Meclis, Nadir-ül-Maharib, Menâkıb-I Hünerverân, Âdab, Hülâsâtü’l-Ahvâ der-Letâfet ‘tir.
Sultan Üçüncü Murad Hanın isteği üzerine yazdığı Kavaidü’l-Mecalis adlı eserde çeşitli sınıf, sanat ve mesleklere mensup insanların nasıl hareket edeceklerini, nasıl giyineceklerini, kısacası topluluk içinde adaba uygun yaşamak için neler yapmak ve neleri bilmek gerektiğini anlatmıştır.
"Nushatü's-Selâtin" adlı eseri sosyal hayatla ilgilidir. Doğu dünyasındaki siyasetname geleneğinin bir örneği olan bu eser, padişahlara yol göstermek üzere yazılmıştır. Bu eser o devrin siyasi ve sosyal durumunu göstermesi bakımından önemlidir... Padişahın devlet idaresi sırasında yapması gereken işleri anlatır.
OĞLANCILIĞI ANLATTI
Osmanlı ve Padişahlar ile ilgili derin tecrübe ve bilgi sahibi olan Mustafa Ali’nin ‘’Görgü ve Toplum Kuralları Üzerinde Ziyafet Sofraları’’ adında 2 cilt, muhafazakâr Tercüman yayınlarından çıkmış olan kitabının sekizinci bölüm başlığı ‘’Bıyığı terlememiş ve sakalı çıkmamış olanlar takımını anlatır’’ tanımı ile büyük harflerle yazılmıştır.
Son günlerde tartışılmakta olan gündemdeki yerini sabitlemiş ‘’Muhteşem Yüzyıl’’ dizisinin kıyamet koparan harem sahneleri bir kenara, kitapta anlatılan o dönemin oğlancılık kavramını tüm çıplaklığı ile anlatmaktadır.
Bölümde o dönemde tüyü çıkmamış sakalı bıyığı çıkmamış oğlanların, cazibeli kadınlardan da çok ilgi gördüğü tercih edildiği anlatılıyor. Civanlarla arkadaşlık etmek aşikâr olmuş, çekinmeden oturak âlemlerinde yolculukta her yerde yanlarında dolaştırmaya başlamışlar, aynı dönemde ay yüzlü kadınları asla yanlarında taşımaz birlikte bulunmazlarmış.
Kitabın 59 ve 60. Sayfalarında bakın nasıl anlatılmış yaşananlar:
“Çünkü sevilen kadın bölüğünün namahremleri avan korkusundan gizli tutulur. Şimdi ise civanlarla arkadaşlık onlarla düşüp kalkma yolunda bir kapıdır ki bu kapı gizli, aşikâr hep açıktır.
Tüysüzler soyundan namert lokması olanların çoğu Arabistan piçleri ve Anadolu Türklerinin veled -i zinalarıdır, onların sürdüğü güzellik ve cazibe süresini hiçbir diyarın tüysüzleri sürmez.
Niceleri otuz yaşına varıncaya kadar güzel yüzünde gönlünde üzüntü olacak kıl görmez. Türk çocukları Arabistan’daki ele avuca sığmaz civelek çocuklar güzellik yönünden hepsinden kısa ömürlü olurlar.
20 yaşlarına vardıkları gibi rağbetten düşerler ve âşıkların işinden kalırlar. Ama İçel civarları Edirne, Bursa ve İstanbul'un ince bellileri her yönden kusursuzlukta ve güzellikte onlardan ileridir.
Güzelliği ve cazibesi eksik olanların ise çeke—çevire tazelikleri ve tatlı kılan naz ve cilve ile sevimli gösterir. Ama Kürt tüysüzleri, anadan—doğma evbaş olanların tecrübesine göre sağlıklı, yumuşak ve uysal imişler ve her ne teklif olunsa dinleyip yapmaları çok olurmuş. Hele bellerinden aşağısını kına ile boyatır, dizlerine ininceye kadar boyanarak kendilerini süslerlermiş.
Özellikle Çoğu ince—belli ve uzun—boylu olurlar. Kendilerini teslim ettikleri sırada her uzvuyla birlikte yumuşaklık gösterirlermiş. Sözün kısası görünüşte yumuşak davranmakta, aslında karşı durmakta İçel güzellerinin  çoğu inat ederlermiş.
Buna göre bunların vuslat nimeti bu- yükler için vardır. Yanlarında gezen âşıklarını bahtsız ettikleri ve parasız pulsuz bıraktıkları meydandadır, derler. Ve iki gencin fırsat vaktinde birbirinden yararlanması yahut birisi ötekini sarhoş edip üstüne çıkması, değmede mümkün olmayacak bir iştir, diye anlatıp söylerler.
Sözün kısası, ün almış güzel yüzlülere rağbet edip karşısında gümüş—servi endamlı. Uzun boylu, salınarak yürüyenleri kullanmak isteyenler Rumeli köçeklerinden şaşmasınlar. Kul cinsinin de Yusuf çehreli Çerkezlerinden ve Hırvat asıllıların nefesleri mis kokanlarından sakın usanıp bezmesinler.
Gerçi İçel mahbuplarında da nazeninler olur lakin çoğu vefasız insanı üzmek isteyen cefacı güzellerdir. Onlara sahip olanların huzuru ve rahatı az bulunur. Ama Arnavut cinsi de gerçi âşıkların gönüllerini alırlar, bu kadar var ki gayet inatçı olurlar.
Ama Gürcü, Rus ve Görel cinsi, öteki esnafın gübresi gibidir. Onlara bakarak Macar soyundan olanlar, başka tayfaların tabiata uygun ve makbul olanlarıdır.
Gel gelelim, çoğu efendisine, hıyanet eder; düşüp kalkmalarından, davranışlarından her kişi onların çirkin yönlerini görür. Şaşılacak olan budur ki Mısır evbaşları Habeşlilere düşkündür. Araya soğukluk girer, her biri insanın samurudur, derler. Aslında yatak hizmetinde usta olurlarmış, yani esbap buhurlamayı, yatak ve yastık döşemeyi candan isterlermiş. Erkeğinde, dişisinde adamlık belli imiş: her ne semte görülürse uysal ve güzel davranarak yumuşaklık göstermeleri kolaymış.” 
İşte Mustafa Ali’nin ağzından Osmanlı’da oğlancılığın hangi boyutlara geldiğini, kadınlarla birlikte olmaktan daha fazla tercih edildiğini anlatan satırlar böyle. Muhteşem Yüzyıl dizisindeki aşk sahnelerine tepki gösteren İslamcılar, Osmanlı resmi tarihçisi olan Mustafa Ali’nin bu satırlarını nasıl yorumlayacaklar bilemiyoruz. Ancak söz konusu kitabın muhafazakâr Tercüman Yayınlarından çıktığı ve yayınevinin sahibi olan Ilıcak Ailesi’nden Nazlı Ilıcak’ın olayları protesto eden Milli Görüş’ün partisinden bir dönem milletvekili olması ise ayrı bir çelişki gibi duruyor.”
İklim Bayraktar
Odatv.com

869/PADİŞAHLAR DA CİVAN SEVER!

OSMAN TÜRKOĞUZ
        İzmir; 28 Nisan 2010. (15 Aralık 1997)/29 kASIM 2012Osmanlı hayranlarına

                PADİŞAHLAR DA CİVAN SEVER!

        “Muhteşem Yüzyıl” adlı dizinin ilk bölümü oynatıldığında, tüm Osmanlı kulları ayağa kalktılar.
“Padişahlarımızın da manevi değerlerini korumak için, ATATÜRK’Ü koruma kanunu gibi kanun çıkartalım!” Diyerek önerilerde bulundular! 07 Ocak 2011.
Bir devletin yıkılmasına ve bir toplumun da çürümesine neden olan denenmiş bir idari sistemi yeniden getirmekte ısrar, İhanetin, Cehaletin ve Çıkarcılığın işaretidir! Ostüzü.
“İstanbul kanatlarımın altında” adlı bir film çekilirken, Dördüncü Murat’ın cinsel tercihi üzerine büyük bir gürültü kopmuştu. Kültür ve Turizm Bakanı olan, ahenkli sesli MHP’li bir politikacımız: “Dördüncü Murat’ın dörtdörtlük, kadınlara yönelik cinsel hayatı olmuştur. Zinhar, Gılmanlarla bir ilişiğinden söz edilmeye!” Buyurmuştu.

        15 Haziran 1997 tarihli Hürriyet Pazar’da inadına bir makale yayımlanmıştı. Bütün dini bütün milliyetçilerimiz vekâletsiz iş görme akdine sığınarak avukat kesilmişlerdi. Bunun üzerine de şimdi vereceğim yazı yayımlanmıştı:
“Geçen hafta Fatih Sultan Mehmed’in sansürlenen şiirlerinden söz etmiş, İstanbul Belediyesi’nin Fatih’in divanında yer alan 70 adet gazelden 43’ünü nasıl makasladığını anlatmıştım. Makaslanan şiirlerden verdiğim örnekler hayli ses getirmişti. Bazı gazeteler yazımdan alıntı yaparken, konu tv’lerde tartışıldı. Fatih’in şiirlerinden tam beş asır sonra ”in” olduğunu görünce, onun İstanbul mısraıyla
Belediyesi’nin hışmına uğramış olan bir gazelini daha yazayım dedim.
İşte, Fatih’in “Avni” adıyla kaleme aldığı, ”Bir güneş yüzlü Melek” Mısraıyla başlayıp Galata’daki genç bir papazdan söz eden ve beş bucuk asır sonra sansüre uğrayan gazeli. Yorum, yine sizlere ait.
        “Bu 14 yaşındaki papaz yamağı, Nasturas’ın oğludur. Fatih’in sarayına gitmediği için, Fatih tarafından boynu vurulmuştur. Canı pahasına namusunu kurtarmış olduğunu babası yazmaktadır.” Ostüzü.
        “Alemi ay gibi aydınlatan güneş yüzlü bir melek gördüm/Sünbüle benzer siyah saçları âşıklarına âh ettirmede/siyahlıkların çevrelediği parlak bir ayı andıran o naz servisi, Frenk ülkesinin güzellik şahıdır/belindeki papaz kemerinin düğümüne gönüllerini bağlamayanlar iman ehlinden değil,yolunu şaşırmış âşıklardandır/gamzesi ile öldürdüklerine  dudaklarıyla canlar verip ruhlar bağışlayan o güzel ,İsa’nın yolundan …ey Avni!O güzelin sana teslim olmasını bekleme..Sen İstanbul’un şâhısın,o ise Galata’nın..”
        Fatih sultan Mehmet’in divanındaki 72 şiirin 27’si oğlanlara aittir. Bu Divan; 1959 yılında Sayın Ahmed Aymutlu tarafından açıklamalı olarak yayımlanmıştır. Bu şiir aruz vezni ile yazılmıştır. Ölçüsü de: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilâtündür. Günümüz Türkçesine çevrilerek verilmiştir. Şiir:
        “Âlemde ay olan bir güneş yüzlü melek gördüm. O kara sünbülleri (siyah saçları) âşıkların (yanan) ahıdır. Diye bir iç yangının haberi ile başlatılmıştır!
        Erkeğin erkeğe, kadının da kadına yönelmesine “CİNSEL SAPMA diyoruz. Erkeklerin cinsel yönden genç oğlanlara yönelmelerine de Gulamparelik—Kulamparalık—diyoruz. Kulamparalık erkeklere yönelmiş aktif homoseksüelliktir.
Pasif homoseksüellere de ne denildiğini herkes bilir.      
Askeri Ceza yasamızda, fiili livata’nın karşılığı ”gayrı tabii mukarenet’tir.
Kadının, kadına cinsel yönden yönelmesine de “SEVİCİLİK” diyoruz. Uluslar arası deyimi İLE ”LEZBİYEN”DİR.
Hani Parisli kız anlamına gelen “PARİZİYEN” gibi. Lezbiyen, ”Lesboslu”-Midillili –anlamındadır. Bizde Zürafaa denildiği de olur. Cinsi temasla bulaşan hastalıkların ZÜHRE yıldızının etkisinden kaynaklandığına inanıldığı için ZÜHREVİ HASTALIKLAR denildiğini eski kitaplar yazmaktadır!
MÖ Vinci asırda; Lesbos-Midilli- adasında yaşamış olan ve etrafına güzel kızları toplayan SAFO adlı şair kadının, bilinen ilk Sevici olduğu iddia edilmektedir. Bu ehli keyif kadının şiirlerinden çok azı günümüze ulaşabilmiştir.
Ortaasya’da, Türk boyları arasında Homoseksüel ilişkiler hiç te hoş karşılanmazdı. Kadınlar da sınırsız bir özgürlük içersindeydiler ve erkeklerini kendilerinin seçme hakları vardı.
Selçuklu ve Osmanlı; Kulamparalığı Perslerden; seviciliği de Araplardan almıştır. İranlıların da; oğlancılığı Atinalılardan almış olduğu Ünlü Herodot tarihinde yazmaktadır:
        Hiçbir ırk, Persler kadar yabancı yöntemleri ve töreleri kolayca benimsememiştir. Örneğin: Kendilerinkinden daha güzel olduğuna inandıkları Med’lerin elbiselerini almışlardır. Askerleri, Mısır askeri biçiminde zırh giyerlerdi. Zevklerde bile, hoşlarına giden şeyleri öğrendikçe; çekinmeden dener ve benimserlerdi. Bunlar arasında, en önemlisi Yunanlılardan öğrendikleri “OĞLANLARA DÜŞKÜNLÜK’TÜR. Her erkeğin birkaç karısı ve bir sürü metresi vardı. ”Herodot tarihi1’inci kitap, s.54.hürriyet yayınları, Perihan kuturman çevirisi.
Ksenefon’un ünlü ”Onbinlerin kaçışı” adlı eseri, Milli Eğitim Bakanlığınca dilimize çevrilerek yayımlanmıştı.
Bendeniz, 1959 senesinde, bu eseri okuyabilmiştim. Orada ünlü bir oğlancıdan, Parnabazus’tan söz edilmekteydi. Bu Parnabazus denilen Atinalı komutan, Atina-Pers savaşlarında; güzel esir delikanlıların öldürülmelerine engel olarak onları birliğinde toplarmış. 250 kişilik bir güzel oğlanlar birliği oluşturmuş!
Onbinler, geri çekilirlerken, Trabzon’a geldiklerinde; çok ilginç bir olayı gözlemlemişler: Trabzon’daki Yunanlılar, kullanmış oldukları parlak Oğlanları şehir meydanında, biri birlerine göstererek hava atarlar ve alenen şaparlarmış!
Kültür Eski bakanlarından birisi, istediği kadar 1V’üncü Murat’ın cinsel tercihine toz kondurtmasın! 1639 Bağdat seferinde; Osmanlıya esir düşerek Murat Hanın gözüne giren ve Emirgân koruluğu kendisine tahsis edilen İranlı Bey; Dördüncü murat’ı Mey, Afyon ve Civanlarla sermest olmaya alıştırır!
Ulusal özünü yitirmiş olan Selçuklu ve Osmanlı, elalemin sapıklıklarına yönelmiştir.
Mevlana, Büyük oğlu veledi, şems’i Tebrizi’ye taktidim ederken:
“Afyon içmez, Puşt ta değildir!” Diyerek, temizliğini garantilemiştir. Mevlana’nın kendisinin Şems’i Tebrizi’ye olan tutkusu, Tebriz’inin Sultan Veletçe öldürülmesine neden olmuştur!
Ünlü Hasan Sabah; ”Harun Reşidin sarayında, kadın elbisesi giydirilmiş 2000 genç oğlan vardı!” Diyor.
Tarihin kaydetmiş olduğu en büyük Pasif Homoseksüel Jülyüs SEZAR; genç bir subayken gelmiş olduğu Anadolu’da Bitinya Kralının gözdesi olmuştu. Senato’da bıçaklanarak öldürüldüğünde de; tüm Romalı askerler mataralarını ot ile tıkamışlardı! ”Her erkeğin karısı, her kadının kocası!” sözü, Jülyüs SEZAR için söylenmişti.
        V.Churchill; İkinci Dünya Savaşı sonrası yapılacak sulh anlaşması için:
        “Öyle bir antlaşma yapalım ki; Jülyüs Sezar’ın karısının namusu gibi sağlam olsun!” dediğinde; Jozef Stalin, pos bıyıklarını altından sırıtarak:
“Onun namusu için de söylentiler var!” Demişi.
Osmanlı Divan Edebiyatında da; Padişahlar, Beyler, Şeyhülislamlar, Divan şairleri parlak Oğlanlar için yanıp tutuşarak, yanık şiirler döktürmüşlerdir.
Arabistan’da peygamberliğini ilan eden Ebu Müseylime:
“Bir erkek, kendisi ile sevişme isteğini reddeden erkeği öldürebilir!” Diye sahte ayetler bildirmişti!
XV’ inci asırın ünlü tarih bilgini Ali Beğ; divanında, erkeklere duymuş olduğu derin tutkularını açık, açık nazmetmişti. Rahmetli İsmet Zeki Eyüboğlu’nun “DİVAN ŞİİRİNDE SAPIK SEVGİ!” Adlı eseri mutlaka okunmalıdır. Dayanmış olduğumuz kaynaklarımızdan birisi de bu eserdir.
        “Zenne rağbet ider mi akil olan
        Tâb’I Ali civane maildür!”
Türkçesi: ”kendini bilen, aklı başında olan kimse, KADINA EĞİLİM DUYAR MI? Ali’nin gönlü delikanlıya eğilimlidir!” Diyor!
        “Melâhat mısrına melik kılup bir Yusuf nâgâh
        Aziz’i vakt olup Âli melek –rü bir gulam aldım”.
Türkçesi: ”güzellik mısrını melik kılup bir Yusuf’u birdenbire, sultan ederek çağın mutlu kişisi oldum, melek yüzlü bir oğlan aldım!”
“Dünyâ ne kahpedür her ana zir’i dest olam, Erlik midir acûze sevüp zen-perest”.
Türkçesi: ”Dünya ikiyüzlü bir oynaktır, ben onun eli altına girmem. Ona yenilmem. Bir kadını sevmek, kadına düşkün olmak erkeklik midir?”
Ünlü Baki: ”saldın ruyuzemin’e taraf, taraf/demir kuşaklı cihan pehlivanlarını” diye, Kanuni’nin ölümüne ağıt yazmıştı. Bu Baki’nin burada tekrar edemeyeceğim çok biçimsiz ve edeple bağdaşamayan şiirleri de vardır.
                “Bir Kuloğlu’nun esir oldu kapusuna gönül,
                İntisab itdi gedâ bârgâh’ı sultane”.
Türkçesi: ”Gönül bir Kuloğlu’nun kapısında tutsak oldu. Bu bir dilencinin sultan kapısına sığınışı gibidir.”
Vinci yüzyılda yaşamış bir Şair Hıfzı:
                “Zenne meyl eyleyemem kaht’ı ricat olsa bile!”
Türkçesi: ”Yeryüzünde erkek kalksa da, gene kadına ilgi duymam!”  
ŞEYHÜLİSLAM YAHYA EFENDİ’NİN BAYRAM adlı bir oğlana yazmış olduğu şiirinin Türkçesi:
        “can bağının gonca gülüdür Ahmed
        Gülün, gül bahçesinde rengidir ahmed,
        Konuşmaya başlayınca ağzından şeker damlar,
        Hokka ağızlı bir gençtir Ahmed.
        Yan bakışlarla her zaman,
        Ev, bark yıkandır Ahmed.
        Öldüren bakışıyla her zaman,
        Kan dökmede acımasızdır Ahmed.
        Yeni çıkan fitnenin sultanıdır,
        Yeni bir güzellik devletidir ahmed.
        Nazlanıp, konuşmaya başlayınca,
        Şeker dilli bir papağandır Ahmed.”
XVIII’ inci yüz yılda Şeyh Galip:
        “Güzelliğine tutulalı ey ay alınlı Emin,
        Sabahlara kadar çağırır dururum Emin, Emin.
        Bu güzellikle, bu parlaklıkla, bu çapkınlıkla,
        Bir eşin daha var mı Emin?
        Ey fenni, bu özlü, yeni şiirini görünce,
        Belki beğenip aferin der Emin!”
        1730 Senesinde; Patrona Halil ayaklanmasında; damdan, dama kaçarken düşerek ölen Nedim de şairliği yanında az genç oğlan delisi değilmiş!
        “İzin al maderden Cuma namazına deyu;
        Gidelim seninle sevdiceğim Sadabada!”
Kızlar Cuma namazına gidemeyeceklerine göre,  ”nesin sen doğru söyle, can mısın, canan mısın kâfir?” Dediği genç bir oğlan olsa gerek!
        “Ben bugün bir nev-baharı hüsn’ü an seyreyledim,
        Tarf’ı destanında sünbül gibi mülar var idi”
Türkçesi: ”Ben bugün bir bahar güzelliği gibi güzel gördüm. Sarığının kıyısında sünbül gibi saçlar vardı!”
                “Tıraş oldun efendim, âfiyetler izz’ü devletle,
                Bir cüvan kaşı sarık sarmış efendim başına,
                Sürme çekmiş ıtri şahiler sürünmüş kaşına.
                Şimdi girmiş daha tahminimce onbeş yaşına
                Gül yanaklı, gulgule kerrakeli, mor hareli”.
        Nedim:”   Kızoğlan nazı nazın,
                       Şahlevent avazı, avazın.
                       Belasın ben dahi bilmem,
                       Kız mısın, oğlan mısın kâfir!” Diye inler.
Nedim’i inletenin kişiliği, diğer şiirlerinden anlaşılmaktadır: Sakalı yeni çıkmış bir Şahlevent!
  Şair nedim’in çağdaşı olan şair Necati de, hınzır m hınzır bir şair idi. Dili çok ağdalı olan bu Necati’nin şiirini sadeleştirerek veriyorum:
                       “Almış Efendi daireye bir civan’ı şeyh,
                       Etmiş esir o kâfire, bir Müslüman’ı şeyh,
                       Bir afetin ki raksı olunca müzakere,
                       Görmem garip o dem ki depitse tüvanı şeyh.
                       Meydan’ı akşın olmuş o çâlâk cünbüşi,
                       Almış koluna vây o şuh’i dilsitane şeyh.
                       İtmiş velayeti şerefinden anı habir,
                       Açmış o şuha uhde’i râz’ı nihânı şeyh!”
        Türkçesi: ”Şeyh Efendi, dairesine bir delikanlı almış ta, binlerce Müslüman’ı bir dinsize tutsak etmiş. Öyle bir delikanlı ki, oynayışı konusunda konuşulsa, şeyhe gençlik gelir. İçi açılır. Ağzının suyu akar, buna şaşılmaz artık. O çalak delikanlı, aşk alanının eğlencesi, şenliği olmuş, şeyh de o çapkını koluna almış. Şeyh efendi, o delikanlıya tarikatın gizli sırlarını öğretmiş, o’nu yetiştirmiş doğrusu!”
        Şu iki mısrayı kim söylemiş dersiniz?
                   “Hat geldi gönül seyr’i izar’ü dehen olmaz;
                    Tahsili sâfa itmeğe azm’i çemen olmaz!”
        Türkçesi: Artık sevgili delikanlının sakalı çıktı, ey gönül, ağzına, yüzüne bakılmaz daha; onunla eğlenip oynaşmak için kıra çıkmanın da gereği kalmadı!”
                ”Hat geldi gitmedi dahi yârim letafeti,
                “Hat ile vecdi dilbere bu istihâr hat!”
        Türkçesi: ”evet sakal çıktı gene de, sevgilinin gönül alıcılığı yerinde. Şimdi bir de bu durumuyla ün kazandı”.
        Şair Fazıl da az değilmiş hani:
                “Nesim nâmında bir şuh’i museviye düşüp
                Dilim hava’yi muhabbetle bir sebu’yi Nesim!”
        Türkçesi: Nesim adlı bir Yahudi delikanlısına gönül verdim, bundan dolayı gönlüm Nesim’in kadehi oluverdi; o’na duyduğum sevgiyle!”
                “Güzeller şâhı Andon’um sana billahi meftunum
                Ne simim var, ne altunum, hemen bir tatlı canım var!”
        Türkçesi: Açıklamaya gerek şairin cinsel tercihidir!
        Şair fazıl hep Oğlan sevgililerden söz eder:
                “Yetmez mi bu bela bize, söylen anasına;
                O büt’ü gut misali bir dahi oğlan getürmesün!”
        Hamamizade İhsan divanından da; akıcı, çarpıcı bir örnek verelim:           “Bir damla su ol gönlüme gel ak delikanlı,
                Bir damla sudan gönlümü yık, yak delikanlı.
                Dans etmek yeter, aklımı oynatma yerinden,
                Dansın, reveransın yeter, oynak delikanlı!”
        Kadını toplum içindeki yerinden, din ve Allah adını kullanarak, çeker alırsanız işte böyle tıfıl delikanlılar alırlar kadının yerini.
Konya’da, senelerce önce; bir tartışma sırasında, yaşlı bir adamın Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e kem söz söyleyenlere söylemiş olduğu sözü hiç unutmadım:
“Terbiyesizlik etmeyin; O geldi de kıçlarınız kurtuldu! Onun sevabına kıçlarınızın zekâtını vermelisiniz!”
Bendeniz; o büyük insanın ne demek istediğini nasıl anladıysam ötekiler de anlayarak susmuşlardı.
Boynuna bağlanan bir iple; tarikat şeyhi huzuruna çekilerek getirilen İkinci Beyazıt, ”Adli” mahlası ile şiirler yazardı.
Zampara, oğlancı, şarapçı ve afyonkeş olmasına karşın, VELİ sıfatı ile de onurlandırılmıştır.
Şakir Keceli’nin “OSMANLI KİM, ŞERİAT NE?” ADLI KİTABI, S.104; Ali Kemal Meram’ın “Padişah Anaları” adlı kitabının (s.106 da) mutlaka—bazı hatalarına karşın—okunmalıdır. İkinci Beyazıt’ın anası Gülbahar takma adlı “kamelya’’’dır. Anacığının ve nineciklerinin etkisi ile, bu VELİ! Padişah Türk’ü nasıl değerlendirmiştir:
                “Değme, Etrak ne bilsin gam’ı aşkı Adli,
                  Sırrı aşk anlamaya, haylice idrak gerek!”
        Türkçesi: ”Türkler ne anlar aşktan Adli!
                        Aşkın sırını anlamaya idrak gerek!”
Türk Halkı da Osmanlıya giydirmesini bilmiştir:
“Osmanlının yanında gözünü; kâtibin yanında sözünü saklı tut!”
                        “Şalvarı şaltağ Osmanlı,
                          Eyeri kaltağ Osmanlı.
                          Ekende yok, biçende yok,
                          Yiyende ortağ Osmanlı!”
        Osmanlı’ya hayran; Birinci Osmanlı, İkinci Osmanlı, Osmanlı rüyaları görenler var. Osmanlı’nın düzenine hayran olanlar var. Osmanlı’nın düzenini isteyenler de var! Osmanlı’nın hangi düzenini istiyorsunuz Sayın Beyler ve Ağalar!
        Fatih Sultan Mehmet; ”Avni” takma” adıyla yazmış olduğu 72 şiirini bir divanda toplamıştır. Bu divanında toplamış olduğu 27 şiiri oğlanlar için yazılmıştır.
İlginçtir; Hıristiyanlıkta 72 mezhep vardır. Galata’da bir kilisede görerek çarpılmış olduğu bir papaz yamağı için mi böyle yaptığı bilinmez!
        Genç papaz yamağı için yazmış olduğu bir şiirini daha verelim:
                        “Bağlamaz Firdevs’e gönlünü Kalâtâ’yı gören,
                        Bir Frengi şiveli İsa’yı gördüm anda kim.
                         Lebleri dirilmişi der idi İsa’yı gören,
                         Akl’ü fehmin dini imanün ince zapteylesin.
                        Kâfir olur mu müselmanlar o tersayi gören
                        Kevseri anmaz o içdüği mey’İ AB’İ İÇEN,
                         Mescide varmaz o vardığı kilisâyi gören.
                        Bir frengi dilber olduğın bilûrdı Avni’ya,
                         Bal’ü boynunda o zünnâr’ü çelipâyı gören!”
        Aynı aruz kalıbı ile yazılmış olan bu şiiri,günümüz Türkçesi ile de verelim:
        “Galata’yı gören cenneti istemez. Orada o servi yürüyüşlü sevgiliyi gören serviyi hatırına getirmez//Orada işveli bir Hıristiyan güzeli gördüm. Onu gören Hazret’i İsa gibi dudaklarının hayat verdiğini anlar//Akıl, anlayış, sin ve imânı nasıl elde tutsunlar? O Hıristiyan güzelini gören Müslümanlar kâfir olurlar//Onun içtiği temiz şarabı görenler cennetteki Kevser’i anlamazlar. O güzelin gittiği kiliseyi görenler mescide gitmezler.//Ey Avni! O sevgili belinde ve boynunda papazların kuşandıkları ipi ve haçı görse kâfir olduğuna inanmış olurdu!”
        Sivas’ta Beylik kuran; Yıldırım Beyazıt’ı da iki defa yenen Kadı Burhanettin de divan şairidir. Bu Kadı Burhanettin’in dahi oğlancıklar üzerine yazılmış şiirleri vardır!
        Divan şairlerimizden Necati’nin iki şiirini de örnek olarak alalım. Necati’nin dili çok ağır olduğu için, şiirlerini günümüz Türkçesi ile vermek istedim:
                        Gözyaşı sanma gözlerimden akan suları Şeyhi,
                        Dudağını anarak kaynadı kanım Şeyhi,
                        Ölürüm de yüzünün güneşine ulaşırım, toz olurum,
                        Benden geriye bir kırıntıcık kalıncaya değin Şeyhi.
Sana vurgunluğum yüzünden kocaldım, yiğitlik bu mu?
Sen de bir kocal bakalım, benim gibi Şeyhi.
Ne dersem öyle olayım, öleyim dirileyim,
Canım da, cihanım da yoluna gitsin şeyhi.
Özümü denedim, sensiz kalınca ölürüm vallahi,
Gel şu ayrılığı bırak, gel yanıma ey şeyhi.
Necati’nin şiiri Nizami’ye yol gösterir dersem,
Sözünde yalan yok sanırım Şeyhi.”
Necati’nin bu şiirini de anlaşılır bir dille verelim:
                        “Yakdı aşkun beni gam adına nâ-gâh Memi,
                        Yanalım, yakılalum çare nedür ah Memi.
                        Çün unutuldun bana ahd ile yemin eyledüğün,
                        Komaya sende benüm hakkumı Allah Memi.
                        Beni sevdaya salıp eyledi divane saçun,
                        Nideyim, neyleyim ah Memi, vah Memi?
                        Gel ölürsem yazılur seng’i mezârımda benüm
                        Çün Necâti gamı Yakdı nideyim ah Memi?”
        Osmanlı Padişahları; İkinci Murat döneminde; Mercimek Ahmet’in tercüme etmiş olduğu “KABUSNAME” ADLI kitabı ahlak kitabı olarak baş tacı etmişlerdi! Bu kitap, Milli Eğitim Bakanlığınca da tercüme edilerek yayımlanmıştı.
Sonraları; 1001 kitap dizisinde, tercüman gazetesince de, okurlarına verilmişti. Bu kitabın 112 ve 113’üncü sahifelerinde; yazın ve kışın” kimlerin arasında yatılması gerektiği anlatılmaktadır.
”CARİYE “KARAVAŞ”! ”ikisinin de ayrı tatları vardır!”
        En müptezel oğlancı Üçüncü Osman’dır. Saraydaki kadınlar ayak seslerini duyarak, kendisinden saklansınlar diye, altı demir çakılı pabuçlar giydiği söylenmektedir. Şimdilik bu kadar.
        Son günlerde; Kanuni Sultan Süleyman üzerine çevrilen bir dizi filmin ilk gösteriminde ülkemizde her şey unutuldu; neredeyse kıyametler koptu.
Mustafa filmi ile derin uykularından uyanamayanlar, ülkemizin tüm dertlerini, çift dilliliği bile önemsemeyerek, Padişahlarımızın gönüllü savunucusu kesildiler.
        Bendeniz de arşivimden işbu yazımı bularak bunun altına yazmak gereğini duydum.
Harem ve dahi Osmanlının onuncu Padişahı olan Birinci Süleyman üzerine birkaç söz söyleyeceğim. Efendim ”Harem” yanlış tanıtılmış!” Hadi canım sen de!
         Harem, Saray ve konakların kadınlar bölümü ya da “Tüm kadınlar!” anlamında kullanılan bir kelimedir. Padişahın koynuna girecek yüzlerce zavallı, ailesinden, yurdundan koparılmış cariyelerin sıra beklediği bir kapalı kutudur. Padişahların koynuna girecek cariyelerin ibrişimle tüyleri alınır, tozu yalanmış lokum gibi pespembe yapılırdı ve bir defteri kebire de yazılarak şapılacağı yere bırakılırdı.
Haremde cariyelerden olma (120) YÜZYİRMİ BEŞİĞİN SALLANDIĞI DA OLMUŞTUR.
        Osmanlı, her taşının altında bir cenin ölüsü bulunan ve odalarının tavanlarında boğdurulan Şehzade çığlıkları çınlayan Topkapı sarayını bırakarak neden Dolmabahçe sarayına ve diğer saraylara kaçtı dersiniz!
Deli İbrahim olarak adlandırılan Birinci İbrahim ki 1648’de boğdurulmuştur: ”Ben Müftünün kızı ile evleniyorum!” Diyerek tek kadınla nikâhlandığında, kendisine düğün hediyesi olarak (800) cariye hediye edilmişti.
        Kur’anı Kerim’de bir erkeğin kaç kadınla evlenebileceğine dair kesin hükümler olmasına karşın, Hz. Süleyman’ın (700) karısının ve (300) cariyesinin bulunduğu yazılıdır.
islam Peygamberi Hz. Muhammed’in de (24) karısının ve sayısız cariyelerinin olduğu da İslami kaynaklarda yazılıdır.
Osmanlı Padişahları neye göre yüzlerce kadına sahiptirler!
        V’İNCİ Sultan Mehmet Reşat’ın koynuna 16 yaşında bir Çerkez Cariye koyarak, gece yarısı Birinci Dünya savaşına girme fermanının imzalattırılmış olduğunu bilen var mıdır?
        Bunları yazmak için sahifeler gerekmektedir. Biz, Osmanlının gerçek yüzünden söz etmek için yola çıktığımıza göre, ”Revenons nos Moutons”.
        1-Osmanlı’da ilk aile kanı Osman Bey ile başlatılmıştır. Ertuğrul Bey öldüğünde Aşiret Reisliğine geçmesi beklenen, Ertuğrul Beyin Kardeşi Dündar Bey, Osman Bey tarafından başına yay sopası vurularak öldürülmüştü. (1298).
        2-Murat’ı Hüdavendigar olarak adlandırılan Birinci Murat, Oğlu Savcı Beyin gözlerine mil çektirerek astırtmıştı. Sonra da, kardeşleri Şehzade Halil ve Şehzade İbrahim’i astırtarak öldürmüştü. (1361).
        3-Yıldırım Beyazıt olarak adlandırılan Birinci Beyazıt ta, 1389 tarihinde, Kosova Muharebesinde babası Birinci Murat’ın öldürülmesi üzerine, bozulan Sırp ordusunu takip eden Kardeşi Şehzade Yakup Çelebiyi huzuruna çağırarak boğdurtmuştu. Ayrıca, Eniştesi olan Karaman beyini de Konya’da sarayında boğdurtmuştu.
        4-Kendisine Çelebi sıfatı yakıştırılan Birinci Mehmet te, Ağabeyi Şehzade Süleyman’ı ve diğer iki Kardeşini, Şehzade İsa’yı ve şehzade Musa’yı öldürtmüştür. Haremden bir İtalyan genci ile kaçan cariyesini cellâda teslim ederken de: ”Aman canını incitmeden başını kesesiniz! O İtalyan’ı da “Çengel Çiçeği yapasınız!” talimatını vermiştir.
        5-İkinci Murat ta, Kardeşi Şehzade Mustafa’yı boğdurtmuş, öteki kardeşlerinin de gözlerine mil çektirtmiştir. (1421).
        6-Fatih Unvanını verdiğimiz İkinci Mehmet te; İKİ (2) yaşındaki ,Sırp Prensesi Despina’dan olma, kardeşi Şehzade Ahmet’i hamamda boğdurtmuştur. Ve dahi: ”İbreti âlem için karındaş karındaşı öldüre!” Yasasını da o koymuştur.
29 Mayıs 1453 günü Bizans’ı savunan şehzade Orhan’ı da öldürtmüştür.
Veli Beyazıt olarak tanıtılmak istenilen işret sahibi İkinci Beyazıt ta, Kardeşi Cem Sultanı İtalya’da zehirlettiği gibi, onun (13) yaşındaki oğlu Oğuzhanı’da Bursa’dan İstanbul’a getirtme bahanesiyle yolda boğdurtmuştur.
        7-Sultan Süleyman, Büyük Amcası Şehzade Cem’in oğlu ile torunlarını boğdurttuğu gibi, kendi oğlu Şehzade Mustafa’yı ve Şehzade Beyazıt’ı ve Beyazıt’tan olma torunlarını da boğdurtmuştur.
Tüm Osmanlı âşığı kölelerin sahip çıktığı bu Padişahı Oğul ve torun katilini biraz açmak istiyorum.
Manisa’da vali olarak bulunurken kendisine armağan edilen Ukraynalı bir Papazın kızı olan Raksalon’un adını Hürrem’e çevirterek ona delicesine bağlanmıştır.Bu papaz kızı esir alınmadan önce,bir Rus genci ile nişanlıymış!Sarı selim diye anılan bu Şehzadenin sarhoş ve kekeme olduğunu da biliyoruz. Bu Sarılık yalınız anadan mı gelmektedir! Onu da bilemeiiyoruz. Hırvat asıllı devşirme ve Dönme Rüstem Paşa ile çevirmiş olduğu dolapları da yalınız Sayın RTE bilememektedir.Şehzade Mustafa’nın ve iki Yaşındaki oğlu Osman’ın boğdurulmasından ve Irana sığınmış olan Şehzade Beyazıt’ın ve Üç oğlunun İstanbul’dan gönderilen bir Cellat tarafından boğulmasında da hep onların parmağı vardır.Rüstem Paşa’nın Kardeşi Sinan Paşa da İkinci Beyazıt’ın damadı ve Sadrazamıydı.Rüstem Paşa Osmanlının en büyük hırsızlarından birisiydi.Terekesinin saptanabilir miktarını görelim de kanuni denilen evlat ve Torun katilinin Osmanlı devletini kimlere teslim etmiş olduğunu bir görelim:

         “ Rüstem Paşa’nın terekesi, Von Hammer ve Uzun Mehmet Paşa Cöngünden alınmıştır. Eşi Mihrimah Sultan için, her Allah’ın günü, 2.000Düka altını bıraktığı da rivayet edilmektedir.
        —8.000 adet güzel yazı ile bezenmiş Mushaf, değerli taşlarla bezenmiş 130 adet, ciltli Mushaf. 5.000 adet çeşitli kitap, Memlûk köle,(oğuz,Çerkez170 kişi) ,Anadolu ve Rumeli’nde 815 çiftlik,2900 muharebe atı,476 su değirmeni,1106 adet deve,5000 sırmalı kaftan,8000 kavuk,11.000sırmalı kavuk,2.900zırh,2.000cübbe ve cevşen(örme zırh),600 gümüş eyer,500 gümüşlü miğfer,500altın kakmalı murassa (cevherli) eyer,130 çift altın eyer,700 murassa kılıç,1000 gümüşlü mızrak,70.000Düka altını,112yük–11.200.000 akçe 32 adet cevher, evinde,1000yük kuruş,(100.000.000 guruş). V Hammer, Büyük Osmanlı tarihi.3s.448–449
         Osmanlının tarihi, bizim tarihimizdir. Aslında, daha da derinlere inmeliyiz. Isparta, gönen’de yapılan kazılarda bulunan iskeletlerin D:N.A. yapısı oradaki Türk vatandaşlarının D.N.A. yapısı ile aynı çıkmadı mı? Ben, hiçbir kimseye hakaret amacı ile yazmıyorum. Günümüzü ve dünümüzü neşterlemek, benim hakkım ve görevimdir. Hiç bir şeyi bilmeden, art düşüncelerle yapılan eylem ve davranışların karşısında olmak ta, benim yaşama nedenimdir. Bu, böylece biline. Bizler, ATATÜRK sayesinde Türklüğümüze ve insanlığımıza kavuştuk. Devşirme döllerinin Türk’ü yönetmesinin acısını da çok çektik.
           Rüstem Paşa’nın saptanabilen tereke kesinini okuduk. Binlerce Kur’an’ı Kerim neye hizmet ediyor? Hırsızlık, rüşvet, soygun ve talan diz boyunu da aşmış. Halkımızın soyulup soğana çevrildiği bir çağı anlatırken, hala Viyana’ya gidiyoruz. Pekiyi, gerisin geriye niçin kaçtık?”Tanrı izin vermeseydi, ATATÜRK başararabilir miydi?” Diye soranlar, ben de sizlere soruyorum: Yüce Yaradanımız, NİÇİN ATATÜRK’Ü destekledi de, sizin övdüklerinizi desteklemedi?
            Din kitapları ve ibadethane inşaatları ile şeklen dindarlık ile halkımızın gözünü boyayıp vurgunlarınızı sürdüreceksiniz."Bazı insanları her zaman, bazı insanları da zaman, zaman kandırabilirsiniz. Ama TÜM İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRAMAZSINIZ!”Osman Türkoğuz,Patatesler.                    
Damat olarak Sadrazamlığa getirilen ve Osmanlının en Büyük hırsızlarından birisi olan Hırvat asıllı Rüstem Paşa ile anlaşan bu Raksalon Sultan, türlü ve uzun bir ayak oyunundan sonra, Yaşlı Kanuni’yi kandırarak, Kanuni’nin oğullarını ve torunlarını öldürmesini sağlamışlardır.
Önce, 1553 senesinde, Konya Ereğlisi ovasında; Babasının ordusuna katılmaya gelen, 1515 senesinde Gülbahar Hatundan olma, Şehzade Mustafa’yı boğdurtmuşlardır. (06 Ekim 1553). Ağabeysi Şehzade Mustafa’nın ölüm haberini duyan Şehzade Cihangir de kederinden ölmüştür.
        Sırf Hürrem Sultandan olma sarhoş Selimi Padişah yapmak için bu sefer de Yiğit Şehzade Beyazıt’a tuzaklar kurmuşlardır.
Kanuni denilen Bunak bu tuzaklara kanarak, İran’a sığınmış olan Şehzade Beyazıt’ı ve Üç oğlunu, Şah Tahmaspa dört cellât yollayarak boğdurtmuş, öldürülen bu zavallıların cesetleri de katır sırtında Padişahı Zülcelâl’ın huzuru Hümayunlarına getirilmiştir.
Cinayetler bu kadarla da kalmamış; Bursa’da anasının yanında bulunan süt çocuğu Şehzade Osman da Dedesi Kanuninin fermanı hümayunları gereği boğdurulmuştur.
        8-Üçüncü Murat, Manisa’dan tahta geçmek üzere İstanbul’a geldiğinde korkudan Veziri Azamın ellerini öpen Üçüncü Murat, tahta geçer geçmez Beş (5) kardeşini boğdurtmuştur. (1574).
        9-Üçüncü Mehmet, beş (19) kardeşi Şehzadeyi boğdurttuğu gibi, oğlu Şehzade Mahmut’u da o gün boğdurtmuştur./
        10-İkinci Osman, Kardeşi Mehmed’i boğdurtmuştur.(1621).
        11-İkinci Osman tahtan indirilerek Yedikule zindanında önce ırzına geçilmiş, sonra da boğulmuştur. (1622).
        12-Üçüncü Selim IV’ üncü Mustafa tarafından boğdurulmuş; Şehzade Mahmut’unda öldürülmesi fermanının infazına katillere közlü kül serpen bir cariye engel olmuştu. Bayraktar Mustafa paşa’nın Topkapı Sarayının kapılarını kırarak yetişmesi üzerine de Şehzade Mahmut, İkinci Mahmut olarak tahta çıkmış ve Ağabeysi olan IV ‘üncü Mustafa’yı boğdurtmuştur. (1808).
        12-Yavuz Sultan Selim olarak adlandırılmış olan Birinci Selim de Ağabeyleri Şehzade Ahmed’i ve Şehzade Korkutu öldürdüğü gibi, Dimitoka’ya sürgüne gönderdiği babası Veli! Beyazıt’ı da yolda zehirleterek öldürmüştür.
        Osmanlı Kulları, Padişahlarımızı korumak için “Atatürk Kanunu” gibi bir kanun çıkarılmasını istemektedirler.
        14 Mayıs 1950 genel seçimleri sonunda Demokrat Parti iktidara gelince, Atatürk heykellerine ve Mareşal Gazi Mustafa Kemal paşanın anısına tecavüzler başlamıştı. Kızılay Meydanında, subay Orduevinin hemen yanında bulunan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün heykeline, Ticani bir Baba ve Oğlu, güpegündüz balta işle saldırmışlardı.
Bunun üzerine Beş maddelik bir kanun çıkartılarak 31 Temmuz 1951tarih ve 7872 sayılı resmi gazetede yayımlanmıştı. Bu kanunun 1’inci maddesi aynen şöyleydi:
        “Madde 1-“Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
        Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
        Yukarıdaki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.”
        Sayın RTE, Hindistan gezisinde; binmiş olduğu trenin, tren yoluna yatmış bir inek yüzünden durmak zorunda kaldığını öğrenince:
        “Bizim yolumuzun üzerinde de ölü bir inek var!” Diyerek Atatürk’ümüze alenen hakaret etmiştir, hem de bu kanuna rağmen.
        Türk milletinin kanını emen, Türk’ü azınlıklara ve dönmelere ezdirten ve her türlü kepazeliği yapan Osmanlı Padişahlarını korumak için bin kanun çıkarsanız bizler gerçekleri yazmaktan asla korkmayız.
Ülkeyi mülkü, toplumu da Kulları olarak kabul eden bir yönetimin canı cehenneme ne deyeyim

İzleyiciler

Blog Arşivi