22 Ekim 2012 Pazartesi

840- KEMALİZM VE ATATÜRKÇÜLÜK KARMAŞASI!



                  KEMALİZM VE ATATÜRKÇÜLÜK KARMAŞASI!

       OSMAN TÜRKOĞUZ

      İzmir; 23 Nisan 2012./21 Ekim 2102,VAKANÜVİS ATATÜRKÇÜLÜK!
         “Çatlayan duvarın çatlağını sürekli olarak kireçle tıkarsanız duvar mutlaka çöker!” Ostüzü.

         Sayın Yılmaz Dikbaş’a, gerçekleri yazdığı için, Atatürkçüyüz! Denilen cepheden epeyce sataşmalar olmuştu. Son olarak ta, Sayın Yılmaz Dikbaş’ın anasının İngiliz olduğu kendisinin de İngiliz Entellijans servisinin güdümünde bir Papaz olduğu ortaya konulmuştur. Bizim saygı ile emirlerine uyduklarımızın, Vatan hainlerinin ahfatlarının  Cinslerine ve Cibilliyetlerine bakan mı var.Profesör Dr. Andrew Mango da İngiliz.Rahmetli Cennetmekân Agop Dilaçar da Ermeni, En kolay yol, tam bilmeden ve dahi ne dediği  anlaşılmadan yapılan eleştiriler olsa gerek dedim.Sayın Yılmaz Dikbaş’ın 700 sahifelik,”Atatürkçüler Yenildi!” Adlı kitabının yayın dünyamızdaki yerini aldığını sevinçle öğrenmiş bulunuyoruz. Söylediği yalan mı?Hukukçuyum diyenlerin Anayasamızın 10’uncu maddesinden haberleri yok.Sait’i Norsi ve gözleri yaşlı Amerika’ya sığınmacı.Fethullah Gülen ve cenazesinin üzerine Türk Bayrağı örttürmeyen,Türkiye Cumhuriyetini Sahte belgelerle 2.000.000.000.000TL.Dolandırmaktan Hükümlü Necmettin Erbakan da Müslüman!Somut ve Yaratıcı özelliği olan Kemalizm;Soyut bir vakanüvis öyküsü ve yükselme aracı  haline getirildiğinden,mideleri yıktırdıkları devletlerin enkazı ile dolu olan İmamların toplumu ele geçirmesiyle: Askerlerimiz,Öğretmenlerimiz ve Hukukçu geçinenlerimiz İmamlara,Hurafelere,Allah ile aldatanlara ve  paraya yenildiler.TSK’NIN Heykelci Tehditçi  ve Şekilci Paşaları dahi fena halde yenildiler.
         Bu konuda Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün en yakınında bulunan Rahmetli Falih Rıfkı Atay’ı da dinleyelim:Din meselesi de halledilmeliydi.Atatürk  devri Laiktir.Laisizm,din ve dünya işlerini ayırmak demektir.Daha ilk günden Laisizm halk yığınlarına “dinsizlik” hareketi diye telkin edilmiştir.Halk,camilere gidiyordu,dini görevlerini yapıyordu.Fakat kendisine kılavuzluk edecek devrimci din adamları yetiştirilmediği için,eski hocalık hiç  bir zaman olmadığı kadar kaba,cahil ve mutaassıp bir yobazlık halini alıyordu.İmam-Hatip okullarında ilk öğrenilecek şey Laisizmin  bizzat Müslümanlığın da kurtuluş davası olduğu idi.Devlet,din işlerinden elini büsbütün çekecekse ,din işlerini topluluklara da bırakacaksa,,yine her şeyden önce bu mesele halledilmiş olmalıydı.Bugün de bu ikisini yapmak,tam ve çabuk yapmak zorundayız.”Çankaya,s.546,Profesör Dr.Sayın Yaşar Nuri Öztürk,Kur’an Penceresinden Kurtuluş Savaşı’na bir bakış,s.22 Sayın Cazim Gürbüz,16 Ekim 2012 tarihinde,”Dokuz Koldan” başlığı altında,”Atatürkçüler Yenildi” kitabına objektif bir yorum getirmiştir.Makalenin başlığı da şöyleydi:”Kemalist olamadı yenildi Atatürkçüler”Bumakalede,Atatürkçülerin eğitim,ekonomi ve askerlik alanlarındaki dışa bağımlılıkları ve umursamazlıkları anlatılmaktadır.ki hepsini de yaşayarak görmüşüzdür.
Daha önce yazarak yayımlamış olduğum bir yazımı arşivimden çıkartarak ufak eklemelerle huzurunuza sunacağım.

               KEMALİZM VE ATATÜRKÇÜLÜK KARMAŞASI
               KEMALİZM’DEN ATATÜRKÇÜLÜĞE!- A TILIMDAN EYYAMCILIĞA!

               “Ben, manevi miras olarak, hiçbir ayet, hiçbir doğma, hiçbir dondurulmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim medeni mirasım, İLİM ve AKILDIR. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Bundan sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar” Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
Milli Eğitim Bakanımız Rahmetli Dr. Reşit Galip’in—1893 Rodos-Mart 1934 Ankara-- bir sorusu üzerine. Mareşal Gazi Mustafa Kemal bu yanıtını Atatürk soyadını almadan çok önce vermiştir. Kemalist Devrimi/Türk Devrimi/de 1919/1933 yılları arasında Mareşal Gazi Mustafa Kemal tarafından gerçekleştirilmiştir. Ostüzü.
      “Sömürgeci Batının “Truva atı görevini” üstlenen iktidar sahipleri, Siyonist ve CIA ajanı Graham Fullerin “Kemalizm'in modasının geçtiği” yolundaki emirlerini, ellerine geçirdikleri tüm kurumlarda eksiksiz yerine getirmektedirler. Bu nedenle bu işlem tek başına AA genel müdürü Kemal Öztürk’ün değil, iktidarı ele geçiren Sömürgeci Batı destekli irticanın “Kemalist Cumhuriyet’in tasarımını değiştirme” eyleminin bir parçasıdır.” Anadolu Ajansından Mustafa Kemal adının silinmesi üzerine Isparta A.D.D.Bildirisi.      
      Önce Cumhurbaşkanımız Mareşal Gazi Mustafa Kemal, hangi tarihte ATATÜRK soyadını almıştır. Ona bir göz atalım: Soyadı kanunu çıktığında Her Türk vatandaşının bir soyadına sahip olması yasal bir zorunluluk haline gelmişti. Mustafa İsmet’e İNÖNÜ soyadını Mustafa Kemal vermişti. Mustafa Kemal’e ATATÜRK soyadının verilmesini de Mustafa Kemal’in DİLAÇAR soyadını vermiş olduğu Ermeni asıllı Agop Martayan—22 Mayıs1895–12 Eylül 1979- teklif etmişti. Aşağıdaki fotokopiden de anlaşılacağı üzere; Başbakan ve Malatya Mebusu Mustafa İsmet ve arkadaşlarının TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA vermiş oldukları bir önergenin yasalaşması üzerine de Mustafa Kemal’e ATATÜRK soyadı verilmiş oldu.1932 Türk Dili Kongresine; Türk vatandaşı olmadığı halde, Mustafa Kemal’in özel davetlisi olarak Türkiye’ye gelmiştir.

  “AtatürkDevrimleri--1922/1933”

       Aslında 22 Haziran 1919Amasya Genelgesi ile Temel değişim başlatılmıştır! Göksel irade yerini Beşeri—İnsan—iradesine bırakmıştır:”Vatanımızın ve ulusumuzun bağımsızlığı tehlikededir. Vatnımızın ve ulusumuzun bağımsızlığını, yine ulusun azmi ve kararı kurtaracaktır!” Ostüzü.

      14/21 Temmuz 1921 tarihleri arasında, Kütahya ve Aslıhanlar muharebesi devam ederken, Ankara’da maarif Kongresine ülkemiz genelinden 250’den fazla Kadın ve erkek Öğretmen katılmıştı. Kadınlarla Erkeklerin aynı salonda, ayrı yerlerde oturdukları halde buna tahammül edemeyin bazı geri kafalılar Çankaya köşküne çıkarak, durumu Türkiye Büyük millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’e şikâyet etmişlerdi. Kongrede görev alanları köşke davet eden Mustafa Kemal, şikâyetçilerin önünde onları paylamıştı:
      “Birbirinize güveniniz mi yok! Aynı salonda; Kadın ve Erkek öğretmenleri neden ayrı yerlerde oturtuyorsunuz!”Şikâyetçiler, boylarının ölçülerini alarak Köşkü terk etmişler, Kadın ve Erkek öğretmenler de Kongre süresince karışık olarak oturmuşlardır! Bu devrim değil midir?
      İşin ön emli yanlarından birisi de, Kütahya-- Aslıhanlar Muharebesinde, Türk Ordusunun en yetenekli yiğit subaylarından birisi olan 4’üncü Tümen Komutanı Miralay Nazım Bey, atının üzerinde Yunan kurşunlarına hedef olarak şehit olmuştu---15 Temmuz 1921--.Bu haber Mustafa Kemal’e ulaştırıldığında ve muharebenin aleyhimize döndüğü sırada, Maarif Kongresine giderek Öğretmenlere ülkemizdeki cehaleti vurgulamıştı.
      Selanik’te bulunan bir alayın komutanı rahatsız olduğunda, alayında kıdemli subaylar var iken alay komutanlığı vekâletini Üsteğmen Mustafa Kemal’e bırakmıştı. İlk sabah tekmiline, atının üzerinde çıkan Üsteğmen Mustafa Kemal, askere:”MERHABA ASKER!” Dediğinde, askerler şaşalayarak sessiz kalmışlardı. İkinci sefer ve daha gür bir sesle: MERHABA ASKER!”Dediğinde de askerler:”SAĞOL!” Demişlerdi. Eskiden komutanlar askerlere Selamün aleyüm!” Derlerdi. Bu bir devrim değil midir?
      Komünizm, Faşizm ve Nazizm prensipleri, dogmaları olan birer ideolojidir. Dinler de aslında değiştirilemez, esnetilemez, bilimsel gelişmelere ayak uyduramaz ve toplumların gelişmişliklerine uyamayan birer ideolojidirler. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mustafa Kemal’e:”Kemalizm’in prensipleri yok!”Dediğinde şu ünlü yanıtı almıştır:
      “Prensip koyarsak donar çocuğum!”Bizim Batı sosyolojisine göre düşünen kopyacı Aydınlarımız, KEMALİZM’İ de öteki dar kalıplı ideolojiler gibi yorumlamışlardır. İLİM ve AKIL faktörlerini göz ardı etmişlerdir.
      Anadolu’da başlayan ulusal şahlanışın başında, bu şahlanışı yaratan Mustafa Kemal olduğu için; Batılı Emperyalist ülkeler, özellikle de İngiltere ve Fransa, “Ulusal Kurtuluş Savaşını “Kemalist bir hareket “olarak nitelemişlerdi. Bu savaşın içinde ve Mustafa Kemal’in komutası altında bulunanlara da”Kemalistler!”Denilmişti. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Batılı Emperyalistler Mustafa Kemal için:”Müslüman dünyanın Militan Lideri”unvanını vermişlerdir.” Fransız parlamentosunda,Fransa  Başbakanı, Mustafa Kemal için Çete!”Dediğinde, kürsüye çıkan muhalefet lideri de:”Bu gibi kimselere Fransa’da kahraman denilmektedir!”Demişti.
      Türkiye’de oldum olası kullanılması yasak kelime ve deyimler vardır: Abdülhamit döneminde”Burun”,”Yıldız”gibi kelimeleri kullanmak şiddetle yasaklanmıştı.12 Eylül 1980 olayından sonra da “Devrim!”Kelimesini kullanmak yasaklanmıştır. İnkılâp denilecektir. Jandarma Genel Komutanlığı, subay ve astsubaylara bir metin örneği göndererek, bunu el yazıları ile yazıp, parmak izleri ve imzalarıyla de onaylamalarını emretmişti. Bana gelen örnek metinde İNKILÂP kelimesi İNKİLÂP şeklindeydi. Bunu Kelpleşmek=Köpekleşmek anlamına geldiğini yazarak açıklama da yazıp öyle iade etmiştim.
      Kemalizm’i Komünizm ile birmiş gibi göstererek Atatürkçülük kelimesi devreye sokulmuştur. Kemalist olanlar; Mustafa Kemal gibi, Emperyalizme düşman ve Tam Bağımsızlıktan yanaydılar.  Bu da Amerika’ya ve Avrupa ya yamanan iktidar sahiplerinin sevmedikleri bir durumdu. Bu nedenle, KEMALİSTLER ve TAM BAĞIMSIZLIĞI savunlar Komünistlerle bir tutuldular, Eyyamcı, Masalcı ve Heykelciler Mustafa Kemal’e mirasçı oldular. SİMİTÇİ! SÜTÇÜ! Ve YOĞURTÇU! Gibi bir sıfat haline sokuldu dinamik Kemalizm! CHPARTİSİNİN 1935’te toplanan Dördüncü kongresine, Partinin güttüğü prensiplerin KEMALİZM PRENSİPLERİ olduğu vurgulanmıştır. Tama Bağımsızlıktan yana olanlar ve Emperyalizm’e karşı olanlarla; Statükocu ve Statik eyyamcı olanlar karşı karşıya gelmişlerdir. İktidarı ve Türkiye Cumhuriyetini ele geçirenler, Atatürkçülüğü belirli günlerde Atatürk’ü anmak ve Atatürk heykellerine çelenk koymak olarak anlattılar ve tanıttılar. Karşı taraftan da Gardırop Atatürkçülüğü deyimi ile karşılandılar. Atatürk’e ve Kemalizm’e düşman olanlar da aynı oyunu oynadılar. Uğur Mumcu, Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı Kemalist oldukları için öldürüldüler. TSK da bu politikaya tamamen uydu. Statik bir Atatürkçülük t anlayışı ülkeye ve devrime egemen oldu. Kemalizm bir atılım ve kendi kendini feda etmeye gönül vermek iken, yozlaştırıldı ve pasifize edilerek bugünlere gelindi. Ben, Atatürkçüyüm derken Kemalist olduğumu söylemekteyim. Onun için de emekli olduğum ve 15 Mayıs 1931 doğumlu olduğum halde Kemalist bir ruh taşımaktayım. Buyurunuz okuyunuz. Benim Atatürkçülüğüm heykel dikmek,tehdit etmek,yükselmek için yağ yakmak değildir.Ulusumun ve Ülkemin lehine bir şeyler ortaya koymak,her anımda da kendimi geçebilmektir.
“Zamanı hâs, zamanı âma tercih edilir”Türkçesi:Kişisel zararla kamu zararı yan yana geldiğinde kişisel zarar tercih edilir”İlkesini  ömrü boyunca kullananlardanım!


   Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Kayseri'de halka Latin alfabesini tanıtırken (20 Eylül 1928).
Atatürk Devrimleri ya da Atatürk İnkılâpları:
“Atatürk Devrimleri ya da Atatürk İnkılâpları (Kemalist Devrim, Türk Devrimi, Atatürk Reformları, Türkiye Cumhuriyeti Devrimi, Atatürk İhtilali vb. adlarla da anılır), Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk tarafından öncülük edilen, TBMM'nin açılmasından sonra 1922'de saltanatın kaldırılması ile 1933'e kadar devam eden ve sonucunda teokratik ve çok uluslu Osmanlı Devleti'nin laik, demokratik ulus devlet Türkiye'ye dönüşmesiyle sonuçlanan devrimlerin tümüdür. Bu devrimler toplumsal, kültürel, legal ve ekonomik bir dizi düzenlemelerdir.

Konu başlıkları

Yapıldıkları alanlara göre devrimler

Siyasî alandaki devrimler

·         Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923)
·         Kadınlara siyasi hakların verilmesi (1930 Belediye - 1933 Muhtarlık - 1934 Meclis)

Toplumsal alanda yapılan devrimler [değiştir]

·         Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934)
·         Laiklik (1928)

Eğitim alanındaki devrimler [değiştir]

·         Medreselerin Kapatılması (1924)
·         Harf Devrimi (1 Kasım 1928)
·         Güzel Sanatlarda Yenilikler (1928)
·         Dil Devrimi (1932)
·         Üniversite Reformu (1933)

Ekonomi alanındaki devrimler [değiştir]

·         İzmir İktisat Kongresi (1923)
·         Çiftçinin Özendirilmesi(1925)
·         Kabotaj Kanunu (1 Temmuz 1926)
·         Sanayi Teşvik Kanunu (28 Mayıs 1927)
·         Toprak Reformu (1929)
·         I. ve II. Kalkınma Planları (1933, 1937)

Hukuk alanındaki devrimler [değiştir]

·         Teşkilât-ı Esasîye Kanunu (1921)
·         Yeni Anayasanın Kabulü (1924)
·         Şer’iyle Mahkemelerinin Kapatılması (1924)
·         Mecellenin Kaldırılması (1926)
·         Türk Medeni Kanunu (TBMM'de 17 Şubat 1926'da kabul edildi ve 4 Ekim 1926'da yürürlüğe girdi.)
·         Türk Ceza Kanunu (1926).

Devrimlerin özeti [değiştir]

Devrim
Türü
(Başlangıç)
Tarihi
Siyasî
1922–11–22
Siyasî
1923–10–13
Siyasî
1923–10–29
Siyasî
1924–03–03
Siyasî
1924
Siyasî
1930–04–03
Toplumsal
1925–11–25
Toplumsal
1934–11–26
Toplumsal
1934–06–21
Toplumsal
1928–04–10
Toplumsal
1925–12-26
Toplumsal
1925–11–30
Eğitim
1929–01–01
Eğitim
1924–03–03
Eğitim
1924
Eğitim
1926
Eğitim
1928–11–01
Eğitim
1928
Eğitim
1931–04–12
Eğitim
1932–07–12
Eğitim
1933
Eğitim
1933–05–31
Ekonomi
1923
Ekonomi
1925–02–17
Ekonomi
1925
Ekonomi
1925–05–05
Ekonomi
1925
Ekonomi
1926–07–01
Ekonomi
1927–05–28
Ekonomi
1929
I. ve II. Kalkınma Plânları
Ekonomi
1933
Ekonomi
1933
Ekonomi
1935
Hukuk
1926
Hukuk
1926–10–04
Hukuk
1926
Hukuk
1924–04–20
Hukuk
1921
Şer'iyye Mahkemelerinin Kapatılması
Hukuk
1924

Atatürk devrimlerinin nedenleri

·         “Atatürk'e göre bu devrimlerin amacı; Türk Milletinin son asırlarda geri kalmasına neden olan bütün kurumları kaldırarak yerine milletin karakterine, şartlara ve çağın gereklerine uygun ve ilerlemeyi sağlayacak yeni kurumlar kurmak ve Türkiye'yi çağdaş medeniyetler seviyesine çıkartmaktır.
·         Osmanlı Devleti'nin içte ve dışta saygınlığını yitirmiş, vatandaşın sorunlarını çözmekten uzak hale gelmiş, ekonomisi bozulmuştu. Büyük devletler, Osmanlı Devleti'ne verdikleri borçların karşılığı olarak, üretilen malların çoğuna el koymaktaydılar.
·         Birbiri ardı sıra yapılan savaşlar ve ayaklanmalar halkı bezdirmiş, toplum düzeni bozulmuştur. Vergiler adaletsizdi. Kanun karşısında kimseye eşit davranılmıyor ve halk gittikçe daha da fakirleşiyordu.
·         Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşından da yenik çıkınca, ülke diğer devletlerce işgale uğradı. Artık Osmanlı Devleti, fiilen çökmüş, sadece ismen varlığını devam ettirmekteydi. Padişah kendi canının ve tahtının kaygısına düşmüş, işgal devletleri ve vatan hainleri  ile işbirliği içerisindeydi. Vatanın ve milletin kurtarılması gerekiyordu. Bu da ancak yeni bir devlet ve rejimi kurarak yapılabilirdi.
·         Atatürk ve arkadaşları Türk milletini bu durumdan kurtarmak için Kurtuluş Savaşını başlatmış, Samsun'a çıkışından sonra Erzurum ve Sivas Kongrelerini yaparak Anadolu'nun dört bir yanından gelen temsilciler ile birlikte vatanı kurtarmak için çalışmaya başlamışlardır. Sonunda 23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM açılmış ve yeni bir Türk Devleti , Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş oldu. Bu yeni devlet içte padişah hükümetine, dışta işgalci düşmanlara karşı büyük bir mücadele başlattı. Vatan toprakları düşmandan temizlendi. Sonra da padişahlık yönetimi kaldırıldı. Yerine, akılcı, gerçekçi, ilerici bir yönetim kuruldu. Atatürk'ün yaptığı devrimlerle bugünkü çağdaş Türk toplum düzeni oluşmuş oldu. Çağdaş devlet düzeninde temel alınan esaslar çağın ilerleyen devletlerindeki ilerlemeyi sağlayan sistemleri bir devrimle uygulayarak çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmaktır. Başarılı olmasının temel sebebi de daha öneki çabalar gibi taklit ve özenti olması değil ilerleyen ve çağın ilerisindeki devletlerin nasıl ve ne şekilde ilerlediğini temelde felsefik olarak inceleyen ve bunu taklit yoluyla değil temelini kurarak düşünce sistemi içine yerleştirerek akılcılığın öncülüğünde uygulamasıdır.”Bizler,Çağdaş uygarlığın üstüne çıktığımızda,daha iyiye ve daha güzele varmak için yeni ve bilimsel akılcı yollar deneyeceğimize çağdışı yolların kavgasına düştük.Atatürkçülüğü;tek kelimelik  bir ölçü olarak algıladık.Her hangi bir görevliyi ya da basit bir insanımızı değerlendirirken şu hükümlerle kesin olarak hareket ettik:”Bizden değildir!”,”Atatürkçü değildir!”,”Atatürkçüdür!”Başkalarının karar makamlarına fısıldadıkları bu tümcelerle kaderlerimiz belirlenmiştir.Rusya da komünist İhtilalinden sonraki iktidar kavgasında;Jozef Stalinin Özel Çatma hukuk eseri Mahkemelerinde kurşuna dizilme suçu”Halka İhanet” suçuydu.Tanımı da yoktu.Halka ihanet ettik,dedirtilenler Mareşal Tukhaçevski bile olsalar akşama kurşuna dizilirlerdi.Ama,kurşuna dizileceklere son olarak en çok sevdikleri yemekler verilirdi!Biz zamanlar,benim Jandarma Subay ve astsubay okul komutanlığına tayinim söz konusu olduğunda,Rahmetli J.Gn.Komutanı Korgeneral Şahap Yardımoğlu’na;”Komutanım,bu subay Nurcudur!”Fısıldaması kaderimi çizmiştir.Halbuki benim Nurculuğu objektif olarak inceleyen 793 sahifelik bir kitabım da vardı.1974 senesinde,her şeyimizi ortaya koyarak,kişisel gayretimizle yayımlattığım “Halifelik” adlı kitabımın Jandarma Dergisinde ek olarak yayımlanması söz konusu olduğunda,bu konuda söz sahibi olan devre arkadaşım Hasan İlleez,komutanımıza:”Kitabın adı tehlikelidir.Zarar görmenize sebep olabilir!”Diyerek kitabımın yayımını önlemiştir.Emirle satın alınan kitabımın dağıtılacağı Jandarma birliklerine tarafımdan dağıtılarak bedelinin ödeneceği.Gn.Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral  Sayın Ahmet Komutanımız tarafından emredildiği halde,bir kurmay albay”,para ödemiz mümkün değildir!”Diyerek bana kapıyı göstermiştir.




Yaşamı


Ailesi ve yakınları








Kurumsal


Müzeler
      ATATÜRK soyadı Nasıl seçilmiştir:
“14 soyadı adayı arasından Onat’ın tavsiyesi üzerine Mustafa Kemal Paşa'nın seçtiği soyaddır Atatürk.
Çankaya’da yapılan toplantıda liste okunduktan sonra Mustafa kemal Paşa orada bulunan Naim Hazım Onat’a: "Siz ne dersiniz?" Diye sormuş; Onat da şu cevabı vermiştir: "Türkata ve Türkatası kelimeleri gerek yazılışta gerek söylenişte bana biraz tuhaf geliyor. Arkadaşlar, biliyorsunuz tarihimizde Atabey unvanı vardır. Anlamı da askerlikte müşavir, hoca demektir. Bu unvanı taşıyan birçok Türk büyüğü vardır. Biz de Türk’e her alanda atalık etmiş, Türklüğü kurtarmış, istiklaline kavuşturmuş olan Büyük Gazi'mize Atatürk diyelim. Bu bana şivemize de daha munis, daha uygun gibi geliyor." Bunun üzerine Gazi, Atatürk soyadını benimsemiştir.
Mustafa Kemal, Gazi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Kemal Atatürk. Tüm bu isimler aynı kişiyi işaret eder. Kalplerin ulu insanı Atatürk’ümüzü.”    
        İşte O, ATATÜRK soyadını öneren Agop Martayan adlı Ermeni vatandaşımızdır.Mustafa Kemal O’NU Sofya Üniversitesinden 1932 Türk Dili Kongresine davet ederek  DİLAÇAR soyadını verip, Türk Dil Kurumunun başına getirmiştir.Mustafa Kemal, ATATÜRK soyadını bir yasa ile  
           25 Kasım 1934’te almıştır. Kanımca Atatürk Devrimi ya da Türk Devrimi demek daha doğrudur.Devrimleri denildiğin de sanki değişik değerde devrimler yapılmış düşüncesi akla gelmektedir.Devrim yapılan reformlarla meydana çıkartılmış olan yeniliğin adı olması gerek diyorum.Devrim bir bina gibidir.Yapılan atılımlar ve değişiklikler bu binanın penceresi,kapısı ve çatısı gibidir.Tüm yenilikler,Çağdaş,Tam bağımsız,emperyalizme karşı,evrensel değerlere sahip bir toplum ve insan yaratmaya yönelik olmuştur. 
            Devrim düşmanları,devrimi yozlaştırmak için türlü numaralarla halkımızı aldata gelmişlerdir.Devrim,bir öykü gibi anlatılmış,yaşanmamıştır.Devrimin sömürüsü bittiğinde de yapılan tüm hata ve yanlışlar Atatürk Devriminin sırtına yüklenmiştir.Yeni sömürü yolları aranmış;Rahmetli Osman Bölükbaşının deyimiyle:”En iyi yatırım,dine yapılan yatırım olmuştur!”  Atatürkçülük bir seremoni haline getirilmiş ve halktan da uzak tutulmuştur. Tüm kutlamalar Devrimden yararlananlarca yapılmıştır.
            Sonuç olarak;  Mustafa Kemal’in yaratmış olduğu tüm değerler  birer, birer yok sayılmış,Cumhuriyetimizi tartışma konusu yapılmış,  geriye dönüş hızla başlatılmıştır.Atatürkçüyüm diyenlerin akıllarında bile,Kemalistler ve Kemalizm   tehlike sayılmıştır.                
                                   
                FİLLER UYURKEN,KÖSTEBEKLER ALTLARINI OYDULAR.
Kimden: Suat DİCLE Konu: NERDEN NEREYE GELMİŞİZ BE YAHU!
BURADA BELİRTİLEN TARİHLERDEN DAHA SONRAKİ HIRS,NEFRET,RÖVANŞ  ÇAĞIRIMLARI DAHA DA FELAKET
SİYASET CAMİLERE SOKULDU.ŞİMDİ KIŞLALARA MUSALLAT OLACAKLAR ...
SONUMUZ ALLAHA EMANET.
TANRI TÜRKÜ KORUSUN. Ünlü öyküdür Sayın Generalim:”İş Allah’a kalırsa,İmam Anamızı çok öper!”
Çetin Haspişiren, E.J.Korgenerali 
Kimden: Oraj POYRAZ
NERDEN NEREYE GELMİŞİZ.
• 15 Şubat 1949: İlkokullarda isteğe bağlı olarak din dersleri okutulmaya başlanması öneriliyor.
• 1 Mart 1950: CHP hükümeti, Tekke ve Türbelerin Kapatılması'na Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırıyor. Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyanlar Milli Eğitim Bakanlığı'nca(!) halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19 idi.
• 12 Nisan 1950: Mareşal Fevzi Çakmak için düzenlenen cenaze töreninde gericiler dini siyasete alet ederek gövde gösterisi yapıyor. 29 Mayıs 1950: Başbakan Menderes, sadece "Millete mal olmuş inkılâplarımızı saklı tutacağız" diyerek irtica ya
 İlk işareti veriyor.
• 16 Haziran 1950: Ezanın Arapça okunması yasağı kaldırılıyor.
• 5 Temmuz 1950: Radyoda dini program yayınlama yasağı kaldırılıyor.
• 21 Ekim 1950: Milli Eğitim Bakanlığı, okullarda din derslerinin zorunlu olmasına karar veriyor.
• 3 Aralık 1950: Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dershane açanlar hakkında 23 Eylül 1931 günlü, 12073 sayılı kararnamedeki yasaklama kaldırılıyor. Böylece Kuran kursu ve imam hatip okullarına yeşil ışık yakılıyor.
• 1953: Köy Enstitüleri, İlk öğretmen Okulları'na dönüştürüldü.
• 1953: Yasa değişikliği ile ''siyasi yayın ya da beyanlarda bulunmak, öğretim üyeliğinden çıkarılmaya neden olan bir suç'' sayılmaya başladı.
• 1954: 25 yılını dolduran öğretim üyelerinin emekliye ayrılmasını sağlayan yasa ile öğretim görevlilerini bakanlık emrine alan ya da görevden uzaklaştırmayı sağlayan yasa çıkarıldı.
• 1955'te Başbakan Menderes, DP Meclis grubunda arkadaşlarına şöyle sesleniyor: ''Siz öyle güçlüsünüz ki, şu anda  isterseniz Anayasa'yı bile değiştirebilir, hilafeti bile
 getirebilirsiniz.'' Ps:Askerin yönetime el koymasından sonra;Adnan Menderes hayranı birisine sormuştum:”Bu Adnan Menderes’in nesini beğeniyordunuz?”Muhatabım,kısve kıs gülerek:”Yalınız baş harflerini yaz.Halkımızın da neden onu beğenmiş olduğunu anla!”Demişti.
          • Menderes, 1956'da Konya'da halka hitap ederken ''ortaokullara din dersleri konulacağını'' açıklıyor. 13 Eylül 1956: Ortaokul ders programlarına seçmeli din dersleri konuyor.
          • Başbakan Menderes, 1957'de Ödemiş'te halka yaptığı konuşmasını bir kasaba imamı gibi bitiriyor: "Allah, münafıkların şerrinden hepimizi korusun." Genel seçimler yaklaşınca hızını alamıyor ve seçmene şu vaatlerde bulunuyor: "İstanbul'u ikinci bir Mekke, Eyüp Sultan Camii'ni de ikinci bir Kâbe yapacağız."
           • 14 Şubat 1957: Başbakan Menderes, Ankara'da Kocatepe Camii'nin yapımı için Cami Yaptırma Derneği'ne 100.000 TL bağış yapıyor.
           • 19 Mayıs 1957: Kayseri'de halka yaptığı açıklama Menderes, "DP'nin iktidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edildiğini ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin onarıldığını, Süleymaniye'nin 500'üncü yıl dönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul'a davet edileceğini" söylüyor.
          • 1957 – 1958: Liselere seçmeli din dersi kondu.
          • 1959: Din dersleri öğretmeni yetiştirmek için Yüksek İslam Enstitüsü açıldı.
          • 26 Haziran 1965: Milli Eğitim bakanı Cihat Bilgehan, "İmam hatip okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin" müjdesini veriyor.
          • 15 Nisan 1966: Atatürk büst ve heykellerine karşı gericilerin saldırıları sürüyor.
          • 31 Mayıs 1966: Demirel, Kayseri'de halka yaptığı konuşma hedef saptırarak şunları söylüyor: "Bugün Türkiye'de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar artık bulunmamaktadır."
          • 17 Mayıs 1967: İmam hatip okullarını bitirenlere üniversitelere girme hakkı tanınıyor.
          • 20 Ağustos 1967: İzmir'de İslam Enstitüsünün temelleri, Başbakan Süleyman Demirel tarafından atılıyor. Aralık 1967: Mecliste iftar yemekleri verilmeye başlanıyor.
           • 21 Şubat 1968: Milli Eğitim Bakanı İlhami Ertem, "Hükümetimizin amacı her ilde bir imam hatip okulu açmaktır" diyor.
          • 19 Şubat 1969: Mehmet Şevki Eygi adlı emperyalizm fedaisi ABD'nin 6. Filosu'nu protesto eden yurtsever gençler üzerine "ABD bizim Kabemiz, cihada hazır olun" sloganları ile dincileri saldırtıp o günün tarihlere "Kanlı Pazar" olarak geçmesini sağlamıştır. 
          • 1 Ekim 1969: Seçimlere bir gün kala Adalet Partisi'nin  'Kıratlı Kuran' dağıttığı haberleri basına yansıyor.
          • 26 Ocak 1974: Milli Selamet Partisi genel seçimlerden 48 milletvekili ile çıkıyor.
           • 1974 – 1977: Din kültürü ve ahlak dersi zorunlu kılındı.
          • 1975–1976: Bir yıl içinde 70 imam hatip okulu açılıyor.
          • 1976–1977: Bir yıl içinde 77 imam hatip okulu daha açılıyor.
          • 1977–1978: Açılan bu imam hatipler yetmemiş olacak ki bir yıl içinde 86 tane daha açılıyor. Bu üç yıl boyunca Başbakanlık koltuğunda Süleyman Demirel oturuyor.
          • Kahramanmaraş'ta 21-25 Aralık 1978 tarihleri arasında meydana gelen olaylarda resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı. Sol parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara "Allah için savaşa, Müslüman Türkiye" sloganları yazılmıştı. Buna karşın Süleyman Demirel, şunları söylemişti: "Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz"
           • 12 Haziran 1979: MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor: "Hafta tatili Cuma günü olmalı. Nikâhı müftüler kıymalı. Mekteplere Kuran dersi koymalı. Bu milletin mektep kitapları niye Allah adıyla başlamıyor?"
          • 4 Temmuz 1980: Çorum Katliamı gerçekleştiriliyor. 58 kişi katledilirken Başbakan Demirel "Çorum'u bırakın Fatsa'ya bakın!" diyerek "solun kalesi" diye anılan Fatsa'yı hedef gösteriyordu.
          • 22 Temmuz 1980: Kemal Türker'in öldürülmesi.
          • 7 Eylül 1980: MSP’NİN Konya’da düzenlediği mitingde yobazlar tarafından şu sloganlar atılıyordu: "Dinsiz devlet yıkılacak elbet… Şeriat gelecek… Laiklik dinsizliktir… Anayasa Kuran… Ya şeriat ya ölüm… Cihada hazırız…"
          • Ve 12 Eylül 1980: Amerika'nın fedailiğine soyunan, Amerikalıların "bizim çocuklar"  dedikleri Generaller tarafından  darbe yapılarak tüm siyasi parti ve dernekler kapatıldı. Demokrasi güçlerine karşı topyekûn bir seferberlik başlatıldı. Dizginlerini koparan zor, zulüm ve işkence doruğa çıktı. Ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi. Ulusal birlik yerin dinsel birliği öne süren, ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran, günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen gerici 12 Eylül'ün darbesinin mimarı Kenan Evren, 10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale'de yaptığı konuşmada "Muhterem din adamlarının elini
Öpeceğiz" diyordu.[1]
           • "Gerçekte," der Machiavelli, "hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki, Tanrı'ya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi. Gerçekte bilge kişinin bildiği birçok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde, başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur." [2]
           • Darbe rejimi, 2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10. Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yükseköğretim kurumlarına girmelerini sağladı. Bununla da yetinmeyerek, 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. Maddesinde yaptığı değişiklikle, cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.
           • 12 Eylül'de gerçekleştirilen Amerikancı darbeden sonra İsmet İnönü'nün oğlu veto edilerek seçimlere katılması engellenirken Nakşibendî tarikatının üyesi olan Turgut Özal'ın Çankaya'ya kadar tırmanması sağlandı. Nitekim Özal'ın, "12 Eylül olmasaydı  iktidara gelemezdik" biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına
yansıdı.
           • Mart 1987: Demirel, Öğretim Birliği Yasası'nın bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu göz ardı ederek şunları söylemiştir: "Siyasetin emrinde din değil, başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi, siyaset dine hizmet edecek. Bunda yadırganacak bir şey yokTevhidi Tedrisat Kanunu bir semavi  kitap değildir. Şayet Kuran kursları ve din eğitimi bu kanuna ters  düşüyorsa, yanlış olan din eğitimi değildir. Tevhidi Tedrisat Kanunu'dur Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar, bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır."[3]
            • 1989: TCK'nin Türkiye'de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı. Bu maddenin kaldırılmasına karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı.
            • 28 Aralık 1989: Üniversitelerde türban serbest bırakıldı.
           • 31 Ocak 1990: Prof. Dr. Muammer Aksoy'un öldürülmesi.
           • 7 Mart 1990: Çetin Emeç'in öldürülmesi.
           • 4 Eylül 1990: Turan Dursun'un öldürülmesi.
           • 6 Ekim 1990: Prof. Dr. Bahriye Üçok'un öldürülmesi.
           • 24 Ocak 1993: Uğur Mumcu, "İmam-Subay" başlıklı yazısından iki gün sonra bir suikasta kurban gitti.
           • 2 Temmuz 1993: Sivas'ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir sultan Abdal Kültür Etkinlikleri'nin 3. gününde, dinciler ortalığı kana buladı. Ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın, düşünür, bilim adamı, sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri ,diri yakıldı. Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Oteli'ni ateşe verenlerin attığı ortak sloganları şunlardı: "Zafer İslam'ın…Cumhuriyet Sivas'ta kuruldu, Sivas'ta yıkılacak!.. Şeriat gelecek zulüm bitecek… Kahrolsun laiklik…"
            • 27 Mart 1994: Yerel seçimlerle RP'nin yükseliş ivmesi devam etti. 22 ildeki belediyelerin, Ankara ve İstanbul'daki Anakent Belediyeleri'nin tüm olanakları RP'nin eline geçti. Bunlar, iktidar yolunda önemli kilometre taşları olacaktı. Erbakan, "Refah iktidara gelerek. Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı olacak? Kansız mı? 60 milyon buna karar verecek"diyordu.
           • Erbakan, 5 Nisan 1994 tarihli kararlarını ilan ederken "son sosyalist devleti de yıktık" sözleriyle Kemalizm'in sosyal  devlet alanında sağladığı cılız da olsa kazanımları kastediyordu.
           • 10 Kasım 1994: Anıtkabir'de Atatürk'e çirkin bir saldırı yapıldı. Saldırgan, "Taşlara, kemiklere secde etmeyin. Taşlar sizi kurtaramaz. Kuran'a davet ediyorum." diye slogan attı.
           • 11 Ocak 1995: Onat Kutların öldürülmesi.
           • 9 Ocak 1996: Metin Göztepe'nin öldürülmesi.
           • 1997: Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız, "Laiklere şeriat enjekte edilecek" diyordu.
           • 1997: Şevket Yılmaz, "Allah'ın size soracağı soru şöyle: Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın?" Hasan Hüseyin Ceylan, "Bu vatan bizimdir, rejim bizim değildir  kardeşlerim. Rejim ve Kemalizm başkalarınındır. Türkiye yıkılacak beyler!" Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, "Bu törenlere
   için kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı, kini eksik etmesin."
           • Şanlıurfa Belediye Başkanı Çelik, "Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi olacak." diyorlardı.
           • Ve Nihayet Şubat 1997…Özal'ın halefi olan Başbakan Necmettin Erbakan, Başbakanlık Konutunda verdiği iftar yemeğine Türkiye'nin en ünlü din baronlarını davet ederek, toplumsal gerilimi tırmandırdı.
           • Laikliliğin tanımı bile değiştirilerek, "laiklik, din özgürlüğüdür"; "din ise birleştirici ve lâzımdır" denilmeye başlandı.
           • 21 Ekim 1999: Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalının öldürülmesi.
           • 18 Aralık 2002: Dr. Necip Hablemitoğlu'nun öldürülmesi.
           • Eğitim yoluyla şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi. Bu zihniyetteki bireyler, cesaret ettikleri takdirde çarşafı, Arap alfabesini, dört kadın ile evlenmeyi de, bir yandan uluslar arası yeşil sermaye gücü, öte yandan da din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarına, artık hiç kuşku kalmadı.
           • Şimdi ise Sevr kapımızın eşiğinden sırıtıyor!”
            Türkiye cumhuriyetinde;yükselebilmek ve en iyi yerlere gelebilmek için aşağıdaki formüle uyulduğunu gözlemlemişimdir:”Ziyafet,Kıyafet,Ziyaret.Önünü bir Madama,Dötünü de bir büyük Adama dayarsan yükselirsin elbet!”Böyle olunca da sitsem çöker elbet!



Bir yazımda da bu imzaların yorumunu sunacağıma söz veriyorum.

İzleyiciler

Blog Arşivi