27 Ağustos 2012 Pazartesi

796/ÖLÜM ÜZERİNE SERENAT!

                            

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
         Çeşmealtı;26 Ağustos 2012.
                           “En Son savunmaya Düblük!”
“Ölüm, fizyolojik bir Rezalettir!”Alberte Camus. Bence, ölüm dünyaya gelmenin bedelidir. Ey!Aracı ağaca toslayarak ölen Varoluşçu Filozof!Ostüzü.
                   ÖLÜM ÜZERİNE SERENAT!
“Merhaba Sayın Osman Bey Saygılar.
Bir hayranınızı kaybettiğinizi biliyor muydunuz?
www.Anadolulular sitemde ki yazılarınızı Fransızca okuyarak sizlere hayran olduğunu ve beğendiğini defalarca dile getiren, bir hayranınızı kaybettiniz.
Jacgueline Riche
Rahmetli kendisi Belçikalı bir Profesör aynı zamanda benimde kayınvalidem olurdu!
Yazımı bağlamadan önce bana ve Anadolulular web sitesine vermiş olduğunuz destek beni mutlu kılıyor teşekkürler Osman Bey.
Saygı ve Sevgilerimle
 Keziban Souris 
 Yanıtla Yönlendir
Osman Türkoğuz
Kime: Keziban “Acele yanıtım:
HER ÖLÜM OLAYINDA, bir Kızılderili Kabile Reisinin özdeyişini anımsarım:"Doğduğumuzda, biz ağlarken herkes gülmektedir. Öldüğümüzde de arkamızdan herkes ağlarken biz gülmeliyiz!”!"Rahmetli ve Cenneti mekânı olan Profesör Jacgueline Riche Han'ımı sağlığında tanımak isterdim. Tüm mesele kısmet işindedir.02 Ağustos 1962 senesinde;bir topçu uçağında üç kişi Ankara'ya uçacaktık.Komutanlarımız “denetleme var” diyerek,bana  izin vermediler.O gün içimi sınırsız bir sıkıntı kaplamıştı.Telsiz memurumuz büyük bir üzüntü ile:"Sayın Komutanım;sizin bir devre arkadaşınız topçu pilotu vardı ya,o yarım saat önce makinisti ile birlikte Gaziantep hava limanında,uçağı düşerek  şehit oldular!"Dedi.Hemen bu vardı ya! sözünden aklıma bir şiir geldi:"Ölmek ne unutmak/ne de unutulmak/Ölmek,varken vardı olmak!"Ölümlerin alternatifi yeni doğumlar olsa gerek.Mevlana;Eşi ölen yazıcısına,ikinci kitabına başlaması için:"Yaz bakalım Hüsamettin;kanın süt haline gelmesi için bir doğum gerekir!"Demişti.Başımız sağ olsun,sevgi ve saygılarımla.”Dedim ve Rahmetli Cahit Sıtkı Tarancı’nın 35 Yaş şiirini de yazıma ekledim:
OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir, bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı TARANCI
RİNDLERİN ÖLÜMÜ

Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.
YAHYA KEMAL BEYATLI
                         GÜLLER BİLMESİN ÖLDÜĞÜMÜ!
                Ben öldüğüm zaman;
                        Gül bahçelerinden geçerken
                        Benim şarkılarımı söyleyin.
                        Güller ve Bülbüller, öldüğümü bilmesin.
                        Sarıgülüm üzülüp te, kahrolup ta solmasın.

                        Ben öldüğüm zaman;
                        Kitaplarımı ve yazılarımı saklayın,
                        Benim gittiğim yollardan
Türküler söyleyerek yürüyün,
              ATATÜRK'ÜNIŞIKLARI SÖNMESİN,                                                                                                                                                           Öldüğümü duyup ta Hainler sevinmesin.

                        Bir gül koyun bilgisayarıma,
                        Arada, sırada tozunu da alın,
                        Emeği çoktur bende, inkâr edemem,
                        Öldüğümü sanıp ta kahrolup, üzülmesin.

                        Telefonları kapatın iletişime,
                        Beni aradığında O,öldüğümü duymasın.
                        Anılarımızla yaşasın hayatın kıyısında
                        Anılarımız da heba olup gitmesin.Osman Türkoğuz
SESSİZCE O AĞLAYACAK BİLİYORUM!
Ne zelzele olacak, ne volkanlar patlayacak;
Ben öldüğüm zaman hiçbir şey değişmeyecek;
Hiçbir şey değişmeyecek günlük hayattan,
Yine komşu okulun zilleri sekizde çalacak,
Yine çocuklar oynayarak sınıflara dolacak.


Hiç üzülme yüreğimde sakladığım,
Ölümle tüm zamanlar bizim olacak.

Yine kumrular gelecekler penceremize,
Yine ezanlar okunacak vaktinde.
Ha bir yaprak düşecek dalından yere,
Ha bir balık vuracak o eski sahillere.

Zaman yalınız bende duracak,
Saatler yine de tam vaktinde vuracak.

Yakınımdakiler hüngür, hüngür ağlarken,
Ben için, için güleceğim yalınızca ve gizlice;
Çok uzaklarda, deniz kıyısında birisi,
Öldüğümü üç gün sonra duyacak,
Yakasına bir SARIGÜL takarak, için, için
Ve sessizce ağlayacak.
İşte o zaman ben de ağlayacağım
Gözyaşlarımı içime akıtarak.
Ben varken vardı olacağım;
Benden vardı diye de söz edecekler.
Öleceğimi ne Ahmet Bey’e, ne de
Gönlü ile gören o kıza söyleyeceğim;
Arkamdan ağlayacak görmeyen gözleriyle
Ve türküler besteleyecek benim için belki de
.
Cenazemi kütüphaneme koyacaklar;
Kitaplarım, bilgisayarım ve klavyem dilsiz;
Merak içindeyim sormayın, ne yapacaklar bensiz.
Kapımdan çıkarırlarken cenazemi, aklıma bir soru takılacak:
Kim getirecek bu evin ekmeğini benden sonra;
Kim dökecek bu evin çöplerini ve
Kim değiştirecek gaz tüpünü ve su bidonunu?
Geri dönesim ve gülesim geldi:
Buncacık mesele için ölüm oyununu bozmaya değer mi?
Ölüm raporu, defin ruhsatı ve maaş bağlatma işi
Eşimi çok yoracak bu işler, bereket Ahmet Bey var.
O’NUN bu konuda kitabı ve koskocaman yüreği var.
Sonra da beni caddeye indirecekler
Ve tabutumun üstüne serilmiş bir ALBAYRAK ve gölgesinde BEN;
Cenazem geçerken yollardan,  çift sıra olmuş insanların başlarını öne Eğdiklerini göreceğim ve kıvanç içinde;
“Ula Osman bu manzara bile ölmeye değer!”Diyeceğim,
Ayıp olmasa hepsinin gözlerinden öpeceğim.
Sonra da götürecekler köyümüzün mezarlığına;
Bir asker mangası üç el silah atacak
Ve tüm ölüler birisi geldi yine diye kahkahalar atacak.
Önce imam soracak, oradakiler "iyiydi!"Diyecekler
Onların vergileriyle okuduğumu da biri birlerine söyleyecekler.
Anam Âlime kadın namuslu bir kadındı;
Mezarımın başındaki imam, hayatınde ilk defa
Babamın adıyla bana seslenecek ve böylece                                                                  Analarının namusunu tün insanlar öğrenecek.
Ben SARI GÜLLÜ birisini çok özleyeceğim,
Ölmesin diye dualar etsem de
Yanıma gelmesini de çok bekleyeceğim.
En son mezarımın başından Yeğenim Fulya ayrılacak;
Gözlerinde sevgi ve yüreğinde imanla:"
"Hey gidi Osman Albayım Hey diyecek;
"Biz subaylar tutuklanır mı derken,
Ne vardı hemen ölecek erkenden?"Osman Türkoğuz
       KALDIRIMLAR
                               Necip Fazıl kısakürek
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla, damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
Sükût gibi münzevi, çığlık gibi hürsünüz.
Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
Simsiyah gözlerine, bir an, gözüm değince,
Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...

            NE ÇARE!
Bir dalda, kırmızı gül, yeşil yaprak,
Mor diken.
Ölümlere alışmışım ne çare;
Deniz, deniz hasretindir,
Dağ, dağ içime çöken. Osman Türkoğuz.
            Ölmek; bir derenin nehirle, bir nehrin denizle, bir denizin de Ana denizle birleşmesidir.Ölmek,vakti geldiğinde,bir gül yaprağının toprağa düşmesidir/Ölmek tüm canlıların yaratanı ile birleşmesidir.Ölmek,doğmanın ve yaşamın sevincini başkalarına bırakmaktır.Ölmek,verilmiş olan bir ömrü tamamlamaktır.















795- TELEFONDAKİ BARAK OBAMA'NIN VÜCUT DİLİ!


            OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmail.com
         Çeşmealtı; 26 Ağustos 2012.

                   TELEFONDAKİ BARAK OBAMA’NIN
                                      VUCUT DİLİ!
         “Amerika Birleşik Devletleri, niçin Büyük ve Güçlüdür? Biz vatan hainlerimizi öldürürüz. Diğer milletlerin vatan hainlerini o milletlerin başına yönetici olarak yerleştiririz. O nedenle biz Büyük ve Güçlüyüz!” Henry Kissenger, Yahudi asıllı USA Dış İşleri bakanlarından.
         Efendim; bendeniz, Türk basınında yayımlanan arkası dönük olarak Sn. Recep Beyimizle telefon konuşması resminde yoğunlaşmıştım!


         Sağ elinde Beysbol sopası ile Sn. Recep Tayyib Erdoğan ile telefon konulması yapan USA Başkanı Barak Obama’nın bu tehdit gösterisi çok tenkite uğramıştı. Bendenizde tarihte; Atina’da köleler ayaklanmasının kırbaçla bastırmasını örnek göstererek Dindaşımız Barak Obama’ya bir öneride bulunmuştum.
Sonra uzun,  uzun ve derinlemesine düşündüm ve Barak Obama’nın bu politik davranışının gerekçesini de tam olarak buldum sayılır.
         Bendeniz, övünmek gibi olmasın vücut dilinden ve dışarı vurgu psikolojisinden de anlarım.
         Barak Obama, arkası dönük olarak oturmuş vaziyetteydi. Sağ elinde, MATRAK’TAN bozma Beysbol sopası, sol eli Terör örgütlerinde,  yüzü görülmeyecek kadar dehşetli vampirik! Elbisesi siyah, her terör örgütünün görünmez yaratıcısı ve destekçisi.
Köleleri ve paralı uşakları boy hedefi olarak kullanılırken, yöneticisi oturarak durumu yönlendirir ve yönetir.
         Matrakçı Nasuh; lobuta benzer kalınca bir sopa ile savaş sanatının yaratıcısı ve en büyük ustası. (1480/1564). MATRAKÎ diye de ünlü bir Osmanlıdır. 
Osmanlıya dönüş sürecinde olan Bizim Sn. Recep Tayyib Erdoğan ve hempaları MATRAK oyununu da ortaya koymuşlardı.
Barak Obama, bizimkileri korkutmak için eline MATRAKINI almıştır. Onun için, bu tür diplomasiye BARAKÎ denmesini önermekteyim.
PS: Bundan keri, Barak Obama, bizimkilerle telefonla konuşurken, eline Faraşlı Süpürge alırsa bendeniz hiç te şaşmam!
Sayın Cüneyt Zapçı şaşar mı bilemem.

İzleyiciler

Blog Arşivi