14 Temmuz 2012 Cumartesi

763/TAADDÜT'İ ZEVCAT/EZVAÇ/NE MÜMKÜN!

Osman TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@hotmail.com
İzmir, 19 Mayıs 2008 ve 13 Temmuz 2012.
TAADDUT’İ EZVAÇ—TAADDUT’İ ZEVCAT-- NE MÜMKÜN!

 GÜNÜMÜZDE, ÇOK KADINLA EVLENMEK MÜMKÜN MÜDÜR.
                Bu yazım”dördüncü kadını da alacağım” diyerek Müslümanlığı maslahatının keyfine bağlayan,Almanya görmüş bir büyük memura armağan edilmiştir.Ostüzü.
Geçen yazlardan birindeydi, babası Türk, annesi Acem olan, 14 yaşında bir çocukla tanışmıştım. Bıyıkları yeni terlemiş, gönlünü Humeyni rejimine adamış olan bu çocuk, bizleri ikna etmeye savaşmıştı.
Gözleri hiçbir şey görmediği gibi, kulakları da anlatılanları duymuyordu. Beyni, kendisine verilenlerin dışındakilere kilitlenmişti. Nüfus kâğıdında, uzun nikâhla nikâhlanacağı dört kadınla, Müt’a nikâhı ile –KISA VE GEÇİCİ NİKÂH- evleneceği kırk kadının kaydını sağlayacak haneler olduğunu söylüyordu.
Bu çocukla uzun süre ilgilendiydim. Anlattığım sosyal olaylar, gösterdiğim istatistikler ve yaptığım hesaplar sonucunda; delikanlı, düşüncelere dalmıştı.
Yanımda hiçbir kimsenin olmadığı bir sırada; etrafı kontrol ettikten sonra: “Bey Amca, babam Türk olduğu için, ben de Türk sayılırım. İran’ın ATATÜRK’Ü yok, bu gidişle de, bir ATATÜRK çıkaracağı da yok. Veriniz, ellerinizi öpeyim.” Dediydi.
Besançon Üniversitesi’nin C.L.A. Dil Enstitüsünde, devlet doktorasını yapmış bir kadın Profesör de, aynı sözleri çokça söylüyordu.
Fransız dilinde, kelimeler söylendikleri şekilde yazılmadığı gibi, yazıldıkları şekilde okunamıyordu. Bu durumdan şikâyetçi olan Kadın Profesör: ” Ne yapalım ki bizim ATATÜRKÜMÜZ yok.” diye, bizlere dert yanardı.
Evet, BİZİM ATATÜRÜMÜZ var. Hem de, Anadolu toprağının altındaki tarih gibi, uygarlıklar ve doğal zenginlikler gibi var.
Yalınız övünmemiz için var. Övünmek sözünü bile doğru yazamıyoruz. ÖVÜN, ÇALIŞ, GÜVEN özdeyişini, yemek vakti anlamında, üç öğün yemek halinde kullanmaktayız.
Mantığın ve felsefenin tu kaka olarak kabul gördüğü bir ülke yurttaşlarının düşüncesindeki derinlik ve boyut tek düze olsa bile. Mekânsızlık ve zamansızlık, toplumumuzun kültür hedefi haline sokulmak istense bile. Bir Firavunla, koskoca Mısır tarihi, fi tarihine sokulmak istense bile. BİZLER, Mustafa Kemal gibi düşünmeyi sürdürmek zorundayız.
O, Humeyni tutkunu gencin savunması, NİSA Suresi’nin üçüncü âyetine ve Humeyni’nin Ünlü, TAÇ adlı hadis kitabına dayanıyormuş.
NİSA Suresi’nin üçüncü ayeti, aynen şöyle demektedir: ”Eğer velisi olduğunuz yetim kızlarla evlenip, onların haklarını yemekten korkuyorsanız; beğendiğiniz, hoşunuza giden başka kadınlardan İKİ, ÜÇ, ya da, DÖRT kadın alın. Fakat bunların arasında, adaletsizlik yapmaktan korkarsanız, o vakit, bir eşle ya da sahibi bulunduğunuz cariyelerle yetinin.”
Genel hüküm bu, Kuran’ı Kerim, sonsuza değin uygulanacağına göre; bir erkek kaç kadın alırsa alsın, birde, sınırsız bir cariye ordusuna sahip olacaktır.
Marifet name yazarımız, Rahmetli İbrahim Hakkı Erzurumlu, beş kadınla evlenmesinin sırrını soranlara: ”Sizin aklınız, böyle şeylere ermez.” Yanıtını veriyormuş.
İslam Padişahlarının yüzlerce kadınla evlenmelerine de, bizim aklımız ermemektedir.
Humeyni, Tezhib’ül Ahkâm adlı eserinde şöyle yazıyor: ”1119-Ebu Abdullah-Cafer Sadık- Aleyhislam’a soruldu:
—Müt’a, dört evlenmeye dâhil midir?
Cevaben, buyurdu:
—Hayır, dörtten de değil, yetmişten de değil.
—O kadınlardan Müt’a ile bin tanesi ile birleş. Çünkü onlar, sadece kiralanmış kadınlardır. MÜT’AYI DA, ” belli bir süre” olarak tanımlıyor.
HZ. Muhammet, savaş zamanlarında izin verdiği bu tarz birleşmeleri, sonraları yasaklamıştır.
Sırf nikâhlı eş için, her erkek çocuk için dört kız çocuğu olması gerekmektedir. Öteki hesaplar, satrancın her karesine karesi artırılarak buğday koymak gibi hesaplanabilinir.
Tüm ülkelerin nüfus istatistikleri incelendiğinde, aynı sonuçla karşılaşılmaktadır. Savaşlarda, çok erkek ölür hesapları da eskidi. Bedir gazvesinde, (9) UHUT çatışmasında da (70), Hendek kuşatmasında (1) Müslüman ölmüştü.
Müslümanlar arasında yapılan Cemal-Deve-çarpışmasında (13.000), Sıffin çarpışmasında da, her iki taraftan, (100.000) kişi ölmüştür.
Günümüz savaşlarında; en güvenilir yer, cephelerdir. Cephe gerisinde ölen insan sayısı çok korkunç boyutlardadır.
Ülkemizde yapılan nüfus sayımı sonuçları elimizdedir.
1927 senesinde yapılan genel nüfus sayımında, nüfusumuz (13.648.270) idi. Bunun (6.563.270)’i erkek, (7.084.391)’i de kadındı. Genel nüfusumuzun, %48,1’ î erkek, %48,9’u da kadındır. (93) erkeğe, (100) kadın düşmektedir.
1980 Genel nüfus sayımında, toplam nüfusumuz (44.763.957)’idi. Bu sayının (22.694.362)’i erkek, (22.041.595)’ide kadınlara aittir. Genel nüfusa göre, erkek oranı%50,7; kadın oranı da %49,3’tür. Bu seferde, (100) kadına, (103) erkek düşmektedir. %3 erkeğimizi de, YABANCI kadınlara kaptırdığımıza göre, sorun yok demektir.
Genel nüfus sayımlarının yapıldığı yıllara göre, nüfusumuzun genel toplamlarını ve yüzde oranlarını görelim.
SAYIM YILI N. GENEL TOPLAMI ERKEK % KADIN %
1935 16.158.018 7.936.770 ----49,1 8.221.248 – 50,1
1940 17.820.950 8.898.912 --- 49,3 8.922.038. - 50,1
1945 18790.174 9.446.580 --- 50,03 9.343.594 –49,7
1950 20.947.188 10.527.085---50,3 10.420.103 -49,7
1955 24.064.763 12.233.421---50,8 831.342 -49,2
1960 27.754.820 14.163.888---51,0 13.590.932–49,2
1965 31.39.421 15.996.964---51,0 15.394.457–49,0
1970 35.605.176 18.006.986---50,6 598.100 -49,4
1975 40.347.719 20.744.730,--51,4 19.602.989- 48,6
Nüfusumuzun yurt dışına gidenleri sayılmıyordu. Saklı, firar, bakaya, sanık ve yakalanamayan hükümlüler, genel sayım günleri saklanıyorlardı. Yüzde oranlarına yansıyan farklılık nedenlerini bunlar etkiliyorlardı.
0–4, 5–9, 10–14, 15–19, 20–24, 25–29, 30–34, 35–39 yaş grupları arasındaki farklılıklar ayni seviyededir. İstanbul’un doğum oranını inceleyelim:
KIZ ÇOCUĞU OĞLAN ÇOCUĞU -Takvimiz. 25 Ocak 2004—2004 rakamları. ------------------ -------------------------
Ocak---- 69.841 76.385
Şubat— 45.220 49.207
Mart-- 46.546 46.540
Nisan- 42.751 46.370
Mayıs— 43.400 47.208
Haziran— 44.490 49.069
Temmuz 47.880 52.162
Ağustos— 48.027 49.207
Eylül--- 35.960 57.254
Ekim-- - 38.255 41.623
Kasım— 35.543 38.645
Aralık— 25.782 27.840
------------------ -------------------------
TOPLAM: 525.864 571.262
Müslüman ülkelerde, erkek fazlası var. Ülkemiz, 100 kadına düşen erkek 107,4 İle ilk yirminci sıradadır.
1-Katar----194,7 11-Bangladeş---106,5
2-B.A.E.---176,6 12-Tayvan-------106,2
3-Bahreyn–134,4 13-Çin------------ 106
4-S.Arabistan—125,8 14-Afganistan--105,3
5-Umman-------110,4 15- Arnavutluk--105
6-Burnei---------109,6 16— Ürdün------105
7-Libya-----------108,7 17- Türkiye----- 104,7
8-Pakistan---107,2 18-Hong-Kong----104,6
9-Hindistan–106,8 19—Nepal-------- 104
10-Papua Y.Gine–106,9 20-Mısır----------103,7
Ülkelere göre, KADIN- ERKEK nüfusu (milyon olarak )Erkek sayısı fazla olanlar:
Ülke adı Kadın Erkek Erkek Fazlası
Çin--- 581 618 37,12
Hindistan--- 450,31 479,05-- 28,74
Pakistan--- 62,25 67.66 -- 5.41
S.Arabistan--- 8,49 49,10 – 2.00
Bangladeş---- 58,97 60,80 --- 1,83
Türkiye--- 29,75 31,31 --- 1,50
İran---- 31,41 32,71 --- 1,30
Mısır-- 28,46 29,34 -- 0,88
Filipinler---- 34,13 34,47 --- 0,28
Kadın nüfusu fazla olan ülkeler:
Ülke adı Kadın Erkek Kadın Fazlası Rusya--- 78.29 69.91 -- 8.36
A.B.D. 134,14 - - 128,98 --- 5,16
Ukrayna--- 27.46 - - 24.09 --- 3.37
Almanya--- 41.93 - - 39.94----- 1.97
Japonya---- 63.53 - - 61.58 ---- 1.85
Nijerya---- 56.51 - - 54.86---- 1.65
Fransa---- 29.74 -- 28.32 ----- 1.42
İtalya----- 29,30 -- 27,90 ----- 1.40
İngiltere--- 29.84 -- 28.69 ----- 1.15
Vietnam---- 37.28 -- 36.20 ------ 1.08
Brezilya----- 80.01 -- 79.20 ------- 0.80
Meksika---- 46.14 -- 45.69 -------- 0.45
Vatan Gazetesi’nin, 19, Aralık, 2007 tarihli sayısında ilginç istatistik verileri yayımlandı. “2005 yılı verilerine göre Türkiye’nin nüfusu (73.429,426) olarak belirlenmişti. Bunun (36.670,736)’sın erkekler,(36.758,690)’ nını ise, kadınlar oluşturuyordu. Yani, Türkiye’de, kadınlar, erkeklerden (88.000) daha fazla.”
“Ağustos verilerine göre, Türkiye’nin nüfusu (64.5571,000)’e ulaştı. Eldeki bilgilerin çok ta sağlıklı olmadığı düşüncesini kuvvetlendirdi.”
“Mernis’te (74.400,000) kişiye numara verildi. Daha önce, Mernis’te, (77.756,000) kimlik numaralı kişi saptanmıştı.”
“Nüfus, 74 milyon çıkmıyor. Nüfus, bir tahmine göre (70.000,000) çıkabilir. Bir başka Tahmine göre de, (68.500,000) çıkabilir.”
Posta Gazetesi, önemli bir haber yayımladı: ”3,5 milyon Eksikle (70) Milyonluk Türkiye.” “Gerçek nüfusun ise, 70milyon 487 bin kişi olduğu belirlendi.”
Bu, çelişkili gibi görünen nüfus sayımı rakamları, bana çok eski bir siyasi oyunu hatırlattı.
SENİRKENT FACİASI! Senirkent’in, Uluborlu ilçesinin bucak olduğu günlerde; Filiz Mehmet isimli bir alkolik, her gün rezalet çıkartır. Senirkent bucağında hekim olmadığı için, her gün, yaya olarak filiz Mehmet, Uluborlu’ya sarhoşluk muayenesine götürülüp, getirilir.
Senirkent’te; Jandarma’nın, Filiz Mehmet’i eyerleyerek, sırtına binip muayeneye götürdüğü dedikodusu yayılır. Filiz Mehmet’in eline bir şişe şarap tutuşturularak T.B.M. Meclisi’ne protesto telgrafı çektirilir.
Adliye müfettişi Senirkent’e damlar. Hazırlanan tanıklar, hazırlanmış ifadeleri okurlar. Zamanın usul hukukuna göre; yargıç, müfettişin gönderdiği ifadelere göre, Nahiye j. karakol komutanı ile yedi jandarma erini, tutuklar ve cezalandırır.
Jandarma karakol komutanı tart cezası alarak, ordudan ilişiği kesilir.
Ben, Uluborlu’da görevdeyken, bu olayı iyice araştırmış, emekli olarak, Uluborlu’ya yerleşen yargıç ile ve olayı iyi bilenlerle de konuşmuştum.
Uluborlu’nun Nahiye’ye dönüştürülüp, Senirkent’in ilçe yapılması otaya atılınca; Uluborlulular, bir gece içersinde, Uluborlu’nun nüfusuna (4000) kişi ekleyerek Uluborlu’nun nüfusunu artırmışlar. Bucak olma tehlikesi geçince de, olmayan kayıtlıları öldürerek nüfus kütüğünden silmişler.
Bu, farklı sonuçlar veren nüfus sayımından da kokular çıkabileceğini düşünüyorum.
Biz, konumuza dönelim.
Simavnalı Şeyh Bedrettin: ”Tanrı, her şeyi çift ve zıddı ile yaratmıştır. Zıtların toplamı tamı verir.”demiş.
Sorbon’da, “tüm çağların en büyük filozof ve halk ozanı “diye tanımlanan Koca Yunus, yedi yüz sene önce: ”Kendine ne dilek dilerisen Tanrı’dan / Gayra dahi aynı gözle bakıla.” Demiştir.
Zıtların toplamı tam eder: Bir bütün, zıtların toplamına eşittir. Yüce Tanrımız, erkek ve dişi neslini, ayrı, ayrı yaratmış.95’İNCİ SURENİN 5’İNCİ AYETİNDE DE:”GERÇEKTEN BİZ İNSANLARI MÜKEMMEL BİR SURETTE YARATTIK!”Denilmektedir. Kadın da insanlığın anası olduğu için yatatılıştaki mükemmeliyet ANAMIZ, BACIMIZ VE SEVDİĞİMİZ KADINLARIMIZIN  kişiliğinde de vardır. Erkeklerin”Allah Baba!”Diyerek Allah’ı cinsiyet sahibi yapmaları Hıristiyan inancının ve  ahlaksızlığın GEREĞİ olarak  zavallı durumuna sokulan kadınlarımızı aldatmak içindir.
Bütün canlılar için değişmeyen doğal kanun böyle işlemektedir. Dişi ve erkek birleşince, bir bütün olarak, AİLE ortaya çıkmaktadır. (-1)x(-1)=+1
Bütün canlılarda bu işleyiş gözlemlenir. Genellikle, hayvanlar da tek eşlidirler. Kumru’nun eşi öldüğünde; uzun süre, öteki kumru tek başına yaşamaktadır.
Koyun, Keçi, Tavuk cinsleri ve büyük baş hayvanlar, insanın eliyle çok eşliliğe zorlanmaktadırlar.
Bir erkeğin, dört ve daha çok kadın alması, AİLE’Yİ değil de sürüyü oluşturur.
Osmanlı döneminde; evlenmeler, KADILARCA tutulan özel defterlere kaydedilirdi.
Boşanma halinde, bekleme süresinin hesaplanması, NESEP’İN korunması için çok önemliydi.
Köylerde; imamlarca, Müftü adına kıyılan NİKÂH bu özel defterlere kaydedilirdi.
Bugün, ne KADI var ne de özel defterler var.
Her erkek, canının istediği kadınlarla canının istediği gibi; kayıtsız ve koşulsuz, evlenip boşansa, nesep nasıl korunur?
Antalya yöresinde, Toroslar’da kız kaçırma olaylarında, kızın babasının saptanmasında, çok sıkıntılar çekmişimdir.
İslam Hukuku’na, Kuran’ı Kerim’e göre bekleme süresi, hür kadınlar için ayrı, köle kadınlar için ayrı hesaplanmaktadır.
Boşanma ve ölüm halinde, süreler ayrı hesaplanmaktadır. Köle kadınla, hür kadınların bekleme süreleri ayrı hesaplanırdı. Köle kadınların bekleme süresi hür kadınların bekleme süresinin yarısı kadardı.
Erkek ve kadın nüfus oranları elimizin altındadır. Her erkek, dört kadınla evlenemeyeceği gibi, tek kadın almak olanağına bile sahip değildir. Bu; paraya, mala sahip olmak gibi bir durum ortaya koymaktadır.
Eski Türk toplumlarında ve halen köylerimizde tek kadınla evlilik geleneği vardır. Birçok kadından doğacak çocukların, içine düşecekleri felaketleri ve kardeşin kardeşle evlenme durumlarını düşünmek bile ürkütücüdür.
Sırf, üremeye ve neslin devamını sürdürmeye göre düzenlenmiş doğal program’ı, erkeklerin keyfine göre ayarlayıp, bozmak toplumu bozmaktan başka bir şey değildir.
İslam Hukuku’na göre, bir verese’ye iştirak edecek (18) mirasçı vardır. Dört kadından doğacak çocuklara, miras nasıl taksim edilecektir.
Bir Alman kadınla evlenip, üç çocuktan sonra, ondan boşanıp, bir Fransız kadından da beş çocuk yapan, Türkiye’de de üç eşinden üçü kız, dördü oğlan olmak üzere dokuz çocuğu olan bir Müslüman Türk erkeğinin davası önünüze gelse.
Bütün yollar, MUSTAFA KEMAL’E çıkıyor.
KAYNAKÇA
1-Kuran’ı Kerim,
2- Cumhuriyet Gazetesi’nin 20,Ekim,1985 günlü sayısı,”Türk Nüfusu’nun Özellikleri”,
3-Humeyni ve İslam, A Talip Güngörge.
4-Sabah Gazetesi’nin 9,Aralık, 1987 tarihli sayısı, Ramazan Öztürk’ün “İran’da Evlilik” araştırması,
5-İstatistik Genel Müdürlüğü’nün ” Türkiye Nüfus İstatistiği,”
6-İslam hukuk, Prof. Dr. Ahmet mumcu,
7- Takvim Gazetesi’nin 25,Ocak,2004 sayısı,
8- Vatan Gazete’sinin 19, Aralık, 2007 tarihli sayısı

762/BURÇLARIMDA TÜRKLÜK BAYRAĞIM DALGALANMAKTADIR!

OSMAN TÜRKOĞU                                                                   osmanturkoguz@gmail.com
 Çeşmealtı;13 Temmuz 2012.
        
                            TÜRKLÜĞÜMÜZE SAHİBOLDUK
                            CÜMLE ULUSLARI ve KULLUĞU DA YENDİK!
                      
                 “Türk olarak doğmuş olmam; her türlü övgüden üstündür.”  EBU’L GAZİ BAHADIR HAN(12 Ağustos 1603 Ürgenç/1645Hive), Şecereyi Terakime (Türk şeceresi, Türklerin Soykütüğü).
                 “Ne mutlu Türküm diyene!””Ulusal Kurtuluş Savaşını yapan Türkiye halkına Türk Milleti denir!”Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
     Türk; Türklüğüne sahibolduğunda şahlanmış; din ve ümmetçilik batağına yuvarlandırıldığında da aşağılanmıştır!”Ostüzü.
                 “Tanrımız, dünya uluslarının sevk yularını Türk’ün eline vermiştir!”Ali Şir Nevai.
                 Şöyle bilinir ki, Türk Fars’tan daha keskin zekâlı, daha anlayışlı, daha saf, daha pek yaratılışlıdır. Fars ise ilimde ve gayret sarfıyla elde edilen bir anlayışta daha olgun ve derin görünüyor. Bu hal Türklerin doğru, dürüst, temiz niyetinden, Farsların da fen ve hikmetinden belli oluyor... Ve lakin Türk ve Fars dilleri arasındaki kusursuzluk veya noksanlık bakımından çok büyük farklar vardır. Söz ve ibarede, kelimelerin anlam ve kavramında, Türk Fars’tan üstündür. Türkün öz dilinde öyle incelikler, güzellikler, sanatlar vardır ki inşallah yeri gelince gösterilecektir...” Türkün bilgisiz ve zavallı gençleri güzel sanarak, Farsça şiirler söylemeğe özeniyorlar. İyi ve etraflı düşünseler, Türkçede bu kadar genişlikler, incelikler, derinlikler ve zenginlikler durup dururken, bu dilde şiir söylemenin ve sanat göstermenin daha kolay, şiirlerinin daha beğenilir olacağını anlarlar.                                                                         ”Ali Şîr Nevai(1444/1501)
         Türkiye Cumhuriyeti Emniyet Genel Müdürlüğüne bağlı Polis Akademisi Başkanlığına seçilen Prof dr. Sayın Remzi Fındıklı kendisini bu makama getirenlere bir bağlılık iletisi gönderdi ki, tüm
 dini bütün tarikatçılarımızı ve Allah ve din ile kandıranlarımızı  mest etti:”Dinine sahip ol ki hangi milletten olduğun belli olsun!”
         Sevr anlaşmasını kabul eden Damat Mehmet Ferit Paşa ve Sevr anlaşmasını onaylayan Sadrazam Vekili Şeyhülislam Tokatlı Mustafa Sabri Efendi de dinlerine sahip birer vatan hainiydiler. İngiliz casus teşkilatının başı Rahip Frew’in emrinde, Anadolu’muzda Müslüman Türk kanı döktüren Sait Molla da dinine sahip bir Vatanhain idi. Divan’ı Harp Başkanı Nemrut Kürt Mustafa ve “Yunan Ordusu zararsız Halife ordusudur!  Diye beyannameler yazarak, İngiliz ve Yunan uçakları ile Türk Mevzilerine attıran vatan haini İskilipli Atıf Hoca da dinine sahip bir müselman idi. Konya’da Delibaş Mehmet te dinine sahip bir Yunan ve İngiliz köpeği idi. Ya AtCambazlığından Paşalığa kadar yükseltilen Anzavur Ahmet ne idi. Dinine sahip bir vatan haini idi.Nesebi olmayanların dinleri olabilir.Hz. Muhammed’in bir sahih hadisi vardır:”Bu dünyada ve ahirette babalarınızın nesebi ile çağrılacaksınız!”
         Bir insanın her hangi biri dini olabilir.Bir insanın dini de olmayabilir.Dinsiz denilen bu insanların inançsızlıklarının hesabını öteki âlemde vereceklerine inanılır.Bir insan ahlaklı olabileceği gibi ahlaksız da olabilir.Topluma zarar vermeyen ahlak anlayışı tepki ile karşılanabilir.Bir insan,içinde yaşadığı toplumun  geleneklerine bağlı olabileceği gibi geleneklere bağlı da olmayabilir.Bir insan yozlaşmış ta olabilir.Bir insan modaya uyabileceği gibi modaya da uymayabilir.Dini ve felsefi inanış bir kişinin kişilik sorunudur.Bir iç sorundur.Hiç bir insan milliyetsiz olamaz.İnsanlar doğuştan bir millete sahip olarak doğarlar.O milletin dilini kullanırlar.O milletin mensup olduğu devletin de vatandaşıdırlar.Dış ilişkileri de  milliyet esasına göre düzenlenir.
         Besançon Üniversitesinin dağdaki yerleşkesinde her akşamüzeri biz Türk Subayları mutlaka aynı amfide toplanırdık.Bir Fransız kızının bu dikkatini çekmiş.Şehre inerken,otobüste yanıma oturdu ve doğrudan:”Siz,neden öteki Müslüman Araplara benzemiyorsunuz?Siz amfiye geldiğinizde diğerleri ayağa kalkıyor.O zayıf,uzun boylu adam geldiğinde de hepiniz “oturunuz” demeden oturmuyorsunuz.Kavga,gürültü ve yüksek sesle konuşmak ta yok.Siz anlattıkça diğer arkadaşlarınız gülme krizlerine tutuluyor siz nasıl Arapsınız!”Dedi.Ben de:”Biz Arap değil Müslüman edilmiş ve Mustafa Kemal sayesinde de Türklüğümüze kavuşan Türküz!”Anlattım.
         Dershanemizi Madame Holtzerh adlı bir öğretmen Türkiye resimleri ile süslemişti. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğunun belirli asırlardaki coğrafyası da duvarlara asılı idi. Dalıp gittiğimi gören bir Filipinli “Rüya!”Dediğinde gereğini yapmak üzereyken Fransızca öğretmenimiz Monsieurs Validon, araya girerek tüm sınıfa:”Bunlar Türk’tür.Üzerine gelmeye kalkmayın.Ben,Bülent Ecevit’e Osmanlı dedim ve yumruğunu da karnıma yedim.”Demişti.
         1976 senesinde; Birleşmiş Milletlerin bir sınavını kazanarak Cenevre’deki BM.Merkezine Keyif verici maddeler/Barbitürik maddeler/kursuna gitmiştim.Girişte,Atatürk’e ait kitaplarla,camda “Yurtta sulh,Cihanda sulh’”un Fransızcasını gördüm.Dalıp gitmişim.Biradam”Türk’müsünüz,neden hayretler içindesiniz?”Dendiğinde uyandım ve “büyük adamlar doğumlarının ve ölümlerinin yüzüncü yılında anılırlar.Burada Mustafa Kemal’in ölümünün 25’inci yıldönümü etkinlikleri sergilenmiş!”Dedim.O adam:” Mustafa Kemal Atatürk,en büyük Türk ve dünyanın en büyük devlet adamıdır!”Demişti.
         Kurs devam ederken çok mükemmel Fransızca konuşan Cezayir delegesi ayağa kalkarak söz istedi ve beni işaret ederek:”Ben Cezayir elçiliği misyonunda da görevliyim.Oturumlara gelemediğim günler,dersimiz konusu ile fikrim istenirse bu Yeğenim Türk,benim adıma ve dolayısı ile Cezayir adına konuşmaya yetkilidir.Bizler,onların yaptığı caddelerde yürüyor onların inşa ettikleri hamamlarda da yıkanıyoruz!”Demişti.
         Besançon Üniversitesinin Yaz yerleşkesinin yemekhanesinde dört kişi öğle yemeği yiyorduk. Öğretmen Albay İhsan Doğancı, Öğretmen Binbaşı Burhan Nalçacı,Avusturyalı bir Bayan tarih öğretmeni bir de bendeniz.Öğretmen Bayan izin isteyerek yemek sandalyesinin üstüne çıktı ve:
         “Burada yemek yemekte olan Sayın Bayanlar ve Baylar;ben,Avusturyalı bir Tarih Profesörüyüm,adım da Elizabet’tir.Bir dakika beni dinlemenizi rica edeceğim.Buraya gelene ve bu Türk subaylarını ve diğer Türkleri tanıyana kadar;Kilisenin ve Tarihin etkisinde kalarak Türklerden nefret etmeyi öğrenmiştim.Büyük bir yanılgı içinde olduğumu itiraf etmek durumundayım.Sizlerin de bu Muhteşem Türkleri tanımanızı  önermekten de büyük bir onur duymaktayım!”Dedi.Burada da Türklüğümüz öne çıkmıştı.
         Fransız Jandarma subay okulunda okumakta olan J.Ön Yzb.Sayın Orhan Çağlargil’i okul komutanı Fransız Albayı makamına davet ederek:
         “Sayın Yüzbaşı; burada bir çok Müslüman ülkenin jandarma subayları var.Siz,diğer Müslüman subaylardan neden farklısınız!”Der ve yanıtını da hemen alır:
         “Bay Komutan,onların Mustafa Kemal Atatürkleri yoktur!”.
         Burada da Türklük değer için öne çıkmıştır.
         Bir yazımda ağlayarak anlattığım bir olay vardı. Şimdi de gözlerim yaşararak bu olaydan kısaca söz etmek istiyorum. Trafik kazasında yaralanan komşu jandarma alayına mensup jandarma erlerini Suriye’nin Kamışlı Devlet hastanesine sevketmiştik.Gece vakti;yanıma Suriyeli bir Kıta Çavuşunu alarak Suriye’ye girdiğimde;elinde kaleşnikof tüfeği bulunan bir Suriyeli asker,yolun ortasına dikilerek,tüfeğini bize doğru yönelterek:Yasag!”Dedi.Aracımın şoförü Kamanlı J.Onbaşısı Bekir’in nasıl aracı durdurup,sille ve tokat bayılttığı o Suriyeli askeri nasıl bağacımıza koyduğunu anlayamamıştım.Onbaşı Bekir,bağırıyordu:”Ulan eşekoğlu eşek,sen bir Türk subayına nasıl silah doğrultursun!”Diye.Aracın önünde oturmakta olan Suriyeli Çavuşun gözleri faltaşı gibi açılmıştı.Bana dönerek:”Cahil Komutanım,Cahil.Cahil olmasaydı türk’e silah çekilemeyeceğini bilmesi gerekirdi!”Dediğini unutamam.Hastaneye girişimizde,salonun ortasındaki bir masaya boylu boyunca yatırılmış olan bir askerimizim yüzündeki yaralar dikilmekteydi.Askerimiz,bilinçsizce acılar içişin de kıvranırken,elimi dizine koyarak:
         “Mehmet; Kamışlı Devlet Hastanesindesin.Ben,117’inci seyyar Jandarma Alay Komutanı J.Albay Osman Türkoğuz’um.Alayımla buraya sana geldim!”Dedim.Er,upuzun uzandı ve yüzüne bir pembelik çöktü.Çatır,çatır dikilmekte olan yarasından da hiçbir acı duymadığı yüzünden belliydi.Yaralımızın başında Akşaçlı bir doktor ile on kadar stajyer vardı.stajyerler,doktora Arapça bir şeyler sordular.Aksaçlı Doktor da Fransızca:”C’est un soldate Turgue!”Bu bir Türk askeridir!”Dedi ve bana dönerek:
         “Sayın Albayım,bendeniz Ermeni asıllı bir doktorum.Sizin erin dizine elinizi koyduktan sonra,erin neden acı duymadığını sordular.Bu salaklara en kestirme yanıtı verdim!” Demişti. Burada da Türklüğümüz ve Türk sıfatı ile büyüklüğümüz öne çıkartılmıştı.
         Dini öne çıkartmak, ülkemiz dışında ve dahi ülkemiz içinde saf Müslümanları Deniz Feneri ile soymak ve Allah ile aldatmak için yapılmaktadır.

İzleyiciler

Blog Arşivi