21 Haziran 2012 Perşembe

750/ZİNA ÜZERİNE SERENAT!

                                                                
            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            Çeşmealtı;17 Haziran 2012.

           ZİNA ÜZERİNE SERENAT!


 ŞERİATKANUNLARI GETİRİLECEĞİNE GÖRE,HEM UYUYUN,HEM DE BU YAZIYI İYİ OKUYUNUZ!
         Kadınlarımızın istenmeyen gebelikten kurtulmalarını önlemek için, Büyük Ağabeyimizin bir fermanı üzerine ,Bab’ıMeşihat ve Fetva Eminliği kaldırıldığı halde,Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 136’ıncı maddesine rağmen, DİBaşkanımız da Ağabeyimizi destekledi.Buna şaşırmadım.Beni en çok hayrete düşüren,Çağdaş ve Atatürkçü bir Ulemamızın beyanı olmuştur:
         “Zinayı suç olmaktan çıkaranların çocuk aldırmalarına tepkileri anlaşılır gibi değil!”
         Zina konusu çok acıklı bir konudur. Ol Ulemamızın “suç”dediği olgu İslam Hukukuna göre midir? Eski ceza Kanunumuza göre midir!Aklım karıştı.Gözümün önüne Suudi Arabistan’da Zina suçundan başı kesilen Genç bir Prensesin gövdesinden ayrı yerde yatan kesik başı ve başını kolayca kesmek için kırpılarak yerlere saçılmış saçları geldi.Genç bir delikanlıya âşık olan Prensesi Seksen yaşındaki bir din adamı ile evlendirmişlerdi.Prenses sevdiği Gençle Lübnan’a kaçmıştı.Affedildikleri söylenerek kandırılan iki sevgili Arabistan’a geri döndüler ve Şeriat mahkemesi tarafından idam cezasına çarptırılan talihsiz Prensesin önce saçları kesilmiş,Kabe’ye doğru diz çökertilerek, boynu vurulmuştu.Zina denilen sosyal olayı doğuran etkenleri incelemeden bu konuda konuşmak salaklara özgü bir tarzdır.
         1986/1987 Ders yılında;Zonguldak İmam-Hatip Lisesi Din dersi öğretmeni ,öğrencilerine çok önemli dinsel,bilimsel ve ahlaksal bir konuda ders vermiş,bu ders te yerel basına yansımıştı:”
         “Kız öğrenciler! Siz,siz olunuz ki erkek öğrencilerin kalktıkları sandalyelere oturmayınız.”Yoksa,”Sandalye zinası”işlemiş olursunuz!”Ulemalık Allah vergisi olmalı tıpkı aptallık gibi.
         1988 yazında Ürkmezdeydik;tüm insanların denize girdiği sahilde genç bir Kadının, kapalı bir vaziyette, denizi özlemler içinde  seyrettiğini gördüm.Kocası denize girmesine izin vermiyormuş.Kocasına bu yasağının nedenini sorduğumda şu dini ve bilimsel yanıtı alarak cehaletimden utandım:
         “Sayın Komutanım;deniz erkek ve kadınlarla dolu.Dinimize ve Şeriat inancımıza göre “Deniz Zinası” söz konusudur!”Buyurdu.Deniz kenarında oynayan ve mayolarının önü kalkık Gençleri göstererek:
         “Siz de bikini mayo giymişsiniz. Bu önleri kalkık delikanlılarla denize girdiğinize göre,sizin için de,dininize ve şeriatınıza göre “Deniz İpneliği” söz konusu değil midir?
         Bendeniz, ilkel ve kadınların iradesiz birer mal sayıldığı Müslüman ülkelerinde ve örnek alınan İSLAMİ GEÇMİŞTEKİ ZİNA CEZALARINI ANLATMADAN ÖNCE;Ceza Kanunlarımızdaki Zina Cürmüne! Uygulanan hükümleri yazmak istiyorum.Daha önceki Türk Ceza kanunundaki Zina suçu Cürüm sayılmaktaydı! ; “Beşinci Fasıl,ZİNA”
         “Kadının Zinası:”
         MADDE 440-“Zina eden karı hakkında altı aydan üç seneye kadar hapis cezası tetip olunur.
                            “Karının evli olduğunu bilerek bu fiilde ortak olan kimse hakkında da aynı ceza hükmolunur.”
         “KOCANIN ZİNASI”
         MADDE441-“Karısı ile birlikte ikamet etmekte olduğu evde yahut herkesçe bilinecek surette başka yerde karı koca gibi geçinmek için başkası ile evli olmayan bir kadını tutmakta olan koca hakkında altı aydan üç seneye kadar hapis cezası hükmolunur.
          “Erkeğin evli olduğunu bilerek bu fiilde şerik olan kadına hakkında da aynı ceza verilir.”
         “CEZAYI AZALTAN HALKLER:”
         MADDE 442-“Yukarıdaki maddelerde yazılı cürümlerin işlendiği sırada karı ve koca birbirinden nikah baki olduğu halde hâkimin hükmü ile ayrılmış veya biri, diğerini, terk etmiş ise her birinin cezası üç aydan bir seneye kadar hapistir.”
         “ZİNA-KOĞUŞTURMA”
         MADDE 443-Geçen maddelerde yazılı olan cürümlerden  dolayı takibat icrası karı kocadan biri tarafından şahsi dava ikamesine bağlıdır.Bu keyfiyet cürümde şerik olanlar için de bağlıdır”
         “DAVADAN VAZGEÇME”
         MADDE 444-Davadan vazgeçmek, hükümden sonra dahi makbuldür. Bu halde hükmün icrasından ve cezanın neticelerinden sarfınazar olunur. Karı kocadan birinin ölümü davayı iskat eder.”
         1964 senesiydi; Manavgat’ın Büyük Karavca köyünden Genç bir delikanlı Side’de beni buldu;” Komutanım, köyümüzün en Güzel kızı Yıldızla sevişiyoruz;onu bana vermeyecekler,aman yardımınıza muhtacız!”Dedi.”Ulan oğlum;Yıldız da seni seviyor mu?”Dediğimde ellerime sarılarak:”Komutanım,hem de nasıl!”Demişti.Gereğini yaptım ve evlendiler.Bir ay geçmeden Cumhuryet Savcılığına Yıldız Hanımın şehir merkezindeki bir bakkalla zina yaptığına dair dilekçe verilmiş.*O zamanlar Cumhuriyetin Savcıları vardı!*Yıldız Hanımı getirttim.Odama girdiğinde,”yazıcı er dışarı çıksın!”Dedi ve anlatmaya başladı:”Bu adamın erkeliği hiç yokmuş,şeyi ölü kuş yavrusu,şeyime deydirip,deydirip  beni abdest almaya zorluyor!Benim kızlığımı da Kardeşi bozdu.Ben ateş gibi bir genç kadın oldum ve her gün de erkek isterim! Şimdi o mu suçlu ben mi suçluyum?”Dedi.”
         Durumunu Cumhuriyet Savcısına ve sorgulamayı yapacak Yargıca anlattım,Yıldız Hanım tutuklandı.Kocası olacak adamı, tüm aramalarıma karşın bir türlü bulamamıştım.
         “Başlık Parası” nedeniyle hayvan gibi satılan kızlarımızın ve kadınlarımızın duygularına ve iradelerine bakan da yok.NEDENSELLİK=Causalité/Sebep-Sonuç ilişkisi kadında ve kızlarda hiç aranmaz.Ulu Tanrımız onları satılık mal olarak yaratmış sayılmaktadır.Kur’anı Kerimin 95/5’inci ayeti:”biz insanları noksansız olarak mükemmelen yarattık!” Yazsa da o mahallere uğrayan da yok.”Kadın mı,saçı uzun aklı kısa!””En makbul kadın koyun cinsinden olanıdır!”Hadis!Onları satabildikleri kadar satsınlar;sonra kabahati da, alın yazgısı diyerek, Ulu Tanrımızın üstüne atsınlar.Zina suçunun sebebi kanundaki tanıma uymak değildir;Allah ve din ile kandırararak kadınları mal ve meta olarak değerlendirmektir.               Rahmetli Cemil Sena Ongun’un ünlü eseri “Ahuramazda Böyle Dedi” de; gerçeği bulabilmek için tanrıya gidenlere parlak bir buluttan bir ses hitabeder:”Kuşlardan ve çocuklardan niçin ibret almıyorsunuz?Ben kimseye benim adıma konuşma yetkisi vermedim.Her türlü rezilliğinizi benim üstüme atıyor,benim adıma kötülükler yapıyorsunuz!Sizi yarattığıma pişmanım insanoğlu!”Kadına dair tüm kötü söylemler Tanrı ve peygamber adı kullanılarak üretilmektedir.
          Manavgat’ın Beşkonak bucağında görevli bulunan deneyimsiz bir jandarma karakol komutanı,23 yaşındaki bir kadını evli bir erkekle zina yapıyor diyerek mevcuden Bana göndermişti.Jandarma bölüğünün önüne getirilen kadın yerleri ve gökleri inletmişti:
         “Yüzbaşım, Yüzbaşım MAM benim onu istediğim gibi kullanırım.Bana Fahişe muamelesi yapamazsınız.Beni,her gün anamın koynuna giren ve benim bekârlıktan yataklarımı yırttığımı görmeyen babam şikayet etmiş!”Devlet,benim MAMIMLA uğraşmasın!”Diye bağırmıştı.Konuyu adliyeye intikal ettirmeden halletmiştim.
         Dengesiz evlilikleri Allah’a,Din’e ve Peygambere ve dahi Din ulularına dayanarak yaratanlar haksızlığa uğratılan kadını suçlu çıkartmada.
         1889 tarihli İtalyan Zanerdelli ceza kanununu kendimize uydurduktan ve 45’ten fazla değişiklik yaptıktan sonra yeniden yazdık. Eski Ceza Kanunumuzda çok komik ve Hukuk devleti kavramına da ters bir hüküm vardı.Bu hüküm ve uygulama eşitlik ilkesine de aykırı idi ve İslam hukuku mantığının eseri olsa gerekti.Evli kadın bir defa zina cürümünü işlediğinde cezası tamamdı.Erkekte mükerrerlik,devamlılık şartı vardı.Erkek,evlilik dışındaki kadınların  tadına bakarak bırakmışsa cürüm teşekkül etmemiş sayılırdı.Aşağıdaki alıntıyı okuyalım:
“Eşitsizlik bitti ama zina suç olarak kalmalı
”Kadının zina suçunu iptal ettiren ilk başvuruyu yapan Hâkim Beyazıt Boran, ‘‘Zina eşitsizliği bitti, kadınlar adına çok mutluyum’’ dedi. Ancak Boran, zinanın TCK’ da suç olarak kalmasını ve şikâyete bağlı olmasını savunuyor.
Anayasa Mahkemesi'ne, TCK’nin 440. maddesindeki ‘kadının zinası’ suçunu iptal ettiren ilk başvuruyu yapan İzmir Torbalı Asliye Ceza Hâkimi Beyazıt Boran, zinanın suç olarak kalmasından yana olduğunu söyledi.
Boran, ‘‘Bu konudaki görüşümü bir hâkim değil vatandaş olarak söylüyorum. Bana göre, zina kadın ve erkeklere eşit ceza öngören bir suç olarak TCK’ da kalmalı. Ancak şikâyete bağlı olarak takibi yapılmalı. Evlilikte eşlerin birbirine sadakati esastır. Sadakatsiz davranılması halinde, eşin şikâyeti üzerine zina nedeniyle kamu davası açılmalı’’ dedi.
18 yıllık hâkim olan Boran, iptal kararı konusunda, ‘‘TC Devleti'nin kadınları adına da bu başarıyı elde ettiğim için mutluyum. Zina eşitsizliği bitti. Hukuk devleti adına iptal kararının büyük bir başarı olduğunu düşünüyorum’’ diye konuştu.
DÜNYADA BOŞANMA NEDENİ
Dünyanın birçok ülkesinde zina bir suç değil, boşanma nedeni. Türkiye'de ise bu konuda hukukçular ikiye bölünmüş durumda. İptal kararını aldıran hâkim Boran'ın yer aldığı bir grubun görüşüne göre, zina suç olmalı. Ancak, TCK’ da kadın ve erkek için eşit ceza öngörülmeli. Karşıt görüşe göre ise zina sadece boşanma nedeni sayılmalı.
TBMM Genel Kurulu'nda bekleyen tasarı, zinayı suç sayıyor ve TCK’ da düzenliyor. Anayasa Mahkemesi'nin erkeğin zinası suçunu iptal kararı doğrultusunda hazırlanan tasarı, zina yapan kadın ve erkeklerin aynı şekilde, başka bir koşul aranmaksızın, 6 aydan 2 yıla kadar hapisle cezalandırılmasını öngörüyor.”
 Bir başka yaklaşım da; Zina nedeniyle Dini Nikâha varmak:
”Ancak ortada garip bir çelişki var. Zinanın suç olmaktan çıkarıldığı, nikâhsız birlikte yaşamaya kanunun dokunmadığı bir ortamda resmi nikâhtan önce dini nikâh yapan ve yaptıranları cezalandırmak açık bir adaletsizliğe yol açıyor. Yani medyanın da katkısıyla bir süredir meşrulaştırılmak istenen nikâhsız birlikteliklere, açıkçası zinaya devlet göz yumuyor ama nişanlıyken dini nikâh kıydıran çiftler ve bu nikâhı yapan imam hapis cezasına çarptırılıyor. Bilindiği gibi Anayasa Mahkemesi bir süre önce zina suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 440 ve 441'inci maddelerini iptal etmişti. İlginçtir ama başta amaç zinanın suç olmaktan çıkarılması değildi. Anayasa Mahkemesi kadınlara nazaran daha farklı düzenlenen erkeğe zina cezasının da aynı şekilde uygulanmasını istiyordu. İptal edilen kanun yerine parlamento tarafından yeni bir düzenleme yapılmayınca Anayasa Mahkemesi başka bir başvuru üzerine bu sefer de kadının zinasını suç olmaktan çıkardı. Tarih boyunca, İslam öncesi Türk toplulukları tarafından bile büyük bir suç ve günah olarak kabul edilen, günümüzde de halk nazarında çok kötü bir fiil olan zina suç değil. Buna karşılık toplumun tamamına yakını tarafından kabul gören hatta yapılmadığı zaman gerçek anlamda evliliğin meydana gelmediği düşünülen dini nikâh hâlâ suç olarak duruyor.”
         Zina Cürümü! İle Müslümanlıktan sonra tanıştık, nice masum kadınları taşlarla parçalayarak öldürdük.Osmanlının Muhteşemliğini Topkapı sarayının harem dairesine kilitleyenler,açlıktan hayvanlarla otlamaya giden ve medreselerin taş zemininde ırzlarına geçilen acemi Suhteleri bir kenara koydu.Yavuz sultan Selim’in bir tek oğlu vardı:Birinci Süleyman.erkek kardeşleri olmadığı için kardeş boğdurma zevkinden mahrumdu bu Süleyman!Onun için de oğullarını,torunlarını  ve Cem amcasının ailesini boğarak bu zevkini tatmin etmiştir.Yavuz’un Kızı Şah Sultan;Arnavut asıllı Sadrazam Lütfi Paşa ile evliydi. Lütfi Paşa bir fahişenin/Osmanlıda Fahişe de Oğlan da boldu/ cinsiyet organını kestirtmişti.Bunu öğrenen Şah Sultan,Kocası olan Sadrazama:
         Sen ne alçak,ne zalim bir Arnavut’muşsun.Bu vahşeti nasıl yaptırırsın?”dediğinde,Ol Arnavut’tan okkal bir tokat yemiştir.Sarayda çalışan kişilerden de bir iyice dayak yiyen Lütfi Paşa Sadrazamlıktan kovulur.

   Kuran-ı Kerimde Zina Suçu Ve Hükümleri”

“Kuran-ı Kerimde Zina Suçu Ve Hükümleri – Elmalılı Tefsirinden”
“24-NUR:”
“1- Ve farz kıldık Yani bu sure, kesin olarak farz kılınan birtakım hükümleri ve bunların delillerini içinde bulunduran bir kısım açık ve belli âyetleri ihtiva eder. Öyle ki bu sûrenin de İslâm medeniyetinin hukukunu ve asıl vazifelerini gösteren temel çizgilere delil olması açık bir şekilde düşünülebilir. İlk önce namus, ırz ve aile hukuku meselelerinden başlanarak buyuruluyor ki:
Meâl-i Şerifi
“2- Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah dini(ni tatbik) hususunda sizi sakın acıma duygusu kaplamasın! Müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.”
“3- Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden bir kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir. Bu, müminlere haram kılınmıştır.”
“4- Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra (bunu ispat için) dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar tamamen günahkârdırlar.”
“5- Ancak bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar müstesnadır. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.”
“6- Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir.”
“7- Beşinci defa da, eğer yalan söyleyenlerden ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.”
“8- Kadının, kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ve şahitlik etmesi,”
“9- Beşinci defa da, eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi kendisinden cezayı kaldırır.”
“10- Ya Allah’ın size bol lütfu ve merhameti olmasaydı ve Allah tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı (haliniz nice olurdu.)?/”
“2- Zâniye ve zânî; ZANİYE, zina eden kadın ZANÎ zina eden erkek demek olduğu belli, fakat zaniye ile mezniyeyi ayırmak gerekir. Her zaniye mezniyedir; ama her mezniye, zaniye değildir. Çünkü mezniye, zina edilen kadın demektir ki, şiddetle ve zorla da olabilir. Zorla zina edilen kadına ise mezniye denilirse de zaniye denilemez. O zira ancak kendi istek ve arzusu ile zina işlemiş kadına denilir. Karşılıklı rıza ile işlenilmesi sebebiyle, zina fiilinde bu fiili işleyenler ortak olur. Zorla zina edilen kadın ise hiçbir yönden fail değil menf’ul dür. İşte burada, zorlanana had cezası gerekmeyeceğini anlatmak için zaniye denilmiş, mezniye denilmemiştir. Şunu da unutmamalıdır ki maksat, zinalarının sabit olduğuna şer’i yönden hüküm verilmiş olan zanî ve zaniyedir. Zinanın tespiti ise “Onlara içinizden dört şahit getirin.” (Nisa, 5/15) ayetinin ifadesi ve delaletine göre dört şahide veya dört kere ikrar etmeye bağlıdır. Netice olarak zina ettiği bu şekilde sabit olan ve sabit olduğuna hüküm verilen kadın ve erkek, Şimdi bunlardan her birine yüz celde vurunuz.CELDE: Deriye vurmaktır ki, her vuruşa celde denir. Keşşâf’ta der ki, “celd” sözünde şuna işaret vardır ki acı, ete geçirilmemelidir. Çünkü celd, cilde vurmaktır.”
“Nitekim “zaherehû”: sırtına vurdu, “batanehû”: karnına vurdu, “reesehû”: başına vurdu demek olduğu gibi derisine vurdu mânâsına da “celedehû” denilir… Demek ki, deri hissedecek kadar kaba elbisenin üzerinden vurmaya da celd denilmez. Aynı zamanda meselenin fıkhî yönü düşünüldüğü zaman maksadın, bir eğlence olmadığı gibi, bir işkence veya yok edip öldürme de değil, yalnız zorlama ve terbiye etme olduğu açıktır. Şu halde maksat, şiddetli bir celd değil, eti çürütmeyecek ve tehlikeye sebeb olmayacak şekilde hafife yakın orta bir şekilde vurmaktır ki, nasıl olacağı Fıkıh kitaplarında açıklanmıştır: BİRİNCİSİ: Değnek iri olmayacak, çöp gibi çok basit de olmayacak, parmak kadar düz ve budaksız olacak.”
“İKİNCİSİ: Vuran kimse vururken en son omuzu hizasına kadar kaldıracak
ve omuzundan arkasına aşırtmayacak,”
“ÜÇÜNCÜSÜ: Çıplak vücuda vurulmayacak, fakat kürk gibi kalın elbise varsa çıkarılacak. Rivayet edilir ki, Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a)’a had cezası için bir adam getirildi, adam gömleğini çıkarmaya başladı ve “Benim şu günahkâr vücudum dövülürken üzerinde gömlek bulunması uygun değildir” dedi, Ebu Ubeyde gömleğini çıkarmasına izin vermeyin, dedi ve o şekilde dövüldü.”
“DÖRDÜNCÜSÜ: Yüz, karın ve ot yeri gibi nazik ve tehlikeli organlara vurulmaz.”
“BEŞİNCİSİ: Hepsi bir yere de vurulmayıp diğer organlara gereği şekilde yaygınlaştırılır…”
“Âyetin açık ifadesine göre zanî ve zaniye, zina isnad edilen evlenmiş veya evlenmemiş olandan daha genel ve bundan dolayı celd, ikisini de içine alıyormuş gibi görünür. Fakat Mâiz ve Gâmidiyye hakkında Peygamber efendimizin bilinen uygulaması, yani bilinen sünneti ile bu âyetin hükmü, muhsan olmayan, yani evlenmemiş olanlar hakkında olmak üzere yürürlüktedir. Allah’ın cezasında onlara acıyacağınız tutmasın Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız öyle yapınız. Allah’ın muhterem tuttuğu iffet ve namusu yırtan zanî ve zaniye’ye acıma duygusuna mağlup olup da onlara iltimas göstererek Allah’ın emrettiği cezayı ihmal etmezsiniz, Allah’tan ve ahiret sorumluluğundan korkarsınız. Çünkü onlara acımak, zinalarına göz yummakta değil, tevbelerine sebeb olmak için cezalarını yerine getirmek ve bu şekilde iffet ve namusu koruma ve zinanın genelleşmesini önleyerek nikâhın çoğalmasına çalışmaktadır. Çünkü zina; “Çünkü bu bir hayâsızlıktır, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur” (Nisâ, 4/22) âyeti kerimesine göre büyük bir fuhuştur, kin ve hiddettir ve yolu pek kötüdür.”
“Gerek sıhhî, gerek tabiî, gerek ahlâkî, gerek hukukî, gerek içtimâî hangi yönden düşünülürse düşünülsün zina çok zararlı, harab edici bir günahtır. Erkekle kadının yaratılış ihtiyaçlarından olan cinsî münasebetlerinin, meşru ve güzel yolu zinada değil, nikâhtadır. Nikâhta hayatın bir bereketi, zina ve hayâsızlıkta ise onun yok olması ve sonuçsuz kalması vardır. Nikâhın kolaylığı, doğruluk ve emniyeti, çoğalması bir toplum bünyesinin sıhhatinden olduğu gibi, tersi olan zinanın yayılması da aksine toplum bünyesini kemiren,
çürüten, her türlü ahlâkî kötülüklere sürükleyen tahrib edici şeylerin başıdır. Tıbbî ifade ile ifade edecek olursak zina, toplum bünyesinin frengisidir. Bir hadis-i şerifte Peygamber efendimizden rivayet edilmiştir ki: “Ey insanlar topluluğu! Zinadan kaçınınız, çünkü onda altı özellik vardır. Üçü dünyada, üçü ahirettedir. Dünyadakiler değerleri giderir, fakirlik getirir, ömrü kısaltır. Ahirette de Allah’ın gazabına, hesabın kötülüğüne, cehennemde ebedî kalmaya neden olur.” Bu sebepten insanlara yardım ve acıma ona teşvikte değil, ondan menetme ve zorlama ile kurtarmaktadır. Bu âyette emrolunan yüz sopa vurma ise sakındırma ve yasaklamanın, gayet basit ve sade ve her türlü sıkıntı ve korkudan uzak en sağlam yoldur. Bu âyetin nüzûlünden önce İslâm’da zinanın cezası “Kadınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse o kadınları ölüm alıp götürünceye, yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlere hapsedin. İçinizden fuhuş yapan her iki tarafa ceza verin…” (Nisâ, 4/15-16) âyeti uyarınca kadınlar için vefat edinceye veya Allah bir yol açıncaya kadar evlerde hapis, erkekler için de hakimin görüş ve takdirine uygun bir eza ile tazirdi; takdir edilmiş belli bir cezası yoktu. Bu âyetin indirilmesi ile bekârlar arasında her ikisine de yüz sopa vurma ile sınırlandırıldı ve böylece vaad edilen yol gösterilmiş oldu ki, bunda iki taraf için zina zevkine karşılık yeterli eziyet ifade edecek adil bir tesir mevcut olduğu gibi, zarardan uzak ve masrafsız olmak itibariyle de birçok yönden faydalar vardır. Hapis cezasının ahlâkî bir şekilde tatbikatındaki zorluklarla beraber, bir taraftan her türlü iş ve gücü durdurma, diğer taraftan devlet hazinesine birçok masraflar yüklediği hesap edilirse, bu hususta tayin edilen yüz sopa vurulmasının, gerek ahlâkî ve gerek iktisadî ve gerek kolay tatbiki ile adalet nokta-i nazarından faydalı ve netice verici bir terbiye olduğunu kabul etmemek mümkün değildir. Şu kadar var ki, kötü bir şekilde tatbik etmemek şarttır. Onun için buyuruluyor ki: Ve müminlerden bir grup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun. Yani gizli dövülmesinler de müminlerden bir taifenin (grubun) huzurunda onların şahitliği ve gözcülüğü altında dövülsünler. Keşşâf’ın açıklamasına göre tâife; bir halka olması mümkün olan gruptur ki, bir şeyin etrafını çeviren topluluk demek gibidir. En azı üç dört kişi olması gerekir
“ İbnü Abbas’tan bunun tefsirinde dörtten kırka kadar diye nakledilmiştir. Aslında çoğulun en azı üç ise de zinada şahit adedinin istenen haddi dört olduğuna göre, bunun da en azından dört olması gerekir. Çünkü “şahit olsun” buyurulmuştur. Bu sebepten iki kâfi gelmez, Hatta Hasen’den rivayete göre en azı on kişi olmalıdır. Netice olarak gizli dövme suçlamasına meydan vermeyecek kadar bir grup insanın hazır bulunması gerekir. Bu ise bir iki kişi ile olamaz. Sonra yalnız adet değil, nitelik de şarttır. Onun için “müminlerden bir grup” buyurulmuştur ki, şahitliğe ehil halis müminlerdir. Zira şehadete ehil olmayan aşağılık kimselerin şahitliği, yapılmamış gibidir. İbnü Abbas Hazretleri de “Allah’ı tasdik edenlerden kırk kişi kadar” demekle bunu kasdetmiştir. Bu emirde başlıca iki hikmet vardır:”
“BİRİNCİSİ: İntikam şeklinde bir kötüye kullanmaya meydan vermemek için bir teminattır. Çünkü gizli dövmelerin, hiddetin sevkiyle işkence halini alması veya bir iltimasa uğraması mümkündür. Nitekim tarihin şikâyet ede geldiği zalimane işkenceler hep gizlenerek yapılmıştır. Bundan dolayı Avrupalı ceza hukukçularının dövme gibi bedeni cezalandırmaları hoş görmemeleri de hiç sebebsiz değildir. Fakat hapis gibi genellikle uygun görülebilen cezaların çoğu cismani olmaktan kurtulamayacağı gibi, gizli dövme kadar kötüye kullanmaya müsait bulunduğu da inkâr olunamaz. Bir mahpusa, hele yalnız olan bir mahpusa karşı ne yapılmaz. Hâlbuki herkesin gözetimi önündeki bir dövme tesirli olmakla beraber, haddi aşmaya müsait değildir. İşte darb, ancak bu şahitlik ve kontrol altında açıkça olmak şartıyla meşru kılınmıştır. İKİNCİSİ: Bunda iffet ve namusun kıymetini, ibret ve terbiyenin genelleştirilmesini ifade eden bir ilan ve sergileme vardır. Gerçi bu sergileme bu suçu işleyen kimsenin sadece aleyhine değildir. Açıklandığı üzere lehinde bir teminatı da içinde bulunduran bir ilandır.
Mahkemenin ilanının ve hükmün, alenî olması gibidir. Hükmün aleniyeti (açıklığı) ise bir sergilemeyi içerse bile, genellikle bir ceza niteliğinde kabul edilmez. İcranın yani yürütmenin açıklığının da öyle olması gerekir. Özellikle cezalarda uygulama, hükmü yerine getirmede tamamlayıcı unsurlardandır. Bununla beraber, aklı olanların vicdanında, en küçük bir sergilemenin bile bir ruhî azap meydana getireceğinde şüphe yoktur. Bundan dolayı bu şahitlik, yalnız bedeni olan “celd ceza”sının ruhî bir tamamlayıcısı olur. Bu cümlede
“onların her ikisine uygulanan cezaya” buyrulması da buna işarettir. Bir de bu şahitliğin amme hukuku ile ilgisi vardır.”
3-Şöyle ki: Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile nikâhlanamaz. Zina eden bir herif evlenecek olursa, alacağı karı ya bir zina etmiş kadın veya bir müşrik kadındır. Çünkü imanı ve namusu olan temiz Saliha kadınlar ondan nefret eder, ona tenezzül etmez ve etmemelidirler; öyle heriflere olsa, olsa ya kendisi gibi zina işlemiş veya Allah’a şirk koşmakta olan bir karı rağbet eder ki, Allah’a şirk koşan kadınların da iffet ve namusu şüphelidir. Ve işte zina şirke, şirk zinaya böyle yakındır.Bir de nefsinde zina etmeye yatkınlık olan erkek, namus ve iffetten yoksun kadınlarla ilgi kurar, onlardan tiksinmez; aksine şehvetini tahrik edip heva ve hevesine uyduklarından dolayı onlara kapılır ve bu duygu onun evlenmek konusundaki fikrini ve düşüncesini bozar da nikaha ve evlenmeye rağbet etmez ve şayet evlenecek olursa, alacağı da öyle birisi olur. Zira iffet ve namusun kıymetini bilmez, iffetli olanları takdir etmez, kendi dengini arar. Bu şekilde, erkeğin iffetsizliği, iffetsiz kadına düşmesine sebeb olduğu gibi, netice olarak nikâhlayacağı kadının iffetsiz olmasına da sebeb olur. Bu nükte ve incelik ile bu âyette erkek, dişiden önce zikredilmiştir. Hâlbuki önceki ayette dişi önce zikredilmişti. Çünkü dişinin görünmesi, açgözlülüğe düşürmesi, kendi isteği ve kabulü olmadıkça adı geçen zina fiili başlayamayacağından, orada suçun başı, zinanın maddesi, karı olduğuna işaret edilmişti. Fakat nikâh konusuna gelince, bunda erkeğin rağbet ve isteği asıl ve öncül olduğuna ve erkeğin ahlâkının iffet bakımından kadın üzerindeki nüfuz ve tesirine işaret inceliği ve nüktesi gösterilmiştir.”
“Zina eden kadın; bununla da zina eden erkek veya müşrik bir erkekten başkası nikâh edemez. Yani iffet ve namusu olanlar, zina eden kadından nefret eder, nikâhına tenezzül etmez de onu nikâh etse, etse, bir zina suçu işlemiş veya zinadan sakınmamak âdetleri olduğundan dolayı ancak bir müşrik nikâh eder. Çünkü “kötü kadınlar, kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yaraşır” (Nur, 24/26) ve o yani o nikâh, müminlere haram kılındı. Bakara Suresinde “İman edinceye kadar müşrik kadınlarla evlenmeyin. İman etmiş bir cariye, beğenseniz bile müşrik bir kadından kesinlikle daha iyidir. İman edinceye kadar müşrik erkeklere de mümin kadınları nikâhlamayın. İnanmış bir köle müşrik bir kimseden daha hayırlıdır” (Bakara, 2/221) âyet-i kerimesine göre, müşrik kadın ve müşrik erkekle nikahlanmanın yasak olduğu bilinmektedir. Zina eden kadını nikâhlamaya gelince; bu ayetin zahirinden, bunun da müminlere haram ve müşrikle nikâhlanmaya yakın olduğu anlaşılıyor. Bununla beraber ihtilaf yönü de yok değildir.”
“1- Bazıları “bu ayette maksad, nikâhın hükmünü açıklamak değil, zinanın kötülüğünü açıklamadır. Burada nikâh çiftleşme manasındadır ve bu sebepten haramlık da zinanın haramlığıdır” demişlerse de anlamsızdır. Çünkü Kur’ân’da nikâh, hep akit “nikâhlanma“ mânâsına geldiğinden çiftleşme mânâsı verilmesi doğru değildir. Bir de bu mânâca âyetin hiçbir fayda ifade etmemiş olacağı gösterilmiştir.2- Hz. Aişe (r.anha minha) ‘an rivayet edilmiştir ki: “Bir erkek bir kadınla zina etse onu nikahlayamaz, bu âyette haramdır. O işe başladığında zina etmiş olur…” Ebu Hayyan tefsirinde: Ashâb-ı kiramdan İbnü Mes’ud ve Bera b. Azib (r.anhüma)’nin de görüşlerinin böyle olduğu bildirilmiştir. Fakat buna karşılık Hz. Peygamber (s.a.v) den bu konu sorulmuş “Evveli akılsızlık, ahiri nikâhtır, haram, helali haramlaştırmaz” buyurduğu nakledilmiştir. Ebu Bekr’i Sıddîk, İbnü Ömer, İbnü Abbas ve Cabir’den ve Tâvûs, Saîd b. Müseyyeb, Cabir b. Zeyd, Atâ, Hasen’den ve dört imam’dan naklolunan görüş de caiz oluşudur. Ancak Fahrü’r-Râzî tefsirinde zikredildiği üzere zina eden erkek ve zina eden kadının iffetli erkek ve iffetli kadın ile ve iffetli erkek ve iffetli kadının, zina eden erkek ve zina eden kadın ile evlenmesinin haram olması, Hz. Aişe ve İbnü Mes’ud gibi Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin de mezhepleridir, deniliyor.”
“3- Hasen’in görüşüne göre bu haramlık, belirli zina eden erkek ve zina eden kadın haklarındadır. Had vurulmuş zina eden erkek ancak zina etmiş bir kadınla evlenebilir, Hz. Ali böylesinin nikâhını reddetti diye, rivayet edilmiştir.”
“4- Bazıları bu hükmün Medine’de İslâm’ın başlangıcında gelmiş olup daha sonra neshedildiğini söylemişlerdir, Said b. Müseyyeb bu suredeki “Aranızdaki bekârları evlendirin.” (Nur, 24/32) ve Nisa Suresi’ndeki “Size helal olan kadınlardan nikâhlayın.” (Nisa, 4/3) ayetlerinin
Umumlarıyla birlikte neshedildiği rivayet edilmiş ve bu görüş yaygınlık kazanmıştır. Mutezile’den Cübbâî de icma ile nesholunmuştur, demiş. Fakat Fahrür-Râzî tefsirinde açıklandığı üzere araştırmacı âlimler bu iki görüşün ikisinin de zayıf olduğunu anlatmışlardır. Çünkü neshedenin icma olduğunu söylemek ise, icmanın nâsih olamayacağı Fıkıh usûlü ilminde sabittir. Bir de Ebu Bekir, Ömer, Ali gibi zatların muhalefetleri bulunan bir konuda icma sahih olamaz. Bu sebepten icma ile nesholunmuştur, demek doğru olamayacağı gibi mensuh olduğuna icma edilmiş demek de doğru değildir. Çünkü açıklandığı üzere aksi sabittir. Gerçi ve emirleri geneldir. Fakat bunların da dinen bir engel bulunmayanlara ait olduğunda şüphe yoktur. Bundan dolayı diğer haramlar gibi buradaki haram kılınmanın da engellerden biri olması düşünülebilir. Böyle bir ihtimal karşısında ise neshe hükmetmek doğru olmaz. Özellikle surenin başındaki “Onu farz kıldık” kelâmı bu sûrede mensuh bir hüküm bulunmadığını anlatmak için yeterlidir.5- Abdullah b. Ömer’den, İbnü Abbas’tan (r.anhüma) Mücahid’den, Said b. Cübeyr’den ve yine Saîd b. Müseyyeb’den gelen rivayetlere göre bu âyetin iniş sebebi şudur: Cahiliye devrinde fahişeleri işleten kirahaneler (Kerhaneler) kerhaneciler vardı. İslâm geldiği vakit Medine’de bunlardan Ümmi Mehzûl gibi meşhur karılarla, kapıları bayraklı, alâmetli dokuz kadar kerhane bulunuyordu. Bu karılar, bu kerhaneciler hep müşriklerden idi. İçlerinde servet edinmiş olanları vardı. İslâm’da zina haram olduğundan bu fahişelerden bazıları, yeni Müslüman olmuş olan bazısına nikâh teklif etmiş ve kabul ederlerse nafakalarını taahhüt etmek istemiş, onlar da fakirlikleri ve ihtiyaç içinde bulunduklarından dolayı Resulullah’tan izin istemişler, bunun üzerine bu âyet indirilmiş, o nikahın müminlere haram olduğu anlatılmıştır. Bundan dolayı bazı tefsirciler bu haramlığın nüzul sebebi olanlara mahsus olduğunu zannetmişlerdir ki, “elif lâmlar” ahd için demek olur. Gerçi karine tamam olduğu zaman hüküm, nüzul sebebine tahsis olunabilir. Fakat burada hüküm, umumî sıfat üzerine gelmiş ve bu suretle haramlığa sebep olanların şahıslarında değil; ötede zinakârlık, beri de iman vasıfları arasındaki zıtlık da gösterilmiştir. Bu ise tamim, yani umumîlik karinesidir. Öyle ki “lâm” ahde yorumlansa bile, hükmün kıyas ile genelleştirilmesi zorunlu olacaktır. Bundan dolayı, nüzul sebebine mahsustur, diyenlerin muradı da bu haram kılmanın özellikle kerhane fahişeleri hakkında olduğunu söylemektir.”
“Ve bu fahişelerin belirgin özelliği ise zinayı helal kabul etme veya hafife alma demektir ki, küfürdür. İslâmiyet’in hâkimiyeti ile o cahiliyet kalıntısı olan kerhaneler kalkmış ve had cezalarının konulması ve uygulanması İslâm topraklarında artık öylelerinin ortaya çıkmasına meydan bırakmamış olduğu müddetçe, bunların nev’i şahıslarına münhasır kalmış olmasından dolayı bu, onların şahıslarına mahsus kaldı, diyenler de olmuştur. Bununla beraber:”
“6- Tefsircilerin çoğunun açıklamasına göre; bu haram kılma, zina edenleri nikâhlamaktan müminleri sakındırıp korkutmak için mübalağa içindir. Çünkü diyorlar; zina damgası basılmış fasıkların peşine takılmak caiz değil, mahzurludur. Fasıklara benzemesine, töhmet mevkiinde bulunmasına, hakkında kötü lakırdılar edilmesine ve daha birçok bozgunculuklara sebeptir. Günahkârlar topluluğunda oturmakta bile günahlar işlemeye maruz kalmak tehlikesi ne kadar çoktur! Artık zina eden kadınlar, kahpelerle evlenmek nasıl olur? “Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin” (Nur, 24/32) emrindeki “Salâh” “iyi olanlar” kaydında da bu manaya dikkat çekilmiştir. Ancak bir mümin, kaçınılması gereken böyle haram bir nikâhı -faraza- yapmış olsa o nikâh, nikâh olur mu? Yoksa o da bir zina mı olur?7- Şimdi bunu özetlemekle ayetin manasını tesbit edelim: Burada üç kısım vardır: Müşrikler, zinayı helal kabul edip hafife alanlar, bir de böyle olmayanlar.”
“BİRİNCİSİ: Herhangi bir mümin erkeğin veya mümin kadının, şirk koşan bir kadın veya şirk koşan bir erkekle nikâhı sahih olamaz, kesinlikle haramdır, O bir zina olur.”
“İKİNCİSİ: Zina eden erkek ve zina eden kadın, ayetin nüzul sebebi olan kerhaneciler ve sermaye olarak kullandıkları kadınlar gibi zinayı helal gören veya zinayı hafife alan takımdan ise, haramlığı nass ile belirlenmiş olanı helal kabul etme veya hafife alma küfür olduğu için, bunlar müşrik hükmünde olduklarından, nikâhları nikâh olmaz, kesinlikle haramdır, müşrik nikâhı gibidir. Onun için ayette zina eden erkek ve kadın, müşrik erkek ve kadına denk tutulmuş “Bu müminlere haram kılınmıştır” buyurulmuştur. Ayet bu iki kısmın nikâhının haram oluşuna delildir. Ancak gerçekten tevbe etmiş olanlar başka.”
“ÜÇÜNCÜSÜ: Helal sayma veya hafife alma gibi küfür delili olmayarak zinası tesbit olunmuş, önceden de başından hiç nikâh geçmemiş ise, iffet sahibi müminlerin bunları nikâhlamaları tahrimen mekruh, fakat nikâhları sahih olur. Ayetin tahriminin bu kısmı içine aldığı hususunda bir çeşit şüphe vardır. Onun için ictihada yol açılmıştır. İşte zikredilen ihtilaf, ancak bu kısım hakkındadır. Yalnız Hz. Aişe ve İbnü Mesud ve Berâ b. Azib hiçbirisinde nikahlanmayı uygun bulmamış, bu kısmın haramlığını da diğer iki kısım derecesinde tutmuşlardır.”
“İşte zinanın sonucu öyle azab, böyle mahrum bırakmaktır. Mümin olanların zinadan sakınmaları ve cezasını uygulamaları farz olduğu gibi zânî ve zâniyeyi nikâhlamaktan kaçınmaları ve birbirlerini böyle töhmetlerden korumaları da gerekir. Yoksa sakınma bahanesiyle ona buna zina isnat ederek, iffet sahiblerinin namusuna dokunmak da büyük bir cinayettir, suçtur ki, buna remiy veya kazif denilir. Bu deyim; namuslu olanlara delilsiz böyle bir isnatta bulunmak, nasıl rastgelirse gaybı taşlamak gibi olmakla beraber, öldürmek için şiddetli ok atmak gibi yaşama hakkına bir hücum olduğuna işarettir. Bu yönüyle zina cezasının açıklanmasının arkasından kazif cezası açıklanarak buyuruluyor ki:”
“4- Ve muhsanelere zina isnad eden, MUHSANE: Evlenmiş iffetli kadına, bir de evlenmiş olsun olmasın mutlaka iffetli ve ırzı sağlam olana denilir ki, kazf ayetindeki “ihsanda” bu mana kastolunduğunda görüş birliği vardır. Yani burada evlenmiş olmak şart değil, zinadan temiz olmak şarttır. Bundan dolayı yetişkin kızları da içine alır. Fakihler, bu ihsanda, İslâm, akıl, bulûğ, hür olmak ve iffetli olmak üzere beş şart saymışlardır. Erkeklere zina isnad etmek aynı hükümde delalet yönüyle dâhildir. Fakat kadınlara söz atmak daha yaygın olduğundan cemi müennes sigası ile onlar özellikle belirlenmiş veya genellikle öyle olduğu hükmü ortaya konulmuştur.Netice olarak namusu sağlam olanlara atan, zina isnat eden sonra da dört şahit getirmeyen kimseler, demek ki ikrar bulunmadıkça bir zinayı ispat için şahitliğin ölçüsü en az dörttür. Hâlbuki iki adil şahit ile kısas bile sabit olur. Demek ki, namuslu bir kimseyi, özellikle ırz ve namus sahibi bir kadını zina ile itham etmek canını almaktan ağırdır. Bu sebepten onlara iftira atıp da ispat edemeyenler yok mu? Bunlara da attıklarından dolayı seksen sopa vurunuz hem de bunların ebedî olarak şahitliklerini kabul etmeyiniz. O zina iftirası suçunu fırlatan dilin ebedî olarak, yani ölünceye kadar bu suretle hükmünü düşürmek bu da bu cezanın tamamlayıcı unsurudur. Celdin acısı cisme ait, bunun acısı ise ruha aittir. Zinada cisme ait olan yön, kazifte ruha ait olan yön galip olduğundan kazfin celdi, zina cezasından aşağı ve fakat bu manevî ceza ondan daha fazladır, çünkü ebedîdir. Bunlar fasıklar güruhundan ibarettir. Fısk ile mahkûm kimselerdir. “
“5–6- Ancak ondan sonra tevbe edip kendilerini ıslah edenler müstesna. Yani o kazif suçunu işledikten sonra nedamet getirerek sözünü geri alan ve onu telafi etmek için cezasına teslim olmak ve kazfettiği kimse ile helallaşmaktan başlayarak hal ve amelini düzelten kimseler, fasıklık hükmünden müstesna olurlar. Tevbe ile had cezasının düşmediğinde icma vardır. Ancak Şâfiî mezhebinde bu istisnanın yukarıdaki cümleden ikisine ait olduğu ve bu sebepten böyle tevbe ettikleri takdirde had cezası düşmezse de fasıklıkları gittiği gibi şehadetlerinin de kabul olunabileceği söylenilmiştir. Fakat Hanefi mezhebinde bu, yalnız sonundaki “fâsikûn” cümlesinden istisnadır. Kazif haddi ile cezalı olanlar tevbe ile hadden kurtulamayacakları gibi, şehadetlerinin kabul olunmaması da ebedilik kaydı ile kayıtlıdır. Ebedileştirme ise istisnaya aykırıdır. Bundan dolayı bu hükümden istisnanın faydası kul hakkı ile ilgisi olmayan ve yalnız Allah hakkı olan yönde olur. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir. Mağfireti çok, rahmeti çoktur. Bundan dolayı tevbe ve ıslah halinde sorumlu tutmaz; fakat kazifte had ve şehadet yalnız Allah hakkı değil, aynı zamanda kul hakkıdır. Kazfolunanın davası üzerine cereyan eder. Bu sebepten kul hakkını ilgilendirir ve şahitliğin reddi hükmü, tevbe ile düşmezse de yalnız Allah hakkı olan günah bağışlanabilir. Ve bu yönüyle bu suçlarda suçu gizleyip açığa çıkarmamak daha uygundur. Zinayı ispatta dört şahit şartı da bununla ilgilidir. Bununla birlikte burada pek önemli bir nokta vardır. Bir kişi bir zinayı görecek olursa, o bir yabancının zinası olduğu takdirde kendisine bir ar gerektirmeyeceğinden gizlemesi daha uygun olur. Fakat zevcesi olduğu takdirde ar gelir, nesebi bozulur, sabredemez, o halde başka şahit bulmak da mümkün değil
gibidir. Bundan dolayı burada şöyle bir soru vardır: Rivayet edildiğine göre kazif âyeti indirilip okunduğu zaman Ensar’dan Sa’d b. Ubâde ve Asım b. Adiy, birisi ayağa kalkıp “Bir adam karısı ile birisini görse ne olacak.Dava etse seksen değnek vurulacak ve şehadeti reddedilecek, fasıklığına hükmolunacak; vurup öldürürse katlolunacak; dört şahit bulup getirinceye kadar ise işini bitirecek, bir açıklık getir Allah’ım!” dedi.Çıkar çıkmaz damadı Hilâl b. Ümeyye veya Uveymir kendini karşıladı, ne var dedi. “Şer var, karımı Şüreyk b. Semha ile buldum” dedi ki, amcası oğlu idi. “Vallahi dedi bu benim sualim, ne çabuk müptela oldum.” Bunun üzerine ikisi bir Resulullah’a vardılar, haber verdiler. Resulullah kadını getirtip sorguya çekti, kadın inkâr etti, ashab toplanmıştı. Koca, önceki ayet gereğince kazif cezasına mahkûm olacaktı. “Gözlerimle gördüm, kulaklarımla dinledim, Allah biliyor ki ben doğruyum, ancak hakkı söyledim, herhalde Allah’ın buna açıklık getireceğini ümid ederim,diyordu.”
“Derken Resulullah’a vahy gelmeye başladı, ashab bunu işaretlerden tanıyorlardı, hepsi sustular, beklediler, o zaman şu Liân âyetleri indirilmişti ki kazf âyetinin genelinden bir istisna niteliğinde ve özellikle kocaların kendi zevcelerine kazfi hakkındadır: Kendi zevcelerine zina isnat edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince onların her birinin şahitliği ,yani o eşlerden herhangi birinin kazif cezasından kurtulması için şer’an dikkate değer bulunacak meşru ve uygun şehadeti kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesidir. Yani şehadet ederim, billahi hiç şüphesiz ona attığım sözde kesinlikle doğruyum, diye tekrar, tekrar dört kere yemin etmesidir. “
“7- Beşincisi de, eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir. Yani beşinci defa da böyle şehadet edecek: Eğer o zina isnadında bulunmada ve şehadette yalan söyledi ise Allah’ın laneti muhakkak üzerine olsun, diyecek ki bu, bir yemin-i münakidedir. Bu ayette ilâhî kelâmın üslubu dikkat olunursa, kocanın yalanı takdirinde Allah tarafından lanete uğratılmasını ifade eder bir şekildedir. Nitekim Resulullah da bu beşinci “mucib yani gerekçedir” buyurmuştur.”
“8–9-Koca böyle beş kere şehadetle liân yapınca kazif cezasından kurtulur, ithamı karısına yönelir. Zevceden de azabı, yani o dünyada verilecek azabı -ki sonu evliler hakkında zina cezasının neticesi olan recimdir o zevcenin kendisinin şöyle şehadet etmesi üzerinden kaldırır: Kocasının yalan söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ile şahitlik etmesi, beşincisi de eğer (kocası) doğru söyleyenlerden ise Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını dilemesi, yani koca, sözünde doğru ise Allah’ın gazabını zevce kendi üzerine alacak; erkek tarafında lanet, kadın tarafında gazab üzerine on yemin verilmesi kadınlar üzerine gazabın lanetten daha tesirli olmasındandır. Böylece zevce de bu beş yemin ile şehadet ederse zina cezasını kendi üzerinden kaldırmış olur ve artık karı koca arasında ayrılık meydana gelir.Fakat zevce, bu beş şehadete yapmaz da Liân yapmaktan kaçınırsa azabı defedemez. O halde ne yapılır? Burası ayetin mefhûm-i muhâlifine aittir. Şafiî hemen had cezasının yapılmasına hüküm vermiş, fakat Hanefiler kesinlik gerekli olan böyle yerlerde yalnız mefhum-ı muhalif ile amel etmeyi caiz görmediklerinden dört şahit yok iken ikrar da bulunmayınca zinanın sabit olmasıyla hadd cezasının yerine getirilmesine hüküm verilemeyeceğini ve bundan dolayı ya liânı kabul veya hadd yerine getirilmek üzere ikrar edinceye kadar hapse hükmetmişlerdir.”
“10-Netice olarak kazif, zina gibi çok çirkin, karı kocalık namusu da çok önemli olduğundan, bir taraf açısından kazif cezası, diğer taraf açısından da zina cezası yerine geçecek olacak liân da böyle önemli bir kurtuluş çaresidir ki, bunları Allah Teâlâ emir ve hüküm buyurdu Allah’ın size bol lütfu ve merhameti olmasaydı da kendi kendinize kalsaydınız ve Allah tevbeleri kabul eden hüküm ve hikmet sahibi olmasaydı da tevbelerinizi kabul etmeseydi, hikmetsiz hükümlere, nizamsız idarelere bırakıverseydi, neler olmazdı neler…”
                     İslam Hukukunda Zina.
         Rahmetli Büyük Din Bilginimiz Turan Dursun,”Tabu Can Çekişiyor;Din Bu3”adlı eserinden:
“Zina”nın İslam (Şeriat) hukukçularınca ayrı bir tanımı vardır ki, laik hukukçuların tanımından çok değişiktir:
         A-İslamhukukçularına göre: Rağıb’ın benimsediği tanım:”Şeraitçe geçerli bir akd(nikâh) olmaksızın kadınla cinsel birleşme.”(Bkz: Rağıb,el Müfredât,”z-n-y).
         1-Hanefî hukukçularınca benimsenen tanım:”Zina”: Erkeğin, nikâhla ya da kuşkulıı da olsa nikâh sayılacak bir yolla ya da efendi-cariye(dişi köle) ilişkisinden ötürü ya da böyle bir ilişki var sanısıyla sahip olmadığı bir kadının cinsel organına cinsel organını, sünnet yeri tümüyle girmiş olacak biçimde sokması.”(Bkz: Muhammed Ali e’t-Tehâvi,Keşşafu Istılahatî’l-FGünün.1/623).Bu tanım,kısa anlatımıyla da olsa,Hanefî fıkıh kitaplarında benimsenmiş olarak yer alır.yalınız” erkeğin…”yerine “mükellefin…” yani “erkek yükümlünün…”denir.Tanımın kapsamına yalnızca “akıllı”(âkil), ve “bâliğ”(ergin) erkek bulunsun ve “deli”,”kısıtlı” ve “çocuk” gibi “mükellef” sayılmayacak tanımın kapsamı dışında kalsın diye…Çünkü böyle”mükellef olmayanların cinsel birleşmeleri “zina” sayılmamaktadır.(Bkz.Hidâye,Arapça,2/493-494;Mecmua).Enhür (Damad) Arapça,1/458;Dürer,Arapça,2/61.)
         “Ünlü düşünür İbn Rüşd(1126/1198) de tüm “İslam Uleması,”nın şu tanımda birleştiğini yazar>:”Zina;geçerli(sahih) bir nikâh   ya da böyle bir nikâh şansı  ya da efendilik –Cariye ilişkisi olmaksızın gerçekleşen her türlü  cinsel birleşme.”bkz:İbn Rüşd,Bidâyetü’l-Müctehid,2/262).
         “Şafii mezhebince benimsenen tanımın,Fahrudd3ı Râzî’nin yer verdiği şu tanımla dile geldiği söylenir:
         “Zina: Kesinlikle haram ve doğal olarak da şehvet kaynağı olacak nitelikte.”ferc’in” “ferc’e” sokulması”F. Râzî. e’t-Tefsiru’l-Kebîr,23/131.)””Ferc burada livata”’yı “zina” ile bir tuttuğu belirtilir.(bkz:Dürer,2/66).Dahası,Şafiî mezhebi gibi,malikî ve Hanbeli mezheplerinin de “livata” suçunu “zina      suçu sayıp aynı cezanın verilmesi gerektiği savunulur.(BKZ.Abdurrahman el Cezîrîo,Kitabu’l-Flkh Ale’l-Mezzâhibi’l-Erbaa,5/139) “cinsel organ” anlamındadır.Râzî,”dübür”’ü ,yani “arkadaki,(kıçtaki)deliği(anüsü”) de “ferc” sayıyor.Bu nedenle,”livata’nın da “(eşcinselşliğin)” Zina” sayılacağını belirtiyor.”Ön delik te,arka delik te şehveti çekerler!”
“Cinsel birleşimde bulunan ergin olmalıdır.Ergin olma çağının kız için 9, erkek için 12 yaşa başlayacağı belirtilir”.Aynı kaynaklar.                                      Ölüyle Cinsel birleşim:                                              “Cinsel ilişkinin “zina” kapsamına girmesinin koşullarından biri de,ilişki kurulanın “şehvet çekecek nitelikte” bulunması olduğundan,”zina suçunun oluşması için cinsel birleşimin diriyle olması gerekir.”Ölü şehvete elverişli nitelikte değildir.”(bkz. Dürer,aynı yer ve öteki fıkıh kitapları.)                                                                                      Hayvanla Cinsel Birleşim.
         Ortaçağda; Almanya’da inekle cinsel ilişkide bulunan bir adam,inekle beraber mahkemeye verilmiştir.Yapılan deneyler sonucunda,ineğin de bu ilişkiden zevk aldığı mahkeme tarafından kanıtlanınca inek ve adam halkın gözleri önünde asılarak öldürülmüşlerdir.Ostüzü.
         Bu konuda mezhep Ulemaları değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Anlaştıkları tek konu,cinsel ilişkide bulunulan hayvan eti yenenlerdense,kesilerek yakılması yönündedir.Yalınız ortaya atılan iki hadise göre cezayı işlem yapılması istenmektedir:
         “1-İbn Abbas’tan şöyle aktarılır:Hayvanla cinsel ilişkide bulunan kimseye zina cezası uygulanmaz.(bkz.Ebu davud
 Kitabu’l-hudûd/30,hadisno:4465;Tirmizî,kitabu’l-Hudûd/23,hadis no:1455).Hadis:”Hayvanla cinsel ilişkide bulunan kimse öldürülmeli”                       Aynı,İbn Abbas’tan,peygamberin şöyle dediği de aktarılır:”Hayvanla cinsel ilişkide bulunanı öldürün!Onunla birlikte,hayvanı da öldürün!”(bkz.Ebu Davud,Kitabu’l-hudûd/30,hadis no:4464).Mezheplerin büyük Ulemaları da eşcinselliği zina kapsamında görmektedirler.Bu konudaki hadisler de ortaya konulmaktadır.Yalınız Razî”Bir adam karısıyla,isterse önden yanaşarak önden cinsel ilişkide bulunabilire,isterse arkadan yanaşarak önden cinsel ilişkide bulunabilir,bu iki yoldan birini seçmekte özgürdür.Ayetle anlatılmak istenen budur”.(Bkz.Râzî,6/71.)Bu anlatımdan ve Bakara2/223’ten ters ilişkide bulunma sonucu çıkartılmaktadır.S.G E.S1/38.
        
        

        
        


        


İzleyiciler

Blog Arşivi