9 Nisan 2012 Pazartesi

672/YALANCI VE İFTİRACI MÜNKİRLERE!

                                                                           
            OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@gmail.com
                   İzmir; 09 Nisan 2012.

                            YALANCI VE İFTİRCI MÜNKİRLERE!
         “Ben,süngüsünü Viyana surlarına saplamış bir ordunun subayıyım!”Mareşal Gazi Mustafa Kemal.
         Yalanla,dolanla ve halkı kandırmayla Ulusal tarihimize ve ulusal kimliğimize sahip çıkılamaz.Ostüzü.
                   “ MEVLÂNA VE MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL!”
         “Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyetin ilânından sonra, tekke ve zaviyelerin kapatılması hazırlıkları yapılırken,
Başbakan İsmet Bey  ile bizzat görüşmüş  ve” Mevlâna dergâh ve türbesinin kapatılmayarak  kendi eşyası ile birlikte müze olarak düzenlenmesi ve ziyarete açılması’nı istemiştir.Bunun üzerine derhal harekete geçilmiş ve Bakanlar Kurulu  kararı ile dergâh,müze haline getirilmiştir.
         Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal;,18 Şubat 1931 günü Konya’ya geldiğinde burada tam 11 gün kalmış ve bu süre içinde bir gününün tamamını, Mevlâna Müzesinde geçirmiştir.Bu ziyaret sırasında eski Konya milletvekillerinden Fuat Gökbudak ve o günlerde Konya Azar’ı Atika Müzesi Müdürü olan Yusuf Akyurt’un ayrı,ayrı anlattıklarına göre,Atatürk  müze müdürünün odasına girer girmez,niyaz penceresi üzerindeki rubaiyi görmüş,Farsçayı çok iyi bilen Hasan Âli’ye –Yücel’e-- tercüme yaptırtmıştır:
         “Ey keremde, yücelikte, nur saçıcılıkta,güneşin,ayın ,yıldızların kul olduğu sen;Garip âşıklar ,senin kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye öteki bütün kapılar kapanmış,yalınız senin kapın çık kalmıştır!”
         Gazi Mustafa Kemal, tercümeyi dinler dinlemez şöyle demiştir:
         “Mevlâna’nın büyüklüğü burada bir kere daha kendini gösterdi.Doğrusu ben,1923 yılındaki ziyaretim sırasında,bu dergâhı kapatmayalım Müze olarak halkın ziyaretine açalım diye düşünmüş,bir yıl sonra dergâh ve tekkelerin  kapatılması kanunu çıkar çıkmaz İsmet Paşa’ya Mevlâna dergâhı ve türbesini kendi eşyası ile Müze haline getirmelerini söylemiştim.Görüyorum ki,şu okuduğumuz rubainin hükmünü yerine getirmişim”.
         Değerli tarihçi Cemal Kutay’ın ifadelerine göre ,Mustafa Kemal’e emrindeki yardımcılarının “Paşam Mevlâna’nın makamını müze haline getirmeniz üzerine halk buraya akın etmeye başladı.Bu sakınca doğurmasın?”Demeleri üzerine Gazi Mustafa Kemal şöyle demiştir:
         “Eğer, Mevlâna’yı hakkıyla tanımak ve benimsemek için ziyarete gitmekte olduklarına inansam öteki dergâhların da açılmalarını sağlardım.Çünkü,Mevlâna’yı tanımak ve anlamak zaten diğer tüm tehlikeleri de ortadan kaldırmaktır!”
         Gazi Mustafa Kemal’in  “Hariciler” ve “Bâtıniler” arasındaki ayrımı bu sözleriyle yeterince açık bir şekilde ortaya koymuştur.”Gazi Mustafa Kemal,Mevlâna dergâhını bir çok kez ziyaret etmiş,dervişlerle görüşmüş ve kendisi için düzenlenen sema âyinlerine de katılmıştır.”
                   “Cahiller,sırası gelince aydınlanacaklardır!”
         Yine aynı şekilde,29 Ekim 1923’te Fransız  yazar Maurice Pernot’a verdiği demeçte ,dinle ilgili görüşleri de aynı paralelliktedir:
         Hakikate bizzat nasıl inanıyorsam,dinime de öyle inanıyorum.şuura muhalif,terakkiye mani hiçbir şey ihtiva etmiyor.Halbuki Türkiye’ye istiklalini veren bu Asya milletinin içinde daha karışık,suni itikatlardan ibaret bir din daha vardır.Fakat bu cahiller,bu acizler sırası gelince aydınlanacaktır.
         Milletimizin gerçek din bilginleri, din bilginlerimiz arasında da milletimizin hakkıyla iftihar edebileceği bilginler vardır.Fakat bunlara mukabil ilim kisvesi altında hakikatten,ilimden uzak ,gereğince ilim tahsil edememiş,ilim yolunda lâyığı kadar ilerleyememiş Hoca kıyafetli cahiller vardır.Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız!”Ergun Candan,Gizli Yönleriyle ATATÜRK,s.105/108.
                   Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal; Konya’ya gelişinin ikinci günü,20 Şubat 1931 Tarihinde Başbakan İsmet Paşa’ya şu telgrafı çekmiştir:
                     Acele ve Önemlidir!”
         “Son tetkik seyahatimde muhtelif yerlerdeki müzeleri, eski sanat ve medeniyet eserlerini de gözden geçirdim:
         1*İstanbul’dan başka Bursa,İzmir,Antalya,Adana ve Konya’da mevcut müzeleri gördüm.Bunlardan şimdiye kadar bulunabilen bazı eserler muhafaza olunmakta ve kısmen de ecnebi mütehassısların yardımı ile tasnif edilmektedir.Ancak,memleketimizin,hemen her tarafında  emsalsiz defineler halinde yatmakta olan kadim medeniyet eserlerinin ilerde kendimiz tarafından  meydana çıkarılarak ilmi bir surette muhafaza ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali yüzünden pek harap bir hale gelmiş olan ^bidelerin  muhafazaları için müze müdürlüklerinde ve hafriyat işlerinde kullanılmak üzere arkeoloji mütehassıslarına  kat’i lüzum vardır.Bunun için Maarifçe harice tahsile gönderilecek talebeden bir kısmının bu şubeye tahsisi muvafık olacağı fikrindeyim.
2*Konya’da asırlarca devam etmiş ihmaller sebebiyle büyük bir harabî içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki Türk Medeniyetinin hakiki şaheserleri kıymette bazı mebâni vardır.Bunlardan bilhassa Karatay Medresesi,Alâeddin Camii,Sahip-Ata medrese,cami ve türbesi,Sırçalı Mescid,İnce Minare,derhal ve müstacelen tamire muhtaç bir haldedir. Bu tamirin gecikmesi, bu âbidelerin kâmilen indirasını mucip olacağından evvelâ asker işgalinde bulunanların tahliyesinin ve kâffesinin mütehassıs zevat nezaretiyle tamirinin temin buyurulmasını rica ederim!”Gazi Mustafa Kemal. T.İ.T.ENSTİTÜSÜ, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Tamim ve Telgraflar. S.168/169.
         “Halide Edip Hanım, her gece olduğu gibi, bu gece de, istihbarat raporunu okudu: Veliaht Abdülmecit Efendi, İngiliz yüksek komiseri ile görüşme yapmış. Edinilen bilgiye göre: MİLLİYETÇİLERİN POLİTİKASI DELİLİKTİR”, demiş. Mustafa kemal Paşa, yüzünü buruşturdu:
                   “-İstanbul’da, böyle düşünenler az değil. Bu kafalar için akıllılık: Bir büyük devletin sömürgesi olmak, onlar tarafından yönetilmek, onlar tarafından yönlendirilmek. Adamların istiklal anlayışı, bu bilinci, bu onuru, içgüdü gibi içinde bulmak, Bunlar, eğitimle ve düşünülerek kazanılır. Bunların düşünce dünyalarında, bu gibi kavramlar yer almıyor. Neyse, devam edin Hanımefendi;” dedi.
                   “Çetesiyle Konya’ya geçen Delibaş Mehmet adlı GERİCİ EŞKİYA, dün gece, adamları tarafından öldürülmüş.”
                   Hepsi doğruldu:
                   “O O O O O O!”
                   “Niçin öldürülmüş?”
                   “DİN PERDESİ ALTINDA, DÜŞMAN HESABINA ÇALIŞTIĞINI ANLAMIŞLAR.”
                   “-İsmet Paşa. BU HAİN VE KATİL YOBAZ; GEÇEN SENE, KÖY, KÖY DOLAŞIP; YUNAN ORDUSU, HALİFENİN EMRİYLE GELİYOR, KARŞI DURMAYIN, DİYE TELKİNDE BULUNUYORDU. Yazık ki, etkili olmuştu. Bu kez, yanındaki haydutları bile kandıramamış. Bu iyi bir gelişme.”Dedi. Mustafa Kemal Paşa, mendili ile yüzünün terini sildi:
                   “İLERİDE, HALKIMIZIN BUNCA İBRET VERİCİ TECRÜBEDEN SONRA; GERÇEK DİNDARLARLA, DİN TÜÇCARI VE AKTÖRLERİNİ BİRBİRİNDEN AYIRT EDECEĞİNİ ÜMİT EDERİM. Yoksa hep böyle geri ve ezik kalırız.”Dedi.
                   24 Mayıs 2006 tarihinde, Sayın Deniz Hazır’ın bir saptaması yayımlandı. O yazı ile işbu yazımı noktalamak istiyorum:
                   “Türkiye’nin, 1990’lı yılların başında, en üst gelir grubundan,15–20 kişilik sanayici ve iş adamı eşleri, Mısır’a turistik bir gezi yapıyorlar. Onları, Mısırlı arkeoloji profesörü bir kadın dolaştırıyor. Bizim gruba:”                                                                                SİZ, BİZİM ONBEŞ YIL ÖNCE YAŞADIĞIMIZ SÜREÇTEN GEÇİYORSUNUZ. ŞERİAT, BİR KAPLUMBAĞA GİBİDİR. ÇOK YAVAŞ VE SİNSİ YÜRÜR. TEHLİKEYİ GÖRÜNCE, SİNER; OLDUĞU YERDE KALIP, BAŞINI VE BACAKLARINI BAĞASINA ÇEKER, TEHLİKENİN GEÇMESİNİ BEKLER. SONRA, TEHLİKENİN GEÇTİĞİNİ DUYUMSADIĞI ANDA, TEKRAR GİDECEĞİ YÖNE DOĞRU YÜRÜMEYE BAŞLAR. HİÇ BİR ZAMAN, GERİ ADIM ATMAZ.(KAPLUMBAĞA, GERİ YÜRÜYEMEYEN CANLILARDANDIR).BİR GÜN UYANDIĞINIZDA, ŞERİATIN BİR AHTAPOTA DÖNÜŞTÜĞÜNÜ VE KOLLARI İLE TÜM ORGANLARINIZI SARDIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ: AĞZINIZIN, BURNUNUZUN, GÖZLERİNİZİN, KOLLARINIZIN VE BACAKLARINIZIN SIMSIKIM SARILMIŞ OLDUĞUNU VE DEVİNEMEDİĞİNİZİ GÖRÜRSÜNÜZ. YAPACAK BİR ŞEY OLMADIĞINI ANLARSINIZ. KONUŞAMAZ, YÜRÜYEMEZ, BİRŞEY YAPAMAZ, GÖREMEZ, HATTA SOLUK ALAMAZSINIZ”.Demiş?ZINISIM ADNIKRAF NİNEKİLHET       
             A-Gn“Halide Edip Hanım, her gece olduğu gibi, bu gece de, istihbarat raporunu okudu: Veliaht Abdülmecit Efendi, İngiliz yüksek komiseri ile görüşme yapmış. Edinilen bilgiye göre: MİLLİYETÇİLERİN POLİTİKASI DELİLİKTİR”, demiş. Mustafa kemal Paşa, yüzünü buruşturdu:
                   “-İstanbul’da, böyle düşünenler az değil. Bu kafalar için akıllılık: Bir büyük devletin sömürgesi olmak, onlar tarafından yönetilmek, onlar tarafından yönlendirilmek. Adamların istiklal anlayışı, bu bilinci, bu onuru, içgüdü gibi içinde bulmak, Bunlar, eğitimle ve düşünülerek kazanılır. Bunların düşünce dünyalarında, bu gibi kavramlar yer almıyor. Neyse, devam edin Hanımefendi;” dedi.
                   “Çetesiyle Konya’ya geçen Delibaş Mehmet adlı GERİCİ EŞKİYA, dün gece, adamları tarafından öldürülmüş.”
                   Hepsi doğruldu:
                   “O O O O O O!”
                   “Niçin öldürülmüş?”
                   DİN PERDESİ ALTINDA, DÜŞMAN HESABINA ÇALIŞTIĞINI ANLAMIŞLAR.”
                   “-İsmet Paşa. BU HAİN VE KATİL YOBAZ; GEÇEN SENE, KÖY, KÖY DOLAŞIP; YUNAN ORDUSU, HALİFENİN EMRİYLE GELİYOR, KARŞI DURMAYIN, DİYE TELKİNDE BULUNUYORDU. Yazık ki, etkili olmuştu. Bu kez, yanındaki haydutları bile kandıramamış. Bu iyi bir gelişme.”Dedi. Mustafa kemal paşa, mendili ile yüzünün terini sildi:
                        “İLERİDE, HALKIMIZIN BUNCA İBRET VERİCİ TECRÜBEDEN SONRA; GERÇEK DİNDARLARLA, DİN TÜÇCARI VE AKTÖRLERİNİ BİRBİRİNDEN AYIRT EDECEĞİNİ ÜMİT EDERİM. Yoksa hep böyle geri ve ezik kalırız.”Dedi. Duru Görü!
                            “BİZİ YANLIŞ YOLA SÜRÜKLEYEN KÖTÜLER, DİN PERDESİNE BÜRÜNMÜŞLER, SAF VE TEMİZ HALKIMIZI HEP ŞERİAT SÖZLERİYLE ALDATA GELMİŞLERDİR. TARİHİMİZİ OKUYUNCA; GÖRÜRSÜNÜZ Kİ, ULUSU GERİLETEN, TUTSAKLAŞTIRAN, ÇÜRÜTEN KÖTÜLÜKLER HEP DİN ÖRTÜSÜ ALTINDAKİ GERİLİKLERDEN, BAYAĞILIKLARDAN VE ALÇAKLIKLARDAN GELMİŞTİR. ONLAR HER TÜRLÜ DAVRANIŞI DİNLE KARŞILAŞTIRIRLAR. HÂLBUKİ TANRI’YA ŞÜKÜRLER OLSUN, HEPİMİZ MÜSLÜMANIZ, HEPİMİZ İNANMIŞ KİMSELERİZ. ARTIK, DİNİMİZİN BİZDEN İSTEDİKLERİNİ ÖĞRENMEK İÇİN ŞUNDAN BUNDAN DERS ALMAYA, ŞUNUN BUNUN AKIL HOCALIĞINA İHTİYACIMIZ YOKTUR.
ATALARIMIZIN, BABALARIMIZIN KUCAKLARINDA VERDİKLERİ DERSLER BİZE DİNİMİZİN İLKELERİNİ ANLATMAYA YETER.
“ŞU YAPTIĞINIZ DİNE AYKIRIDIR” DİYE AKLA UYGUN İŞLER İÇİN SİZİ ALDATMAYA, YANILTMAYA KALKIŞAN AŞAĞILIKLARA KULAK ASMAYIN”
     ATATÜRK, Adana, 1923
Dr.Neda ARMANER’in 10 KASIM 1971 tarihinde ilahiyat fakültesindeki konuşmasından.
                                    K A Y N A K Ç A.
                    A-Gn. Kur. Bşk. Harp Tarihi Dairesi, resmi yayınlar, seri no_1,
                   1- Türk İstiklal Harbi,2’inci cilt, Batı cephesi,2’inci kitap(6’ıncı kısım)
                   2-Büyük Taarruz,1–31 Ağustos.1922.
                   3-3’üncü kitap.
                   Genel Kur. Bşk. Harp Tarihi Dairesi, resmi yayınlar, seri no_1,
                   1- Türk İstiklal Harbi,2’inci cilt, Batı cephesi,2’inci kitap(6’ıncı kısım)
                   2-Büyük Taarruz,1–31 Ağustos.1922.
                   3-3’üncü kitap.
                   4-Turgut Özakman, Şu çılgın Türkler.

        

671/N'OLURDU SANKİ?

                                                                       
OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@gmail.com
                   İzmir;09Nisan 2012.

                            N’OLURDU SANKİ!
         Şom ağızlının birisi şiirlerimi okumuş!”Sevgi üzerine şiirlerinizi okudum,geç değil mi!”Buyurdular.Benim defterler dolusu yayımlayamadığım şiir karalamalarım var.O’na “Geç Kalan  Sevda” şiirimi okudum.Ben,tarihlerine bakmadan defterimden şiir seçiyorum.Yeniden de karaladığım oluyor.Şiirlerde anlattığım benim öykülerim değildir.Ben,emekli bir jandarma subayıyım ve dahi  gözlem sahibiyim de!

                   Gül olsaydın,sümbül olsaydın;
                   Birlikte açsaydık seninle.
                   Mutluluk ağacının da dalında
                   Sen tomurcuk olsaydın ben de yaprağın;
                   N’olurdu?
                   Yemyeşil bezeseydik toprağı
                   Sonra
                   Yağmur olsaydık ta seninle;
                   Damla,damla yağsaydık ;
                   Yıkasaydık günahlarından dünyayı
                   N’olurdu?

                   Mutluluk dağının eteklerinde
                   Birlikte kanasaydı dizlerimiz.
                   Birlikte kenetlenseydi ellerimiz,
                   Dudaklarımız ve gözlerimiz
                   N’olurdu?

                   Birlikte düşseydik uçurumlara,
                   Mutluluk çiçekleri dererken.
                  Birlikte gülseydik, birlikte kaybolsaydık,
                   Hayatın en derin denizlerinde,
                   Seninle ağlasaydık,seninle yaşasaydık,
                   Seninle ölseydik n’olurdu!

                  

670/DİNLE UYUTAN YALANCI VE MÜNKİRLERE.

                                                           
OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@gmail.com
                   İzmir;10 Nisan 2012.

                   DİNLE UYUTAN YALANCI VE MÜFTERİLERE!
         Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Mustafa İsmet İnönü’nün yalan söylediğini ve insanları Din ve Allah ile aldattığını duyan ve bilen var mıdır?Allahın Türk ulusuna tam zamanında bahşettiği bu iki insan,din sömürücüsü vatan hainlerine karşıydı.Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in,Cumhurbaşkanı iken Balıkesir’de Paşa camisinde Minbere çıkarak,Türk Halkının daha dindar olması hususundaki vaazını ve fetvasını neden bilmiyoruz?
         Bunların döneminde--1923/14 Mayıs 1950—Din kitapları ve Kur’anı Kerim yasaklanmış!Bu denli yalana ve iftiraya dayalı bir şerefsizlik işitilmiş değildir.Mustafa Kemal’in cenaze namazını kılınmamış!Mustafa Kemal’in cenaze namazını Diyanet İşleri Başkanımız Rahmetli Profesör Dr.M.Şerafettin Yaltkaya bizzat kıldırmıştı.
         Bendeniz 15 Mayıs 1931 doğumlu bir Türk çocuğuyum.--Nüfusa doğum tarihim 04121931olarak geçirilmiştir!---Ama bende o dönemlere ait dini eserler vardır.
         Şu yazacaklarımı okuyarak bu din ve Allah sömürücülerinin suratlarına tükürünüz: Şeyhülislamlık ve Fetva eminliği yani Türk milletinin başına bela olan, kendilerine tahsis edilen arpalıklar karşılığında padişahların cinayetlerine de ortak olan kurum kaldırılarak03 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı kanunla kaldırılarak Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı, halkımızın ibadet ve ahlâki yönden aydınlatacak  Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.İlk Diyanet İşleri Başkanımız da büyük din bilgini olan ve Ulusal Kurtuluş Savaşımızı destekleyen Ankara Müftüsü Uşaklı Rifat Börekçi olmuştur.Mustafa Kemal’in cenaze namazını kıldıran Diyanet İşleri Başkanımız M.Şerafettin Yaltkaya’nın ölümünden sonra da;1947,Ahmet Hamdi Akseki Diyanet İşleri Başkanlığına getirilmiştir.
         Rahmetli büyük Din Bilgini Ahmet Hamdi Akseki 1887 tarihinde, Akseki ilçemizin Güzelyurt bucağında doğmuş,09 Ocak 1951’de de makam aracının bir ağaca çarpması somununda ölmüştür.Rahmetli Ahmet Hamdi Akseki,1924-1933 tarihlerinde İstanbul Darülfünununda Hadis ve Hadis Tarihi dersleri vermiştir.70 adet eser vermiştir.32  yaşında üç fakülte bitirmiştir.İngilizce,Farsça ve Arapça bilmekteydi.Bende mevcut olan İslâm Dini adlı eseri İtikat,İbadet ve Ahlâk konularını kapsamakta ve batı filozoflarından da bilgiler sunmaktadır.
         En önemli eserleri:
         1*Din Dersleri,
         2*Askere Din Dersleri, Genelkurmay Başkanımız Mareşal Fevzi Çakmak’ın isteği üzerine yazarak yayımlanmıştır. Bende bulunan nüshasını  doğum yerim olan Hatundere köyü imamı Süleyman Efendiye, Osman Nebioğlu’nun tercüme ettiği Kur’anı Kerimle birlikte armağan etmişimdir.
         3*Köylüye Din Dersleri,
         4*Yavrularımıza Din Dersleri.
         7 Mayıs 1960’ta Türk silahlı kuvvetlerinin yönetime el koymasının sonra;Ordinaryüs Profesör Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun—Medeni Hukuk Ordinaryüs Profesörü-- -- kaleme aldığı ve Kurucu Meclisimizin kabul ettiği 334 sayılı Anayasamızın 154’üncü maddesi Diyanet İşleri başkanlığını da kapsamıştır:
         “ıı.DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI:
         “Madde-154,Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri başkanlığı ,özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir.”
         Türkiye Cumhuriyetini büyük bir felâketten kurtaran 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri  yönetime  elkoyması  sonunda  bir Danışma Meclisi kurarak yeni bir anayasa kabul edilmiş Diğer Anayasamız gibi Türk halkının oyuna sunulan,2709 sayılı  bu,1982 anayasamız da  Türk Halkı tarafından %92 oyla kabul edilmiştir.
         “ı.Diyanet İşleri Başkanlığı”
         “Madde136-Genel idare içinde yer alan  Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir.”
         Devlet adamı özü, sözü bir olan insanlara örnek olacak bir yapıdaki adamdır.Devlet adamı,yanar,döner ve Bukalemun hiç değildir.Devlet adamı her rüzgâra göre fırıl ,fırıl  dönen bir dönek te hiç değildir.Ta İspanya’dan:”Tuturmuşlar Laiklik gider mi diye.Halk isterse tabi ki gider kardeşim!”Diyen Sayın RTE’NİN ve Sayın Bülent Arıncın Laikliğin  anayasamıza girişinin 70’inci yılı nedeniyle söylediklerini iyice okumalıyız.Bendeniz aşağıdaki yazımı,Tüm İnsanları kucaklamak başlığı ile yayımlamış olduğum yazımdan aldım:
         Atatürk Devrimi, bir grubun ve bir zümrenin yararı için yapılmamıştır. İlkeler, birbirlerini kontrol edecek bir şekilde ortaya konulmuştur.
Laiklik ilkesi, tek başına, bir ulusun uygar olmasını sağladığı gibi, İç kavgalarını, Tanrı ve din sömürüsünü ve dahi Ümmet olmayı önlemeye yeter. Gericilerin ve din hokkabazlarının en büyük engeli ve korkulu rüyası bu
LAİKLİK KAVRAMIDIR. Bu ilkeden yoksun olan milletlerin içine düştükleri felaketleri göz ardı eden Sayın R.T.E. ile Sayın Bülent Arınç Beyefendiler: ”LAİKLİK YENİDEN TANIMLANMALI,” DİYE BİR TÜRKÜ TUTTURMUŞLARDI, BİZ BU MASALLARI UNUTMADIK. O zamanki Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer, bunlara güzel bir yanıt vermişti. Bu yanıtı, 06.Şubat.2007 tarihli Takvim Gazetesinden okuyalım:
         
SEZER’DEN, LAİKLİKTAŞI.”“CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer. Laiklik ilkesinin Anayasa’ya girişinin 70. Yılı nedeniyle yayınladığı bilgilendirmede, ”laikliğin tanımı yeniden yapılsın” diyen Meclis Başkanı Bülent Arınç’a yanıt vermiştir. Laikliğin. Anayasa ve Anayasa Mahkemesinin kararlarında açık ve net bir biçimde yorumlandığını belirten Sezer, madde gerekçesinden yola çıkılarak, laikliği tanımlamaya çalışmanın ya da “gerekçedeki tanımı benimsemenin” hiçbir geçerliliği olamayacağını, bunun Anayasa ile bağdaşamayacağın” söyledi.
“Şimdi, bana sormak hakkınızı saklı tutuyorum:”- Niçin bu çekişmelere yer
veriyorsunuz?” Anlatayım.
                 “ Atatürk Devrimi’ne ve ilkelerine topluca bir saldırı vardır. Politikacılar, din bezirgânları, iç ve dış düşmanlarımızla, kuyruk acısı olanlar ve satılık adamlar!’ da eklenmiştir. Bu doğaldır, ihanet duygusu genlerine işleyenlere dur! Diyemezsiniz.
                  Atatürk Devrimi, kendi iç dinamikleriyle ve Türk ulusunun benliğine yerleşen Çağdaş değerleriyle kendisini savunmaya muktedirdir. Bizler, ”Atatürk Sevgisi,” diyerek, konuyu basite indirgiyoruz.
Nefret’in, Sevgi’ye dönüşmesi nasıl bir olgu ise; Sevgi’nin de gücünü yitirerek, unutulması ve Nefret’e dönüşmesi, psikolojik bir olgudur. Dün çok sevilen bir liderin, başına gelenleri izledik ve izlemekteyiz
Atatürk, Türk Ulusunun yaşam biçimi haline gelmiştir. Kılık ve kıyafetimizde O vardır; düşünce yapımızda ve yaşayışımızda, yine de O vardır. Sosyal yaşantımızda, her türlü ihanet odaklarına karşın, bizler O’nu yaşayıp, O’nu solumaktayız.
Kendi özgür irademizle seçtiğimiz bir yaşam biçimi, irademiz dışında, bize egemen olmuştur. Biz O’nu, O da bizi terk edemez. MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL NASIL HALKTAN BİRİ OLMUŞSA; BİZLER DE, BİRER MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL OLMUŞUZDUR.06.Şubat.2007 tarihli Milliyet Gazetesi, laiklik tartışmasını çok ilginç bir şekilde verdi. Sayfa’nın başına, Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer’in, ”70. Yıl uyarısı” başlığını koyduktan sonra; daha büyük harflerle, LAİKLİK GÜVENCEDİR.”BAŞLIĞINIKOYDU.
Bunların hangi gün söylediklerinin TAKİYYE olduğunu kestirmek mümkün değildir. Sayın Arınç, o gün için şöyle buyurmuştu: ”Laiklik, vatandaşlarımıza vicdan, dini inanç ve kanaat özgürlükleri konusunda en büyük güvenceyi sağlamıştır.5. Şubat. 1937 ‘de Anayasa hukukumuza giren laiklik ilkesi ile tüm inançlar teminat altına alınmıştır. Laik düzende herkes, dini inanç ve düşünme özgürlüğüne sahiptir. Bu nedenle, laiklik Türkiye Cumhuriyeti’nin vazgeçilmez ilkeleri arasındadır.”
Sayın R.T.E de, şöyle buyurmuştu:
BİRLEŞTİRİCİ OLSUN.” Mutlulukla söyleyebilirim ki, milletimiz, cumhuriyetin temel niteliklerini benimsemiş, laiklik gibi hukukun üstünlüğü ilkelerini de içselleştirmiştir. Bütün diğer kurumlarıyla, cumhuriyetimizin de, demokrasimizin de, en büyük güvencesi, işte bu itibarla aziz milletimizdir. Anayasamızda yer almasının 70. Yıldönümünde, bugün laiklik ilkesinin, farklı inanç ve yaşam biçimleri için özgürleştirici bir güvence olarak ne kadar hayati öneme sahip olduğunu çok daha görüyoruz. Laikliği, ayrıştırıcı değil, birleştirici bir ilke olarak yaşatıp, gelecek kuşaklara taşımalıyız.”
Zannedersem, Profesör dr. Maurice Duverger söylemiş:
POLİTİKACI, GELECEK SEÇİMLERİ DÜŞÜNÜR. DEVLET ADAMI DA, BİR ULUSUN GELECEĞİNİ, YARINLARINI DÜŞÜNÜR.”Attıkları oyları, milli irade sayılan, evlerinde bir tas çorba kaynatmaktan mahrum bırakılıp, İFTAR ÇADIRLARININ DMİRBAŞI YAPILAN, KENDİLERİNİ BU HALLERE DÜŞÜRENLERİ BAŞTACI YAPAN, MİDESİNİ VE DAHİ TAKIM TAKLAVATINI DÜŞÜNEN KALABALIKLAR DA, BİR KİLO BULGURU, BİR KİLO NOHUDU DÜŞÜNÜRLER. Sayın Bülent Arınç: ”Anayasamızın ikinci maddesine atıfta bulunarak: ”hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir. Laikliğin tanımı dendiği zaman ben bunu anlıyorum.” Demiştir.
Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer de: ”Laiklik, Türkiye’nin ümmetçilikten ulusçuluğa, kulluktan yurttaşlığa, bağnazlıktan çağdaşlığa yönelişini simgeler.” dedikten sonra, laiklik ilkesinin Türkiye Cumhuriyeti’nin değiştirilemez ilkeleri arasında yerini aldığını “, vurgulamıştır
23.Aralık.2003 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde; Fransa’nın Eski Cumhurbaşkanlarından Sayın Bay Jacgues Chirac’ın laiklik ilkesi ürerine yapmış olduğu konuşması, tam metin olarak, birinci sayfa’da yayımlandı
.”LAİKLİK’İN SINIRLARI DEĞİŞTİRİLEMEZ”.
“Kamusal alanda, türban’ın yasaklanmasını destekleyen Chirac: ”Laiklik, cumhuriyetçi kimliğimizin merkezinde yer almaktadır. Artık, laikliğin sınırlarını değiştirmek söz konusu olamaz demiştir. 11
Hasan Pulur;2 4. Ocak.2002 tarihli Milliyet’teki köşesinde, ”Böyle diyenler de var,” başlığı altında, çok ilginç bir yazı yayımlamıştır:
“Ünlü Fransız Gazeteci Piyer Lazeref, İkinci Cihan Savaşı öncesinin Fransa’sını anlatır: ”1919’a kadar, Fransızlar, cumhuriyete inanıyorlardı. 1918’den sonra, onları cumhuriyet’ten iğrendirerek uzaklaştırmak ve yerine ilk dokunuşta dağılıverecek bir demokrasi hayaleti koymak ayıbına girişildi. Dışarıdan, düşmanların yönettikleri oyun, ince ve şeytancaydı. Fakat bu oyuna içeride paraları üzerine titreyenler, iktidara susayanlar, bütün çekemezler ve alçaklar katıldılar. ”Peki, kimdir bunlar, Lazeref’in sıraladıkları ve Lazeref’in tanımına uyan isimler, her ülke ‘de fazlasıyla vardır. Bunları bulup, çıkarmak satılmayan kalemlerin işidir. İnsan hakları, demokrasi, halkın istek ve arzusu! Bir sürü alçak politikacı ve çıkarcının arkasına sığındığı deyimlerdir.
Türkiye devleti, cumhuriyetle yönetilen, demokrasi ile de kurumlaşan ve teşkilatlanan bir rejime sahiptir. Demokrasi masalları ve yabancıların öğütleriyle cumhuriyet’e saldırılamaz. Bakınız, 3.Ekim 2001–4709/3maddesi ile değiştirilen Anayasamızın 14’üncü maddesi ne diyor: ”Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı, amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiç biri; Devlete veya kişilere, anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.
            Bu hükümlere aykırı faaliyette bulunanlar hakkında uygulanacak müeyyideler, kanunla düzenlenir. ”cepte kullanılmak üzere hazırlanmış bir anayasa kitapçığının ön sözünü, Sayın Yekta Güngör Özden yazmış: ”Devletler, bilimsel tanımıyla, ülkeyi ve ulusu kapsayan bir insanlık ve hukuk kurumudur. Anayasa, devletin yükümlülüklerini, özgürlüklerini güvenceye bağlayan temel hukuk belgesidir. Demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini, tüm çağdaş nitelikleriyle gerçekleştirme çabasının kaynağı ve dayanağıdır. Devletin tekliğini, ülkenin tüm’lüğünü, ulusun bir’liğini ödünsüz korumak bilinciyle.”Bu şu demektir. Bir Ümmetten bir Ulus, Cariyeden Hanımefendi, Kul ve Köle sıfatlı bir Tebaa Erkeğinden Hür bir Beyefendi Yurttaş yaratan Atatürk’ü, O insanların kucaklaması demektir. Kim ne masal anlatırsa anlatsın; Gazi Mustafa kemal Atatürk’ün Türk Ulusunun tüm bireylerini ve inanç gruplarını kucaklayan devrimini ve İlkelerini; Anayasamız, yasalarımız tüm kurum ve kuruluşlarımız ve çağdaş yaşantımız kucaklamıştır.” Anayasa,1961.154.1982.174 maddeleri.”
14.Şubat.2007 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde, Profesör Dr. Suna Kili’nin “Ulusçuluk”, başlığı altında çok ilginç bir makalesi yayımlanmıştır: ”Ulusçuluk, ulus devlet kurma, ulusal siyaset gütme, çağdaşlaşmanın ön koşuludur. Batı ülkeleri de, çağdaşlaşma çabalarında geleneksel toplumdan, çağdaş topluma geçerken. Uluslaşma, ulus devlet kurna çabasına girmiştir. Unutmamak gerekir ki, bir toplum, çağdaş toplum, bir çağdaş devlet olarak yaşamak istiyorsa; onun siyasi kurumları ve çalışmaları bu gereklere uymak zorundadır…
Osmanlı İmparatorluğu yerine, ulusal Türk devleti, Osmanlılık yerine ulusçuluk, ümmetçilik yerine ulus, dincilik yerine laiklik, benimsenmiş ve gerçekleştirilmiştir. Atatürk Devrimi’nin amacı ulusal Türk devletini kurmak ve çağdaşlaştırmaktır.
Altı ilke de, bu devrimi yönlendiren değerler sistemidir… Atatürk, ulusal kimlik bilincini, yaşanmış ve yaşanmakta olan ” ortak tarih”, ”ortak kültür” ve “Türk milleti mensubiyetine” dayandırmıştır.” Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı, ”hukuki bir kimliktir”. Anayasa’nın 3’üncü maddesi; Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür,” diyor. Anayasa’nın 66’ıncı maddesi: ”Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür ”, diyor.
Sayın Ahmet Necdet Sezer’in, 1 Ocak. 2006 tarihli yeni yıl mesajında, Anayasamızda yer alan ilkelerin ışığında, şöyle diyorlar: ”Kurucu öğe olarak, tek devlet, tek ülke ve tek ulus söz konusudur; bu öğelerden ve tek dil, tek bayrak ülküsünden vazgeçemeyiz. Atatürk, “Ne Mutlu Türküm Diyene “demiştir. Ne mutlu Türk olana dememiştir. Bu, ırkçılıktan uzak, birleştirici, bütünleştirici, çağdaş ulusal kimlik bilinci anlayışıdır.
Dil devrimini uygularken, Atatürk’ün seçtiği yardımcılarından biri, Ermeni kökenli, Türk Yurttaşı, Agop Dilaçar'dır. Agop Dilaçar, vefat ettiği 1979 yılına kadar, Türk dil Kurumunda çalışmalarını sürdürmüş ve Cumhuriyetin 50’inci yıldönümü için, ”Kutadgu Bilig” başlıklı kitabını hazırlamıştır…
Örneğin, Fransa’da tek ulus anlayışı, anayasal güvence altındadır Avrupa Konseyi’nin Irkçılık ve Ayrımcılıkla. Mücadele Komitesi’nin (ECRİ), Fransa’dan etnik kökene dayalı istatistik istemine, Fransız hükümeti, Şubat.2005’te, özetle şöyle bir yanıt vermiştir.” Azınlık kavramı, bölünmezlik ve birlik ilkesine aykırıdır. Fransa, bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. Etnik köken, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın, tüm vatandaşlar yasalar gücünde eşittir. Azınlık kavramı, Fransız hukukuna yabancıdır…”Oysa Fransa dâhil, aynı batılı ülkeler, azınlıklar anlayışı ile ülkemizi bölmeye çalışmaktadırlar.
Bu konuyu, uzun, uzun niçin mi yazıyorum
? Mustafa Kemal Atatürk’ün; karmakarışık bir renk ve inanç topluluğundan yarattığı TEK ULUS, TEK BAYRAK, TEK DİL VE TEK VATAN İLKELERİYLE KURDUĞU CUMHURİYETE YÖNELTİLEN SALDIRILARIN İHANETİNİ VURGULAMAK İSTİYORUM. Bu sistemi, aynı çizgiler doğrultusunda nasıl koruyup geliştireceğimizi anlatmak istiyorum.
               Gazi
Mustafa kemal Atatürk, BİLİM VE AKLA DAYALIDEVRİMİYLE, TÜM İNSANLIĞI NASIL KUCAKLAMIŞSA, BİZİM DE BİLİM VE AKLA DAYALI OLARAKATATÜRK DEVRİMİNE SARILMAMIZ GEREKMEKTEDİR. Türk politikacıları ve Türk milleti de, Atatürk’ü VE DEVRİMİNİ ÖĞRENMELİDİR.
Merhum İsmet İnönü; Gazi Mustafa kemal’in ölümü üzerine yayımladığı bildiride, O’nun için: ”
İNSANLIK İDEALİNİN ÂŞIK VE MÜMTAZ TEMSİLCİSİ, EŞSİZ, KAHRAMAN ATATÜRK”, demişti.
TRT: Televizyonunda, bir Türk Profesör ile söyleşi yapan, Genç bir Rus Profesör: “Atatürk’ün, Yurt’ta sulh, Cihan’da da sulh “, özdeyişi, 21’inci yüzyıla yön verecektir. Uluslararası çalışmalar, bu özdeyiş doğrultusundadır”, demiştir.
Bakınız O, bize ve insanlığa yön verecek mirasını nasıl açıklamıştı:
MANEVİ MİRASIM AKIL VE BİLİMDİR.”
“BEN, MANEVİ MİRAS OLARAK HİÇ BİR AYET, HİÇ BİR DOGMA, HİÇ BİR DONMUŞ VE KALIPLAŞMIŞ KURAL BIRAKMIYORUM. BENİM MANEVİ MİRASIM, BİLİM VE AKIDIR. ZAMAN SÜRATLE İLERLİYOR, MİLLETLERİN, TOPLUMLARIN, KİŞİLERİN MUTLULUK VE MUTSUZLUK ANLAYIŞLARI BİLE DEĞİŞİYOR. BÖYLE BİR DÜNYA’DA, GELİŞİMİNİ İNKÂR ETMEK OLUR. BENİM, TÜRK MİLLETİ İÇİN YAPMAKİSTEDİKLERİM VE BAŞARMAYA ÇALIŞTIKLARIM ORTADADIR. BENDEN SONRA, BENİ BENİMSEMEK İSTEYENLER, BU TEMEL EKSEN ÜZERİNDEKİ AKIL VE İLMİN REHBERLİĞİNİ KABUL EDERLERSE, MANEVİ MİRASÇIM OLURLAR.” MUSTAFA
KEMAL.“1937 senesinde, Ankara’yı ziyaret eden Romanya’nın Dış İşleri Bakanı Antenescu’ya, Ankara Palas’ta şöyle demiştir.”Bugün, bütün dünya milletleri, aşağı- yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla, insan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, BÜTÜN CİHAN MİLLETLERİNİN HUZUR VE REFAHINI DÜŞÜNMELİDünya’da ve dünya milletleri arasında SÜKÛN, DÜRÜSTLÜK VE İYİ GEÇİM OLMAZSA, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın, huzurdan mahrumdur. Onun için, sevdiklerime ben, şunu tavsiye ederim. Milletleri sevk ve idare eden adamlar; tabii ilkin kendi milletlerinin varlık ve mutluluğunu isterler. Fakat aynı zamanda, BÜTÜN MİLLETLER İÇİN AYNI ŞEYİ İSTEMELİDİRLER. Kendin için ne dilersen/Ağyar için de onu dinle Tanrı’dan,Yunus-- Bütün dünya olayları, bize, bu durumu açıktan açığa ispat eder; en uzakta zannettiğimiz bir olayın bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. Bunun için, insanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir uzvu saymak icap eder, bir vücudun parmağının ucundaki acıdan, diğer bütün organlar etkilenir. Dünya’nın filan yerinde bir rahatsızlık var ise, bundan bana ne dememeliyiz; böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla meşgul olmalıyız. Bu olay, ne kadar uzakta olursa olsun, bu esastan şaşmamak lâzımdır. İşte bu DÜŞÜNÜŞ, İNSANLARI, MİLLETLERİ VE HÜKÜMETLERİ BENCİLLİKTEN KURTARIR, bencillik, şahsi olsun, milli olsun daima fena telâkki edilmelidir. O halde, konuştuklarımdan şu neticeyi çıkaracağım; tabii olarak kendimiz için bütün gereken şeyleri düşüneceğiz ve icabını yapacağız. Fakat bundan sonra bütün dünya ile alâkadar olacağız. Bir devlet ve milleti idare vaziyetinde bulunanların daima göz önünde tutmaları lâzım gelen mesele budur.” (21)
Sorbonda, Yunus Emre için: ” Tüm çağların en büyük filozof halk ozanı”, diyerek, Koca Yunus’un tanıtıldığına tanık olmuştum. O: ”
TANRI’DAN, KENDİN İÇİN NE DİLERSEN/GAYRA DA O GÖZLE BAKMALI”. DEMİŞTİR. AYNI ÇAĞDA YAŞAYAN Mevlana da; her dinden, her milletten, her renkten ve her karakterde olan tüm insanlara seslenmişti: GEL! YİNE DE GEL! NE OLURSAN OL, YİNE DE GEL! DİYE. Koca Yunus ondan geri kalır mıydı hiç? O daha yükseklerden ses vermişti: ”YETMİŞİKİ MİLLETİ BİR KABUL ETMEYENLER/ERMİŞ OLSALAR DAHİ KÂFİRDİR.” Onlardan sonra gelen ve Serez’de asılarak öldürülen Simavnalı Şeyh Bedrettin, konuya daha yüksek bir boyuttan bakmıştır: ”Yahudi sini, Müslüman’ını ve Hristiyanını, cümle insanları Tanrı eşit olarak yaratmıştır. Peygamberler ve din büyükleri bunların arasına nifak sokmuştur.”
Mareşal Gazi Mustafa kemal, çok daha yükseklerden, bir insan yüreği ve bir dahi beyninden bakmıştır.
24 nisan1934 tarihinde, Çanakkale muharebelerinin yıl dönümü için gelecek olan Yeni Zelandalı, Avustralyalı ve İngiliz ziyaretçileri için okunacak söylevi, İç işleri Bakanı Şükrü Kaya’ya bizzat yazdırmıştır
:“BU MEMLEKETİN TOPRAKLARI ÜSTÜNDE KANLARINI DÖKEN KAHRAMANLAR! BURADA BİR DOST VATANIN TOPRAĞINDASINIZ. HUZUR VE SÜKÛN İÇİNDE UYUYUNUZ. SİZLER, MEHMETÇİKLERLE, YAN, YANA VE KOYUN KOYUNASINIZ. UZAK DİYARLARDAN EVLATLARINI HARBE GÖNDEREN ANALAR! GÖZYAŞLARINIZI DİNDİRİNİZ. EVLATLARINIZ BİZİM BAĞRIMIZDADIR. HUZUR İÇİNDEDİRLER VE HUZUR İÇİNDE RAHAT UYUYACAKLARDIR. ONLAR, BU TOPRAKLARDA CANLARINI VERDİKTEN SONRA, ARTIK BİZİM EVLATLARIMIZ OLMUŞLARDIR.”(22)
Mareşal Gazi Mustafa kemal, 19.Ocak.1923 tarihinde, İzmit’te, İzmit sinemasında İzmitlilere güzel bir konuşma yapmıştır: ”İnsanlar, huzur ile vicdan özgürlüğü ile çalışmak ihtiyacındadır. Bu ise Efendiler, toplumu yöneten devlette ve hükümette, adaletin mutlak egemen olmasıyla mümkündür. Bir memlekette, adalet olmazsa, o memlekette anarşiden başka şey yoktur. Orada, hiçbir şeyde yoktur. Adalet, yasaklarla yürütülür(21)…”
Seçimle iktidarı ele geçirenler, öncelikle, devlete ait kurum ve kuruluşları ele geçirip, sonra da devleti ele geçirmektedirler. Bunun için, dipte ve derinde, çok ciddi savaşlar yapıldığı bir olgudur. İktidar sahiplerine dert yananlar, aç olduklarını söyleyenler suçlanırken, Atatürk’e edilen küfürler ve iftiralar, fikir ve dahi düşünce özgürlüğü kapsamına, hürriyeti kapsamına alınmaktadır. O büyük insanı, çağındaki liderlerle de karşılaştıran yoktur.
Büyük ağaçların gölgesinde ot bitmeyeceğini bilmeyen çalılar. O ulu ağaca sövmektedirler.
             
“Türk, İslami kabul ettikten sonra; Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, Allah ve Peygamber uğruna kendi ruhunu, benliğini, hayatını unutmuş. Sonu alçaklık olan, esaret olan aşağılık bir hedefe sürüklenmiştir.” diyen Mareşal Gazi Mustafa Kemal ne mi yapmış? Tanrıyı, dini ve onun peygamberini, ibadeti ve Kuran’ı Kerim’i yasak mı etmiştir? Camileri, kiliseleri ve havraları mı kapattırmıştır? Türk milletini sonu alçaklık ve esaret olan bir yola sürükleyen hastalığın nedenlerini belirleyip, o hastalıktan kurtulma yollarını göstermiştir. Din, sosyal bir olgudur, bireysel ve toplumsaldır. Dinin, sosyal düzen kurallarındaki yeri değiştirilmiş, aklın kuralları öne çıkarılmış; esareti ve kulluğu kader sayan zihniyet ortadan kaldırılmıştır. O Büyük insan, dinlere musallat olan hastalıkları, aklın neşteriyle temizlemiştir.
O, 1925 senesinde; Balıkesir Paşa Camisinde minbere çıkarak:” daha çok Müslüman olunuz; ananızın, babanızın dizinde öğrendiğiniz gibi Müslüman olunuz”, demedi mi? Dini ve kutsal din duygularını kullanarak halkımızın beynini ve aklını dondurup, onları sömürenler ölürler, Bu sosyal hastalığımız devam ettiği sürece, devirler değişse de, ölen sömürgenlerin yerlerine dış destekli, aşağılık sömürücüler gelirler. Bu sahtekârlar, dinlerini iyi bilmeyen halkımızın baş tacı olurlar.
İngilizlerin kışkırtması üzerine, Yunanlılara Anadolu felaketini yaşatan Elefteriyos Venizelos, 9. Eylül.1934 tarihinde, Nobel Ödül Komitesine bir mektup yazarak, Nobel Barış ödülünün Mustafa Kemal Atatürk’e verilmesini tavsiye etmiştir Bu mektup, 20.Mayıs.1981 tarihinde, Sayın Özgen Acar tarafından, Milliyet Gazetesinde yayımlanmıştır. Bendeniz, bu mektubu, ”Türkiye Cumhuriyeti’nin İç ve Dış Politikaları”, başlıklı yazımda kullandığım için, burada yayımlamayacağım.
Anne ve baba, nasıl çocuklarında yaşarlarsa, yaratıcı insanlar da, yarattıkları eserlerinde yaşarlar. Koca Mimar Sinan, yarattığı camilerinde, köprülerinde ve türbelerinde yaşamaktadır. Mişel Anjelo, Davut heykelinde; Leonardo da Vinci de, Lajakont adlı tablosunda ve icatlarında yaşamaktadır.
Kadınlarımızı Cariyelikten Hanımefendiliğe; Erkeklerimizi kulluktan ve Tebaalıktan beyefendiliğe, her iki cinsi de özgür yurttaş haline getiren Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk te, yarattığı bu eserlerinde ve insanlık âlemi ile aynı değerlere sahip, Demokratik, laik ve Sosyal Hukuk Devleti olan, Türkiye Cumhuriyetinde yaşamaktadır.
İşte O, aklı, bilimi, tüm insani değerleri, tüm insanları ayırt etmeden, somut bir biçimde kucakladığı için, 13 Kasım.1938’de, Beyoğlu’ndaki ve tüm Türkiye’mizdeki görüntü ortaya konulmuştur
.”Kasaplık hayvanları, başlarına bir yem torbası takarak,kasaba çeke,çeke götürürüler.
        Bülent Ecevit; Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli koalisyonunda,iktidarı kullanma üçe bölünmüştü.İktidar bölünmez,bölünürse iktidar olmaz.Ha bir kadını üç kişi kullanmış olsun,ha bir iktidarı da üç kişi kullanmış olsun.Bizzat gördüm ve yaşadım.Zonguldak-Bakacak kadı’dakiYüzüncü Yıl  Atatürk Hizmet ve Eğitim Köyünde Müdür idim.Zonguldak Valisinin arkasında Bülent Ecevit vardı,vali muavinlerinden birisinin arkasında Anap ve Refah Partisi vardı. 27 Kere Avrupa’ya gitmişti. Zonguldak İl Emniyet Müdürü de Bülent Ecevit’in Koruma Müdürlüğünden gelmişti.Sonunda da Zonguldak Valisi Sayın İsmet Metin  ile takıştılar ve harcanan da İl Emniyet Müdürü olmuştu.İl imar Müdürü bir sanat okulu mezunu teknisyendi,arkasında Semra özal vardı.İl İmar Müdür Yardımcısı Mükemmel bir insan olan ve denenmiş bir Mimar idi.Nedenini sorduğumda:”İmar Müdürümüz,benden önce Semra Özal’a çıkmış!”Demişti. Bayındırlık Müdürünün arkasında Bülent Ecevit vardı,CHP il başkanının eşi de İl Bayındırlık Müdürlüğü yardımcısıydı. Köy İşleri müdürünün arkasında da MHP vardı.
        Yapılanları gördüğümde şaşırdım kaldım. Hizmet Köyünün Otelleri ve sair binaları Muvakkat kabulü yapılmadan işgal edilmiş. Yüzlerce hata buldum.Bayındırlık Müdürlüğünden gelen ekiplerin yemek masraflarının Müteahhit ödemiş.Belgeleri Zonguldak valiliğine gönderdim ve ancak iki ay dayanabildim.Sayın İsmet Metin’e bir faks çektim:”İşi bırakıyorum,dostluklarımı da alıp gidiyorum!”
        Ülkemizin bu halini gördüğümde;Mondros sonrası İngiliz,Fransız ve İtalyanlarca paylaşılan Ülkemiz aklıma gelmişti.Bu denli bölünmüşlük yaşamamıştık.Adalet Partisi ve Milli Nizam  Partisinin oluşturduğu Milli Cephe hükümetlerindeki felâketi de yaşamıştım:Necmettin Erbakan,Mardin ve Nusaybin ovasına iki fabrika kurmağa kalmıştı.Mardin—Kızıltepe arasına Traktör fabrikasının temeli atılmıştı.Nusaybin’in batısındaki Taşlıdere sınır karakolumuzun elli metre kuzeyine de Şeker fabrikasının temel atmasına engel olmuştuk.Suriye sınırına 100 metre mesafede ve kaçak giriş ve çıkış yolu üzerinde ve aynı zamanda tabanca atışı menzilindeydi.Nusaybin Seyyar jandarma tabur Komutan Vekili J.Önyüzbaşıya:”Biz,temeli atalım,siz ne yaparsanız yapınız!”Denilmişti.Raporlar verdik.Başbakan Süleyman Demirel:”Bakanlar Kurulu kararı var!”Diye direttiydi.Küçücük ovada,gece ve gündüz ısı farkı nedeniyle şeker pancarının yetiştirilemeyeceği hususunda aldığımız raporlarla olaya müdahalemizi sürdürdüktü!Hangi birini saysam.”Dününü unutanlar,onu tekrar yaşamağa hükümlüdürler!”Santayana.

İzleyiciler

Blog Arşivi