4 Şubat 2012 Cumartesi

565/DİNDARLIK=KİNDARLIK ÜZERİNE SERENAT!

                                                                 
OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmail.com
         İzmir;02 Şubat2012

                            DİN=KİN!
                            DİNDAR=KİNDAR!
                            DİNDARLIK=KİNDARLIK!
                            DİNDARLIK TASLAMAK=HALKI SOYMAK!
DİNDARGEÇİNMEK=ULUSÇULUĞU İNKÂR ETMEK! Ve Her Genel Seçimi kazanmak!
                             “YURTTA SULH, CİHANDA SULH!”ATATÜRK.
Ateist bir nesil mi yetiştirelim? Benim ifademde dindar bir nesil yetiştirmek vardır!”Sn. Recep Tayyib Erdoğan. Yazım uzadığından hemen yayımlayamadım. Bu, Laik Türkiye Cumhuriyeti aleyhindeki talihsiz ve beyan sahibini de yalanlayan, beyana Sayın Mustafa Mutlu,03 Şubat 2012 tarihli Vatan gazetesindeki köşesinde gerekli yanıtı vermiştir! Bu yanıtı da yazıma ekliyorum. Biliyorum ki”tek parmakla taş tutulmaz!”
                   “Mustafa Kemal, camide hutbe okuyan ilk ve tek cumhurbaşkanıydı” gerçeğine hiç girmeyeyim; Şubat 1923, Balıkesir Zağanos Camii… İnanmayan, Diyanet İşleri’ne danışsın.”Sayın Yılmaz Özdil.03Şubat 2012.
         Ve Sayın AYBÜKEN HAN’IMDAN, İslam adına, Türklere uygulanan Müslüman Arapların katliamının öyküsü.
         Cenevre’deki Birleşmiş Milletler binasının girişinde ve hemen karşıdaki camekânın içindeki bir yazı, üst, üste konmuş kitaplar ve Mustafa Kemal’in 25’inci ölüm yıldönümü etkinlikleri. Yazı mı; Fransızca olarak,”Yurtta sulh, cihanda sulh!”                                               Yanıma yaklaşan bir görevli,şaşkınlığımı görerek:
         “Türk müsünüz?”Diye sorduğunda, kendime gelerek:
         “Grace a Mustafa Kemal Atatürk!”Mustafa Kemal Atatürk sayesinde! Demiştim. Aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:”Neden Mustafa Kemal’in ölümünün 25’inci yıldönümü etkinlikleri? Büyük adamlar, doğumlarının ve ölümlerinin yüzüncü yıllarında anılmazlar mı?”O görevli bana aynen şöyle demişti:
            “Atatürk, dünyanın en büyük devlet adamıdır. Yurtta sulh, cihanda sulh” sözünü, Nevyork’taki Birleşmiş Milletler Binasının ön yüzüne yazmamıza engel olmasalardı, çok önemli bir mesajı dünyaya duyurmuş olurduk!”
             Besançon Üniversitesinde; Devlet Doktorasına sahip bir Kadın profesör, yazıldığı gibi okunmak üzerine konuşurken, Türkçeden örnek vererek:
            “Ne yazık ki bizim Atatürkümüz yok!”Dediydi! Benimle dalga geçmek için “Türkiye az gelişmiştir!”Diyen Fransızlara, çok haklı olduklarını söyleyerek:”Sizler gibi katliam yapmasını bilenemediğimiz gibi, kendi askeri üniformalarınızı giydirmiş olduğunuz Osmanlı vatandaşı azınlıklara Türkleri öldürterek bu cinayetleri öldürdüğünüz Türklerin üstüne atmasını, sizin gibi de bilemiyoruz!”Dediğimde, Alman vatandaşı bir arkadaşım beni bir kenara çekerek:
         “Ben Atom Bilginiyim. Fransızca öğrenmeye geldim. İyi savunma yaptınız. Az gelişmişlik organizasyonsuzluktur!”Demişti. Bu söz, Antakya Jandarma kışlasının bir koğuşunun duvarına yazılmış bir yazıyı aklıma düşürmüştü:”TEK PARMAKLA TAŞ TUTULMAZ!”Çok doğru bir yaklaşımdı. Tek parmaklar havaya kalkar ve iner,19.000 Türk Lirası da hemen cebe girer günümüzde!
         Profesör DR: Sayın Nurullah Aydın benim gibi düşünmüş, yanlış beyan ettim, bendeniz de O’NUN gibi düşünmüşüm.
           “ Temel soru açıktır. İnsan; yüzyıllar öncesinin yaşamı, düşüncesi ve kabullerine göre mi yoksa gelişim dinamiği akıl ve bilim algısına göre mi düşünecek, eğitilecek, yaşayacak?
İnsan Akılcılık, ya da dincilikten birini seçmek zorunda mı? İkisi bir arada olamaz mı?
Dünya nüfusunun belli başlı dinlere göre dağılımı:
Yüzde 33,5 Hıristiyan
Yüzde 20,7 Dinsizler
Yüzde 18,2 İslamiyet
Yüzde 13,5 Hinduizm
Yüzde 6 Budizm
Yüzde 0,3 Musevi
Yüzde 7,8 diğer
Dünya nüfusu 6 milyarın üstündedir.  1.2 milyarı Müslüman’dır. Geri kalanı yani 5 milyar insan başka din’lere inanmaktadır. Din; kişinin vicdani tercihidir.
Dünya’da ve Türkiye’de eğitim tartışması yapılıyor. Dindar mı, dinsiz nesil mi yetiştireceğiz sorusu sorulmaya devam ediyor.
Batı ve doğu ülkeleri; akıl ve bilim odaklı tercihi yaptı. Ya Ortadoğu halkları?
İslâm coğrafyası’nın fakir düşmesinde, esarete düşmesinde, Osmanlı Devletinin yıkılışı öncesinde ve bilhassa yıkılışı sonrasındaki arayışlar doğru analiz edilmelidir.
İslâm coğrafyasının geri kalmışlığının, kargaşa ortamının asıl sebebi unutturuluyor.
Osmanlı Devleti yıkılırken, o coğrafyada krallar, şeyhler, diktatörler mi vardı?
Nereden çıktı bu krallar, şeyhler, diktatörler? Kim getirdi, kim destekledi? Niçin?
Din diye; Arap hurafeleri, Arap tarihi, Arap kahramanları, Arap ahlaksızlığı, Arap çokeşliliği, Arap mitolojileri, Arap masalları din diye anlatılıyor da ne oluyor ki? Hangi Arap ülkesi hangi marka sahibi. Hangi Arap ülkesi sanayide, teknolojide, bilimde ve sanatta var?
Bahsedilen dindarlık; Ilımlı İslam projesinin, Dinler arası Diyalog ile batı emperyalizmin uşağı nesiller yetiştirmek demektir.
 Dindarlaşmış sürüleşmiş akıl bilim ve teknolojiden sanattan uzak, hurafelerle şekillendirilmiş robot insanlar sürüsüdür
Dindarız diyenler ne mi yaptılar?
Önce; hak, adalet, mağduriyet, demokrasi, özgürlük dediler
Sonra; samimi inançlıların, haksızlığa uğrayanların desteğini alarak güç ve iktidar oldular. Sonra; etnik ve mezhep damarını çatlattılar,
Sonra; ilahi mesajı tersyüz ettiler, dini ortak kavramları tersyüz ettiler, Sonra; kılıf kıyafet ayrıştırmasına giriştiler
Sonra; servetlerine servet kattılar. Sonra; yalan talanla dünyevileştiler.
İnsana; hangi eğitimi, hangi tür akılla vereceğimiz, birinci derecede önemlidir. Bir eğitim politikası bunu bilmektir ve bundan ibarettir.
Toplumu dinamizmi için birçok yol vardır. Bunun başında eğitim gelir.  Her zaman gündemde olan konu; eğitim, öğretim, öğretmen, kalkınma ve güçlü olma konusudur.
Eğitim ve öğretim; her canlı varlığın yeteneklerini geliştirmek amacıyla gerek kendini gerekse neslini devam ettirecek olan yavrusuna verdiği bilgi ve tecrübe aktarımıdır. Kuşkusuz, bunda akıl ve beş duyu odaklı verilen eğitim önemlidir ve gereklidir.
Bu nedenle; insanlık tarihi boyuna eğitim için okullar, öğretmenler ve araştırmalar için büyük yatırımlar yapılıyor. Bugün hemen her ülke yetişmiş insan gücü ile etkindir, refah içindedir. Eğitime yeteri önemi vermeyen ülkeler geri kalmış durumdadır. .
Bu aklın ve eğitimin içinde; Evrensel Akıl, Evrensel Ahlâk, Evrensel Adalet, Evrensel İnsan Hakları, Evrensel Sevgi, Eşitlik, Kardeşlik, Paylaşma, Yardımlaşma olmalıdır.
Akıl’dan, bilim’den, sanat’tan yoksun, din, din değildir, hurafedir.
Akılcılık, Bilim, Sanat, Teknoloji, İnsan hakları ve Eğitim çağın gerçekleridir.
Unutulmamalıdır ki; özgürlüğün de, refahın da, mutluluğun da, gelişmişliğinde, de sebebi akılcı eğitimdir. Akıl ve bilime odaklanmış inançlı nesil yetiştirilmelidir.
Günün Sözü: Bilgiyle donanmış, yetenekleri geliştirilmiş bireyler, en büyük güçtür. “--
BENİM MANEVİ MİRASIM BİLİM VE AKILDIR!
"Ben, Manevi Miras olarak hiçbir Ayet, hiçbir Dogma,
Hiçbir Donmuş ve kalıplaşmış Kural bırakmıyorum.
Benim Manevi Mirasım Bilim ve Akıldır...
Zaman süratle ilerliyor, Milletlerin, Toplumların,
Kişilerin Mutluluk ve Mutsuzluk anlayışları bile değişiyor.
Böyle bir Dünyada, asla değişmeyecek Hükümler getirdiğini
İddia etmek, Aklın ve İlmin gelişimini inkâr etmek olur...
Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim
Ve Başarmaya çalıştıklarım ortadadır.
Benden sonra Beni benimsemek isteyenler,
Bu temel eksen üzerinde Akıl ve İlmin rehberliğini
Kabul ederlerse, Manevi mirasçılarım olurlar."GAZİ MUSTAFA KEMAL.
                                     
“Başbakanın Çorum mitingini
dinleyen oldu mu bilmiyorum.
Haberlerde özetini izledim,
Kanım dondu.”Alıntıdır!

Recep Bey diyor ki;
''Millet olarak Çorum'la,
Çorum'un yiğitliğiyle, mertliğiyle,
gözü pekliğiyle her zaman gurur duyduk,
nasıl ki Çorum bu topraklardan yetişmiş
Ebu Suud Efendi'yle,
İskilipli Atıf Hoca'yla gurur duyuyorsa,
bizler de Çorum'la gurur duyuyoruz.
Biz sizlerle gurur duyuyoruz.''
Ve bu sözler hiç kimse tarafından
gündeme getirilmedi,
eleştiri konusu yapılmadı.
Peki, kim bu Ebu Suud Efendi,
kim bu İskilipli Atıf Hoca?
Çorumlular neden bu hemşerileriyle
gurur duysunlar ki?
Çorum başka adam mı çıkaramamış yüzyıllardır?
Ebu Suud Efendi'yi kısaca tanıtayım.
Yavuz Sultan Selim'in Şeyhülislam'ı.
Alevilerin, canları, malları, namusları
size helaldir diye fetva veren zat.
"İster okla, ister mızrakla, ister bıçakla olsun Alevilerin kestiği murdardır, yenilmez" diyen yobaz. Bu zata sorarlar, elimize geçirdiğimiz
Alevi kadınlarını ne yapalım diye ?
Verdiği cevap,
''BELİNİZE KUVVET ''

İşte bu zatla Çorumlular gurur duymalıymış
Recep Bey'e göre.

Peki; İskilipli Atıf Hoca kimdir?
İstiklal savaşında,
"Mustafa Kemal isyankârdır, katli vaciptir,
Yunan askerleri, padişahımız efendimizin
daveti üzerine gelmişlerdir,
onlara saygılı olalım" diye
yazılar yazan bir şerefsizdir.”
Türk askerlerine yazdığı mesajlarla,
Türk askerinin cepheden çekilmelerini istemiş, "padişahımın emirlerine karşı gelmeyin,
Mustafa Kemal'e karşı gelin "tarzında yazmış olduğu yazıları da
Yunan uçakları tarafından
Cephedeki Türk mevzilerine atılmıştı. Amaç ta, Yunanlılara ve iç Hainlere karşı duran TÜRK ORDUSUNU DAĞITMAKTI!
Ulusal Kurtuluş Savaşını kazandıktan sonra da Hainlere hesap sormak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisinin kurmuş olduğu
İstiklal Mahkemelerinden birisi olan Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmış ve hak ettiği cezayı alarak idam edilmiştir. 
Ve Recep Bey
Çorumluların bu şerefsizle
gurur duymaları gerektiğini
haykırmaktadır.
Kanım dondu.
Nutkum tutuldu.
Ve hiç kimsenin
Gıkı çıkmadı bu konuda.”                                                                              Aziz Kardeşim; Ülkemizin yetiştirmiş olduğu en Büyük İnsan Ordinaryüs Profesör Doktor Hıfzı Veldet Velidedeoğlu Çorumludur, O öldüğü için de Kemalist geçinenlerin ve Çorumlu aydınların! Sesleri kesilmiş, nefesleri de SAM YELİ kokmaya başlamıştır!
         Sayın Mustafa Mutlu, Vatan gazetesi,03Şubat2012.
         “ Beşir Atalay: Kırıkkale doğumlu, 65 yaşında... Başbakan Yardımcısı.
Ertuğrul Günay: Ordu doğumlu, 65 yaşında... Kültür Bakanı.
Bülent Arınç: Bursa doğumlu, 64 yaşında... Başbakan Yardımcısı.
Erdoğan Bayraktar: Trabzon doğumlu, 64 yaşında... Çevre ve Şehircilik Bakanı.
Hayati Yazıcı: Rize doğumlu, 60 yaşında... Gümrük ve Ticaret Bakanı.
Recep Tayyip Erdoğan: İstanbul doğumlu, 58 yaşında... Başbakan.
Binali Yıldırım: Erzincan doğumlu, 57 yaşında... Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı.
Faruk Çelik: Artvin doğumlu, 56 yaşında... Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı.
Ömer Dinçer: Karaman doğumlu, 56 yaşında... Milli Eğitim Bakanı.
“NOT: Nüfus Genel Müdürlüğüne öteki âlemden bir faks gelmiş:”Ya G.Milli Eğitim Bakanınız Ömer Dinçer, nüfus kaydını Karaman’dan sildirsin; ya da benim Karamanlı Mehmet Bey unvanım kaldırılsın! Söylemedi de demeyin sonra, atasözümüz de değişmesin:”Karamanlının oğulu, önceden başlatır sonra çıkar oyunu!”İmza: Sadece Mehmet Bey, Türk ve Türkçe âşığı.”OSTÜZÜ.
M. Mehdi Eker: Diyarbakır doğumlu, 56 yaşında... Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı.
İdris Naim Şahin: Ordu doğumlu, 56 yaşında... İçişleri Bakanı.
M. Zafer Çağlayan: Muş doğumlu, 55 yaşında... Ekonomi Bakanı.
Veysel Eroğlu: Afyonkarahisar doğumlu, 54 yaşında... Orman ve Su İşleri Bakanı.
Ahmet Davutoğlu: Konya doğumlu, 53 yaşında... Dışişleri Bakanı.
Recep Akdağ: Erzurum doğumlu, 52 yaşında... Sağlık Bakanı.
İsmet Yılmaz: Sivas doğumlu, 51 yaşında... Milli Savunma Bakanı.
Nihat Ergün: İzmit doğumlu, 50 yaşında... Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı.
Taner Yıldız: Yozgat doğumlu, 50 yaşında... Enerji Bakanı.
Sadullah Ergin: Hatay doğumlu, 48 yaşında... Adalet Bakanı.
Bekir Bozdağ: Yozgat doğumlu, 47 yaşında... Başbakan Yardımcısı.
Fatma Şahin: Gaziantep doğumlu, 46 yaşında... Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı.
Mehmet Şimşek: Batman doğumlu, 45 yaşında... Maliye Bakanı.
Cevdet Yılmaz: Bingöl doğumlu, 45 yaşında... Kalkınma Bakanı.
Ali Babacan: Ankara doğumlu, 45 yaşında... Başbakan Yardımcısı.
Egemen Bağış: Bingöl doğumlu, 42 yaşında... Avrupa Birliği Bakanı.
Suat Kılıç: Samsun doğumlu, 40 yaşında... Gençlik ve Spor Bakanı oldu.

Kısacası...
Hepsi dini bütün ailelerden geldi ve dinlerini istedikleri gibi yaşadı. Hatta aralarında, sırf dinini ön plana çıkardığı için, siyasette hızla yükselenler oldu.
Başbakan, kendisini Türkiye’yi “dindarlar, dinsizler” diye ikiye ayırmakla eleştiren CHP liderine yanıt vermiş, diyor ki:
“Benim ifademde dindar bir gençlik yetiştirmek var. Sen bizden, muhafazakâr demokrat AK Parti’den ateist bir nesil mi yetiştirmemizi istiyorsun?”
         Sayın Mustafa Mutlu, Vatan gazetesi,03 Şubat 2012.
“Bugün Türkiye’yi yöneten hükümetin tüm üyelerini yaş sırasına göre tek, tek yazdım...
Hiçbirinin “gençliği”nde AKP iktidarı yoktu...
Birkaçı CHP iktidardayken doğdu, kalanı Demokrat Parti, Adalet Partisi ya da ANAP, DYP iktidarlarında...
Ama hepsi dindar... En azından aralarında ateist olduğunu söyleyen bir kişi bile yok!
Demek ki; dini siyasete AKP kadar karıştırmayan partilerin iktidarlarında da “dindar bir gençlik” yetişip, sonraki yıllarda iktidar koltuklarına oturabiliyormuş...
Bu durumda insan sormadan edemiyor:
Amacı “dindar gençlik yetiştirmek” olan bir Başbakan’ın döneminde, acaba nasıl bir gençlik yetişir?”
“GÜNÜN SORUSU”
“Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, “Ateist bir nesil mi yetiştirmemizi istiyorsunuz” derken bile ateistleri dışlayıp, bölücülük yapmış olmadı mı?
Ve bir soru daha:
Anayasa’nın ve yasaların hangi maddesi, hükümetlere “dindar bir gençlik yetiştirme” görevi veriyor?”Bu yazı burada dursun da devreye Mareşal Gazi Mustafa Kemal girsin:
         Cumhurreisimiz Mareşal Gazi Mustafa Kemal, Kur’anı Kerimi Ünlü Din Bilginimiz Elmalılı Hamdi—Yazır—Bey’e tercüme ettirerek dokuz cilt halinde yayılatarak tüm masrafını da kendisi ödemişti.   
         Atatürk'ün okuduğu hutbe
         Mustafa Kemal Atatürk'ün 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Zağanos Paşa Camii'nde—Paşa Camisi—okumuş olduğu hutbe:
"Ey Millet, Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah'ın esenliği, sevgisi ve iyiliği üzerinize olsun.
Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Cenabı Hak tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Temel kanunu, hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kuran’daki manası açık olan ayetlerdir.
İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir.
Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü tüm evren kanunlarını yapan Cenabı Hak'tır.
Arkadaşlar;
Cenabı Peygamber çalışmasında iki yere, iki eve sahip bulunuyordu. Biri kendi evi, diğeri Allah'ın evi idi.
Millet işlerini Allah'ın evinde yapardı. Hazreti Peygamber'in mübarek yolunda bulunduğumuz bu dakikada milletimize; milletimizin bugününe ve geleceğine ait hususları görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde Allah'ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna eriştiren Balıkesir'in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu fırsat ile büyük bir sevap kazanacağımı ümit ediyorum.
Efendiler;
Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmasının gerekli olduğunu düşünmek yani konuşup tartışmak, danışmak için yapılmıştır.
Millet işlerinde her kişinin zihnini ayrı ,ayrı faaliyette bulunması zorunludur. İşte biz de burada din ve dünya için, geleceğimiz ve bağımsızlığımız için, özellikle egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerinizi anlamak istiyorum. Milli amaçlar, milli irade yalnız bir kişinin düşünmesinden değil, milletin bütün kişilerinin arzularının, emellerinin sonuçlarından ibarettir.
Bundan dolayı benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.
Hutbeler hakkında sorulan sorudan anlıyorum ki, bugünkü hutbelerin şekli, milletimizin duygusal fikirleri ve lisanı ile medeni ihtiyaçlarıyla uygun görülmektedir. Efendiler, hutbe demek topluma hitap etmek, yani söz söylemek demektir.
Hutbenin manası budur.
Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve manalar çıkarılmamalıdır. Hutbeyi söyleyen hatiptir. Yani söz söyleyen demektir. Biliyoruz ki, Hazreti Peygamber'in hayatta olduğu mutlu dönemlerde hutbeyi kendisi söylerdi.
 Gerek Peygamber Efendimiz ve gerek, dört halifenin hutbelerini okuyacak olursanız görürsünüz ki, gerek Peygamberin, gerek dört halifenin söylediği şeyler o günün sorunlarıdır, o günün askeri, idarî, malî ve siyasi, sosyal konularıdır. İslam toplumunun çoğalması ve İslam ülkeleri gerilemeye başlayınca, Cenabı Peygamber'in ve dört halifenin hutbeyi her yerde bizzat kendilerinin söylemelerine imkân kalmadığından halka söylemek istedikleri şeyleri bildirmeye birtakım kişileri memur etmişlerdir. Bunlar herhalde en büyük ve ileri gelen kişiler idi. Onlar camilerde ve meydanlarda ortaya çıkar, halkı aydınlatmak ve doğru yolu göstermek için bir şart lâzımdı. O da milletin lideri olan kişinin halka doğruyu söylemesi, halkı dinlemesi ve halkı aldatmaması! Halkı genel durumdan haberdar etmek son derece önemlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni faaliyet halinde bulunacak iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Ancak millete ait olan işleri milletten gizli yaptılar. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir lisanda olması ve onların da bugünün gereklerine ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah sıfatını taşıyan despotların arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi.
Hutbeden amaç halkın aydınlatılması ve ona yol gösterilmesidir, başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hatta bin yıl önceki hutbeleri okumak, insanları cahillik ve çağın gerisinde bırakmak demektir. Hatiplerin normal olarak halkın günlük kullandığı dil ile konuşmaları gereklidir. Geçen yıl Millet Meclisi'nde söylediğim bir nutukta demiştim ki "Minberler halkın akılları, vicdanları için bir ilim irfan kaynağı, ışık kaynağı olmuştur. " Böyle olabilmek için minberlerde söylenecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, ilim ve fen gerçeklerine uygun olması lazımdır. Hutbeyi verenlerin siyasi olayları, sosyal ve medeni olayları her gün izlemeleri zorunludur.
Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış aşılamalar yapılmış olur. Bu nedenle, hutbeler tamamen Türkçe ve günün gereklerine uygun olmalıdır. Ve olacaktır."
            Şimdi de Sayın Mustafa Mutluyu okuyalım:- Tüm Hakları Saklıdır | İzinsiz
*****
“Hüseyin Çelik, bu soruya bakalım nasıl yanıt verecek?
AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin kaldırılmasını tartışmaya açmış ve “Bu ayet mi?” diye sormuş... Sonra gerçek Atatürkçü olduğunu ima ederek eklemiş:
                 “Kenan Evren Paşa, ‘Biz Atatürk’ü herkesin kafasına sokacağız’ demedi mi? Tüm okullara Atatürk İlke ve İnkılâp Tarihi dersi konuldu. Tıp fakültesine de bu konuldu, ilkokuldan başlıyorsunuz             üniversiteyi bitirinceye kadar. Bu sefer ne oluyor? Adeta bir zorlamayla, dikte ettirmeyle verildiği için sevilmiyor.”
“Peki... Aileler daha tercihte bulunma yaşına gelmemiş çocuklarını Kur’an Kursu’na yazdırıp, İmam Hatip’e gönderiyor...
Hüseyin Çelik’in mantığıyla; bu durumda bu çocuklar da ‘zorla kafalarına sokulmaya, dikte ettirilmeye çalışılan’ bu dini bilgileri sevmiyor ve ilerideki yıllarda bu baskı yüzünden dinlerinden soğuyor olamaz mı?
Ve yine bu mantıkla...
Atatürk ilke ve devrimlerinin “zorla” öğretilmesine karşı çıkanların, “zorunlu din dersine”, imam hatibe ve erken yaşlardaki Kur’an kurslarına karşı çıkması da gerekmez mi?” Karşı çıkamazlar! Sonra, tarikatlar dâhili ve Harici Bedhahlar”kendilerine kızar, küser ve iktidarı vermezler! OSTÜZÜ.

Mustafa Mutlu Facebook Sayfası: http://www.facebook.com/mustafamutlu34

 Kimden: Özgün ileti Sayın AYBÜKEN HAN’IMDAN.

 “TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU? 3
Arap Bülbülleri ve Türklük hainlerinin anlattığı gibi değil, Kılıçla ve Zulümle Müslüman olmak zorunda bırakıldılar. OSTÜZÜ
“1. Büyük Katliam ( Talkan Katliamı )”—Müslümanlık adına ve Müslüman Araplarca yapılmış olan bu katliamları Müslüman Arap tarihçileri övünerek yazmaktadırlar! OSTÜZÜ:
“Buhar’da olanlar diğer Türk Beyliklerinde de etkilerini gösterir.
Aynı şeylerin kendi başlarına geleceğinden korkmaktadırlar. Sogd
Meliki Neyzek Tarhan şehrinin yıkıma uğramaması için Kuteybe ile
anlaşmak zorunda kalır. Bu anlaşmaya göre Tarhan haraç verecek ve
tarafsız kalacaktır. Ancak bu tarafsız kalmalar ve Türklerin
birleşememeleri Arapların işlerini kolaylaştırmış ve Türk beyliklerini
istedikleri gibi istila edip talan etmişlerdir. İlk olarak saldırıya
uğrayan Kibac Hatun'a diğer beyliklerden yardım gelmeyince, o
yardımı esirgeyenler aynı akıbete uğramışlardır. Bu olaylarda
Türklerin belli bir şekilde organize olamamaları da onların Araplar
tarafından istila edilmelerini kolaylaştırmıştır. Neyzek Tarhan daha
sonra Kuteybe ile yaptığı anlaşmada hatalı olduğunu ve bu anlaşmanın kendisine hiçbir
güvence getirmeyeceği gibi diğer Türk Beylerine de ihanet etmiş
olacağını anlar. Tohoristan'a dönerek bütün Türk Beyliklerine birer
mektup yazar ve onları ortak bir direnişe girmeleri için uyarmaya
çalışır. İlk olumlu yanıt Talkan meliki Sehrek'den gelir..Tarhan'ın
planlarını öğrenen Kuteybe, buna karşılık Belh şehrinde hazırlık
yaparak, baharda büyük bir ordu ile Talkan şehrine doğru yürür. O
ana kadar bir direniş hazırlığı yapamayan Talkan şehri meliki Sehrek,
Kuteybe'nin gelişinden önce şehri terk eder. Şehre hiç savaşmadan
giren Kuteybe'nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek
varsa hepsini kılıçtan geçirirler. Bu katliam o zamana kadar
yapılanların en büyüğüdür. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret
olması için yapar.. Kuteybe'nin askerleri öldürebildikleri kadar
öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara
asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin
ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe,
Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak
geçmiştir. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve
askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi
kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır. Bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır.
Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman'a girer. Erkeklerin pek
çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.
Daha sonra Kes ve Nesef'de aynı şeyleri yapar. Erkekler öldürülür,
Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye
olurlar. Daha sonra Faryab'a yönelir ve Faryab'ın teslim olmasını
ister. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim
olmaya yanaşmazlar. Erkekleri dövüşerek ölürler. Bütün şehir
yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.
Kuteybe, Faryab'dan sonra, Tarhan'ın çekildiği kale Bazgis'i kuşatır.
2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde
edemez.. Bu arada kış yaklaşır.Kuteybe'nin kışın savaşacak gücü
yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her
iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe
son olarak bir hileye baş vurur. Tarhan'ın yanına Muhammed bin
Selim adındaki adamını gönderir. Muhammed ibni Selim Tarhan'ın
teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği
güvencesini verir. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan'ın
Kuteybe'nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi
yoktur. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını
teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz
yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe
bu arada Tarhan'ı hemen öldürmez. Haccac'a haber göndererek ne
yapacağını sorar. Haccac Tarhan için, " O bir Müslüman düşmanıdır
hiç aman vermeden öldür" der. Kuteybe önce Tarhan'ın iki oğlunu,
Tarhan'ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür. Arkasından 700
Kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan'ın ve halkın gözü
önünde kestirir. Tarhan'ı da bizzat kendisi öldürür. Bütün kesilen
başlar Haccac'a gönderilir. Kuteybe sanki Kuran'daki ayetleri yerine
getirmiştir.

9 Tevbe. 123. Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı
savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki,
Allah sakınanlarla beraberdir.
Tarhan'ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü'nün altında
bulunan Harzem bölgesine yürür. Harzem'de Caygan ile Havarizat
arasında taht kavgası vardır. Kuteybe Caygan'la işbirliği yapar.
Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür. Arkasından Camhud
melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar. Ancak, daha sonra
bunlar Kuteybe'nin emri üzerine öldürülürler.
Bu olay, Ziya Kitapçının, İslam Tarihi ve Türkler adlı kitabında
aynen şöyle anlatılır;
Bu harblerden birinde, et-Taberi'nin bütün tafsilatı ile anlattığına
göre, bir defasında Abdurrahman b. Müslim, Kuteybe'ye, 4000 esirle
gelmişti. Kuteybe, Abdurrahman'ın böyle kalabalık Türk esirleri ile
geldiğini görünce hemen tahtının çıkarılmasını ve bir meydana
kurulmasını istedi. Tahtının üzerine mağruru bir eda ile oturan
Kuteybe, bu Türk esirlerinden bin tanesini sağına, bin tanesini
soluna, bin tanesini arkasına ve bin tanesini de önüne dizilmelerini
söylemiş ve sonrada Arap askerlerine dönerek yalın kılıç bu
Türklerin kafalarının koparılmasını emretmiştir. Cebbar, zorba,
İnsafsız Arap komutanının etrafının bir anda bu Türklerin kafa kol ve gövdeleri ile
bir kan gölü haline geldiğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Bu
harbelerde öldürülen Türklerin haddi hesabı yoktu. Nitekim bu
Vahşetten adeta gururlanan bir Arap şairi Kaah el-Aşkari şöyle haykırmıştır:
“Kazan ve Facfac önlerinde korkudan birbirlerine sarılmış zavallı
Türkleri öldürdüğünüz geceleri hele bir hatırlayınız.
Herkesi kılıçtan geçirdiniz. Sadece ata dahi binmeyecek yaşta küçük
Çocuklar kaldı. Binenlerde o hırçın atların sırtında sanki bir yük
Gibiydiler. ( Sayfa 314 )”
“Harzem'de ayaklanan halk, Kuteybe ile işbirliği yaptığı için Caygan’ı
öldürür. Bunun üzerine, Kuteybe bütün Harzem'i yakıp yıkar, halkı
kılıçtan geçirir. Harzemli ünlü Türk bilgini, Biruni Harzem'deki
Uygarlığın yok edilişini şu şekilde anlatır. "Kuteybe, her çareye baş
vurarak Harzemlilerin yazılı dilini bilenleri, geleneklerini
Koruyanlarını, bütün bilginleri öldürttü, böylece her şey karanlıklara
gömüldü. İslam Harzemlilerin içinde girerken, onların tarihi hakkında
bilinenleri artık öğrenme olanağı bırakmadı.Harzem'i yıktıktan sonra
Kuteybe, Semerkant üzerine yürür. Semerkant meliki Gurek üzerine gelen
Müslümanlara karşı diğer Türk Beyliklerinden yardım ister. Taşkent ve
Fergana’den yardım gönderir, fakat gelen birlikler yolda Kuteybe'nin
askerleri tarafından pusuya düşürülerek yok edilirler. Semerkant,
kuşatılır. Araplar mancınık ateşi ile saldırırlar. Daha fazla
dayanamayacağını anlayan Gurek, Kuteybe ile anlaşmak zorunda kalır. Bu anlaşmaya göre,
1.Semerkant Araplara her sene 2.200.000 altın ödeyecektir..
2.Bir defaya mahsus olmak üzere 30.000 Türk gencini esir olarak
verecektir..
3.Şehirde Cami yapılacaktır.
4.Şehirde eli silah tutan kimse dolaşmayacaktır.
5.Tapınak ve putlardaki tüm mücevherler Kuteybe'ye teslim
edilecektir.
Daha sonra Kuteybe, altından yapılan putları erittirerek alır ve
Merv'e geri döner. Dönerken kardeşi Abdurrahman bin Muslim'i
Semerkant'ın başına vali olarak bırakır.
Kuteybe'nin Merv'e dönüşünden sonra, Türkler kendi aralarında
İşgalci Müslümanlara karşı bir direniş birliği kurarlar. Zaman, zaman Ceyhun
Irmağını geçerek Araplara pusu kurar ve ciddi zararlar verirler.
Haccac Kuteybe'ye Taşkent ve Fergana'yi işgal etmesi talimatını
verir. Kuteybe Taşkent'e gider fakat başarılı olamaz. Bu arada
Haccac ölür. Halife Velid, Kuteybe'ye Türklere karşı savaşları devam
ettirmesini söyler. Kuteybe bu sefer Kasgar'a doğru yola çıkar. Tam
Kasgar'ı kuşatacakken Halife Velid ölür, yerine Süleyman ibni
Abdülmelik halife olur. Bu yeni Halife ile arası hiç iyi olmayan
Kuteybe Kasgar seferini yarıda bırakarak ona karşı ayaklanır, ancak
kendi komutanları tarafından 11 yakını ile birlikte 716 senesinde
kafası kesilerek öldürülür. Çünkü Kuteybe'nin komutanları Halifeye
karşı gelmek istememişlerdir.

2. Büyük Katliam. ( Curcan Katliamı )

Kuteybe ve Haccac'ın ölümü, Arapların Türkleri Müslümanlaştırmak ve
Türk şehirlerini talan etmek politikalarında bir değişiklik
Yapmamıştır. Öncelikle, Araplardaki Türklere karşı olan korku ortadan
kalktığı için, Araplar, Kuteybe'den sonra da aynı şekilde Türk
yurtlarına saldırılarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Kuteybe'nin
öldüğü aynı yıl olan 716 da, Yezid ibni Muhelleb Horasan'a vali
atanır. İlk iş olarak Dağıstan'ı işgal eder. Dağıstan meliki
Saltekin, Yezit'e karşı uzun süre dayanır. Sonunda Dağıstan düşer.
Şehir yağmalanır ve 14000 kişi öldürülür. Dağıstan’dan sonra Curcan'a
Yönelir. Curcan 300.000 dirhem karşısında savaşmadan teslim olur.
Yezid, Curcan'a bir bölük asker yerleştirerek, Taberistan' a doğru
Yola koyulur. Taberistan Meliki, İsfehbed, Deylem melikinden 10000
Kişilik bir yardım alarak savaşa başlar. İsfehbed savaşırken, Curcan
halkı da ayaklanarak Esed ibni Abdullah komutasındaki askerleri imha
ederler.. Yezid öfkeye kapılır, Curcan'lı Türkleri yendiğinde
kanlarından değirmen döndürüp ekmek yiyeceğine dair Allah'a yemin
eder. Askerlerini toplayarak Curcan üzerine yürür. Curcan beyi,
şehirden çıkarak Curcan kalesine çekilir. 7 ay süren savaştan sonra,
Kale düşer. Curcan beyi öldürülür. Kaledeki askerler esir alınır.
Araplar, daha sonra Curcan şehrine girerler. Burada da aynı şekilde
Kuteybe'nin yaptığı katliama benzer bir katliam yapılır. Türkleri
Öldürerek, 4—24KM.-- fersah boyunca sağlı sollu ağaçlara astırır. Allah'a
verdiği sözü yerine getirmek için, esir aldığı binlerce Türk'ü,
Enderiz vadisindeki nehrin kenarına sürükler, orada askerlerine
korumasız Türkleri öldürtür. Öldürülen Türklerin kanlarını nehire
akıtır. Nehrin suyuyla akan kanlardan, ilerideki değirmenden un ve
ekmek yaptırarak yer ve Allah'a verdiği sözü yerine getirir.
Katliamdan geriye kalan kız ve kadınlardan beş de biri cariye olarak
Halifeye ayrıldıktan sonra, geriye kalanlar askerler arasında ganimet
Olarak paylaştırılır”.Ek: Ostüzü: Hz.Ömer zamanında, İran Hükümdarının üç kızı Mekke Esir pazarına getirilerek satışa sunulur. Kızların asaletleri nedeniyle, diğer esir kadınlardan farklı olmalarına Halife Ömer karar vererek yeni bir fiyat listesi hazırlar. Kızların ikisinin bedellerini kesesinden ödeyen Hz. Ali, kızların birisini oğlu Hasan’a, diğerini de Hz. Ömer’in oğluna armağan eder. Hasanın soyundan gelen kişiler bu İranlı esirden olanlardır.
“Kaynaklar Curcan katliamında Talkan katliamında olduğu gibi yaklaşık
40.000 Türk'ün öldürüldüğünü söylerler.
MS.717 yılından sonraki zaman, Arapların kendi aralarındaki çatışmalarla
geçer. Buraya kadar dikkat ederseniz, ilk Arap saldırıları
başladığında Kibac Hatun diğer Türk Beyliklerinden yardım istediği
halde istediği yardım kendisine verilmemişti. Sonra o yardımı
Göndermeyenler, yardıma muhtaç duruma düştüler. Bu olaylardan
Türklerin daha o zaman da aralarında tam bir birlik ve beraberlik
Sağlayamamış olduklarını görüyoruz. MS: 717 yılında Ömer ibni Abdülaziz
Halife olur. İki yıl sonra hastalanır yerine, MS719 da, Yezid ibni
Abdülmelik geçer. Yezid ibni Abdülmelik ile Yezid ibn Mehleb'in arası
İyi değildir. Yezid ibn Mehleb hapse attırılır ancak, Yezid ibni
Mehleb hapisten kaçarak, Basra'da örgütlenir ve Yezid ibni
Abdülmelik'e karşı ayaklanır. MS: 721'de Abbas ve Mesleme adında iki
komutan önderliğinde kurulan hilafet ordusu Yezid ibni Mehleb ile
savaşır.. Bu savaşta Abbas ve Yezit ibni Mehleb olur. Yezit'in kafası
kesilerek halife Yezit ibn Abdülmelik'e yollanır. Mesleme, Mehleb'in
yakını olan yaklaşık 300 kişinin daha kafasını kestirerek öldürtür.
Yezid ibni Mehleb'in oğlu olan, Maviye ibni Yezid'de elinde
Bulundurduğu 32 Mesmele taraftarının kafasını kestirtir.
Aralarındaki savaş, Mehleb taraftarlarının tamamen yok edilmesi ile
Biter. Mesmele, Mehleb'den ele geçirdiği aralarında Türklerin de
Bulunduğu cariyeleri Cerrah ibni Hakem'e satar. Bu arada, Yezid ibni
Mehleb'in yerine getirilen yeni Horasan Valisi, Cerrah ibni Abdullah,
Türkmenistan'ın iç kısımlarına bazı saldırılar yaparsa da başarılı
Olamaz.
Kuteybe'nin ölümüyle birlikte Türk topraklarına yapılan akınlar eskisi
Kadar başarılı olamamışlardır. Bu dönemde İslam yayılmacılığı bir
Duraksama içine girer. Halife II. Ömer ibn Abdülaziz, işgal altında
bulunan yörelerdeki Arap egemenliğinin her geçen gün biraz daha
zorlaşır bir hale gelmesinden dolayı bu bölgelerde yaşanan gerginliğin
azaltılarak İslam'ın kuvvetlendirilmesine çalışır. Kendisine bağlı
yöneticilere, " Bundan böyle Türk Beyliklerine saldırmayın,
hakimiyetiniz altında bulunan bölgelerde gücünüzü arttırarak İslamı
yaymaya çalışın" demiştir. Ayrıca, II. Ömer, Müslüman olan halklardan
Cizye alınmamasını isterse de, Arapların gelirlerinde önemli ölçüde
düşme olmasından dolayı bu karardan daha sonra, Türklerin
Müslümanlılarında samimi olmadıkları bahane edilerek vazgeçilmiştir.
Bu arada Horasan'da Cerrah ibni Abdullah, yerine Abdurrahman ibni
Nuaym atanmıştır.”
  "Türkiye Cumhuriyeti, yalnız iki şeye güvenir. Biri Türk Ulusunun kararlılığı, diğeri en acı en ağır şartlarda dünyanın takdirlerini hakkıyla kazanan Ordumuzun Kahramanlığıdır."
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK...
"TÜRK ULUSUNUN DÜZENİNİ BOZMAYA YÖNELEN ÇABALAR BOĞULMAYA MAHKÛMDUR. BÜYÜK TÜRK ULUSU, KENDİSİNİN VE VATANININ YÜKSEK ÇIKARLARI ALYEHİNE ÇALIŞMAK İSTEYEN BOZGUNCU ALÇAK YURTSUZ VE ULUSSUZ BEYİNSİZLERİN GİZLİ VE AÇIK KİRLİ EMELLERİNİ ANLAMIYACAK VE ONLARA HOŞGÖRÜ GÖSTERECEK BİR ULUS DEĞİLDİR" 
                                      MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK” SAYIN AYBÜKEN HAN’IMDAN.
         Gelelim DİĞER DİNLERİN İNSANLIK ANLAYIŞLARINA:
         Hangi din iktidardakilerin ellerindeyse, o dinin ılımlısının olması mümkün değildir. Yahudilerin kutsal kitaplarını okuduğumuzda, bu durumun açıkça ve övünülerek anlatıldığını görürüz. Tüm kavimlerin malları, mülkleri, hayvanları ve kadınları Yahudilerin emrine tahsis edilmiştir. Onların ayak kemiklerini taşla kırmak, diğer Yahudileri haykırması rahatsız etmeyecekse küçücük kızların ırzına geçmek te mubahtır. Kalabalık bir esir kafilesini karşılayan Hz. Musa, Ordu komutanına emir verir:”Erkeklerle ilişkiye giren kadın ve kızları ne diye boş yere besleyelim! Onları hemen öldürün!”Yahudi askerleri ırzlarına geçtikleri Zavallı kadınları acımadan öldürürler. Hz: Davut, General Uria’nın karısı Hititli Sitti’yi gebe bırakır ve Generali öldürtür.
         Hıristiyanlıkta “öldürmeyeceksin!” Emrine Ermiş Saint Augistinus yakma çaresini getirir, milyonlarca Zavallı meydanlarda yakılır.
         İspanya’da Castİlla Kraliçesi İsabella’nın ısrarı üzerine 1483 tarihinde, Papa IV’ÜNCÜ SİXTUS İspanya Engizisyon Mahkemesini kurar.
         Katolik öğretisini topluma kabul ettirmek için,1542 tarihinde papa III’ üncü Paulus Roma Engizisyon Mahkemesini kurar. Sanıklara her türlü işkenceler yapılarak alınan itiraflar üzerine Zavallılar meydanlarda yakılırlar. Fransız Kahramanı Jeanne D’ARK’TA meydanda yakılır. Ünlü Bilgin Papaz Giardano Bruno da, 1593 tarihinde bir zina suçu ile Venedik Senatosuna şikâyet edilir. Senato şikâyet dilekçesini Roma Engizisyon Mahkemesine iletir. Sonunda da İncil öğretisine aykırı olarak gök cisimlerinin devinimlerini ileri sürdüğü için, Roma Engizisyon Mahkemesinin kararı ile 16 Şubat 1600 tarihinde Roma’da yakılır.
         Fransız reformisti Kalven de bir İspanyol doktorunu yaktırır. Din iktidarla elele vererek Zavallı insanlara asırlarca acılar çektirmiştir.
         İslam Ansiklopedisinin Beni Nadir, Beni Lukas,Kureyza ve Hayber maddelerini okursanız tüyleriniz diken,diken olur.
         Mısır Hükümdarının emri ile Ünlü Nesiminin Halep’te derisi yüzülmüştü. Daha önce de Bağdat’ta Hallacı Mansur’un kolları, bacakları, dili kesilerek derisi yüzülmüştü. Osmanlı İmparatorluğu döneminde; SarayıHumayunun üç Cellâtla başlayan öldürme kadrosu yetmiş kişiye yükseltilmiş, her gece acil adam kesmeleri için de nöbetçi cellâtlık konulmuştu.
         İnsanlık tarihinde; Hıristiyanlıkta Mezhep kavgaları, en etkili olarak ta Katoliklik—Ortodoksluk kavgaları ve Müslümanlıkta da Halifelik kavgaları kadar kanlı hiçbir olaylar zinciri olmamıştır.”Osmanlı da İşkence Çeşitleri”yazım blogumdadır. Okuyamayanlar için onu dahi yeniden yayımlamak istemekteyim.
         İnsanlığın en büyük evlatlarından birisi olan Büyük Konfüçyüs:
         “Bir yerde dinden söz edildi miydi dikkatli bulununuz, ya canınızı ya da malınızı alacaklardır!”Demişti.








                              













 

İzleyiciler

Blog Arşivi