1 Şubat 2012 Çarşamba

563/BÜLBÜLLER KÜSMESELER!

                                                                   
OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmail.com
         İzmir;01 Şubat 22012.

                            BÜLBÜLLER KÜSMES!
         Yakama yar diyerek bir SARIGÜL takınca,
         Bülbüller terk ettiler bahçeleri ve bağı.
            Özlemler önümüze dikilmiş koskoca bir dağ;
         Acep aşacak mıyız bu engeli bu dağı?

  

562/YANLIŞ KULLANILAN HUKUK DEYİMLERİ

                                                                    
OSMAN TÜRKOĞUZ
         osmanturkoguz@gmil.com
         İzmir;30 Ocak 2012.

                                      Bu, bir Milli Güvenlik Dersidir!                                                    Bu dersi bilemeyen ülkesini ve ulusunu böldürür.
                            YANLIŞ KULLANILAN HUKUK KAVRAMLARI!
                            DE JURE VE DE FACTO!
“Kürtler, onbeş yıldır DE FACTO—DÖ FAKTO-- olarak yönetimde!”Orhan Miroğlu. İlk yanıtım: Yavaş ol ve Çüşşş!
           Ünlü Kürsü Anarşisti, Prof. Dr. Maurice Duverger’in ilginç bir saptaması vardır:
“İKTİDARA GELİŞ BİÇİMİ ÖNEMLİ DEĞİLDİR. DARBE İLE VERASET YOLU İLE SEÇİMLE İKTİDARA GELMEK MÜMKÜNDÜR. ÖNEMLİ OLAN İKTİDARDAKİ DAVRANIŞ BİÇİMİMİDİR!”Bence; en önemli olan da iktidarın kanun dışı davranışlarına onu iktidara taşıyan halkın tepkisidir! Ostüzü.
          Bu yazı dizisi bir gazetemizde sürdürülmektedir. İlk demeci gazeteden kesip, önüme gelene bunun ne anlama geldiğini sordum. Hiçbir kimseden, ne okumuşundan ne de okunmuşundan bir yanıt alamadım. O zaman bu kimse ne derse desin, nasıl masal anlatırsa anlatsın hiçbir tepki de almaz. Arapça bilmeden okunan dualara saygı eseri olarak, iki avuçla yüzünü ve gözünü sıvazlamaya benzemektedir bu gibi masalları okumak ve dahi dinlemek hiçbir huzursuzluk ve tepki duymadan mezbahaneye götürülen sürü gibi huzur içinde sona yaklaşmaktır. Ben, gerek meslek hayatımda,gerekse öğretmenlik yaptığım okullarda bu iki kavramı tanımlayarak tartışmaları açardım.Noksan bilgi ile hiçbir sonuca gidilemeyeceğine de o nedenle tanık olmuştum.Bu kavramlar için bir iç savaş,bir güçle meşru ve yasal hükümete bir başkaldırı olması,gücün de bazı bölgeleri ele geçirerek orada kendi sistemini ve otoritesini kurması gerekmektedir.
         DE JURE, Latince bir deyimdir. Bunun karşıtı da DE FACTO’DUR. O da Latincedir.
         DEJURE—DÖ JÜRE--,olması gerektiği gibi var olan; hukuksal varlığı tanınan ve kabul edilen demektir.
         DE FACTO—DÖ FAKTO--,Her şeye rağmen var olduğunu kanıtlayan, var olan demektir. Bu iki kavramın uzun tanımlama aşamasından sonra; Meksika Dışişleri Bakanı Bay Estra-Da tarafından 21 Eylül 1930 tarihindeki tanımlaması tüm devletlerce bir Devletler Hukuku Kuralı olarak kabul edilmiştir.
         Bu tanımlamalar yapıldıktan sonra; dünya üzerinde yapılmış olan iç savaşlar anlatılarak,bunların yorumlanması öğrencilerime bırakılırdı.Örnek vermek gerekirse:
         1*-Meksika’da 1910 yılında başlatılan Emiliano Zapata hareketi. Hükümetle birlik olan zenginlerin, fakir köylülerin mısır üreterek geçimlerini sağladıkları tarım arazilerine, onları borçlandırarak el koyması üzerine başlatılan köylü ayaklanması.Bu olayın  da,De facto ve de Jure olarak anlatılması.
         2*-İspanya’da  “Halk Cephesi koalisyonunu” oluşturan Cumhuriyetçilerle, General Fransisko Franko başkanlığındaki Milliyetçiler arasında başlayan ve üç yıl süren iç savaşın—17 Temmuz 1936/01 Nisan 1939—De Jure ve De Facto açısından değerlendirilmesi.
         3*-En önemlisi de İstanbul’da düşman işgali altında bulunan Osmanlı Hükümetiyle, Kuvvayı Milliyecilerinin savaşmasında De Jure ve De Facto durumunun irdelenmesi.
19 Mayıs 1919/23 Temmuz 1924—Burada Her Türk insanının bilmesi gereken çok önemli bir hukuki süreç vardır. Burada büyük bir devlet adamının dehasının hukuksal ve siyasal zaferi vardır. Bu durumu benim anlatmam gerekir. İsyandan,--Huruçalessultan’dan—DE JURE’YE geçişin öyküsüdür, bu yapılanlar!

                  AMASYA GENELGESİ                                                   (21–22 HAZİRAN 1919)-Alıntıdır-

“Mustafa Kemal, havza genelgesini yayınladıktan sonra İstanbul’a çağırılmış fakat buna uymamıştır. Bu durum, İstanbul hükümeti ve bir kısım basın tarafından Mustafa Kemal’in aleyhinde propaganda başlatmasına neden oldu. Genellikle; “Asi komutan, başına buyruk hareket ediyor. İttihat ve terakkici Mustafa Kemal, memleketi yeni maceralara sürüklüyor…” gibi propagandalara ağırlık vermişti. Açıkça, Mustafa Kemal ile Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa arasındaki, Türk milletini kurtuluşu konusunda görüş ayrılığı bir uçurum halini alıyordu. “
          Genelgenin yayınlanma amacı:
“Türk Kurtuluş Hareketini kişisel bir hareket olmaktan çıkarıp, milletin birlik ve dayanışmasını sağlayan milli bir hareket haline getirmektir.
Amasya genelgesi, Mustafa Kemal’in dışında bazı komutanlar tarafında da imzalanarak yayınlandığı için; Havza genelgesinden farklıdır. Genelge çok imzalıdır. Mustafa Kemal’in dışında Rauf Bey, Ali Fuat Paşa, Refet Bey de—Refet Bey, arkadaşlarının baskısı üzerine Genelgeyi parafe etmiştir-- genelgeyi imzalamıştır. 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir, Erzurum Kongresi hazırlıklarıyla ilgilendiği için, Amasya’ya gelememiş ve genelgeyi imzalayamamıştır.
Amasya Genelgesi, Mustafa Kemal’in Samsun ve Havza’dan askeri komutanlara, sivil yöneticilere gönderdiği bildiri ve genelgelerle halka açıkladığı görüşlerin bir program ve karar halinde açıklanmasıdır.
Mustafa Kemal ve sayılan komutanlar kendi aralarında; askeri ve milli teşkilatın hiçbir suretle terk ve başkasına bırakılmaması silah ve cephanelerin teslim edilmemesi, işgallerde ortak hareket edilmesi kararlarını da alırlar.
Mustafa Kemal’in, yaveri Cevad Abbas Bey’e yazdırdığı genelgenin esasları şunlardır:
1. Yurdun bütünlüğü ve bağımsızlığı tehlikededir.
2. İstanbul’daki hükümet, üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirmemektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.
3. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4. Milletin durumunu ve davranışlarını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için, her türlü etkiden ve denetimden kurulmuş bir kurulun varlığı gereklidir.
5. Anadolu’nun her yönünden en güvenli yeri olan Sivas’ta, milli bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır. Milli bir kongre olan Sivas kongresine çağrı Amasya genelgesinde yapılmıştır. Milli irade milli egemenlik burada söz konusu edilmiştir.
6. Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenliğini kazanmış üç delegenin mümkün olan süratle hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7. Her hangi bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek, bu iş bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidir.
8. Doğu illeri adına, 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanacaktır. O güne kadar, diğer delegeler de Sivas’a ulaşabilirse, Erzurum Kongresinin delegeleri de Sivas’ta yapılacak genel kongreye katılmak üzere yola çıkacaklardır.

Önemi: Bu genelgeyle; Kurtuluş Savaşımızın gerekçesi, yönetim ve metodu belirlenmiştir. “Türk Milletinin geleceğini, Türk Milletinin azim ve kararı belirleyecektir.”Konsensüse davet-Genel kabul—Tam bir ayaklanmaya davet belgesidir.
AMASYA GENELGESİNİN ÖZELLİKLERİ:
• Amasya genelgesi, iç ve dış düşmanlara karşı bir isyan, bir ihtilal parolası niteliğindedir. DE FACTO!
• Milli irade kavramı yerleştirilmeye çalışılmıştır.
• Milli egemenlik ve milli devlet kavramlarından ilk defa söz edilmiştir.
• Türk Kurtuluş Savaşı’nın gerekçesi, planı, programı ve metodu açıklanmıştır.
• İstanbul Hükümeti’nin, Türk Milletine karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmediği ve bunun için de İstanbul Hükümeti ve İtilaf Devletlerine karşı, Türk milleti ayaklanmaya davet edilmiştir.
• Amasya Genelgesi, Türk İnkılâp tarihinde, yeni bir Türk Devletinin korumasında katkısı olan çok önemli bir hukuki ve siyasi belge değeri taşır.

AMASYA GENELGESİNİN ETKİLERİ VE SONUÇLARI:
 Genelge ile yurtta büyük bir sevinç başlamış ve Havza Genelgesi ile[ istenilen gösteri ve mitinglerin yapılması hız kazanmıştır.
 Anadolu’nun her
[
tarafında milli nitelikli Sivas Kongresi için delege seçimi başlamış ve seçilen delegeler, büyük gizlilik içinde Sivas’a hareket etmiştir. Bu durum; genelgeye Türk milletinin olumlu baktığının bir işaretidir.
 İstanbul Hükümeti,
[
Mustafa Kemal’i tutuklaması için 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya özel ve gizli bir görev verecektir.
 Mustafa Kemal görevden alındığını 26
[ Haziran 1919’da Sivas’a geldiğinde öğrenir. Bu karara karşı ilk tepkisi; “Ben padişah ve halife efendimizin buyruğu ile göreve atandım. Beni İçişleri Bakanı değil, ancak padişah efendimiz görevden alabilir.” Olacaktır.

UYARI: Mustafa Kemal, kendi düşündüğü şekilde de görevden alınacağını biliyordu. Onun bu tepkisi, zaman kazanma arzusundan kaynaklanmaktadır.
ERZURUM KONGRESİ (23 TEMMUZ – 7 AĞUSTOS 1919)
Erzurum Kongresi bölgesel bir kongredir.
Kongreyi “doğu illeri Mudafaa-i Hukuk-u milliye” Cemiyeti’nin Erzurum şubesi toplayacaktır. Kongreye delege olabilmek için, Doğu Anadolu doğumlu, ya da Doğu Anadolu da görev yapıyor olmak gerekiyordu. Mustafa Kemal’in, bu şartlara uymadığı için, kongreye delege olarak katılması imkânsızdı. Erzurumlu yöneticiler, Mustafa Kemal’in, katılmasını sağlamak için, iki delege delegelikten istifa eder.
ERZURUM VE SİVAS KONGRESİ’ NİN BENZERLİKLERİ
“Erzurum Kongresi’nden 64, Sivas Kongresi’nde de 24 delege yer almıştır. Bu durum, her iki kongreye de az sayıda delege katıldığını ve ya bir başka deyişle, beklenen sayıda delege katılmadığını göstermektedir.
Kongreler öncesinde İtilaf Devletleri, Erzurum ve Sivas’ı işgal ederek, bu kongreleri engelleyeceklerini yaymışlardır. Ancak böyle bir harekette bulunmadılar.
Her iki kongre de Mustafa Kemal, kongre başkanlığına aday olmuş ve bu konu delegeler tarafından çok tartışılmıştır. Her iki kongrenin de başkanı Mustafa kemal olacaktır.
Her iki kongrede de çok tartışılan konulardan bir diğeri “Manda”konusudur. Erzurum ve Sivas Kongreleri’nde tartışılan mandacılık, delegeler tarafından reddedilecektir.
Uyarı: “Manda ve himaye kabul edilemez” kararı, her iki kongre de alınmış olmakla beraber; bu konu Kuva-i Milliyeci’ler arasında, Sivas Kongresizinden sonra bir daha gündeme gelmeyecektir. Bu bakımdan Mandacılık konusu, Sivas Kongresi’nde kesin olarak reddedilmiştir. Reddedilme nedeni, ulusal egemenliğe aykırı görülmesidir.
Her iki kongrede de; “Mebusan Meclisi’nin derhal toplanması sağlanacaktır.”kararı alınır.
Erzurum Kongresinde 9 kişiden oluşan Heyet-i Temsiliye kurulmuştur. Bu kurul Sivas Kongresinde genişleterek devam ettirilmiştir.”

ERZURUM KONGRESİNDE ALINAN DİĞER KARARLAR
“1. Yabancı işgali ve müdahalesiyle Osmanlı Hükümeti dağılacak olursa, millet hep birlikte savunma
yapacak ve direnecektir.

UYARI: Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlatılması gereği, Amasya Genelgesi’nden sonra bir kere daha, kongre tarafından ortaya konulmaktadır. Konsensüs—Genel kabul--
2. Vatanın istiklalini korumaya merkezi hükümet muktedir olmadığı takdirde, maksadı temin için bir geçici hükümet kurulacaktır. Bu hükümet heyeti, milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.
UYARI: Yeni bir hükümet kurulması düşüncesi ilk defa ortaya çıkmaktadır. Bu durum yeni ve milli bir devletin kurulması demektir
3. Kuva-i Milliye’yi amil (etken) ve İrade-i Milliye’yi (milli irade) hâkim kılmak esastır.
UYARI: Kongre kararlarının temel fikridir. Amasya Genelgesi’nde yer alan; “Türk Milleti’nin geleceğini, Türk Milleti’nin azim ve kararı kurtaracaktır.” Görüşü, karar haline dönüşmüştür. Bu kararla;
1. Milli irade kavramı yerleştirilmeye çalışılmaktadır.
2. Saltanatın kaldırılacağı, milli (ulusal) devletin kurulacağı anlaşılmaktadır.
3. Halk yönetimi olan “Cumhuriyet”in kurulacağı anlaşılmaktadır.

4. Hıristiyan halka, siyasal hâkimiyet ve toplum dengemizi bozacak imtiyazlar (ayrıcalıklar) verilemez. Huruçalessultanlık bir suç!
UYARI: Tanzimat ve Islahat Fermanları’na bir tepkidir. Bu fermanlarla Hıristiyan halkın cizye ve Haraç gibi vergi yükümlülükleri kaldırılmıştı. Müslüman Türk toplumu vergi verir, askere giderdi. Böylece Hıristiyan halk önemli ayrıcalıklar kazanmıştı. İlk kez bu ayrıcalıklara tepki Erzurum Kongresi’nde gelir.
Misak-ı Milli’de yer alan “azınlıklara komşu ülkelerdeki Müslüman Türklere tanınan haklardan daha fazlası tanınamaz” kararından farklıdır.”
KONGRENİN ÖNEMİ VE SONUÇLARI
“Erzurum kongresi, Doğu Anadolu’nun kaderini görüşmek üzere toplandığı halde, memleketin bütününü ilgilendiren sorunlar hakkında kararlar alınarak; Milli Mücadele’nin esas programını hazırlamıştır.
UYARI: Milli Mücadele’nin temel amacı, kayıtsız şartız bağımsızlık, kayıtsız şartsız milli hâkimiyet idi. Erzurum Kongresi bir meclis gibi çalışmıştır.
Kongrede vatan sınırları belirtilerek, vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı ilan edilmekle, emperyalistlere de Türklüğün ata yurdunun işgal edilmeyeceği anlatılmıştır. Temsil Heyeti’nin, gerektiğinde bir hükümet olarak görev yapacağı açıklanmakla, Milli devlet’in yürütme organı olma çabası ortaya çıkmaktadır.
Mustafa Kemal’e göre; Erzurum Kongresi İstanbul Hükümeti ve işgal kuvvetleri tarafından iyi karşılanmamıştır. Kongrenin toplandığı sırada Damat Ferit Paşa; “Anadolu’da ayaklanma çıktı. Anayasaya aykırı olarak Meclis-i Mebusan adı altında toplantılar yapılıyor. Bu hareketin derhal engellenmesi gerekir.” Demişti. Bu konuşmanın yabancı basın mensuplarına yapılan basın toplantısında söylediği düşünülürse; ne anlama geldiği daha iyi anlaşılır. Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in hemen yakalanarak İstanbul’a gönderilmesi İstanbul Hükümeti’nce istenir.
Not: Erzurum ve Sivas Kongrelerinde yer alan ortak kararlar, ayrıca yazılmamıştır.
UYARI: Halkın sevinç gösterilerinde bulunması, Milli mücadele Hareketi’nin gücünü Halktan aldığı ve halka mal olduğunu gösterir.”
SİVAS KONGRESİ (4–7 EYLÜL 1919)
Kongrenin ilk gümlerinde Başkan Mustafa Kemal, kendilerinin İttihat ve Terakki’ci olmadıklarını açıklar. Böylece hem içerde hem dışarıda Kuva-i Milliyeciler hakkın da yapılan aleyhte propagandaların olumsuz etkileri ortan kaldırılmış olur.
ALINAN KARARLAR
“1. Kongre; Anadolu ve Rumeli’de kurulmuş olan bütün Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyetlerini, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı ile tek cemiyet haline getirildi. Milli güçler birleştirilmiş, Kurtuluş Savaşı’nın tek elden yönetilmesi sağlanmıştır.
2. Manda ve himaye kesin olarak reddedilmiştir.
UYARI: Manda yönetimi “ulusal bağımsızlığa” ters düştüğü için reddedilmiştir.
3. “Temsilciler Kurulu, doğu Anadolu’nun bütününü temsil eder” kararı, Sivas Kongresi’nde, “Temsilciler Kurulu, yurdun bütününü temsil eder.” Şekliyle yeniden düzenlendi. Konsensüs, De Facto’dan De Jure’ye geçiş.
UYARI: Temsilciler Kurulu, T.B.M.M. açılıncaya kadar, Anadolu Hareketi’ni yürütme görevini üstlenen bir kurul olmuştur. Görevi, T.B.M.M.’NİN açılmasıyla son bulmuştur.
4. Misak-ı Milli’nin esasları belirlendi.
5. Batı Anadolu Kuva-i Milliye Komutanlığı’na Ali Fuat Paşa getirildi.
UYARI: Ali Fuat Paşa’nın Kuva-i Milliye Komutanlığına atanması, Sivas Kongresi’nin bir hükümet gibi (Yürütme organı ) çalıştığını göstermektedir.
6. İrade-i Milliye gazetesinin çıkarılması kararlaştırıldı.
UYARI: Basın ve yayının önemi anlaşılmış; Bu gazete İstanbul basınının, aleyhte yaptığı yayınları etkisiz kılmak için çıkarılmıştır.
7. “Padişah tarafından dağıtılan Mebusan Meclisi’nin, derhal toplanması sağlanacaktır.” kararıyla:
UYARI: İstanbul Hükümeti’nin alacağı kararlarda halkı temsil edenleri etkili kılmak amacıyla bu karar, Erzurum Kongresi’nden sonra, Sivas Kongresi’nde de tekrarlanmıştır.”
SİVAS KONGRESİ’NİN ÖNEMİ VE SONUÇLARI
“ Padişahın izniyle değil, milletin arzusuyla toplanan bir kongredir.H
 Sivas Kongresi’nde Erzurum Kongresi gibi, ihtilalci bir karakterH taşımaktadır. Tutuklanma emri bulunan Mustafa Kemal’in, kongre başkanlığına getirilmesi bunun açık göstergesidir.
 Kongre Ali Fuat Paşa’yı, Batı Cepheleri Kuva-i Milliye KomutanlığınaH getirilmekle, yürütme yetkisini kullanmıştır.
 Mondros Mütarekesi’nin uygulanışına karşı çıkılmış ve yabancı işgallereH karşı da direnileceği açıklanmıştır.
 Manda’nın reddedilmesi, “kayıtsız şartsız bağımsızlık” ilkesi açıkçaH benimsenmiştir.
 Mustafa Kemal her türlü engele rağmen, Kuva-i Milliye’nin önderi durumunaH gelmiştir.
 Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’nin ve TemsilcilerH Kurulu’nun başkanı olarak; 11 Eylül 1919 tarihinden itibaren yönetimi, hukuken ve fiilen elinde bulundurduğundan, Milli Hükümet’in başkanı olarak kabul etmek gerekir. “
SONUÇLARI:
1. Mustafa Kemal, Kuva-i Milliye’nin lideri olmuştur.
2. Padişah baskı ve şiddetle Mustafa Kemal’in yükselişini durdurmayacağını anlamış, varlığını devam ettirebilmek için O’na yaklaşmak gereğini duymuştur.
3. İstanbul’da hükümet değişikliğine neden olmuştur.
4. Mustafa kemal ile Padişah’ın arasının açılmasında en büyük etken, Sadrazam Damat Ferit Paşa Hükümeti idi. Padişah Mustafa Kemal’e yaklaşabilmek için, Damat Ferid’i görevden alarak, yerine vatansever Ali Rıza Paşa’ya hükümet kurdurmuştur.
UYARI: Benzer hükümet değişikliği, başkomutanlık Meydan Muharebesi’nden sonra da görülür. Anadolu Hareketi’nin başarısı ve düşmanı yurttan kovması üzerine, Padişah’ın Damat Ferid’i görevden alıp yerine vatansever Tevfik Paşa Hükümetini kurdurması, benzer durumdur. Her ikisinde de Padişah’ın beklentisi; “Ps: Her ne pahasına olursa olsun saltanatını kurtarmak! İstanbul Hükümeti ve padişah,  hukuken De FACTO durumuna düşürülmüştür. İstanbul hükümetinin ve Padişahın elinden Meclis, ordu, Anadolu ve Rumeli alınmıştır. Halkın iradesi KuvvayıMilliyecilere dönmüştür. Padişahın ve onun Hükümetinin emrinde, Rahip Frew’e bağlı Sait Mollanın casus ve isyancı ekibiyle, sonunda Ankara Ulusalcı Hükümetine sığınacak hilafet Ordusu ve birkaç satılmış memur kalmıştır. HeyetiTemsiliye, Ankara hükümetine dönüştürülmüş; İstanbul’dan kaçan 115 Milletvekili ve yeni seçilmişlerle beraber TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ açılmıştır. Türkiye devletinin yeni bir anayasası yapıldığı gibi Devletin bütçe kanunu da yapılmış, padişaha bile ödenek ayrılmıştır. Yeni bir devletin tüm organları kurularak, bir devlet sıfatıyla da Ulusal Kurtuluş Savaşına başlanmıştır.
         Şimdi de;”Kürtler onbeş senedir de Facto olarak nasıl yönetimdelermiş, onu irdeleyelim:
         1*-Ülkemizin bir bölgesinin egemenliğini Kürt dediğiniz Türk vatandaşlarımız ne zaman tamamen ele geçirmişlerdir?
         2*-Ne zamandan beri genel seçimle seçilmiş bir parlamentolarınız vardır?
         3*-Ne zamandan beri, Kürtçe eğitim yapılmakta ve Kürt yasalarına uyulmaktadır?
         4*-TBMMECLİSİNDEKİ Kürt asıllıyım diyen milletvekilleri, Türk Anayasına ve Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre seçilerek, Türk anayasasına göre ant içmemişler midir? Maaşlarını ve emekli aylıklarını hangi Kürt devletinden almaktadırlar?
         5*-Ne zamandan beri Kürt ordusu ve Kürt emniyet güçleri hangi bölgede egemendirler! Hangi devletin hastanelerinde bedava olarak, kimin yeşil kartı ile tedavi oluyorsunuz?Türkiye Cumhuriyetinin adaletine ve sosyal güvenlik kuruluşlarına sığınmıyor musunuz!
         6*-Türkiye Cumhuriyeti Devletinin çıkarmış olduğu yasalara uyan ve bu yasaları uygulayan Türkiye Cumhuriyetinin dört yanındaki belediyeler ve yerel kuruluşlar damı DEFACTO olarak yönetiliyor? Hadi canım sen de! Siz, arkasını “Dâhili ve harici bedhahlarımıza” dayamış hainler güruhundan başka bir şey olamazsınız!
         Beni dinler misiniz, Sayın arkadaşlarım? Türkiye Cumhuriyeti hukuk devleti statüsünden,önce kanun devleti ve sonunda da Sayın Recep Tayip devleti haline De Facto olarak geçirilmiştir.Şöyle ki:
         1-Meşru, yasal, hukuki ve evrensel kurallara bağlı olan Türkiye Cumhuriyetinin anayasasına ve yasalarına bağlı kalacaklarını tüm dünyaya karşı yeminle kabul edip seçilenler, çakma olarak kurumlaştıktan sonra De Facto olarak ve anayasa suçu işlediler.
         2-Bir gecede Anayasayı delerek, anayasamızın 145’inci maddesini yok saydılar.
         3-Anayasamıza aykırı bir şekilde, Tarikatların, dış güçlerin ve bölücülerin önerilerine uyarak, anayasamızda yerini bulan ve halkımızın %92.07 oyu ile kabul etmiş olduğu ulusal değerlerimizi yok saydılar.
         4-Meşru, yasal ve hukuki devlet düzenimizi allak ve bullak ettiler.
         5-Ulusal kahramanlarımıza ve ulusal tarihimize utanmadan saldırdılar. Vatan hainlerini kahraman saydılar.
         6-Başbakanın “Başsavcısı” olduğu de Jure dışı mahkemeler kurarak, iftira ve karalamalarla sonu belirsiz tutuklamalara giriştiler. Anayasamızdaki masuniyet ilkelerini hiçe saydılar.
          7-Milletvekillerine 19.000Lira maaşa bağlayarak, halkımızı ve aydınlarımızı ve Türk Silahlı kuvvetlerini de korkutarak, Vatanımızı ve Ulusumuzu bölecek, Amerikanın ve Türk düşmanlarının istemiş olduğu yeni anayasanın kabulü yolunu aşmaya başladılar.
         8-Mustafa Kemal Atatürk’ü de silerek Türk milletinin ortak bağını yok etmeye çalıştılar ve giriştiler.
 Uzatmayalım:
    “Atatürk, günümüzün en büyük lideridir. Her tarafı düşmanla çevrili, yıkık bir imparatorluktan,   yepyeni bir cumhuriyet yarattı. En önemlisi; sınırlarında hiçbir düşman ülke bırakmadı,  dost devletlerle çevrili bir Türkiye bıraktı.”
Mustafa Kemal’in ölümü üzerine. Nehru’nun, tutuklu bulunduğu ceza evinden, Kızı İndire Gandi’ye yazdığı mektup.
“Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur!”Gazi Mustafa Kemal
·                     Benim milletimden istediğim yegâne şey; başının üstüne çıkardığı insanların kanındaki ve ruhundaki cevheri araştırmaktan bir an olsun vazgeçmesinler.”Gazi Mustafa Kemal. Bu ülküyü de çiğnediler. Dahası da var:                                                                                            Ben Muhammed Müslüman ümmetindenim. Türkiye dinsiz, laik bir memleket haline gelmiştir. Hayatımı Mustafa Kemal dinsizliği ile savaşa adayacağıma , Türkiye’yi bir din ve şeriat devleti haline getirmek için mücadele edeceğime, Kemal Paşa zamanında çıkarılan dinsiz kanunların tatbikini önleyeceğime, kısa zamanda ümmet esasına dayanan, şeriat devletinin kurulması için çalışacağıma, dinim, Allahlım ve bütün mukaddesatım üzerine yemin ve kasem ederim. Recep Tayyib ERDOĞAN. 1980 yılı sonraları; uyumayı sürdürürseniz Ey! Türk toplumu, giyersiniz daha da çok şeriat donlarını. Uygulanacak olan ve yarısı da uygulanan sistem budur!
Şu bilimsel yazıyı da bir okusak ondan sonra da uyuyabilirsek uyusak ve sonra da dizi filmleri seyre koyulsak. Sonra da İran halkı gibi Ortaçağ yoluna koyulsak.

Hukukta "Meşruiyet" Kavramı

Yrd. Doç. Dr. Ender Ethem ATAY

”A) Genel Olarak Meşruiyet Kavramı ve Hukukîlik Kavramından Farkı
Meşruiyet kavramının genel olarak anlaşılan anlamı, bir işlemin veya olayın olumlu nitelikteki bir hukuk normuna uygun olmasıdır. Pozitivist anlayışın bu ifade tarzı, meşruiyet kavramının dar anlamını içermektedir ve bu kavramın içeriğinin bütün yönlerini ortaya koyamamaktadır
. Bir başka ifade ile meşruiyet kavramı bir kurum veya kuralın kendinin üstünde bulunan “hukuksal” ya da “etik” bir norma uygun olmasını ifade eder. Belirtilen bu hususun adı geçen kurum veya kuralın siyasal ya da ahlakî kudretini kabul ettirdiği çoğunluk tarafından aslî olarak hissettirilmiş olması, meşruiyeti oluşturur ve kavramın hukukîlik ile karıştırılmaması zorunluluğunu açıklar. Kısacası “hukukun”, “ahlâkın” ve “geçerliliği olan bir değerin” üzerine kurulmuş olan kurum veya kural meşrudur. Bu sebepten dolayı meşruiyet, yetkili organlar tarafından konulmuş olan bir kanuna uygun olmayı belirten hukukîlik kavramından ayırt edilmesi gerekir. Zira hukuk kuralları meşruiyete doğrudan doğruya bir kıstas oluşturma niteliğine her zaman sahip değildir. Çünkü var olan hukuk… normları, varlıklarının meşruluğunu muhtelif esaslara göre ispat etmekle yükümlüdürler. “



        

İzleyiciler

Blog Arşivi