17 Kasım 2011 Perşembe

468-AŞK ÜZERİNE SERENAT.

                                                                               
OSMMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı; 22 Haziran, 2009-Tarihine dikkat.
                                   
SENMANLIK ÜZERİNE SERENAT!

SENMANLIK üzerine biraz konuşmam gerektiğine karar verdim.
Eroin içenler, Eroinman; Kokain içenler, Kokainman; Sigara içenler de Keş oluyorlar ve tedavileri yıllarca sürüyor.
Bu keyif verici maddeleri kullanmaya alışanlar, önce servetlerini, sonra da kişiliklerini yitiriyorlar. Bu maddelere ulaşmak için, neleri var, neleri yok satıyorlar. Kanlarını satıyorlar, sonunda da kendilerini satıyorlar. Amma, ölümden de çok korkuyorlar.
Uzun süren meslek yaşantımda gözlemlediğim sayısız olay oldu. Cenevre’de, B.M’DE KEYİF VERİCİ, ”BARBİTÜRÜK”, maddelerin kursunu gördüm.
Manisa İl J. Alay Komutanı iken de akıl hastanesinde birçok olaya tanık olduğum gibi; Sayın Ahmet Avcı da tanık oldu.
Sonraları da acı gözlemlerim oldu.
Bakıyordum; ruhun ve beyinin bir maddeye kilitlenmesini gözlemliyordum. Bir maddeye ve bir hedefe kilitlenmek; yalancı mutluluğa ve kendinden kaçışa kilitlenmek! Toplumla uyuşamamaya kilitlenmek. Ya, birisini ölesiye sevmek.
1968 yılındaydı galiba; 32 yaşındaki bir Fransız lise öğretmeni kadın; 17 yaşındaki öğrencisine çılgınca tutulmuştu. Kadın, hem evliydi, hem de iki çocuğu vardı. Sonunda intihar etti.
Bendeniz, Fransa’ya gittiğimde, Fransızların ölüme ittikleri kadının filmi gişe rekorları kırarak sinemalarda oynuyordu. Adı da çok romantikti: ”Mourire D’aime”, Ölesiye sevmek!
Bu tutku; bir füzenin bir uçağa kilitlenmesi olayı gibidir. İlle de o uçak! Kendi kişiliğini bir başka kişilikle değişmek! İki seven CAN, birbirine kilitlenen iki Patriyot füzesi gibi yok olarak, ruh dünyasına birlikte çıkarlar!Tek can ve tek kişilik olarak tek tende.
            Romanlara, şiirlere, destanlara konu olmuş aşkların açıklanması ne ile yapılabilir. Romeo-Jüliyet; Leyla ile Mecnun; Kerem ile Aslı; Ferhat ile Şirin; Arzu ile Kamber. Politikacı ile İktidar. Turgut ile Semra. Recep Bey ile Şeriat. Mustafa Kemal ile Türk Bağımsızlığı, Kadın ve İnsan onuru. Hain ve satılmış için de Para. Bir İspanyol’un 1931 senesinde yazmış olduğu tek yapraklı bir kitap vardır:”Dünyayı yöneten şey!””PARA.”
Bunlar, belki de insan beyninin yarattığı öykülerdir. Ama tarihte, canlı örnekleri de yok değildir.
            Edirne sarayının balkonundan önündeki manzarayı seyreden ol Padişahı Zülcelâlın gözü Hümayunları; dünyalar güzeli bir genç kıza takılır. Yanında; heykel gibi dikilen Sadrazamına dönerek:
            “Bre Lala; bu akşam, bu dünya güzelini Yatağı Hümayunumda görmek isterüz!” Fermanını verir.
Ol Devletlû Sadrazam yelken, kürek fırlar.
O güzel kızın, sarayda çalışan bir adamın kızı olduğu anlaşılır. Keseler dolusu altın devreye girer. Teklif alan kız: ”Padişah ta kim oluyormuş! Ben, saray baltacılarından Mehmet’i seviyorum, o dahi bana âşık. Dünyaları verseler; Mehmedimden başkasında gözüm yoktur!” Der.
Bir baltacıya yenilmeyi gururuna yediremeyen Padişah’ı Zülcelâl oracıkta Ferman’ı Hümayununu verir:
            “Bu ne menem iştir Lala? İbreti âlem için her ikisinin de boynu vurula!” Mehmet ile Ayşe’nin mezarları, Edirne sarayının bahçesinde ve yan yana yatmaktadır. Genç Osman iki kardeşini boğdurur, bilen ve üzülen yoktur. Boğulma sırası Genç Osman’a geldiğinde de ağlayanımız çoktur!
            Fransa’da yaşanmış, sonu facia ile sonlanan, bir büyük aşk öyküsü de hâlâ anlatılır. Yaşlı bir öğretmenine âşık olan bir genç kızın aşkı karşılık görür. Ölümüne birbirlerinden koparılamayan bu iki âşıkın kafalarını cellât ve örf kopartır.
            Bizim Köyde; eski senelerde, düğünler ve nişanlar, kerpiçten yapılmış büyük damlarda yapılırdı. Delikanlılar, yavuklularını seyredebilmek için, duvarların münasip yerlerine delikler açarak, oradan içeriye bakarlardı. Gece olmuş; düğün de başlamış. Mehmet ile Sağdıcı Ahmet, sabahleyin açtıkları deliklere gözlerini dayamışlar. Ahmet; delikten gözlerini ayırmadan:
            “Ula Memet; benim nişanlım, senin nişanlından çok güzel!” demiş. Mehmet, durur mu hiç. Gözlerini delikten ayırmadan:
            “Ula oğlum Amet gel, bir de benim delikten bak!” demiş.
Mesele, kendi deliğinizden bakarak, varlığınızı gördüğünüze kilitlemek işidir.
Dünya yüzünde yaşayan herkes, kendi boyutunda gördüklerinden başka bir görüntü olmadığına bin yemin ve kasem eder.
Bir Arap hükümdarı; uğruna deli olup, çöllere düşen Mecnun’un Leyla’sını gördüğünde, dudakları uçuklaya yazar. Leyla, Çingene maşası gibi, kara kuru, Ünlü Manken Tiwigy’nin simsiyah bir kopyasıdır.
 “Bu Mecnun denilen Salağı tiz Huzuru Şahaneme getirin!”Emrini verir. Huzura çıkartılan Mecnun’a: ”Bunun için mi çıldırdın! Ben, bu Leyla’yı sarayıma Halayık olarak bile almam!” Der. 
Mecnun’un yanıtı çok ilginçtir:” Siz, O’NU bir de benim gözümle görünüz!” Leyla; Mecnun’un Leyla dediğidir.
Şair denilen ya da şiirlerle uğraşan kişilerin bu durumları dizelerinde vurgulamaları gerekir diye düşünüyorum.
Benim, bir şiirimi Ankara Radyosu; sabah programlarında yayına sokmuştu:
            “Dört Kıtada Fetih!”
            “Beş vakit namazsın kıldığım
Bir dağsın ki yemyeşil
Ayak basılmamış
Bir dağsın ki gönlümce yüce
Eteklerine sarıldığım.
            Bir denizsin, uçsuz, bucaksız,
            Bir denizsin ki masmavi, tertemiz;
            Yelken, yelken umut gemilerimi saldığım.
            Bir denizsin gönlümce keşfedilmemiş,
            Bir denizsin ki, ömrümce içine daldığım.
            Yıldız, yıldız başımdasın,
            Gökyüzümsün masmavi, tertemiz.
            Gözbebeklerime çöken; gönlümce derin,
            Samanyolu’nda at oynattığım;
            Mavidedir sanki benim kaderim.
            Bir güneşsin sımsıcak, bakmaya korktuğum,
            Mehtabımsın esrarınca berrak, üstüme örttüğüm.
            Bir güneşsin sımsıcak, canevime soktuğum.
            Eskilerin şiir için bir tanımları vardı; bizlere böyle söylerlerdi:”Şiirde mana aramak, bülbülü eti için beslemek gibidir!”
Sonradan anladım; bu SENMANLIK ya da SENMANİLİK şiirler için söylenmiş bir tanımdır!
İki gözü ve iki eli olmayan Ozan bir dörtlük söylemiş:
             “Geliverseydin de sen,
            Özlemli gözlerimle,
            Gözlerine baksaydım.
            Seni göğsümde tutup,
            Sıkım, sıkım, sıksaydım!”

Cümle allameyi ayağa kaldıran bu şiir yanlış değildir.
”Ah! Bir karpuz olsa da yesek!” Türündendir.
Ozan, kalkıp ta; benim beklediğim bir sevgilim var demiyor! O olsaydı, bunlar da olsaydı. Neler yapmazdım ben; diyor.
            “Biz Heybelide her gece mehtaba çıkardık!” Bu şarkıyı söverek tenkit eden edebiyatçıları dinlemiştim.”Sevgilim gelecekti, her akşam çıkıp ta onu bekliyorum”! Adamcağız,”Heybelide her akşam mehtap var demiyor! Belki de Mehtap adlı bir güzeli görmeye çıkıyor adamcağız! Çıkamaz mı? Siz hiç çıkmadınız mı?
İşte bir MEHTEPMAN kişi daha. Kiralayacakları ya da satın alacakları evin deniz görmüşlüğü çok önemlidir. Ben, yemin etsem başım ağrımaz, bizim evden deniz görülüyor”, dediğimde şaşkın, şaşkın bakanlara, karşı apartmanda oturan Hanımın adının Deniz olduğunu anlatıyorum.
            “Çıktım kavak dalına anda yedim ayvayı!” Yahu kardeşim, adamcağız, kavak ağacında ayva mı var diyor! Telefonları dinlenenler bile ayvayı yemiyorlar mı? Telefonlarda ayva mı var; yoksam, dinleyen kardeşlerimin verdiği ayvalar mı yenen!
Alın sizlere ERGENEKONMANLIK bir şiir!
            “Beş vakit namazlarda, elimde tespihimsin,
            Sanki benim İMANIM, sanki benim DİNİMSİN!”
Kardeşim etme eyleme, bendeniz din falan değiştirmedim. Tanrımızın, özene, bezene yarattığını tapma derecesinde sevmek, Tanrıyı kutsamak değil midir?                     
            “Ezanlar okunurken, SENİNLE duadayım;
            Ezanlar okunurken, dilimde dua adın!”
Kardeşlerim, bu SENMANLIK bir şiir değil mi?
            “Sana taptığım gibi Allah’ıma tapmadım!”ya da:
            “Ateş olsam, ormanını yakardım,
            Tanrı olsam yine sana tapardım!”
Yahu kardeşim, ne karışıyorlar müminler bana! Onlarla Cennette bir olacağıma, taptığımı yazdığım SARIGÜLÜM ile Cehennemde bir ve dahi beraber olurum!
Bu dünya’da beğendiklerimi bana yasaklayanlar, öteki dünya’ya nereye ve kiminle gideceğime karışmasınlar, lütfen.
Kafamın tası atmak üzere!
            “Bir, bir daha, iki,                                                                                                             İki kere iki dört edermiş;
            Toplasalar, çarpsalar, bölseler de,
            SEN ve BEN, yine de BİR EDERİZ!
            Alınız size SİLİVRİLİK! Bir şiir daha:
            “BEN’İ benden alıp ta, götürüverdin neden;
            Bir kuyruklu yıldızdın dünyama çekip gelen.
            BEN’İ deli edip te, geçmişimi de silen,
            Yalan söylemiyorum, sözler gerçek inan ki,
            SEN’İ seviyorum BEN, VALLAHİ DE, BİLLAHİ!”
            Hiç düşündünüz mü? Güneşin uyduları, milyonlarca yıldır, Güneşin etrafında niçin ve neden dönüp, duruyorlar.
Şu, yamalı suratlı Salak Ay, Dünyamızın etrafında, bıkmadan ve dahi usanmadan ve utanmadan neden dönüp duruyor!
Bir size el olan bir güzelin sokağından, utanmadan ve bıkmadan kaç kere geçebilirsiniz!
Neden sustunuz! Yanıt vermek için utanıyor musunuz yoksa birilerinden mi korkuyorsunuz!
Aşktır, sevgidir bu dönmelerin sırrı.
Kolay değildir bu; bizim mahalle imamı Sırrı değildir, bu sevginin sırrı! Burada da karşımıza SENMANLIK çıkmıyor mu? GÜNEŞMANLIK,
DÜNYAMANLIK. Bendeniz, Güneşin uydularına güneşmanlar diye seslendiğim halde hiç sesleri ve dahi solukları çıkmadan ve utanmadan, yine de dönüp, duruyorlar!
            Sevenler de, kol kola değil de iç, içe SEVGİ ile DOPDOLU OLARAK, DÖNÜP DURMUYORLAR MI?
Kol, kola lüks araçlarının ve lüks otellerin yolunu tutanlara sözüm yoktur ve dahi sözüm olamaz da.”Harç bitti, yapı paydos!” Parası bittiği için, aşkımız da bitti. Ama yine de arkadaşız!” İlanları tüm basınımızı süsleyenlere de bu sevgi serenadımda yer yoktur.
 İlânların Pazar kızıştırmaktan öte ne anlamı kaldı ki! Bir gün; Çankaya semtindeki bilgisayarcıya gittim. Adamın cep telefonu çaldı. Ah’ Ulan bu okunan şiir benim!
            “Laleleri kokla öp; kan rengi dudağınla
Belki Tanrı ders alır çiçek nasıl olurmuş!
 Beni kucakla da yak o canım kucağında
            Cehennemlikler görsün yanmak nasıl olurmuş!”
Bendeniz, söylenememişleri söyleyemezsem; nasıl, SENMANINIM BEN SENİN!” diye türküler söylerim.
Korkup ta söyleyememek, üç şiirime bakarak, BANA Şairlik unvanı verenlere karşı ayıp olmaz mı? Şairim diyerek ortalarda dolaşan birisine yakışır mı? Tanrı aşkına, ellerinizi, cüzdansız cebinize koyarak söyler misiniz? Eroinman, Morfinman, Kokainman sıfatını alanlar, sürekli olarak keyif verici maddelerle bir ve beraber olan kimselerdir.
Bu aşk denilen çift kaleli oyunda da iki kişi vardır. Çeken ve çekilen. Bunlara, SEN ve BEN diyelim. Her iki taraf ta birbirlerine SEN dedikleri sürece SENMANIDIRLAR biri birlerinin. Ortaya BENLİK girdiğinde de BENMANLIK başlamış olur. Her iki tarafın da SENMANLIĞI ölmüş olur.
İşte, bu durumu şiirleştirdim ben.
Keyif verici maddelerin SANATKÂRLAR arasında, dünya çapında yaygın olduğu bir gerçek.”Dünya bir hastanedir” girişi ile alt yapıyı yapmıştım. Kokainin çok pahalı olduğunu vurgulamak için de o tarz söylemeyi uygun bulmuştum.
            Benim, Manavgat’ta, balıkçı bir arkadaşım var. Gençliğinde, SENMAN’I olduğu bir kızı kaçırdığı için, tamı tamamına (15) sene hapislerde yatıp, çıkmış ve ol kızla evlenmiş.
Ben, bu SENMMAN benmişim gibi düşünerek şiirleştirdimdi.
Bir de deli gibi sevdiklerini, hunharca öldürenler var. Onlara da, SENMANİMAN demek doğru olmaz mı?
O Balıkçı arkadaşım, BANA şu şiiri yazdırmıştı:
                                  
İLLE SEN, İLLE DE SEN,
            YİNE SEN, YİNE DE SEN!
                       
O baharlar, o yazlar, o gülüşler o nazlar,
            Sensiz yazda ayazlar, hepsi geride kaldı.
            Bir kuş geldi gönlüme, hüzün çöktü ömrüme,
            Saçının bir teline niyazlar nerde kaldı!
            Aldın benden beni de, verdin bana hükmü de;
            Yüzündeki gülü de elimden kader aldı.
            Gözlerin gözlerime, sözlerin sözlerime,
            Dal saldı, budak saldı; kuğu boynun dal boyun
            Onu da kader aldı; bana hapislik kaldı.
            Sevgin içimde deniz, sevgin bende tertemiz,
            Duru beyaz gecemiz, hepsi geride kaldı.
            Ağlatma, naz eyleme, düşünelim de deme;
            Sensiz âlem gönlüme, dert saldı, hüzün saldı.
            Bal dudağın, bal dilin, kumru göğsün, dal belin,
            Sensizim Sarı Gelin, ömrüm zindanda kaldı.
            Gel de açsın güllerim, şakısın bülbüllerim,
            Gül olsun,  sümbül olsun özlediğim ellerin.
            Bir öpüşte birleşsin, iki dudak, iki ten,
            Bende sen, sende de ben, tende ruh, ruhta da sen.
            İstemem başka bahar, istemem başka yazı,
            Bugün sen, yarın da sen, tende sen, canda sen.
            Ruhta sen, bende sen, ten ol sen, ben ol sen;
            Gecemde sen, günde sen, yaşamda, ölümde sen.
            SEN; SEN; SEN; İLLE DE SEN; SEN SEN YİNE DE SEN.
            Beni çıkar, benden öte, canı çıkar candan öte,
            Bütün yollar benden öte, bende sen, sende sen,
            İLLE SEN, İLLE DE SEN, YİNE SEN, YİNE DE SEN

            1975 yılında, Örevizyon şarkı yarışmasına girdikti. Şarkının adı da,” seninle bir dakika” idi.
Arkadan yırtmaçlı etekleri, Napolili sürtüklerin icat ettikleri söylenir. Köşe başlarında, şip! Şak,” “a toute vitesse”! ”Sevmek bir ömür boyu, sevişmek bir dakika!” Yani, bir köpeğin ve bir yetimin başını okşar gibi.
Bu şarkıya ve bu mantığa deli oluyorum. ”Oğlum, sende bel gevşekliği varsa; dosdoğru Sayın Haydar Dümen’e gitmelisin!
            Bu mantığın dışındayım, sevişmek bir ömür boyu, sevmek ŞIP’ ŞAK!’ BU mantıktaki kimseler, boşalmayı sevişmek sanıyorlar.
Sevişmek bir ömür boyu sürer, elele tutuşmak, ıssız bir yerde öpüşmek!
Sevmede ve sevişmede iki ayrı can, iki ayrı ten  ve iki ayrı kişilik vardır.Kuzuyu da,Kediyi de seversiniz.Kişilikler ayrıdır.Aşkta ise iki can ve iki ten bir can ve bir ten olur. İkiyi Bir etmektir aşkla sevişmek!
Tanrımıza binlerce şükür, onu da meydanlarda yapıyoruz,  Serçeler gibi, gösteriş için.
Sevişmek, telefonla aramaktır!
Sevişmek sevgiliye şiirler yazmak, türküler söylemektir.
Sevişmek SENMAN olmaktır.
”Param yok ki, karım olsun/
 Geceleri şeytan girer rüyama sağ olsun/ diyen şair şeytanla sevişmiş mi oluyor!
Fransa’da, Moulaine Rouge taraflarında, köşe tutmuş olan sürtükler, kabaca aşk teklifi yaparlar: ”voulez- vous faire l’amoure avec moi?” derler. Champ Elize’deki kibar sürtükler de, yüreklerinin derinliklerinden: ”Voudriyez-Vous faire l’amoure avec moi? derler. Çok kibarca söylerler. Champ Elize, ruh tarlası, ruhların gezindiği yer demektir.
Her iki teklifte sonuçta, bir yetimin başının okşanmasına çıkar.
Son söz olarak, demeliyim ki: Aşkta da, sevişmede de Senmanik olmak, mutluluk ve hüzün için şarttır.
Âşık olmayanda, hüzün de olmaz.
Şimdilik benden bu kadar.
Okumak isteyenlere Tanrımız sabırlar versin.
                       
                       
                       
                       
                       
                       
                       
                       
                       
                       
                       
           
                       
           
           

467-BEDELSİZ ASKERLİK!

                                                                             
OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;17 Kasım 2011.

                                                PARASIZ ASKERLİK!
                                   Askerlik, her Türk’ün Hakkı ve Görevidir!”
                                                           Anayasalarımız.
                                   “Yemen yolları çukurdandır,
                                   Karavanamız bakırdandır.
                                   Zenginler bedel öder;
                                   Şehidimiz Fakirdendir!”Anonim Halk Türkümüz.
                                   Vatanımız için Şehit olmak hak ve vazifesi Fukaralara verilmektedir. Askerlikten yırtanlara da, şehit cenazelerine katılmak hakkı verilmektedir.
                                     Parası olan Vatandaşlarımız; askerlik hizmetinin bedelini parayla öderler! Parası olmayan Vatandaşlarımız da askeri hizmetlerinin bedelini, kanı, teri ve dahi canı ile öderler!
            Yasalarımız karşısında eşit olan ve yasalarımızın uygulanmasında da eşit işlem ilkesi uygulanan, Türkiye Cumhuriyetinin eşit vatandaşları:
            1*Zenginler, siyasi nüfuz ve tarikat mensupları daha çok eşittirler.
            2*Silivri Esir Toplama Kampındaki Astsubaylar, Subaylar, Generaller, Gazeteciler, Vatanseverler, İlim adamlarımız ve dahi emeklilerimiz daha çok eşittirler.
            Bir zamanlar, Fransa’nın müstemlekelerinde Yabancılardan toplanan paralı askerler vardı. Fransa;askerlik yaptırmak için para ile yabancılara başvururdu.
            Büyük Frederik; Amerika’da savaşmak için İngilizlere kiralamış olduğu askerleri için, gümrüklerden çıkış vergisi olarak ineklere ödenen vergiyi esas almıştı. Adnan Menderes; Meclise danışmadan Kore’ye Komünizmi önlemek için! Gönderdiği askerlerimize ödenen Dolarların en büyük kısmını Hazinemize ayırırdı.
            Büyük Filozof ve ilk kalp para basan Sinoplu Diyojen mi, yoksa başka birisi mi söylemiş; ama doğru söylemiş:
            “Kanun, zayıf sineklerin takıldığı, kuvvetli arıların da delip geçtiği bir örümcek ağıdır!”
            Sonuç: Masal anlatmaya gerek yoktur. Bu konu halk oyuna gitmelidir, Sayın Seyircilerimize duyurulur.
         

463-DOĞRU SÖZE SÖZÜMÜZ YOKTUR!

                                                                                 

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;17 Kasım 2011.
                       
                                   DOĞRU SÖZE SÖZÜMÜZ YOKTUR!
            Yozgat’taki çapanoğulları Zevale uğramıştır. Padişahçıların çoğu da izmihlale uğramıştır. Bütün sağcı ve Cumhuriyet aleyhtarı siyasi partiler de yıkılarak tarihteki yerlerine gitmiştir. Yalınız ve bir tek sağcı ve büyük politikacımız Cemil Çiçek Hazretleri her devre ayak uydurarak, makamları sıra ile atlayıp, Meclis Başkanlığına gelmiştir.
            Osmanlı Padişahı Abdülmecit’i anma  bilgisizlik şöleninin Dolmabahçe sarayında başlamasına karşı meydana gelen haklı tepkilere,bu Büyük devlet adamımız Cemil çiçek Bey doğru bir cevap vermiştir! Helal olsun! Sağcılarımız ne büyük devlet adamları yetiştirmekte! Ne buyurmuş bu büyüğümüz:
            “Geldiğimiz noktada o günlerin adımı var!”
            Vallahi de, Billahi de çok doğru bir teşhis.
            Avrupa’dan alınan ilk borç bu Padişah’ı Uçkurşan devrinde olmuş ve bu paralarla, Dolmabahçe sarayı ve diğer saraylar ve kaşhaneler yaptırılmıştır. Padişahın ve kızlarının ve dahi damat’ı şehriyarilerinin harcamalarına borçlanan Osmanlı hazinesi yetişemeyerek, Muharrem Kararnamesiyle iflasını ilan etmiştir. Osmanlının mali itibarının yitirilmesinin de baş mimarı bu Sultan Abdülmecit’tir. Satın alınan Vapurlara Gözdeleri Cariyelerin adlarını vermekten de çekinmeyen bu Padişahımızı anılmasının borçlanarak yaptırttığı Dolmabahçe de anılması da birçok olaylara verilmiş bir mesajdır.
            Bugünkü siyasi iktidarımızın izlemiş olduğu politika da tıpkı Sayın RTE’NİN Dedelerinin politikalarıyla örtüşmektedir. Borçlarla; Deprem Sigortası paralarıyla Lüks uçaklar ve Lüks arabalar satın almak, parmak kaldıranlara 11000Türk lirası maaş ve 5.000 Türk lirası emekli maaşı vermek, Devrimci Padişahımız! Sultan Abdülmecit’ten örnek almak değil midir?
            Sonra; Osmanlı Padişahı ve tüm İslam âleminin Halifesi Altıncı Sultan Mehmet Vahdettin’in de Dolmabahçe’den dönmek vaadiyle firarları 17 Kasımda gerçekleşmişti. Bu Kaçak ve vatan hainimizin Amerika Birleşik Devletleri Başkanına yazmış olduğu utanç dolu mektubunda kullanmış olduğu bir cümleye dikkatinizi çekerim. Mektubun aslı yazımın altına da eklenmiştir:
            “Saltanat merkezimi geçici süre terk etmek zorunda kaldığımı. Biliyorsunuz!”
            Dolmabahçe’de düzenlenen toplantının iki manası olabilir:
            1*Kaçak Vatan hainimiz Altıncı Mehmet Vahdettin’in taşımış olduğu sıfatların geri dönüşü!
            2*Mustafa Kemal’in elindekilerinin alınmış olduğunun ilan edilmesi.

 
Vahdettin’in Türklere nasıl baktığını kendi yazdığı mektupta açıktır.
“Amerika Cemahir-i Müttefikiye Reisi Mr. Coolidge Cenablarına, Siyasi olayların ve gelişmelerin bütün iç yüzünü, hangi nedenlerden dolayı Saltanat merkezimi geçici süre terk etmek zorunda kaldığımı biliyorsunuz
Bu süresiz uzaklaşmanın babadan kalma sahip olduğum Saltanat ve Hilafet makamından vazgeçtiğim anlamına gelmeyeceği açıktır. Ankara Meclisi gibi isyancı bir fitnenin alacağı tüm kararların geçersiz olduğunu bildiririm. İslam Hilafetinin Osmanlı Saltanatından ayrılması, Hilafetin tümüyle kaldırılması dini, kavmiyeti, vatanı belirsiz ve karışık askerlerden ve öteki sınıflardan oluşan küçük bir şer zümresinin kısmen zorla ve kısmen bilgisizlik ve gafletle yönlendirdiği beş, altı milyonluk Türk kavminin yetki alanı içinde değildir. Bu ancak tüm İslam dünyasınca atanan uzman kişilerden oluşan bir meclisin toplanması ve tüm din bilginlerinin ortak kararıyla çözülecek evrensel bir sorundur. Şeriata aykırı kararlar hangi makamdan olursa olsun, sonuçsuz kalmaya mahkûmdur.
Hanedanımın ileri gelenleri aleyhinde Ankara Meclisi tarafından kabul edilen sürgün ve kovma, emlakine ve bireysel mallarına el koyma gibi haksız kararları hanedanımın bireylerini insan haklarından soyutlar niteliktedir. Bu konuda yüce kişiliğiniz ve Cumhuriyet Hükümetiniz tarafından olanaklar ölçüsünde yapılabilecek yardımları pek değerli sayacağı açıklamaya gerek yoktur. 13 Mart 1924, Mehmet Vahidettin”


İzleyiciler

Blog Arşivi