3 Temmuz 2011 Pazar

410-DEMOKRASİ CUMHURİYET MİDİR?

                                                                
OSMAN TÜRKOĞUZ
osmanturkoguz@gmail.com                                                     
İzmir;28 Nisan 2009/03 Temmuz 2011.=Çürümüşlük!
                                  
DEMOKRASİ, CUMHURİYET Mİ?
                                                         
“Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki; bağrında yetiştirerek, başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki,  
 Vicdanındaki asli cevheri, çok iyi tahlil etmek dikkatinden
Bir an Fariğ olmasınlar.”ATATÜRK.

   Milletime şunu tavsiye ederim; egemenlik hakkını mutlak olarak, hiş kimseye, T.B.M.M’SİNE bile VERMESİN”ATATÜRK
                       “Her millet, lâyık olduğu şekilde yönetilir.”
Ch.-Louis Sec. De la Brédet de Montesguieu                                                                           

                        General Simon Bolivar; emperyalizme karşı başarılı bir başkaldırı, başarılı bir bağımsızlık savaşı, yeni bir devlet ve bu yeni devlete yeni bir ad: BOLİVYA demektir.
Bu tarihi olay, 19’uncu asrın ilk çeyreğinde oluyordu.
Bizde de, böyle bir gelenek vardır. Yiğit İO adına İYONYA, TULUNOĞLU AHMET ADINA TULUNOĞULLARI; SELAHATTİN EYYUBİ ADINA EYYUBİLER; OSMANCIK ADINA OSMANLI İMPARATORLUĞU.
Kendi tarihimizden vereceğimiz örnekler, sahifelere sığmaz.
Benim bildiğim, bir örneği daha olmayan bir olay, yalınca bizim tarihimizde var: ÖZBEKİSTAN! Hani şu ünlü Afganlı General Raşit Dostum’un MİLLETİ.
Milleti, ÖZBEK adlı hükümdarlarından çok memnun olunca; MİLLETLERİNİN ADINI ÖZBEKLER koydukları gibi, ülkelerinin adını da ÖZBEKİSTAN koymuşlardır.
            Türk Ulusu, tarihi boyunca, irili, ufaklı tamı tamına 114 devlet kurmuştur. En son kurduğu devlet te TÜRKİYE CUMHURİYETİ olmuştur. Sonra da; KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’Nİ KURMUŞTUR. Daha önceleri; TÜRKİYE adında iki devlet kurduğumuzu da bilmekteyiz:
                        *-Mısır’da kurulan “DAVLE TÜRKİYYE”, ya da “DEVLETİT TÜRKİYYE”.
            Osmanlılar,1517’de ortadan kaldırdıkları bu Türk Devletini, aşağılamak için “KÖLEMENLER”, ya da “MEMLUKLAR”, diye adlandırırlardı!
Asya’daki Türk illerinden, her sene, çeşitli mallarla birlikte, 2000 yiğit OĞUZ TÜRK’Ü köle olarak Mısır’a satılırdı. Mısır ordusuna asker olarak giren bu yiğit OĞUZLAR, Mısır’da iktidarı ele geçirmişlerdi.
            *-Mavera ün’den Hindistan’a inen asıl KAYI BOYU MENSUPLARI DA HİNDİSTAN’DA KURDUKLARI DEVLETİN ADINI “TÜRKİYE DEVLETİ”, KOYMUŞLARDIR!
Benim asıl konum bu yazdıklarım değildir.
                        Bolivya’da; Hava Orgenerali Bariantos; diktatörken, Arjantinli Tabip Teğmen Che Guevera-Gavera-Marksist bir darbe düzenlemekteydi. Bir Kıta Çavuş’u tarafından vurularak öldürülen Che Guevera’nın yanında; Regis Debrey adında bir Fransız Marksisti bulunuyordu. Bu kimse, hapislere girdi, çıktı ve en sonunda, Fransa’ya döndü. Döndü de döndü ve öylece döne kaldı. Başka türküler çığırmayı denedi. Fransa’ya baktı; komşu ülkelere baktı. Bir laf etti ki demeyin gitsin:
                        “DEMOKRASİ CUMHURİYETİ ÖLDÜRÜYOR!”
                        Prof Dr. Sayın Mümtaz Soysal 30, Ekim, 1998 günü; Hürriyet’teki köşesinde bu konuda çok güzel bir yazı yayımladı.
Bendeniz, uzun süreden beri, Ülkemizde, basit, ilkel, hırlı ve hırlı olmayan politikacıların, cumhuriyetimizi aşarak, demokrasi adına yedikleri herzelerin, cumhuriyete kastetmek olduğunu vurgulamaktaydım. Bu olgunun adını kesin olarak verememiştim; sağ olasın Regis Debrey! Bizim aslan sosyal demokratlara da bu nedenle bozuluyordum.
                        Cumhuriyet; normları, ölçüleri, gelenek ve görenekleri olan; kurallarla kurulan ve kurallarla işleyen bir sistemler topluluğudur. Devletin başı olan Cumhurbaşkanı seçimle gelir, seçimle gider. Milletvekilleri de öyle.
Bu sistem; halkın daha mutlu, daha esenlikli bir yaşam düzeyine çıkması için kurulmuştur ve bu amaçla da işlemesi gerekmektedir. Yoksa demokrasi, cumhuriyetin getirdiklerini silip, süpürmek için değildir.
Bulgarlar için söylenmiş olan bir şiiri, iç politikada söyletmezler ve dahi, cumhuriyetin diğer siyasi değerleri aleyhinde kullanırsanız, defterinizi de dürüverirler. Yoksa demokrasi bazılarının sandığı gibi, her hangi bir istasyona gelindiğinde, terk edilecek tren de değildir.
Bu iş; mahdumun; anasının BMW’SİYLE bir Hanımefendi’yi ezip, Londra’ya tüymeye benzemez.
Ahlaka,  yasaya, çağa ve akla ve dahi, ulusal ve ülkesel çıkarlara uymayan olguları; demokrasi, insan hakları ve fikir hürriyeti söylemleriyle yutturamazsınız Örneklerden tanıma geçelim:
            1, Kasım.1998 Pazar tarihli Fazilet takvimi’ne bir göz atalım:
                                    “KÜTÜPHANELERİ YAKMAYA GEREK KALMADI”
Meşhur İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee,” a Study of History”, ( Tarihi Bir çalışma),isimli kitabında, harf inkılâbını DEĞERLENDİREREK, ”Türkler harf inkılâbıyla, kendi kaynaklarına el atmak hususunda yabancılardan farksız oldular” demekte ve şöyle devam etmektedir:
                        “Günümüzde Hitler, kendi düşüncesine karşı olan bütün ilmi hazineleri kökten yok edip kaldırmanın yolunu tutmuştur. Ne var ki, matbaanın icat edilmiş olması, bu faaliyeti bir nevi imkânsız hale getirmiştir.
                        “Hitler’in çağdaşı olan Mustafa Kemal ise hedefini gerçekleştirmek için en başarılı ve en akıllı yolu seçmiştir. Türkiye’nin başkanı, vatandaşlarının eskiden miras aldıkları kültür ve medeniyetin havasından kafalarını kurtarıp, çok kuvvetli bir şekilde Batı Medeniyeti’nin potası içinde şekil almalarını istemiştir. Böylece, alfabenin değişimi, kütüphanelerin yakılması yerine geçmiştir. Bundan sonra; Türk kütüphanelerini yakmaya hiç gerek kalmamaktadır. Çünkü harf inkılâbıyla bu hazineler, örümceklerin yuva yaptığı raflarda kapanıp kalmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Ancak, çok yaşlı hocalar ve ihtiyarlar, onları okumak lüzumunun hissedecektir.”(Zafer Dergisi, Ekim.1996, sayı.238.)
                        “TÜRKÇEYİ HİÇ BİR ŞEY YIKAMAZDI”
                        “Türkçeyi hiçbir şey yıkamazdı; ama Latin Harfleri yıkmıştır.” ”Bu sözler, 20, Eylül,1940 tarihinde ölen, dünya çapında meşhur İngiliz Türkoloğu Sir Denision Ross’a aittir. Bu ünlü Türkolog, vasiyeti üzerine, öldüğünde Türkiye’ye defnedilmiş ve mezar taşının üzerine, hayran olduğu Kur’an harfleri ile üç mısra yazılmasını istemiştir. Bu hatıra ve mezartaşı, bizlere çok şeyler anlatıyordur herhalde.”(Zafer Dergisi, Ekim.1996. Sayı 238,)
                        “Türkçeyi, Latin Harfleri yıkmış!” Arap yazısı, bizim ulusal yazımız mı?
                                    Hayır.
Sonra; bilenler çok iyi bilir, dört türlü Arap yazısının olduğunu! Bir kere; Arapça da BİR TEK SESLİ HARF VARDIR: ELİF! Arap Alfabesinin Türkçe yazılıma uymadığını cümle âlem bilir.
623 sende ne kadar eser yazılmış? Cumhuriyet döneminde; bir yılda verilen eser sayısından çok az!
Yahudi, Arap ve İran öyküleri din denilerek, halkımıza yutturulmuş! İkinci Murat döneminde; Mercimek Ahmet’in tercüme ederek Padişah’a sunduğu, KABUSNAME Mİ, ahlak kitabı!
Tercümesinin 112’inci ve 113’üncü sahifelerini okumalısınız! Oğlancılığın faziletlerini öğrenmiş olursunuz!
                        Cumhuriyetimizin beyinlerimizden kırarak, ulusumuzu esenliğe çıkardığı bu Arap zincirlerine özlem; aslında, uşaklığa ve tutsaklığa özlemdir.
                        Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Hitler sapığına benzetiliyor.
Asıl kütüphane yakarak, insanlığı en büyük kültür mirasından yoksun bırakan İkinci Arap Halifesi Hz. Ömer’den söz eden yok. Bu Halife; İskenderiye kitaplığında bulunan, fihristi (10,000) cilt tutan, (2.000.000) kitabı yaktırmadı mıydı? Tam iki sene, evlerde ve hamamlarda kitap yakıldı.
Köhnemiş ve fesat yuvası haline gelmiş bulunan Bağdat Abbasi Halifeliğini yok eden Hülagu, Bağdat kitaplığında bulunan değer biçilemez kitapları Dicle nehrine attırmadı mıydı? Bunlara ses çıkaran yok.
Osmanlı ve Selçuklu dönemlerinde Türkçe ile mi kitap yazılıyordu. Kelime çorbası bir dil oluşturulmuş, Türkçemiz, Arapçanın ve Farsçanın egemenliğine tutsak edilmiştir.
Cennetmekân Alevi Yörük ozanlarımız ve Türk halkımız, Türkçeyi işleyerek günümüze taşımışlardır. CUMHURİYETİ KURARAK TÜRÇEMİZİ BAŞTACI YAPAN ATATÜRK’ÜMÜZÜ KÜLTÜR DÜŞMANI OLARAK GÖSTERMEK HAİNLERİMİZİN YORUMLADIKLARI DEMOKRASİMİMİZİN BİR GEREĞİDİR.
 DEMOKRASİ, CUMHURİYETİMİZE ÇAMUR VE İFTİRA ATMAK İÇİN KULLANILMAKTADIR!
                        Silahla yatıp, silahla kalkan Rahmetli Saddam Hüseyin döneminde de Irak’ta Tikrit usulü bir demokrasi, Baas usulü bir Cumhuriyet vardı. Desteğini; Tikrit’ten, Silahtan, korkudan ve yalakalardan alıyordu. Halkının özgür iradesine dayanan genel bir desteği olmadığı için; silahla boy göstermesi korkusunun işaretiydi. Bu tarz ilkel bir güç gösterisi yapması, oluşturduğu demokrasiyi ve cumhuriyeti işler halde tutmak amacına yönelikti.
Hırsızın, mırsızın, çağ dışıların ve ruh hastalarının her istediklerini yapma ve her aklına gelen ölçü dışı salaklıkları böğürme ortamı değildir demokrasi.
Cumhuriyete ve cumhuriyetin getirmiş olduğu güzelliklere ters düşen söz ve eylemleri, ”demokrasidir, napalımla!” kabullenemezsiniz.
Kabullenirseniz, cumhuriyetin değerleri yerine soytarılıkları koymuş olursunuz.
Bireyin meşru müdafaa hakkı olduğu gibi; CUMHURİYETİN VE DEVLETİN DE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI VARDIR.
Cumhuriyetimiz bu hakkını Mustafa Kemal gibi kullanmalıdır. Kendisine acımayana cumhuriyet neden acısın?
                        Seçilmek, iktidar olabilmek için halkın özgür iradesini kazanmak, demokratik sistemin ve cumhuriyetin gereğidir. Seçilebilmek için de, her türlü namus ve ahlak dışı dümenleri çevirmek te demokrasinin değil ahlaksızlığın gereğidir.         
Herodot Tarihinin üçüncü kitabında, Dariyüs ve beş arkadaşının uygulanacak yönetim sistemi üzerine yaptıkları tartışmalar çok ilginçtir. ”Krallık, basit bir adamın, kendisini adam yerine saydırma tutkusunu yaratır. Öncelikle, kadınları köle gibi kullanması nedeniyle, iyi bir yönetim biçimi değildir!” Demokrasi, ayak takımının baş olması demektir!” denilmektedir.
Cumhuriyet, her kurum ve kuruluşuna baş ister. Demokrasi, cumhuriyete alternatif değildir, alternatif olamaz.
DEMOKRASİ, CUMHURİYETİN ERDEMLİ BİR BİÇİMDE İŞLEMESİNİ SAĞLAMAK İÇİN VARDIR.
Halkın oyuyla, şu siyasi partiden seçildikten sonra; para ve her türlü kirli çıkar için, çalmadık siyasi parti kapısı bırakmamak, DEMOKRASİNİN GEREĞİ DEĞİLDİR. SAHTEKÂRLIĞIN VE ALÇAKLIĞIN VE DAHİ AHLAKSIZLIĞIN GEREĞİDİR.
Bir yığın ahlaken çökmüş yaratığı çağın dışına götürüp, sonra da, demokrasimizin bir gereğidir diyerek, cumhuriyetimizin karşısına getirmeyi hiç bir kimse kabul edemez.
Ne söylenirse söylensin yemezler, ne bulurlarsa yiyen Sayın Büyüklerimiz, yemezler!
                        Bartın’ın İhsaniye (Osmanlı) köyünden bir Hanım, Salı ve Cuma günleri, Amasra Semt Pazarında pazarcılık yapmaktadır. Senelerce önce; bana dedi ki:
                        “Sizler okumuş insanlarsınız; Bir PKK’lı, bir vatan haini öldürüldüğünde; “insan hakları!” diyerek ayağa kalkanlar, bir rütbeli, rütbesiz asker, bir polis, halktan masum bir kimse, bir çocuk ve bir kadın öldürüldüğünde niçin susarlar? O ölenler insan değiller mi? Onların insan hakları yok mu? Bunlar, maaşla mı bu kadar şamata çıkarırlar. Ben bunlara çok bozuluyorum. Terörist, sağ olarak ele geçirilmeliymiş! Kendileri gidip, neden sağ olarak ele geçirmezler Beyim!”
Bu gibi çıkışların demokrasi ile de bir ilintisi yoktur. Ölenlerin sahipsiz bırakılmalarının eseridir tüm bu ahlaksızlıklar.
                        “ATATÜRK DEVRİMİNİN TEMEL İLKELERİ;”
                          “Cumhuriyetçilik nedir, ne değildir?”
                        1996 yılında yayımladığımız bir ders kitabına yazdığım yazıyı aynen vermek istiyorum: ”Genellikle ve aydınlarımız arasında CUMHURİYET = DEMOKRASİDİR görüşü egemendir. Öyle olduğuna inanırlar ve öylece de anlatırlar.
                        Demos, Yunanca HALK; Kratos ta yönetim demektir. DEMOSKRATOS, DEMOKRASİ, HALKIN YÖNETİMİ demektir.
                        CUMHURİYET’İ nasıl tanımlamamız gerekecektir?
            CUMHURİYET; MUTLAK OLARAK, EGEMENLİĞİ ELİNDE TUTAN MİLLETİN, BUNU BELLİ SÜRELER İÇİNDE SEÇTİĞİ MİLLEVEKİLLERİ ARACILIĞI İLE KULLANDIRDIĞI; BAŞINDA; VATANDAŞLAR GİBİ YASALARA UYAN VE DEĞİŞTİRİLEBİLEN YÖNETİCİLERİN BULUNDUĞU DEVL ET ŞEKLİDİR.
            Milattan çok önceleri; Atina sitesinin yöneticileri çömlek kırıklarına adları yazılarak,  Atina vatandaşları tarafından seçilirdi. Zamanla, aile ve grup egemenliği ortaya çıktı. Cumhuriyet, sonuçta, diktatörlüğü getirmiş oldu.
                        Demokrasi kelimesi, OLİGARŞİ—Karışıklık rejimi—ile eş anlamda kullanılır oldu. Atina hayranı Avrupa da, 18’inci y.y.a kadar, bu tanımı kabul etti.
                        Büyük İskender’in öğretmeni ve EFLATUN’UN öğrencisi ARİSTO (i.ö.384–322)üç ayrı devlet şeklini tanımladı:
                                   1-Monarşi,
                                   2-Aristokrasi,
                                   3-Politi. Dedi ve : ”Bu yönetim biçimleri, halkın yararına, faydalarına göre kullanılırsa yararlıdır.” Demeyi de ihmal etmedi.
                        Monarşi yerine, onun bozulmuş biçimi TİRANLIK; Aristokrasi yerine, onun bozulmuş, yozlaşmış olmuş biçimi olan, OLİGARŞİ; Politi yerine de, DEMOGOGLARIN egemenliği ele geçirdiği DEMOKRASİ—DEMOGOJİ- ortaya çıkar. Demokrasi oyununu oynayan, Az gelişmiş, günü gününe yaşamak zorunda bırakılan ve siyasi kültürden yoksun toplumlarda, bu süreç hep böyle geliştirilmiştir.
                        Aristo’nun çok ilginç tespitleri, günümüzde bile geçerliliğini sürdürmektedir:
                        “Yoksulluk, itaat alışkanlığı; zenginlik ise insanlara otoriteye karşı koyma eğilimi verdiği halde; orta sınıf böyle eksikleri olmayan bir denge unsuru oluşturur:”
                        “Eşitlik ilkesi uygulanmazsa, zeki ve üstün yetenekli insanlar, gerçekte var olmayan eşitsizliği yok etmek için ihtilal yoluna giderler.” Der, Ünlü Bilge.
                        Atatürk’ün sayesinde; Türk Ulusu yeni bir yönetim biçimini denemeye koymuştur.
Halka hizmet sistemi.
Diktatörlükler sadakat sistemine bağlıdır. Halk ve hizmetliler, diktatör için vardır.
Cumhuriyet’te, halkın seçtiği yöneticiler ve hizmetliler, halk için vardır. Diktatörlükte sadakate göre insanlar değerlendirilirler. Cumhuriyet’te cumhuriyete verilen hizmete göre değerlendirme esastır.
İlkokul mezunun korgeneral; Yedi, Sekiz Hasan’ın Paşa olduğunu bilmeyenimiz var mıdır?
Dağılan Sovyetler birliği de cumhuriyetti ve bir tek komünist partisi vardı. Komünist partisine sadakat esastı.
                        “Atatürk dönemi, tek partili yönetim dönemidir! Öyle ise, cumhuriyet dönemi sayılamaz!” Diyenlere benden okkalı bir selam olsun. Onca ihanete ve gericiliğe karşın; çok partili bir yönetim dönemini denemedi miydi?
ATATÜRK Dönemi, cumhuriyet dönemidir; neden mi cumhuriyet dönemidir? Anlatayım:
            İngiltere, demokrasinin beşiğidir. Lortlar Kamarası ve Avam Kamarası seçimle gelir; seçimle gider. Ya devlet başkanları! Kraliçe Elizabeth ve ondan önceki İngiliz Kralları ne ile geldiler? Seçimle mi geldiler? Hayır; soy ağacına göre geldiler; ya ecelleriyle gittiler, ya da krallığı bırakmak zorunda kaldılar.
            Öyle ise, demokrasi, cumhuriyet değildir. Devlet başkanının seçimle geldiği bir yönetim biçimi cumhuriyettir.
Bu seçim; doğrudan doğruya olabileceği gibi, halkın özgür iradesiyle seçtikleri aracılığı ile de olabilmektedir.
ATATÜRK’ÜN cumhuriyet yönetimi budur. İlk zamanlar; iki dereceli seçimler vardı denilebilir. %3 okur, yazar oranı ile miras olarak alınmış, bir kul topluma; İngiltere’nin 700 senelik sistemini, şıp! Diyerek, kim yerleştirebilir?
                        12, Eylül, 1980 Askeri darbesiyle devletimizin başına oturan Orgeneral Sayın Kenan Evren. DEVLET BAŞKANIDIR. 1982 seçimiyle gelen Sayın Kenan Evren ise CUMHURBAŞKANIMIZDIR. Aynı kişiye değişik nitelik vermek hukuki işlemlerle olur.
            Silahlar seçerse, Cumhurbaşkanı olunamaz. Oylar seçerse cumhurbaşkanı olunur.
Napolyon Bonapart’ın Yeğeni Napolyon’u; 1848 tarihinde, Fransız halkı seçtiği için, Fransız cumhurbaşkanı oldu. 1851 tarihinde; Fransız devletinin başına askeri bir darbe ile geldi ve Üçüncü Napolyon unvanı ile de Fransız İmparatoru oldu.
            CUMHURİYET YÖNETİMİ, DEMOKRASİ İLE DEMOKRASİNİN SAĞLADIĞI, DEMOKRATİK ORTAM İLE GELİŞİR.
ATATÜRK; ”Cumhuriyetin, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesillere ihtiyacı vardır;” demişti.
Demokrasi edebiyatı ile yetiştirilmeye çalışılan yeni nesillerimize bakınız. Gençliğin bir boyutuna değil, çeşitli kesimlere mensup olan gençliğin tüm boyutlarına bakınız. Cumhuriyetimizin dayandığı evrensel değerlere bakınız. Sonra da; demokrasi adına oynanan oyunları iyi bir gözlemleme ile irdeleyiniz.
İlginç, ilginç olduğu kadar da, çok ahlaksızca bir durum ve ortamla karşılaşırsınız. Cumhuriyetimizi; demokrasinin nimetlerinden yararlanarak yozlaştıran, işleyemez duruma getirenler; suçu kendilerini lâyık olmadıkları yerlere getiren sistemimize yıkıp, KANLA VE GÖZYAŞI İLE OLUŞTURDUĞUMUZ KONSENSUS’U YIKMA ÇABASI İÇİNDELER.
            “Sait’i Kürdi’yi dinleselerdi, bunlar başımıza gelmezdi;” ÖĞRETİM BİRLİĞİ YASASINA NE GEREK VARDI!” diyen politikacı, Milli Eğitimimizin başında
            “Laik, dinsiz Mustafa Kemal rejimini yıkıp, Kuran’a dayalı ŞERİAT REJİMİ GETİRMEK İÇİN, VAR GÜCÜMLE ÇALIŞACAĞIMA BÜTÜN MUKADDESATIM ÜZERİNE YEMİN VE KASEM EDERİM!”diyen politikacı, tarikatçılarla ve Harici bedhahlarla kol kola ve en yüce yerde.
            “Dağlara ve taşlara, NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” basitliğini yazdılar diyerek, bir İngiliz’e beyanat veren politikacımız 864 RAKIMLI TEPE’DE!
                        Çalanlar, çarpanlar, köle insan ve uydu devlet kurumları yaratmak için, hiç te umursamadan ve utanmadan çalışanlar, SUÇLU OLARAK CUMHURİYETİMİZİ GÖSTERİYORLAR!
                        DEMOKRASİ; HALKIN EGEMENLİĞİNİ GEÇİCİ VE BELLİ SÜRELER İÇİN DEVREDECEĞİ TEMSİLCİLERİN SEÇİMİNDE KULLANILAN EN DOĞRU VE EN SAĞLIKLI YOLDUR.
Ya, ülkemizde ve pratikte uygulamalar böyle mi?
                        Demokrasi, çoğulculuk ve çoğunlukçuluk üzerine kurulmaktadır. Ülkemizde; çoğunluğu alan siyasi parti; seçim yasası ile oynayarak %21,75’lik bir oy oranı ile iktidara gelebiliyorsa; burada, halkımızın iradesi yoktur. Burada; Rahmetli Aristo’nun dediği olmuştur.
                        Ya da Rahmetli Eflatun (İ,Ö,429–347) ne buyuruyordu! DEVLET’İ okumayan, hiçbir kitap okumamış demektir. Hele, hele DEVLET’İN işlendiği 8’inci ve 9’uncu bölümler, mutlaka okunmalıdır.
Yunanistan’la bin kere savaşsak, bin kere yeneriz. Yunanistan’a yine de hiçbir şey olmaz. Çünkü ve dahi çünkü Sokrat’ı, Eflatun’u, Aristo ‘su ve DEVLET’İ var. Yalınız Eflatun’u bir kere yenebilsek; Avrupa’yı sürekli yenmiş oluruz.
Bakınız, Eflatun bize nasıl sesleniyor:
                        “Namuslu memur; ne ailesince, ne de devletince sevilir. Hırsız olup, herkesi memnun eden; fakat namuslu görünmesini bilen memur, herkesçe sevilir takdir edilir ve onurlandırılır.”
                        “Demokrasilerde; önce, liderin karısı ve çocukları hırsızlığa alıştırılır, sonra da lider;” diyor Eflatun!
Daha da neler diyor neler: ”O zaman, kendileri daha da zengin, daha zengin olma peşine düşerler. Paraya verdikleri değer arttıkça; doğruluğun değeri düşmeye başlar. Zenginlikle doğruluk öyle ayrı şeylerdir ki; ikisini teraziye koyduğunuzda, kefelerin biri hep iner, öteki yukarı çıkar.” (Devlet, S.234)
            “Bir devlette, zenginlik ve zenginler baş tacı olunca; doğruluğun ve doğru insanların şerefi azalır.”(Devlet; S.551).
”Çalıp, çırpma ve yurttaşları yoksulluğa, açlığa ve sefalete iten para hırsı, mutsuz insanlar yaratır”, diyor ve ekliyor Ulu Bilgin: ”Bu mutsuz insanları görmezlikten gelen zenginlerse, bir şey düşünmezler. Zehirli iğneleri, yani paralarıyla, darda kalan yurttaşları sokmaya devam ederler. Onlar, sermayelerini büyüttükçe; toplumda, yaban arıları ve serseriler çoğaldıkça çoğalır.”(Devlet; S.240)
            Ve şu sonuca varıyor EFLATUN:
            “İşte, bu kavgada, yoksullar, düşmanlarını yendiklerinde DEMOKRASİ KURULUR.” ”Evet; demokrasi, ya böyle silah gücüyle olur; ya da zenginlerin korkup kaçmasıyla olur.” (Devlet. S.24-557)
                        “Oligarşiden demokrasiye geçiş nasıl olursa; demokrasiden zorbalığa geçiş te, aşağı yukarı, öyle mi olur, dersiniz?” Oligarşiyi kuran ne olmuştu? Aşırı zenginlik kaygıları değil mi?” Oligarşiyi yıkan da, bu doymak bilmeyen, zenginlikten başka şeye değer vermeyen tutku olmuştur. (Devlet, S.246-562)
                        “ÖZGÜRLÜK, BİR DEMOKRASİ DEVLETİNDE; HERKESİN,”EN GÜZEL ŞEY DEDİĞİ” O’DUR. ”Bu özgürlüğe susamış devletin başındakiler, içki sunmasını bilmeyen sakilere döndüler mi, demokrasi alabildiğine hürriyet için sarhoş olur. Halkı yönetenler, her yola girmesini beceremez, her istenen özgürlüğü veremez olunca, halk onları suçlandırır, hain diye cezalandırır.” (Devlet, S.247-562c-d)
                        “Oligarşinin başını yiyen hastalık, burada da özgürlükten doğar, daha büyük bir hızla gelişir ve sonunda demokrasiyi köleliğe çevirir. Çünkü her aşırılığın ardından her zaman sert bir tepki gelir. Mevsimlerde, bitkilerde, tüm canlılarda bu böyle olur. Devletlerdeyse, hepsinden daha çok.”( Devlet, S.248-563c)
                        Eflatun’un 2500 sene önce anlattıklarının hepsi, Cumhuriyetimizde de, Demokrasimizde de var.
Bu durum; Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN tanımladığı ve özlemlediği duruma hiç uymamaktadır. O’NUN döneminde; T.B.M.Meclisi üyeleri ve üst düzey yöneticileri, lüks elbise giymezler, kerpiç binalarda otururlardı. Palto ile T.B.M.Meclisine gelen milletvekili, ol paltoyu hizmetli ile arkadaşına gönderir, tek paltoyu iki kişi kullanırdı. Tek palto, iki kişinin T.B.M.Meclisine gelerek, ulusun alın yazgısını değiştirecek kavgalara girmesini ve onurunu yüceltmesini sağlardı.
            T.B.M.Meclisi, odun sobası ile ısıtılır, gaz lambası ile aydınlatılırdı. Milletvekilleri okul sıralarında oturur, asker karavanalarından yer ve koğuşlarda yatarlardı.
İkinci İnönü Muharebesine iştirak eden sekiz milletvekili, ateş hattında, iki saat boyunca, düşmanla çarpışmışlardı.
                        Kendisine zeki, çıkarlarına kaplan olanlar, devlet yönetiminde pısırık ve mandacı; kendisine abdal ve çıkar nedir bilmeyenler, devlet yönetiminde onurlu ve yiğit.
Demokrasi oyununda; iradesini vekillerine verenler, onlardan daha akıllı ve uyanık olmalılar ki, cumhuriyetimiz yozlaştırılmasın. Halkın, kendisini temsil etmek maksadıyla seçtikler; halkın gözünün içine baka, baka, Cebeci pazarındaki Patates ve domates gibi, kendilerini pazarlayamasınlar.
Seçmenlerimiz, bu durumu önlemeli, akde aykırı davrananların vekâletleri azledilmelidir.
Demokrasi, Türkiye Cumhuriyeti’nin örgütlenme biçimidir. Demokrasi, hayata başlama, okuma ve geleceğini kurma çizgisinde, fırsat eşitliği sağlayan bir cumhuriyet dayanağıdır.
Halkımıza yalınız siyasi özgürlük vermek, bir aldatmacadır. Halkımıza, ekonomik özgürlüğü mutlaka verilmelidir.
            EKONOMİK YÖNDEN ÖZGÜR OLAMAYANLAR, ANCAK VE DAHİ ANCAK, EFENDİLERİNİ SEÇEBİLİRLER.
                        İçinde yaşadığımız cumhuriyet’in, ATATÜRK CUMHURİYETİ ile ilgisi, onun devamı olma iddiasından ibarettir. Yöneticilerin TİRAN’A, halkın da AVAM’A dönüştürüldüğü bir YERDE DEMOKRASİNİN VE DAHİ CUMHURİYETİN NİTELİKLERİ TARTIŞILIR.
                        Halkın çocukları, hem yurdu, hem cumhuriyeti, hem yöneticileri ve onların ailelerini ve dahi yurdu korursa; halkımızı kimler nasıl koruyacaktır!
Bu cumhuriyet ve bu demokrasi, Mareşal Gazi Mustafa kemal ATATÜRK’ÜN önerdiği ve özlemini çektiği yönetim biçimi değildir ve olamaz.
                        Halkımızdan alırken; umutla alınan, kullanırken parayla ve her türlü kirli çıkarla satılan bir irade anlayışının olduğu yerden Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, HİÇ GEÇMEMİŞTİR.
                        Bugün; cumhuriyeti yıkmak isteyenlerin nedenleri cumhuriyetimizin kendisinde mevcut değildir.
Türkiye Cumhuriyetini; akla ve çağdaşlaşmaya gönül vermiş, çoğulcu ve çoğunlukçu, laik, demokratik, insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına ve sosyal hukuk devleti anlayışına saygılı kimseler yönetmelidir. İşte o zaman Demokrasi de işler, Cumhuriyet te işlevini tam yapmış olur.
            KİRLİ DEMOKRASİYLE, ERDEMLİ CUMHURİYETE VARMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR; SAYIN SEYİRCİLERİMİZ.
                       


409-BİREYDE,TOPLUMDA VE DEVLETTE KANSER HASTALIĞI.

                                                                       
           
OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            İzmir; 16 Aralık 2010/03Temmuz 2011

BİREYDE, TOPLUMDA VE DEVLETTE:
                             KANSER HASTALIĞI!

“Hastalığın nedenini bulduktan sonra, tedavisi sorun değildir!”
                                                                                   GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
“Uluslaşma sürecini tamamlayamamış toplumlara yapılan demokratikleşme baskısı; bu toplumları oluşturan unsurlardan yeni uluslar yaratmaya yöneliktir!”Profesör Dr. Andrew Mango                                                          
Dünya’da her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin mesuliyetin ortak sayılır!”GAZİ Mustafa Kemal
           
“SÖZ KONUSU VATANSA, GERİSİ TEFERRUAT SAYILIR!”                 ATATÜRK

            İnsanlar çoğaldıkça; yetersiz beslenme, sağlıksız yerleşimler ve sanayinin kontrolsüz kullanımı, yeni, yeni hastalıkların meydana çıkmasına neden olmuştur. Sağlıksız ortamlar da, hastalık yapan mikro organizmaların değişimlerini de hızlandırmıştır.
Mikro-Biyolojik savaşta, mikropların genleri ile oynanarak canlılar için, can alıcı canavarlar üretilmiştir. Kasıtlı ya da kasıtsız olarak, laboratuarlardan kaçırılan bu mikro canavarlar, milyonlarca insanın ölümüne neden olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonunda; 20.000.000 insan, İspanyol nezlesinden ölmüştür.
                   *İlk çağlarda; cüzzam, Alaten,
                   *Orta çağda; Kara ölüm, veba,
                   *Amerikanın keşfinden sonra; Frengi,
                   *19’uncu asırda; Beyaz ölüm, Verem,
                   *İlk çağlardan beri, gittikçe artış gösteren Kanser,
                   *20’inci asrın sonunda da Aitse.
         Bendeniz; insanların, dolayısı ile tüm canlıların, toplumların ve dahi devletlerin tüm organlarına sızarak onları acımasızca öldüren KANSER’DEN söz etmek istiyorum.
         Kanser’e ad veren Ünlü Hipoktrates’tir. M.Ö.(460-377)yılları arasında yaşamış olan bu Bilgin; yaranın Kanser’e ---Yengece --benzemesine bakarak bu adı kullanmıştır.
İnsanların iç organları gözlemlenemediğinden, vücut dışındaki organlarımız üzerinde çalışmalar yapılmıştır.
Mevlana:”Karaciğer üzerine sineklerin konması onun şeker deposu olduğunun işaretidir!”Diye tarihe not düşmüştür.
Batılıların Avicenna olarak adlandırmış olduğu İbni Sina da: ”Hastalıkları gözle göremediğimiz küçük şeytanlar yapmaktadır!” Diyerek tabipleri uyarmıştır.
         Kanser öyle belalı ve sinsi bir hastalıktır ki, hep pusuda bekler. Şartların elverişli olduğunu gördüğünde de yavaş, yavaş gözüne kestirmiş olduğu organlarımızda üremeye başlar.
Canlılarda ve özellikle de insanlarda var olan her organ, kanser olma riski altındadır.
Burada; kansere açık organlarımızı sayacak ta değilim. Beyinde olur; akciğerde olur, karaciğerde olur, böbreklerde olur, prostatta olur, mesanede olur, bağırsaklarda olur, midede de olur.
Kanser; bir yere yerleşti miydi, orada kalmaz tüm vücuda yayılır. İç organlarda oluşan kanseri hemencecik tanımlamak çok zordur. İnsanların genel sağlık bakımlarını ihmal etmeleri, sağlık kuruluşlarının yaygın ve ucuz olmayışları ve ihmalkârlıklar Kanserin yayılma nedenidir.
Kansere iki türlü müdahale edilmektedir:
         1-*a-Radyoterapi-Işın tedavisi- *b-Kemoterapi-İlaç tedavisi-
         2-Ameliyat.
         Hipokrates’in dediği gibi; hastaya yumuşak ve sert yaklaşım.
         En iyisi; sık, sık kontrol ettirilerek ve Kanseri yaratıp ta besleyecek olan etmenlerden uzak durarak kanser olmamaktır. Her tedavinin riski vardır. Hastalığın vücuda yayılmasından sonra yapılacak operasyonlar, insanı da toplumu da ve dahi devleti de sakat ve iş göremez hale sokmaktadır!
         Toplum; bireylerden oluşan bir insan ormanıdır. Devlet te; bir insan gibi, iç ve dış organları olan, bir makro-organizmadır. Beyni vardır; canı vardır, kalbi vardır, yüreği vardır. İnsana mümasil tüm organları vardır.
Bireyde Kanser oluşumunu bilmeyenimiz yoktur. Öyle ise:
         TOPLUMDA ve DEVLETTE KANSER NASIL OLUŞTURULUR!
         İnsanlarda Kanser yapan etkenlerin Kanserin oluşumuna neden olduğunu biliyoruz. Devlette ve Toplumda, neden oluşturulur hükmüne varıyoruz? Kanser oluşturulur da ondan böyle bir hükme, hiç şaşırmadan ve çekince duymadan varmaktayız.
         Osmanlı devletini göz önüne getirelim. Başlangıçta; beylikten geçiş ve devletleşme düzeni ahenk içersinde ve başarılı olarak sürdürülmüştür. Devletleşmede ve yayılmada bu düzen sarsılmıştır.
         Devşirme ve Türk kökeni ileri sürülmüş; bunun sonunda da Fatih Sultan Mehmet zehirlenerek öldürülmüştür.
Genişleyen eyaletlere atanan Beylerbeyleri ve Beylerin seçimlerine rüşvet karıştırılmıştır. Saray mensupları kadınlar ve gözdeler devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır.
Fransız siyasi tarihinde okumuş olduğum bir cümle beynime mıhlanmıştı: ”1743’den beri, Fransa’yı Kralın metresleri yönetmekteydi!”
Bugünde; ülkemizi dışarıdan destekli tarikatlar yönetmektedir. Tarikatçılık Kanser mikrobu Amerikalı dostlarımızın(!) Armağanıdır.
         Osmanlı tarihine bir bakalım; Nurbanu Sultan; Kösem Sultan, Osmanlı devletine enjekte edilmiş birer kanser mikrobuydular.
         Eğitimsizlik; Hacı; Hoca ve Molla takımının devlet yönetiminde söz sahibi olması; bir saray Baltacısının Serdar olması, Yedi/Sekiz Hasan’ın Mareşal olması, mekteplilerin öldürülmesi, ülkeye medreselilerin egemen olması, Avusturya savaşında; muharebeye başlama saatinin, yıldız nameyle kararlaştırılması sırasında tüm Osmanlı ordusunun imha edilmesi…
Osmanlı Ordusunda, rütbelerin para ile alınıp satılması; Ünlü Gök Bilgini Ali Kuşçunun açmış olduğu gözlemevinin, Osmanlı donanması tarafından bombardıman edilerek yıktırılması, Üçüncü Selimin başlatmış olduğu reform hareketlerinin söndürülmesi…
Rüşvet, iltimas, dışa dayanmak ve dışa borçlanmanın özendirilmesi; DÜVELİ MUAZZAMA fikri altında ezilmişlik...
         Anadolu hareketini ezme girişimleri, hilafet ordusu ve Kürt –Nemrut Mustafa Divavıharbinin haksız yere asmış olduğu, Vatansever Türkler, Kanserliliğin en büyük tanımıydı.
Osmanlı devletinin tüm organlarına bulaştırılan Kanserli hücreler etkisini göstererek devleti ve milleti yiyip, bitirme noktasına gelmişti.
         TANRIMIZIN, TÜRK MİLLETİNE BİR BAĞIŞI OLAN MUSTAFA KEMAL; Osmanlı devletini ameliyat masasına yatırarak Kanserli hücrelerini temizleyerek yeni BİR TÜRK DEVLETİ YARATMIŞTI.
         Ulusal Kurtuluş Savaşımız Türk halkının kongre kararları ile başlatılmış ve kazanılmıştı.
Kanserin en çok etkilediği Padişahlık ve Halifelik kaldırılmış, halk iradesi egemen kılınarak TÜRKİYE CUMHURİYETİ kurulmuştu.
         Sınıf ve ırk ayrılıkları izole edilmiş, ”ulusal Kurtuluş Savaşını yapan Türkiye halkına türk milleti denilir!” kavramına göre de yasalar çıkartılmıştı.
Eski devrin; sömürmekten öte bir marifetleri olmayan unvanları da kaldırılmıştı.
Kadının ayağındaki, Din ve Allah adına vurulmuş olan prangalar da kırılarak, TÜRK KADINI baş tacı yapılmıştı.
Bütün Kanser mikropları ve bu mikrobun oluşarak ilerlemesini sağlayan devlet organları temizlenmişti.
Birer Kanser yuvası olan tekkeler ve zaviyeler de kapatılmıştı.
Azınlıklara tanınmış olan hak ve ayrıcalıkların, Kanserin en belirgin üreme etkeni olduğu anlaşılarak kaldırılmıştı.
Kıyafetlerin neden olduğu ve bizi çağ dışı bırakan Kanser etkenleri de silinip atılmıştı.
Laiklik ilkesi; Hurafe ve Gericilik ve Sömürme Kanserini de söküp atmıştı.
         Kadınları ve erkekleri eşit, pırıl, pırıl bir TÜRKİYE CUMHURİYETİ yaratılarak uluslar arasındaki onurlu ve saygın yerine oturtulmuştu.
Sonrasına da bir göz atalım:
         *Türkçe ezan kaldırılarak, Gericilik Kanserine zemin hazırlanmıştır.
         *1853’ten sonra; Osmanlı’nın girmiş olduğu kanser mikropları ile dolu borç batağına gözü kapalı olarak girilmiştir.
         *Torpil Kanseri mikrobu devletin organlarına bulaştırılmıştır.
         *Laik Mektep-Dini mektep Kanser mikrobu hızla devletin bünyesine şırıngalanmıştır.
         *Başörtüsü ve tesettür kıyafeti Kanser mikrobu da hızlı bir şekilde devletimizin bünyesine katılmıştır.
         *Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisine dolmuş olan; tüm hırsız, dolandırıcı, Cumhuriyet ve Çağ düşmanı kimseleri koruma ve kollama Kanser mikrobunun da devletimizi kemirmesine seyirci kalınmıştır.
         *Alman mahkemelerinin nitelikli dolandırıcılıktan mahkûm ettiği kişiler de, Devletimizin korumasında ve en üst düzeyde devletimize onurlu hizmetlerini sürdürdüklerini sanarak Kanser mikrobunu yaymışlardır.
         *Geceyarısı yasaları ile devletimize onurlu hizmetler vermiş olan, göğüsleri istiklal madalyalı emekliler, gazeteciler, yazarlar ve dahi profesörler bir bitmeyen suçlama öyküsü ile hapislere atılmışlardır.
         *Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları sanık sandalyesine; vatan hainleri de tanık sandalyesine oturtularak onur yiyen Kanser mikrobunun hızla üremesine yol açılmıştır.
         *Vatan hainleri, kendisine tahsis edilen ve lüks binalarla bezenen dairesini beğenmezken; bu hainlerin şehit ettikleri kahramanlarımız da iki metrelik vatan toprağına hiç sızlanmadan yan gelerek yatmışlardır!
         *Devletimizin tüm kurum ve kuruluşlarına Kanser mikropları bulaştırılmıştır.
         *Kuvvetler ayrılığı, kıyak ayrıcalıklı Milletvekillerimizin sadakatları ile bir kuvvetlinin ağzına peşkeş çekilmiştir.
         *Ulusal yapımıza ve ÜNİTER TÜRKİYE CUMHURİYET DEVLETİNE, toprak bütünlüğümüze, uluslar arası saygınlığımıza, LAİKLİĞE, ÇAĞDAŞLIĞA ve geleceğimize en ağır SEVR kanser mikrobu zerk edilmiştir.
         Hâlâ bu yazımı sürdürmemi bekliyorsanız! Sizlerin de acele RT. Olmanıza sağlık verir gözlerinizden de öperim, benim Sayın Seyircilerimiz.
                            OSMAN TÜRKOĞUZ
                            E.J.KD. ALBAY-HUKUKÇU
                   MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMALİN ASKERİ.

        
        

                       

İzleyiciler

Blog Arşivi