30 Kasım 2011 Çarşamba

476-SEN ÇIKIYORSUN.

                                                                           
                          SEN ÇIKIYORSUN!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;30 Kasım 2011.

                        SEN ÇIKIYORSUN!
            Saniye, saniye ve
            Saat, saat bölüyorum kendimi,
            Sonra da bir araya topluyorlar;
            SEN çıkıyorsun.
            Bir an parçalara bölüyorum zamanımı;
            Onları da topluyorlar;
            Anılarımda da SEN çıkıyorsun.
            Bir fotoğraf çektiriyorum kimliğim için;
            Fotoğrafçının gözleri faltaşı!
            Fotoğrafta da SEN çıkıyorsun.
            Aynaya bakıyorum, nasılım diye;
            Hayret,
            Aynada da SEN çıkıyorsun.
            Yakama SEN diye çiçekler takıyorum,
            Gül bahçelerinde de SEN çıkıyorsun.
           

475-SENİ CENNETTE GÖRMEK.

                                                                                
            SENİ CENNETTE GÖRMEK.
            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@gmail.com
            İzmir;30 Kasım 2011-11-30
                       
                        SENİ CENNETTE GÖRMEK!
            SENİ görmediğim zamanlar
            Karanlıklar kaplar içimi;
            Susuz çiçekler gibi boynum bükülür.
            Karanlıklar dolar evrenime,
            Tüm umutlarım, tüm sevinçlerim
            Birer, birer dökülür.
            SENİ gördüğüm zamanlar,
            Güllerin en güzelini görürüm;
            Gözlerinde ölürüm, saçlarında ölürüm,
            Ateş gibi ellerinde ölürüm.
            SENİ gördüğümde bir tanem,
            Melekleri görürüm,
            Cennetleri görürüm.
            SENİ gördüğümde bir tanem İnan ki
            Yaratanı görürüm.
            Gözlerinde, saçlarında, dizlerinde
            Tekrar, tekrar ölürüm.
            Sonra da öldüğüme şükrederim
            SENİ cennette görürüm.

29 Kasım 2011 Salı

474-İSTİKLAL MAHKEMELERİ VE İDAM CEZALARI

                                                                                 
                                      İSTİKLALMAHKEMELERİ 
                                                      VE
                                          İDAM CEZALARI

                OSMANTÜRKOĞUZ
                osmanturkoguz@gmail.com
               İzmir;29 Kasım 2011.

                        Anadolu İhtilalinin yazarı Rahmetli Sabahattin Selek;—Süvari Üsteğmen rütbesiyle malulen ayrılmıştır-- Milliyet gazetesinde, Garp Cephesi Komutanı Miralay Mustafa İsmet Bey’in yenmiş olduğu Yunanlıları takip etmeyişini eleştirmişti. Rahmetli ve Cennetmekân Mustafa İsmet İnönü O’NU davet ettiği bir öğle yemeğinde ve yemek masasında kendisine sormuştu:
            “Siz, o muharebelerin yapıldığında orada, muharebe meydanında mıydınız?”
            “Hayır, Paşam, ben o zaman doğmamıştım bile!”
            “O zaman doğmamış olan siz, yenilen bir düşmanı takip etmenin sağlayacağı başarıyı ve onuru düşünüyorsanız da Garp Cephesi Komutanı Miralay İsmet Bey bunu nasıl düşünemiyor?”Çerkez Ethem’in takibinden dönen yorgun ve bitkin askerlerimizi subaylarımız vagonlardan sırtlayarak indirmişlerdi…”Ve durumu bütün çıplaklığı ile anlattığında; üzülen ve de çok mahcup olan Rahmetli Sabahattin Selek, çok utandığını ve yerin dibine geçtiğini aynı gazetede yayımlamıştı.
             Bir sokak kavgasını bile görmemiş olan Mustafa Kemal ve Mustafa İsmet düşmanları, bu vatanımızın ve Türk Ulusunun nasıl tehlikelerden ve yokluklar içersinde kurtarılmış olduğunu;ülkemizi haksız olarak işgal edenlerin ve onların destekçisi hainlerin halkımıza yapmış oldukları mezalimleri ve Ulusal Tarihimizi bilmeden karalamaktadırlar. Ayaklanmalar, askerlerimizin öldürülmesi ve Türkiye Cumhuriyetine karşı düşmanlarla işbirliği yapıldığı hallerde, o ayaklanmaların silahla bastırılmasını ve hainlerin de yargılanarak gereken cezayı almalarını da ağlayarak insanlık suçu saymaktadırlar. Aptallıklar, ihanet ve çıkarla birleştiklerinde bugünkü durum ortaya çıkmaktadır. Hangi silahlı ayaklanma çiçek demeti ve nasihatla bastırılmıştır? Rahmetli Sabiha Gökçen asileri bombalamış! Adını hava meydanından silelim. O,yaygın ayaklanma bölgesindeki hainleri elli kiloluk bombalarla bombalamıştı! Yahu sizler, dağlardaki bir miktar bölücü ve taşeron hain için, en pahalı ve en etkili modern bombaları ve mühimmatı dolarla satın alarak neden onların bulunabileceği her yere attırmaktasınız? Siz yapınca devlet yapmış oluyor da Dersimdeki asileri bombalayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti nasıl Atatürk, İnönü ve Sabiha Gökçen oluyor! Haydi, çıkmış olduğunuz deliklere!
            Sizlerin kişiliklerinizi ve karakterlerinizi savunduğunuz ve dost bildiğiniz hainlerimizin karakterlerden çıkardığımızı da söylemek durumundayım.
            Ben, İstiklâl Mahkemelerimiz üzerine bir yazı yazmadan önce, bu gibi durumlarda, dünyada uygulanmış olan ve tarihlere geçen olaylardan örnekler vermek istiyorum.
                        FRANSA.
            Fransa’da, tepede Krallar, onun altında Asiller, onun altında Din adamları, onların altında da Serfler—Avam-vardı. Asillerin topraklarında çalışan ve evlendiklerinde de ilk gece hakkı toprak sahibi senyör’e ait olan halk, Senyörün arazilerinin ve saraylarının etrafına yerleşerek 400 sene içinde her şeye egemen olan Burjuvaziyi oluşturdu. Sefahatin, Sefaletin ve Haksızlıkların ayağa kaldırdığı Fransız halkına Burjuvalar önderlik ettiler. Paris halkı 14 Temmuz 1789’da Bastil Zindanını basarak ele geçirdiler. Bastil’de Beş Mahkûm ve bir de deli birisi vardı. Olsun; bu Krallığa ve asillere ve dahi din adamlarına karşı bir çıkış ve bir başkaldırı idi; bu nedenle de Fransız devriminin başlangıcı ve sembolü oldu. Paris’in banliyösünde oturan Kral 16’ıncı Luvi’ye şikâyete giden Paris halkının temsilcilerine İsviçrelilerden oluşan krallık Muhafız Alayı ateş açarak ölümlere ve yaralanmalara neden oldu. Böylece de, Kral 16’ıncı Luvi de ihanet edenler listesine eklenmiş oldu.
            Fransa’da Robespiyer Döneminde, terör estirildi.1793-1794 döneminde, öldürmeler ve Giyotin ile baş kesmeler doruğa çıktı. Giyotin hiç boş kalmadı,12.000 Asilin yurt dışına kaçamayanlardan yarısına yakınının başı Giyotin ile kesildi. Tribunal Revolutionaire, Comite de salue Poupligue—Umumi Selamet Komitesi, İstiklâl mahkemesi, Halk Mahkemeleri—Bu Mahkemelerde ölüm kararlarını verenler Örgücü kadınlardı: Kral taraftarlarını, Asilleri, Papazları ve İktidar karşıtlarını hemen ölüme gönderirlerdi. Bunların kararlarıyla 2774 kişi idam edildi. --Tanrımıza binlerce şükürler olsun; bizim Silivri Mahkemelerinde Örgücü Kadınlara hiç ihtiyacımız olmadı. İkinci Dünya Savaşı sırasında; Fransız Vatanseverlerinin oluşturduğu MAKİ Örgütüne munsubolmak iddiası ile Fransız Mahkemelerine gönderilen Fransız Vatanseverlerini yüzleri maskeli Hâkim ve Savcılar şıpıdanak ölüme gönderirlerdi. Onlar da örgücü Kadınlara ihtiyaç duymamışlardı. Bizde de,1-2 formülü ve Maskeli Tanıklar, Örgücü Kadınlara ihtiyacımızı ortadan kaldırmıştı.-- Aynı süre içersinde tüm Fransa’da 17.000 kişi idam edildi. Ölüm cezası verilenlerle sokaklarda öldürülenlerin sayısı 400.000 olarak insanlık tarihine geçirildi. Robespiyer ve Kardeşi, Fransız Meclisinde tabanca ile yaralandıktan sonra, giyotin ile başları kesildi. Robespiyer’in mezar taşında şu kitabe okunmaktadır: “Ey! Buradan geçenler; eğer burada ben yatmamış olsaydım, şimdi siz yatmış olacaktınız.                                                                                          Fransız İhtilali döneminde yalınız Paris şehrinde icrayı faaliyette bulunan 75.000 fahişeden birisine, ne ile geçindiğini soran devrim Yargıcına:
            “Siz nasıl Giyotin ile geçiniyorsanız ben de cinselliğimle geçiniyorum!”dediği tarihe kaydedilmiştir. Herkesi Giyotin’e gönderen Ünlü Devrim Savcısı Fuogiuer de Giyotinde can verdiği gibi Giyotini geliştirmiş olan Doktor Giyotinin de başı Giyotinde kesilmişti. İhtilalin Büyük ve Ünlü ismi Danton, ölüme mahkûm edildiğinde, parmağını Robespiyer’in gözlerine uzatarak:
            “Yakında sıra sana gelecek!” Demişti. Ve işte bu Danton; Giyotun sehpasının üstüne çıkartıldığında da, Cellât’a dönerek:
            “Cellât!  Kestiğin bu başı halka göster. Bu baş, halka gösterilmeye lâyıktır!” Demiştir. PS: Silivri Esir Kampı duruşmaları neden Televizyonlardan halkımıza ve dünyaya gösterilmez!
                                    SOVYET RUSYA.
            1917-1922 yılları arasında süren iç savaşta ölenlerin ve öldürülenlerin sayısı kitaplara ve vicdanlara sığmaz. Çarlık yanlısı Amiral Kolçak’ın ordusunu yenerek, Amiral Kolçak’ı esir alan ellibin—50.000—kişilik çek ordusu, ülkelerine dönmek istedikleri için ÇEKA tarafından makineli tüfeklerle taratılarak öldürülmüştü.
            1932 yılında, özel mülkiyet arazileri üzerine Kolhoz ve Sovkoz çiftlikleri kurulurken Sekiz Milyon---8.000.000
.—insan açlıktan ölmüştü.1937 temizliğinde ve Mayıs 1938 Moskova mahkemelerinde de üç Mareşal, Onüç Orgeneral, ikiyüzon General, ikiyüzsekiz Amiral ve Otuz bin subay kurşuna dizilmişti. Yalınız,ÇEKA,MVD, NKVD,GRU ve KGB tarafından 2.500.000—İki buçuk milyon—insan kurşuna dizilmişti.
            1917-1949 Arasında öldürülen insanların sayısının 64.000.000 Milyon olduğu hesaplanmaktadır. Sonra ne mi oldu? Komünizm tepetaklak gitti ve bunca insan da boşuna ölmüş oldu. Sovyet devrimi Fransız devriminin tipik kopyasıdır. Ünlü Kanlı Pazar kıyımı bir yanlış anlaşılmanın eseridir. Paris Banliyösünde İsviçreli Saray Muhafızlarının halka ateş açmaları burada da tekrarlanmıştır.
            OHRANA Ajanı Papaz Gabon;100.000 kişilik bir işçi grubunu Çar İkinci Nikolay’ın Saint Petersburg kışlık sarayında doğru yürüterek Çara bir dilekçe sundurtacaktı: İşçiler; günlük mesai satının sekiz saate indirilmesini, fazla mesainin kaldırılmasını ve adil bir asgari ücretin verilmesini içeren dilekçelerini Çar’a vereceklerdi. Masum bir şekilde yürümekte olan işçilerin üzerine şiddetle ateş açılarak 1000 işçi öldürülmüş,2000’den çok işçi de yaralanmıştı. Buyurunuz dev gibi bir ihtilale. Yalınız o ay içinde,450.000 fabrika işçisi greve gitmişti. Ha bir de Japonya’ya karşı açılmış olan savaşta feci bir yenilgi.
                                   ÇİNİN MAO DEVRİMİ
            1949 senesinde, toprak reformunda 2.000.000 toprak sahibi Çinli, gezici mahkemeler tarafından ölüm cezasına mahkûm edilerek mahkemelerin nezdinde bulunan koruma bölükleri tarafından hükümleri hemen infaz edilmişti.
                                   İRAN DEVRİMİ!
         Kaynaklarımız;1.500.000 kişinin öldürüldüğünü ve kaybolan 800.000 kişiden de hâlâ haber alınamadığını yazmaktadır. İran Kadınlarının tümü de cenaze torbalarına sokularak kimliklerini ve dahi kişiliklerini yitirmişlerdir. Kurşuna dizilen general sayısını yazmayayım! Tanrımıza şükür ki bizim Generallerimiz yalınızca Silivri ve Hasdal esir kamplarında toplanmaktadır.
                            TÜRKİYE, TARİHTEN GÜNÜMÜZE.
            Simavnalı Şeyh Bedrettin ayaklanmasında; bizzat Çelebi Mehmed’in başında bulunduğu Osmanlı Ordusu tarafından 140.000 asi kılıştan geçirilmiş, Şeyh Bedrettin’de bir Acem Müftünün fetvası üzerine Serez’de asılmıştı.          
            Torlak Kemal’in peşinden giden Şeyh Bedrettin yanlılarının takibinde, Mordoğan ve Karaburun taraflarında 20.000 Asi kılıçtan geçirilmişti.
            Yavuz Sultan Selim; Osmanlı Şeyhülislamı Ebu Suut Efendiden almış olduğu bir fetva üzerine 40.000 Alevi Türkünü öldürtmüştü. İnanmayanlar, Mezarı Eyüp Sultanda bulunan İdris’i Bitlisiyi—Bitlisli İdrisi –okuyabilirler.
            Celali Ayaklanmaları sırasında, Arnavut Kuyucu Murat Paşa tarafından 100.000 kişi öldürülerek cesetleri kuyulara doldurulmuştu.
            Genel çöküntüyü önlemek bahanesiyle Dördüncü Murat tarafından 110.000 kişinin öldürüldüğü hususunda tarihimize not düşülmüştür.
            17’inci asırda; Ilgın ovasında asilerle Osmanlı ordusu arasında, iki tarafın da top kullandığı bir meydan muharebesi olmuştu.
            Osmanlı İmparatoru ve Tüm Müslümanların Halifesi Altıncı Mehmet Vahdettin’in onayı ile Vatansever Yozgat Mutasarrıf vekili ve Boğazlıyan Kaymakamı Kurmay Yarbay Kemalettin Bey, Urfa Mutasarrıfı Mehmet Nusret Bey ve Dramalı Rıza idam edilmişti. Yine Padişah’ı ruy’uzeminin onayı ile Mustafa Kemal Paşa ve yedi arkadaşı gıyaben idam cezasına hüküm giymişti.
            Türk tarihinde ve Türk devletleri geleneğinde idam cezaları öncelikli olarak”Vatanana ihanet suçlarında” ve dahi –Hükümdarlığında gözü olan oğlun da olsa kökünü kurut! Geleneğine uygun olarak—hanedanın ve saltanatın devamını sağlamak için verilmiştir. Osmanlı devletinde,63 hanedan üyesi ve 44 Sadrazam Padişahların gazabı Hümayunlarına uğrayarak boğdurulmuşlardır. Cem sultan da; Papa Altıncı Alexsandr’a Veli Beyazıt Denilen ikinci Beyazıt tarafından 300.000 altın verilerek, traş edildiği usturaya sürülen zehirle zehirlettirilerek  öldürülmüştür.
                                   TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÖNEMİ.
            Ulusal Kurtuluş Savaşı ve savaş sonrası uygulanan “İstiklâl Mahkemeleri” tarafından (1286) kişi idam edilmiştir. Cumhuriyet döneminde de idam cezalarının kaldırılmasına kadar(1956) kişi idam edilmiştir.     
            Türkiye cumhuriyetinde bir Başbakan, iki bakan ve 15 Milletvekili de idam edilmiştir.
            Türkiye Cumhuriyetinde 28 yıldır idam cezası uygulanmamıştır. En son olarak 06 Kasım 1983 tarihinde, birisi Buca Kapalı Cezaevinde, diğeri de Bursa Kapalı cezaevinde iki darağacı kurularak, Türk Ceza Kanunun 146’ıncı maddesine göre idam cezası alan Politik suçlu İlyas Has ile Hıdır Aslan idam edilmişlerdir. Ölüm cezaları kaldırıldığı için de idamlar için Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen teskereler de bu hükümden yararlandığından düşürülmüşlerdir.
            “12 Eylül 1980 senesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin yönetime el koyması ile idam cezaları bir süre duraksamıştı. Sonrası idam cezaları hızla uygulamaya konulmuştur.12 Eylül 1980—06 Kasım 1983 tarihleri arasında 30’u politik suçlu,24’ü adi suçlu,1’isi de Asala Militanı olmak üzere 56 kişi hakkında idam kararı verilmişti. Mehmet Ali Ağca ve Hasan Karaköse firar ettikleri ve bazı hükümlülerin de cezaevinde öldükleri için 50 idam kararı infaz edilmiştir”
            “12 Mart 1971 ile 14 Ekim 1980 tarihleri arasında 3’ü politik hükümlü olmak üzere 17 idam hükmü infaz edilmiştir.Milli Birlik Komitesi döneminde 13 idam cezası,Kurucu meclis döneminde de 3’ü  politik hükümlü olmak üzere 12 kişi idam edilmiştir.27 Mayıs 1960’dan sonra 15 Eylül 1961 ve 12 Mart 1971 tarihleri arasında toplam olarak TBMM’İ onması ile 45 idam hükmü infaz edilmiştir.TBMM’İ onayı ile 1922-1960 yılları arasında 500 idam cezası infaz edilmiştir.”
            Başvekil Adnan Menderes 47 Ölüm cezasını onay için TBMM’sine yol               
                                       İSTİKLAL MAHKEMELERİMİZ.
            Mahkemeleri kuruluşundan beş ay sonra, Ankara İstiklal Mahkemesi hariç, geçici olarak kaldırılmıştı. Mahkemelerin kaldırılmasıyla birlikte askeri firarlar ve asayişsizlik artınca İstiklal Mahkemeleri yeniden görevlendirilmiştir.11 Eylül 1920 ile 31 Temmuz 1922’ye kadar,4,5 aylık geçici bir aradan sonra,12 İstiklal Mahkemesi ve 1922 sonuyla 1922 Mayısına kadar iki mahkeme daha eklenerek (14) İstiklal Mahkemesi görev yapmıştır. Yalınız Ankara İstiklal Mahkemesi sürekli olarak çalışmıştır. Diğerleri 17 Şubat 1921’de kaldırılarak Ağustos 1921’de yeniden teşkilatlandırılmıştır Türkiye Büyük Millet Meclisi ilk iş olarak,29 Nisan 1920’de,uzun tartışmalardan sonra 14 maddelik  “Hıyanet’i Vataniye Kanununu” çıkarmıştır. Daha sonra da “Firariler Hakkındaki Kanunu çıkarmıştır.
                                               Firariler Hakkında Kanun.
            Kanun Numarası.21,Kabul Tarihi.11 Eylül 1921,
            Madde1=Muvazzaf ve gönlü ile hizmet’i askeriyeye dâhil olup da firar edenler veya her ne surette olursa olsun firara sebebiyet verenler ve firari derdest ve sevkine tekâsül gösterenler ve firarileri ihfa ve ilbas edenler hakkında mülki ve askeri kavaninde mevcut ahkâm ve ind-el-icap diğer gûna mukarrerat’ı cezaiyeyi müstakilan hüküm ve tenfis etmek üzere Büyük Millet Meclisi azalarından mürekkep (İstiklâl Mahkemeleri) teşkil olunmuştur.
            Madde2-Bu mahkemeler a’zasının adedi (üç) olup Büyük Millet Meclisi’nin ekseriyet’i ârasile intihap ve işlerinden birisi kendileri tarafından Reis addolunur.
            Madde3-işbu mahkemelerin adedini ve mıntıkalarını Heyet’i Vekile’nin teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi ta’yin eder.
            Madde 4-İstiklal Mahkemeleri kararları kati olup infazına bilumum kuva’yı müsellaha ve gayrı müsellaha’i devlet me’murdur.
            Madde45-İstiklal Mahkemelerinin evamir ve mukarreratını infaz etmeyenler veya infazda taallül gösterenler işbu mahkemeler tarafından taht’ı mahkemeye alınır.
            Madde6-Her İstiklal Mahkemesi ketebe müstahdeminin maşatı şehri yüz lirayı geçmeyecektir.
            Madde7-Her İstiklal Mahkemesi vazifeye mübedereti anında firari ve bakaya efradının bir müddet’i muayene zarfında icabetini te’minen her türlü vesait’i tebligiyyeye müracaat eder.
            Madde8-İşbu kanun tarih’i neşrinden itibaren muteberdir.
            Madde9-İşbu kanun icrasına Bütüyük Millet Meclisi me’murdur.
                                   ANADOLUDA AYAKLANMALAR.
            İstanbul’daki Padişah hükümetini ve Rahip Frew emrindeki Sait Molla Haininin İngiliz altınlarıyla kurmuş olduğu ihanet örgütleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi döneminde şu ayaklanmaları çıkartarak kardeşkanını akıtmıştır:
            1-Şeyh Eşref ayaklanması,(26 Ekim-24 Aralık 1919) Bayburt’un Hart kazasında, Mesihliğini ilan ederek şeriata dayalı bir devlet kurmak amacıyla ayaklandı. Bir top mermisi isabetiyle yakınları ile birlikte öldürüldü,
            2-Bozkır ayaklanmaları (27 Eylül/4 Ekim ve 20 Ekim / 4Kasım 1919) Rahip Frew ve Vatan Hainimiz Sait Molla’nın örgütlemiş olduğu İngiliz altınlarıyla çıkartılmış bir Gerici ayaklanmasıdır. İlçede bulunan barut fabrikamız da yakılmış, askerlik şubesi başkanı Albay ile Kaza jandarma Komutanı Jandarma Yüzbaşısı bıçaklanarak öldürülmüştür.
            3-Anzavur ayaklanmaları.(1 Ekim/25 Kasım 1919 ve 16 Şubat/16 Nisan1920)arasında olmak üzere iki defa ayaklanmıştır. Çerkez asıllı bir at cambazı olan Anzavur Ahmet, Balıkesir İl Jandarma komutanlığına getirilmişti. İngilizlerin Çanakkale Boğazı güvenliğini korumak üzere ayaklandırılmıştır ve rütbesi de Paşalığa yükseltilmiştir. Adamlarından birisi tarafından Biga yolunda öldürülmüştür.
            4-Düzce ayaklanmaları,13 Nisan/31 Mayıs ve 8 ağustos/22 Eylül 1920) tarihleri arasında; Osmanlı Hükümetinin bölgedeki Çerkezleri kışkırtması sonucunda bu iki ayaklanma meydana gelmişti. Bu ayaklanmalar sonucunda Ahmet Anzavur Haini Geyve ve Apazarı’na Kuvâyı İnzibatiye de İzmit’e gelmiştir. İngilizler tarafından silahlandırılak yüksek maaşlarla da beslenen Hilafet Ordusu Komutanı da Ünlü Benli Belkız’ın babasıydı.
            5-Yozgat ayaklanmaları,(15 Mayıs/27 Ağustos/ ve 5 Eylül /30Aralık 1920) tarihleri arasında Çapanoğulları tarafından tertiplenmiştir. Çerkez Ethem’in Kuvay’ı Seyyaresi tarafından bastırılmış ve isyan sanıkları Çerkez Ethem’in kurduğu mahkemede yargılanarak cezalandırılmıştır.
            6-Zile ayaklanması,(Mayıs/21 Haziran 1920) tarihinde Osmanlının çıkarcıları tarafından düzenlenmiş bir ayaklanmadır.
            7-Konya ayaklanması,(2 Ekim/15 Kasım 1920) Asker kaçaklarını yanına toplayan ve Yunan Ordusu tarafından silahlandırılan gerici bir ayaklanmadır. Konya ve Bozkır ayaklanmalarını bir süvari alayının başında İçişleri Bakanımız Miralay Refet Bele bastırtmıştır. Kasap Osman Lâkaplı Yarbayın da emeği geçmiştir.
            8-Milli Aşireti ayaklanması,(Haziran/Eylül 1920).Milli Aşireti Urfa yöresindedir. Bağımsız bir Kürt devleti kurmak için bu ayaklanma meydana getirilmiştir.
            9-Pontusçuluk hareketi, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başından sonuna kadar sürdürülmüş olan, doğu ve orta Karadeniz’de bir Rum Pontus devletinin kurulması amacıyla Rum Ortodoks Kilisesinin, yerli Rumların ve Yunanlıların desteklemiş olduğu bir ayaklanmadır. Rahmetli Milis Yarbayı Topal Osmanın hizmetleri unutulamaz. Bu bölgedeki fitneler, İstiklal Mahkemelerinin kurulmalarını baş amili de olmuştur.
            10-Koçgiri ayaklanması,(6 Mart/18 Haziran 1921) tarihleri arasında Koçgiri aşiretinin çıkarmış olduğu bir ayaklanmadır.
            Heyet’i Temsiliye Döneminde başlamış olan ayaklanmalar bütün hızı ve şiddeti ile sürdürülmekteydi. Düşman Ordusu geniş bir cephe ile Batıdan Ankara yakınlarına gelmiş, iç ayaklanmalarla özellikle de Koçgiri Ayaklanmasıyla Ankara tam bir çembere alınmak istenmiştir. Ayaklanmalar İngilizlerin ve Osmanlı hükümetinin her türlü destekleri ve geleceğe ait varları yüzünden ve halkımızın Ankara’daki vatanseverlerin başaracaklarına da inanamaları nedeniyle büyük bir alana yayılmıştı. Batı Anadolu’da işgale uğrayan yöre halkından olan askerler silahlarını, cephanesini ve atları da alarak firar etmekteydiler. Firar olayları nedeniyle taburların mevcudu 50-100 kişiye düşmüştü. Firarileri yakalamak için görevlendirilen müfrezelerden bile firarlar olmaktaydı. Her türlü önleme karşın firarlar önlenememişti. Sakarya Meydan Muharebesi döneminde, cephemize her gün 2.500 depo eratı gelmekte; buna karşılık her gün 2000 askerimiz firar etmekteydi. Firariler köyleri ve hatta menzil teşkilatımızın cephelere yetiştirmekte olduğu her türlü malzemeyi dahi soymaktaydı. Çok şiddetli önlemlere başvurulduğu halde firar olaylarının bir türlü önü alınamamıştı. İç ayaklanmaların bastırılmasında Çerkez Ethem güçlerinden yararlanılmıştır. Yalınız Pontus hareketi ve Koçgiri ayaklanmaları Merkez ordumuz tarafından bastırılmıştır. Koçgiri ayaklanmasını bastıran Sakallı Nurettin Paşa’yı TBMMM’İNDE Meclis Başkanı Mustafa Kemal Paşamız zor kurtarabilmişti.
            Ankara’da yokluk ve ihanet içersinde savaşan bir avuç Kahramanımız haksız ve hayâsızca saldırılara uğratılmaktadır. Bir ulusun var olup, yok olma savaşı verdiği o olağanüstü günlerde, olağanüstü ihanetler olağanüstü önlemlerle karşılanır.
            Hiçbir şey bilmeden Ulusal Kahramanlarımızı karalama yarışına girenlerin “Kanlarındaki ve Vicdanlarındaki asli cevheri ortaya koymak gerekmez mi?
            İşte bunun için; bu ihanetleri, cehaletleri ve bu kör çıkarlara hizmetleri anında ve şiddetle cezalandırabilmek için İstiklal mahkemelerinin kurulmasına ihtiyaç duyulmuştur.
                                   İSTİKLAL MAHKEMELERİMİZ.
            Bu mahkemelerimizin yetki bölgeleri ve görev alanları:08 Ocak 1921’de belirlenen görev bölgeleri:
            1*-Eskişehir İst.mah: Eskişehir, İzmit, Bursa, Bilecik, Kütahya.
            2*-Kastamonu İst. Mah: Kastamonu, Bolu, Zonguldak, Kengiri(Çankırı),Sinop.
            3*-Ankara İst.Mah: Ankara, Kırşehir, Yozgat, Çorum.
            4*-Konya İst.Mah: Konya, Karahisar’ı Sahip(Afyon)
            5*-Isparta İst. Mah: Isparta, Burdur, Antalya, Denizli, Aydın, Menteş(Muğla).
            6*-Pozantı İst.Mah: Adana, Kozan, Niğde, Kayseri, İçel(Mersin).
            7*-Sivas İst. Mah: Sivas, Tokat, Amasya, Samsun, Ordu, Trabzon,Lazistan,Giresun, Gümüşhane,Karahisar’ı Şark,Erzincan,Erzurum,Beyazıt.
            8*-Diyarbakırİst. Mah: Diyarbakır, Mardin, Siirt, Bitlis, Van, Muş, Hakkâri, Genç, Ergni, Siverek.
            9*-Elaziz İst. Mah(Gayrı mevcut)Elazizi, Malatya, Maraş, Ayıntab, Cebelibereket, Urfa.
            Ayrıca ihtiyaca göre Beş-5- İstiklal Mahkemesi kurulmuştur.
            İstiklal mahkemelilerimizde görülmüş olan davalar.
            1920-1922 Döneminde:
            59164 Sanık dinlenmiştir.
            11074 sanık beraat etmiştir.
            41768 Sanığa çeşitli cezalar verilmiştir.
            1920 Ocak-1922 Temmuz’a kadar:1054 idam cezası verilmiştir.
            Verilmiş olduğu halde uygulanmayan idam cezaları:2827 adettir.
            Ankara İstiklal Mahkemesi kararı ile 28 Rum ve ermeni Casusu asılmıştır. Mustafa Kemal Paşa’yı öldürmek içiç İngilizlerin Ankara’ya özel olarak görevlendirdikleri Hintli Casus Mustafa Sagir de bu mahkememizin kararı üzerine ulus meydanında asılmıştır. PS: Bu infaza üzülmüş olanları daha da üzmemek için bu meydanın adına Mustafa Sagir Meydanı desek!
            Konya İstiklal Mahkememizin kararları üzerine:4 Eşkıya,3 Asker kaçağı ve iki da Casus asılmıştır.
            Şeyh sait ayaklanmasının yargılanması sonucunda; Şark İstiklal mahkememizin karaı üzerine:48 idam cezası verilmiş,47 kişi asılmıştır.
            Diğer ayaklanmalar nedeniyle de 207 idam cezası,213 kişinin gıyabında idam cezası  verilmiş olup 2779 kişi de beraat etmiştir.
            İzmir Suikast girişimi üzerine önce 13 idam cezası verilmiş, ikinci bir yargılama sonunda da 4 kişi hakkında idam cezası verilmiştir.
            Asteğmen Kubilayımıza yapılmış olan insanlık dışı öldürme eylemi üzerine; Menemen’de kurulan Sıkıyönetim Mahkememizce 29 kişi hakkında idam cezası verilmiş,28 hain asılmış, firar eden bir mahkûm da Yanık köy’de yakalanarak Asteğmen Kubilayımızın başını kestikleri yerde asılmıştır.
                                   KAYNAKÇA:
            1-Prof.Dr. Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri,2 cilt
2-Kılıç Ali’nin Anıları
3-Kamil Ateşoğulları,Ölüm Cezası,Bir insanlık Suçu.
4-Sabah Gazetesi Pazar eki,03 Mart 2002.

26 Kasım 2011 Cumartesi

472-SAYIN ABDULLAH GÜLÜN DİZBAĞI!

                                                                 
OSMAN TÜRKOĞUZ                                                                                              osmanturkoguz@gmail.com
 İzmir;26 Kasım 2011.

                        SAYIN ABDULLAH GÜL’ÜN DİZBAĞI!

             İNGİLİZLERİN DİZBAĞI NİŞANI!

Bendeniz şeker hastası olduğum için, eve alınacak her kalem malzeme için, yürümüş olmak için, ayrı, ayrı evden çarşımıza çıkarım. Herkes bendenize bir şeyler sorar, dilimin döndüğü kadar sorularını yanıtlarım. Bir dostum günümüzün en önemli konusu! Olan “İngiliz Dizbağı Nişanı” için bir yaz yazarak çıktısını istedi.

Aklıma nişanlarla ilgili bir, iki önemli olay geldi. Önce onları anlatmak durumundayım: Napolyon Bonapart’ın çok Ünlü ve Sadık bir Aşçısı varmış. Bir gün bu Ünlü Aşçı, Napolyon’un huzuruna çıkarak:

“Sayın Majestemiz; yıllardır size sadakatle hizmet etmekteyim. Çok hevesim var, bir Lejyon D’honeur madalyası lütfeder misiniz!”Demiş. Napolyon Bonapart, oturduğu tahtından kalkarak:

             “Sayın Bayım bu mümkün değildir. Lejyon d’honeur, Fransa’ya hizmet edenlere verilir. Siz, maaşınız karşılığında bana hizmet etmektesiniz!”Rahmetli Ziya Hanhan’dan.

             Osmanlı imparatorluğu da diğer devletler gibi bir sürü nişan ve madalyalar ihdas etmişti. Pehlivan olarak ta ünlü Osmanlı Padişahı ve dahi İslam Halifesi Abdülaziz, bir horoz dövüşünde, galip gelen horoza Osmanlı Nişanının en üst madalyasını takmıştı.

             Rahmetli Falih Rıfkı Atay; Şehzade Vahdettin Efendi ile Almanya’ya giderken, göğsü boş kalmasın diye, çok önemli görev başaranlara takılan bir madalyaya sahip olmuştu. Bir çarpışmada bacağı kopan üsteğmen arkadaşını çadırında ziyaret ettiğinde, ol subayımız, “lanet olsun”, diyerek kopan bacağı karşılığında kazanmış olduğu madalyayı göğsünden kopararak kumlara atmıştı.

             Almanya’da, Berlinde Alman İmparatoru İkinci Wilhelm ile bir opera seyrettiği için de Falih Rıfkı’nın göğsüne bir madalya daha ilave edilmişti. Zeytin Dağı.

             Şu Dizbağı Nişanı Ne imiş, ne gibi gümbürtülere neden olmuş bir de benden dinler misiniz?

“Britanya asalet rütbelerinin en büyüğü sayılan bir nişan. 1344 - 1351 yılları arasında Edward III. tarafından kurulmuştur. Kuruluş hikâyesi şöyledir: İngiltere sarayında verilen bir baloda Salisbury düşesi dans ederken sol bacağındaki dizkapağı bağı düşer. Edward III. bunu alarak kendi sol bacağının dizkapağı altına bağlar. Bundan mana çıkaranlara ve gülenlere de ,”Honni soit qui mal y pense,” (Kötü düşünen utansın) karşılığında bulunur ve gülenlerin böyle bir nişana sahip olmaktan şeref duyacaklarını ekleyerek dizbağı nişanını ihdas eder.

         Nişanın remzi, sol bacak dizkapağının biraz aşağısında bağlanan 2,5 santimetre eninde koyu mavi kadifeden bir dizbağıdır.

Kenarları yaldızlı olan bu bağın üzerine, yine yaldızlı olarak Honni soit qui mal y pense cümlesi yazılmış bulunmaktadır. Nişanın sol göğüse takılan sekiz köşeli bir yıldız plâkası, dizbağı biçiminde yirmi altı halkalı bir yakası ve ucunda “dizbağı biçiminde bir altın süs sarkan koyu mavi bir eşarbı vardır.
Avrupa’nın asalet unvanlarının en yüksek mertebesi sayılmaktadır.”

      
  İngilizlerin Dizbağı Nişanı

             “İngiliz devletinin ihdas ettiği yaşayan yirmi kişiden her­hangi biri ölmeden, yirmi birinciye verilmeyen dizbağı nişanı dedikleri nişanın Sultan Abdülaziz'e bu seyahatte verildiği dünyanın malumudur. Sultan Aziz'e bu nişanı verme törenin­den o dönemin İstanbul Şehremini –Belediye Başkanı--olan Hacı Ömer Faiz Efendinin raporundan okuyalım, tabii bu raporun müsvedde­lerini arşivinde bulunduran, Midhat Cemal Kutay'ın Avru­pa da Sultan Aziz adlı çalışmasından alıntıladığımızı da ketmeden vicdanen ifadeye mecburuz. Şimdi biz burada önce bu nişanın doğuş hikâyesini nakledelim sonra da Osmanlı Hariciye Nâzın Dr. Mehmed Fuad Paşa'nın nişan doğuş hikâyesi yüzünden midesi bulanıp, kendine verilmek istenen ni­şanı ret ve istiskal etmesin diye atmak mecburiyetinde ken­dini hissettiği kıtırı nakledelim ve devlet adamlarının, iş be­ceren yalanın, fitne çıkaran doğrudan efdaldir anlayışına misak olarak gösterilebilecek vakadan olduğunu da hatırlatmış olalım. “
        “ İngilizlerin, her kefere-i fecere gibi kralları da kendi hanım­larından başka hanımlara sarkarlar idi. Nitekim bunlardan biri olan 3’üncü Edward, 1348 senesinde metresi, Salisböri Konte­si şerefine bir balo tertip etmiştir. Baloyu açış dansını da, ta-bii ki çapkın kral, metresiyle yapmak suretiyle gerçekleştirir. İşte bu dans sırasında Kontes'in mavi renkli dizbağı, yâni uzun konçlu çorabın üst kısmını tutan ipek kumaştan mamul bağ, önce gevşemiş daha sonra da aşağı kayıvermiş. Bunun üzerine Kontes fevkalâde mahcup kızarıp, bozarmış ki bu sı­rada Kral 3’üncü Edward, yere eğilip düşen ipek bağı eline almış ve doğrulduğunda: "Kötü düşünenler nadim olacaklardır. Çok yakında bu dizbağına kavuşmak için yapmadıkları fe­dakârlık kalmayacaktır!" Dedikten sonra kontesle dansı tamamlar. Bir kaç gün sonrada Britanya devletler camiasının en büyük nişanı olarak Dizbağı adı verilen nişan ihdas olu­nur. Sevgili okurlara hemen hatırlatalım ki, bu nişanı cazip­leştirmek için tüzüğüne Karter adı verilmiş, nişan yaşayan yirmi kişiden bir fazlaya verilmeyecek nişan takma işi baş­piskoposa verilmek suretiyle dizbağı nişanını dindar bir kim­senin talik etmesine yâni takmasına bırakmak suretiyle 3’üncü Edward, metresinin dizbağını batıl din Hıristiyanlığın –Bu fikir, alıntı yaptığım yayımcınındır; iştirak etmem de mümkün değildir--bir batı­la daha yardımcı olmasını sağlıyordu.
          “ Yine Karter nizamnamesine göre de, nişan takılan kişi askerse, kılıcını başka bir meslek erbabı ise, o mesleğin sem­bolünü teslim ettikten sonra, Kral'a ebediyen sadık kalacağı­na dair sadakat yemini yapacaktı. İslâm dünyasının Halifesi ve Osmanlı devletinin hükümdarı bu tarz macerası olan nişanı reddeder endişesiyle büyük diplomat Keçecizâde Dr. Büyük Mehmed Fuad Paşa'yı şark insanının tarih bilenlerince mert bir düşman olarak kabul ettiği İngilizlerin Haçlı seferleri esna­sında Kudüs'ü almaya gelen kralı Arslan Yürekli Rişar'a me­ziyeti olan hali hasebiyle Sultan Selahaddin Eyyûbi Hz.lerinin muhatabı olabilmiş olmasından dolayı, Rişar'a diğer kefere-i fecereye baktıkları kadar sert bakmazlar, bunu tesbit etmiş bulunan Fuad Paşa, Sultan Aziz'e bu nişanı, Rişar'ın İngiltere’nin dostlarına verilen bir nişan olarak ihdas ettiğini söyler ve diğer teferruatı da İngiliz ilgililerle konuşarak, Kılınç verme yemin etme gibi usûl-ü kadimden sarf-ı nazar ettirir. Böylece seyahatin tatsız bir vaka ile bitmesini engellemiş olur. ““
                                  
ABDULLAH GÜL O MADALYAYI TAŞIYABİLİR Mİ?
Ulusal Strateji Merkezi-USMER İstanbul Başkanı Haluk Dural, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e İngiliz Kraliçesi tarafından takılan nişanın anayasa aykırı olduğunu iddia etti.
İşte Dural'ın anayasayı kaynak gösterdiği o açıklaması:
İlki 2008 yılında İngiliz Kraliçesi’nin Türkiye ziyareti sırasında ve ikinci 9 Kasım 2010’da Londra’da Abdullah Gül’e İngiliz Kraliçesi II. Elizabeth Chatham House ödülü olarak, İngiltere’ye önemli hizmetler yapmış, “adanmış kişilere” takılan “Knight Grand Cross of the Order of the Bath” (Ruhani Safiyet Derecesinin Şövalye Büyük Haç Nişanı) nişanını Gül’ün yakasına kendi elleriyle taktı.
Abdullah Gül göğsünde taşıdığı Şövalye Büyük Haç Nişanını taktı da ne oldu?
1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 174. Maddesi, 8 adet “devrim kanununu” sayarak, bunların anayasal koruma altına alarak, değiştirilemez hale getirir.[1]
Bu devrim kanunlarından 7’inci sırada sayılanın 2’inci maddesinin son fıkrasına göre Türkler yabancı devlet nişanlar da taşıyamazlar.[2]
Anayasanın 66 ncı maddesine göre; Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.[3]
Anayasanın 101 inci maddesine Cumhurbaşkanı Türk vatandaşları arasından seçilir. [4]
Bu durumda Abdullah GÜL;
- Cumhurbaşkanı seçildiğine göre, TÜRK VATANDAŞIDIR.
- Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olduğuna göre TÜRKTÜR.
- İngiliz Devletinden aldığı “NİŞANI” göğsüne takıp taşımıştır.
TÜRKLER’in yabancı devlet nişanlarını taşıması, 26.Kasım.1934 tarih ve 2590 sayılı Devrim Kanununun 2. Maddesine göre yasak olduğundan, Abdullah Gül anayasanın 174 üncü maddesinde sayılan bu devrim kanununu çiğnemiş ve ANAYASAYI İHLÂL etmiştir.
Not: Yürürlükteki 5237 sayılı Türk Ceza Yasasında, yukarıda belirtilen devrim kanununa aykırı eylemleri cezalandıracak bir müeyyide yoktur. Sadece, TCK’nun 235 inci maddesinde “Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletten NİŞAN kabul edenlere karşı bir ceza öngörülmüştür.[5]
[1] I. İnkılâp kanunlarının korunmasıMADDE 174. – Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz :
1. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;
2. 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası Hakkında Kanun;
3. 30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun;
4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî nikâh esası ile aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;
5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın Kabulü Hakkında Kanun;
6. 1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun;
7. 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun;
8. 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun.
[2] EFENDİ, BEY, PAŞA GİBİ LAKAP VE UNVANLARIN KALDIRILMASINA DAİR KANUNKanun Numarası: 2590
Kabul Tarihi: 26.11.1934
Yayımlandığı R. Gazete: Tarih: 29.11.1934 Sayı: 2867
Yayımlandığı Düstur: Tertip: 3 Cilt: 16 Sayfa: 6
Madde 1 – Ağa, Hacı, Hafız, Hoca, Molla, Efendi, Bey, Beyefendi, Paşa, Hanım, Hanımefendi ve Hazretleri gibi lakap ve unvanlar kaldırılmıştır. Erkek ve kadın vatandaşlar, kanunun karşısında ve resmi belgelerde yalnız adlarıyla anılırlar.
Madde 2 – Sivil ve rütbe ve resmi nişanlar ve madalyalar kaldırılmıştır ve bu nişan ve madalyaların kullanılması yasaktır. Harb madalyaları bundan müstesnadır. Türkler yabancı Devlet nişanları da taşıyamazlar.
Madde 3 – Askeri rütbelerden adın başına gelmek üzere kara ve havada Müşürlere Mareşal, Birinci Ferik, Ferik ve Livalara General, Denizde Birinci Ferik, Ferik ve Livalara Amiral denilir. Generallerin ve Amirallerin derecelerini gösteren unvanlarla Deniz Müşirleri unvanlarının ve diğer askeri rütbelerin karşılıkları Ali Askeri Şurası kararı ve İcra Vekilleri Heyetinin tasdiki ile konulur.
Madde 4 – Bu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 5 – Bu kanunun icrasına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.

[3] I. Türk vatandaşlığı
MADDE 66. – Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
[4] 1. CumhurbaşkanıA. Nitelikleri ve Tarafsızlığı
Madde 101- Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yükseköğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir.

[5] 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu
Düşmandan unvan ve benzeri payeler kabulü
MADDE 325. - Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletten akademik derece veya şeref, unvan, nişan ve diğer fahri rütbe veya bunlara ait maaş veya başka yararlar kabul eden vatandaşa bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.

Tarih: 14 Mayıs 2008
Gazetelerden Manşet:
Kraliçe, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ‘Büyük Şövalye Nişanı’ taktı…
‘Büyük Şövalye Nişanı’(?)… bizim, mütareke basınının çevirisi böyle…

Orijinal İsmi:
“Knight Grand Cross of the Order of the Bath”
Şimdi, siz çevirin… Bakalım, yukarıdaki gibi masum bir ‘Nişan’ mıymış?
Gül'ün taktığı nişan.
---------
Kraliyet ailesinin haçlı nişanı.---------
Her ikisi bir arada.
----------

Gül'ün yakasında.
-----------
Knight Grand Cross of the Order of the Bath
Bu kutsal (!) ‘nişan’, İngiltere’nin en önemli devlet armağanı, Hıristiyanlığın da…
Çünkü gördükleri önemli işlerden dolayı, kişileri onurlandırmak için veriliyorlar. Ama yalnızca, Ulu Haç (Grand Cross) için mücadele verenlere…
Knight Grand Cross of the Order of the Bath
‘Nişan’ da ana tema, Haç…
Haç’ın ortasında üç taç, Merkezden dışa doğru ise ‘Üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ ifadesi olan güneş sembolü var.

Knight Grand Cross of the Order of the Bath
Mütareke basını manşet atmış:
Kraliçe, Sayın Gül’e haçsız olanını taktı…”

Cumhurbaşkanı Müslüman…
Türkiye’yi de ılımlı İslam projesinin liderliği için hazırlıyorlar ya…
Türk Halkı bu konulara çok duyarlıdır (!) diye açıklama gereği hissetmişler: “Majesteleri özel bir hassasiyet göstererek haçsız (!) olanını taktı…”

Buraya kadar her şey normal (!)… Şimdi, geçmişe bir yolculuk yapalım.

Tarih: 30 Mart 1856
Avrupa şaşkını ve hayranı Padişah Abdülmecit, Osmanlı Devletini Avrupa Devletler Konseyi’nin bir üyesi olarak tanıyan Paris Barış Antlaşmasının sarhoşluğu içindeydi…

Tarih: 30 Mart 1856
Gayrimüslimlere verilen ayrıcalıklarla dolu Tanzimat ve Islahat Fermanlarını, İngiltere ve Fransa’nın dayatmaları ile ilan etmişti…
Ama hizmetlerinin karşılığını alacaktı…
Legion d’ Honeur
İlk ödül Fransa’dan geldi:
‘Legion d’ Honeur’ nişanı.
Üzerinde ‘
Vatanın (Fransa) Namusu’yazan nişan…¹
¹Cengiz Özakıncı,’Türkiye’nin siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı’,Otopsi Yayınları, Ekim 2007,sf.65
Legion d’ Honeur

O güne kadar hiçbir Osmanlı Sultanı, yabancı devlet nişanı kabul etmemişti. Ama Abdülmecit Han (?) kabul etti…
‘Nişan’ı, Fransa Elçisi taktı; Fransa İmparatoru adına…
Törenin ihtişamı konuşuldu günlerce…

Nişan’ı takan İngiltere Elçilik Piskoposu Abdülmecid’e şöyle der:
Siz bundan sonra, İsa yolunda çalışacak, onun için her türlü özveriyi yapacak bir şövalyesiniz.”¹

İkinci ödül İngiltere’den geldi. Abdülmecit, şaşkın ama mutluydu. ‘Diz Bağı’ Nişanı…‘Garter Haçlı Şövalyeleri’ne takılan; yani Hıristiyanlık uğrunda savaşanlara…
¹ Cengiz Özakıncı,’Türkiye’nin siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı’,Otopsi Yayınları, Ekim 2007,sf.67

Osmanlı Sultanı ve İslam âleminin Halifesi, artık bir Garter Haçlı Şövalyesi’dir. Padişahlık arması ‘Windsor Şatosu’ ndaki St. George Kilisesi’nin duvarına asılır.¹

¹ Cengiz Özakıncı,’Türkiye’nin siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı’, Otopsi Yayınları, Ekim 2007,sf.69

Tarih: 21 Haziran 1867
Artık, Osmanlı tahtında Abdülaziz oturmaktadır. Yanına, tahtın müstakbel varisleri V.Murat ve II. Abdülhamit’i alarak Avrupa gezisine çıkar.
Bu geziden on gün önce, yabancılara toprak satışı yasasını çıkarmıştır. Kardeşinin(Abdülmecit) yolunda ilerlemenin huzuru içindedir.

Tarih: 21 Haziran 1867
Karşılığı gecikmez…Bizzat İngiltere Kraliçesi Viktorya’ dan gelir…Bildik bir ödül: ’Diz Bağı’ Nişanı…Hani, şu ‘Ulu Haç’ için savaşanlara verilen ‘Nişan’…
Knight Grand Cross of the Order of the Bath

Tarih: 21 Haziran 1867
Aslında, bu ‘Nişan’ Windsor Kalesi St. George Kilisesi’nde başrahibin huzurunda törenle verilmektedir.¹ Ancak, İslam dünyasının halifesi için bu kural bozulur…
‘Özel bir hassasiyet gösteren Majesteleri’, bir İngiliz savaş gemisinde Saint (aziz) elleri ile takar ‘Nişan’ı…
Abdülaziz’ de artık bir Garter Şövalyesi’dir.

¹ Cengiz Özakıncı,’Türkiye’nin siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı’,Otopsi Yayınları, Ekim 2007,sf.80.
            İngiltere İmparatorluğu Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e de bir Dizbağı Nişanı takmayı teklif eder. İsmet İnönü bu teklifi hafife alır. Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK kararını şöylece vererek teklifi reddeder:
            “BU DİZBAĞI NİŞANI SONRADAN AYAK BAĞI OLUR!”
            Ben, şöyle düşünüyorum; Sayın Abdullah Gül, bu nişandan esinlenerek, Kadınlarımızın başlarına bağladıkları bezi sembolleştirerek bir”Ayakbağı Nişanı” ortaya koyamaz mı? Saygılarımla.

24 Kasım 2011 Perşembe

257-BAŞKANLIK,MAŞKANLIK SİSTEMİ

                                                                             
OSMAN TÜRKOĞUZ                                                                                              Çeşmealtı; 27 Eylül 2008.


                                   BAŞKANLIK;  MAŞKANLIK SİSTEMİ.
     
                                                           “Efendiler, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki,
                                                         bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkardığı
                                                         Adamların kanındaki, vicdanındaki aslî cevheri, çok
                                         İyi Tahlil etmek dikkatinden bir an tevaki etmesinler.”
                                                                                             Mustafa Kemal ATATÜRK
Osmanlı Padişahları; Yasama, Yargılama ve İcra yetkileri de uhdesinde olan İmparatorluk yöneticileriydi. Bu sistemle Osmanlı nerelere varmıştır? Çağın dışında kalarak, saraylarını fuhuş ve işret yuvasına çevirmişlerdir. Bir Yahudi Cariyeden olma Sarı Sarhoş Selimin oğlu Üçüncü Murat oğullarına elli dört gün süren sünnet düğünü yaparak Devlet hazinesini tam takır bir hale koymuştur. Topkapı sarayındaki cariyelerin mevcudunun 1000—1500’e;saray mutfağında çalışanların sayısının da 1000’lere vardığı da tarihi bir gerçektir. Sayın Recep Beyimizin Dedesi olan Sultan Abdülmecit, Osmanlı devletinin tek söz sahibi iken kadınlarına ve kızlarına devlet hazinesini soydurtmuş, dışarıdan alınan borçlarla da saraylar inşa ettirmiş, sokaktan toplamış olduğu üç cariyesi dâhil, tüm cariyelerini 10.000 altın maaşa bağlamıştır. Bugün gelmiş olduğumuz noktaya bir bakar mısınız? Aynı savurganlık ve vurdumduymazlık ve de halkımızın tepkisizliği, onurumuzu aynı derekeye indirmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin etkinliklerinden yararlanarak Türkiye Cumhuriyeti aleyhinde yazı yazanlar bulundukça bu yazım da bulunacaktır.                                     
            “Demokrasi, insan hakları, özgürlük, ibadet özgürlüğü”, ”küreselleşme”, masallarıyla halkımızı kandıranların foyaları meydana çıktığında, sözlü ve boyalı basında bir ses yükselir: ”Sistem çöktü, sistem tıkandı.”
Bu çığırı Özal açmıştır; Sayın Süleyman Demirel zamanında da epeyce gündemde kalmıştı. Gazetelerimize, şöyle bir göz gezdirirken aynı masalın sahnelenmekte olduğunu, üzülerek gördüm: ”SİSTEM TIKANDI.”
Bir zamanlar; Atatürkçü Düşünce Derneği’nin çıkarmış olduğu, aylık dergi’nin başına bir Prof, geçmişti. ” İşbu dergi, iki ayda bir çıkacak, başkanlık üzerine yapılan araştırmaları yayımlayacaktır!” Diyerek, Rahmetli Turgut Özal’ın önünü açmıştı.
Kahrımdan, 10 Kasım 1997 tarihinde, bu yazıyı yayımlayarak ilgili yerlere iletmiştim. Olumlu tepkiler almıştım.
Sayın R.T.E’NİN gidişinin de bu doğrultuda olduğunu gözlemlemekteyim. Ufak, tefek eklemelerle, o yazımı aynen veriyorum:
            “Bu Başkanlık konusu; yıllarca önce, Turgut Özal’ın Semra Özal ile birlikte gittiği Beylerbeyi sarayındaki Sultan Abdülaziz’in tahtına oturmasını gösteren fotoğrafın yayımlanması ile gündeme gelmişti. O koltuğa kimler oturmamıştı! Sultan Abdülaziz oturmuştu, Keçi Sakallı Napolyon 3’ ün İspanyol asıllı Eşi ve Sultan Abdülhamit oturmuştu.
Daha hiçbir şey olmayan Turgut Özal, bu koltuğa kurulup, Sünnetçi Kemal’in önünde, şeyi sünnetçi pensesine kıstırılmış, tonton bir çocuk gibi, kasılmış bir halde fotoğraf çektirmişti. Bir gazetemizde yayımlanmış olan bu fotoğraftaki Özal; her gün, biraz daha kasılmış gibi gelir bana.
            Efendim, konu bu fotoğrafla kalsaydı endişe etmeye gerek yok derdim. Rahmetli Turgut Özal, politikada birazcık palazlandığında; Kopenhag’a gider. Oradaki Diplomatımız, O’na bir akşam yemeği verir.
Bir, iki kadehten sonra; Rahmetli Turgut Özal; Tıpkı o fotoğraftaki gibi kasılarak çok önemli bir ifşaatta bulunur: ”Türkiye’nin kurtulabilmesi için, mutlaka bir hanedan kurması gereklidir;” der. Bu sayıklama karşısında; yemeği veren Diplomatımız, sofrayı terk eder. Rahmetli, hanedan kurma düşleri içersinde, sofrada yapayalnız kalır.
 Rahmetli, 12 Eylül’den sonra, bir siyasi parti kurar; gazetelerimizin yazdığına göre, U.S.A’NIN Dış İşleri Bakanı E. General Aleksandır Haig’in, Sayın Devlet Başkanı E.General Kenan Evren’e ricası üzerine veto edilmez.
Bir tren yolu köprüsünün açılış töreninde, Sayın Kenan Evren’in konuşması ve karşısındaki zayıf Siyaset adamlarının bulunmuş olması nedeniyle iktidarı kazanır.
Hasan Celal Güzel’den öğrendiğimize göre de, George Buch’a bir şükran mektubu yazarak, yapılmış olan iyiliğin altında kalmaz.
 Tek başına iktidar olan Rahmetli, iktidarın nimetlerinin farkındaydı. T.R.T’Yİ satın almaya gelen İngiliz Maxwell: ”Yahu, Özal bana tuhaf teklifler yaptı. Oğlu Ahmet’in görünmez ortak yapılması şartını ileri sürdü,” demiş, gazetelerimiz böyle yazdı.
Rahmetlinin yaptıklarının ülkemize çok yararlı! Olmasına karşın, çocuklarına bir tek dikili ağaç bırakmaması! Cidden fevkalade üzücü bir durumdur.
Benim Kaim validem: ” On param yok”, dediği gün; Eşim, çantasını kontrol ettiğinde; on parası olmadığını, bunun yanında, çantasında bir hayli parası olduğunu gördüğünü söylerdi. ”Tek dikil ağacı olmayabilir. İki yüz senelik ormanı olamaz mı?”
Ne ise, Rahmetli, Türkiye’yi dörde katladığını, Türkiye’yi 2000 yılında, on büyük devletten birisi haline getirecek sistemin işlemediğini, işleyemediğini söyleyen Rahmetli Özal, bu işin çözümünün BAŞKANLIK SİSTEMİNDEN geçtiğini, açık ve dahi seçik, söyledikten sonra, Çankaya’da BAŞKANLIK üzerine yaptığı bir tanıtım toplantısında, bilim adamlarıyla bir de filim çektirip, bunu T.T.R. Televizyonunda yayınlattıydı.
 Danışmanlar ordusunun oturdukları masanın uç kısmına oturmuş olan Rahmetli Özal; danışmanlarına, BAŞKANLIK SİSTEMİ İLE ilgili yeni bir anayasa hazırlamalarını ferman etmişti.
Atatürk’ün getirmiş olduğu CUMHURİYET SİSTEMİ sayesinde; Çankaya’ya kadar çıkmış bulunan Büyük Anayasa Bilginleri: ”YES SİR!”Diyerek, can ve gönülden bu işe hazır olduklarını göstermişlerdi.
Çankaya’ya belediye otobüsleriyle bile  çıkamayan bizler, ATATÜRK’ÜMÜZÜN GETİRMİŞ OLDUĞU SİSTEMDEN MEMNUN İKEN, işbu sistemin Çankaya’ya çıkarmış olduğu BÜYÜKLERİMİZ bu sistemden niye ve niçin memnun değiller?
Bunu anlamış değilim! ( Bal gibi anladım ya, hınzırlığımdan böyle yazdım).
            İzin verirseniz, önce, ”Başkanlık ve Yarı Başkanlık sistemleri” nedir. Bunları inceleyelim.
24.Temmuz.1996 tarihli bir genelgeyle, ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DEDERNEKLERİ’NDEN, çok ilginç şeyler istenildi: Numara verilmemiş bu genelge’nin altındaki imza, Prof. Dr. Mustafa Altındağ’a aitti.
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERGİS’NİN YAYIN SÜRESİ VE YAYIN KONUSU DEĞİŞTİRİLİYORDU. Atatürkçü Düşünce Dergisi, kendisini sistem tartışmalarına adayacaktı!
İlk olarak, şu dört konuda görüş bildirilecekti:                      
1-Başkanlık Sistemi,
2-Yarı Başkanlık sistemi,
3-Başbakan’ın Seçimle Belirlenmesi Sistemi,
4-Hali hazır sistemin, İyileştirilerek, sürdürülmesi.
                        Atatürkçü Düşünce Derneği, kamu yararı olan derneklerdendir. Birdenbire, yönetim kurulunun haberi ve kararı olmadan; dergi’nin genel yayın yönetmeni, böylesine, derneğin kuruluş amacına aykırı bir karara nasıl varabilirdi? Demek ki; fırtına yüksek tepelerden esmekteydi. İlk tepkiyi, Balçova Atatürkçü Düşünce Derneği kurucusu ve Başkanı Rahmetli Zühal Taşezenden geldi.
Bendeniz, hiçbir derneğe ve siyasi partiye kayıtlı olmadığım gibi, hiçbir gösteriye de katılmam. Türk Silahlı Kuvvetlerinden almış olduğum doğrultuya içtenlikle ve inançla bağlılığımı sürdürmek kararımı vermiştim.
Rahmetli Zühal Taşezen’in ricasını kırmam da mümkün olmadığından, ilk tepki yazımı yazıp kendisine vermiştim. Tepkiler, yağmur gibi yağınca da, genelge ortadan kaldırılmıştı.
                                  
BAŞKANLIK SİSTEMİ NEDİR?
            Ansiklopediler, Başkanlık Sisteminin tanımında ve gelişme sürecinin açıklanmasında, aynı şeyleri söylüyorlar. Ana Britannica, c.4, s.365: ”Yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri arasında sert ayrılığa dayanan temsili yönetim biçimi;” diyor.
Parlamenter sistem gibi, tarihsel gelişmemin ürünü olmayıp, konfederasyon maddelerini gözden geçirmek amacıyla, Mayıs 1787’de, Fhiladelphia’da toplanan kurultayca hazırlanan anayasasıyla oluşturulmuştur. Başkanlık Sisteminde, YASAMA, YÜRÜTME VE YARGI KUVVETLERİ, hem organ, hem işlev yönünden birbirlerinden bağımsız olmakla birlikte, aralarında denetim ve dengeye dayalı bir ilişki vardır. Ama denetim ve denge mekanizmalarının zayıflığı, uygulamada üstünlüğün yürütme kuvvetinde, yani BAŞKAN’DA olmasına yol açmıştır. Amerika Birleşik Devletlerinde, yürütme organı BAŞKAN, YASAMA ORGANI İKİ MECLİSLİ KONGREDİR. Yürütme organını tek başına temsil eden BAŞKAN, parlamenter sistemdeki CUMHURBAŞKANI VE BAŞBAKANIN yetkilerini elinde bulundurur. A.B.Devletleri anayasasının yürütme organına vermiş olduğu tüm yetkileri kullanır. Seçim yoluyla iş başına geldiğinden, geniş yetkilerinin kaynağını ve geçerliliğini doğrudan, HALKTAN alır. Başkan, bu yetkilerini kullanırken, parlamenter sistemdeki devlet başkanı gibi sorumsuzdur. Kongre’ye karşı, siyasal sorumluluğu yoktur. Seçilmiş olduğu süre içinde, almış olduğu kararlardan dolayı düşürülemez ve görevden alınamaz.
Yargı yoluyla görevden alınma (IMPachment) yöntemi, sadece ve yalınızca, ”VATANA İHANET, İRTİKÂP, RÜŞVET, KAMU MALINA ZARAR VERME,” GİBİ SUÇLARI İŞLEDİĞİNDE UYGULANIR. 
YÜKSEK MAHKEME BAŞKANININ başkanlığında toplanan Senato’nun üçte ilki çoğunlukla alacağı Mahkûmiyet kararı ile Başkanın görevine son verilir. ”Başkan; yürütme yetkilerini Senatonun onayı ile atayacağı Sekreterleri-Bakan karşılığı- aracılığı ile uygular.
Sekreterler, Başkana karşı sorumludurlar. Kongre’ye karşıda siyasal sorumlulukları yoktur. Başkan, yürütmede, Kongre de (Senato ve temsilciler meclisi) yasama işlevinde tam bağımsızdır. Başkan, kongre’yi feshedemez; yasa önerme hakkı, kongre üyelerinindir. Olağan üstü durumlarda, Başkan, kongre’yi toplantıya çağırabilir. Başkan ve sekreterleri, Kongre’nin toplantılarına katılamazlar. Başkan, yasaları veto edebilir. Kongre’nin kabul ettiği yasalar, Başkan’ın onayı ile yasalaşır. Bütçe’ye, Kongre egemendir. Başkan’ın, Yüksek Mahkeme’ye, mülki ve askeri makamlara yaptığı atamalar, Senato’nun onayı ile geçerlik kazanır.
            Başkanlık Sistemi’ni, kısaca özetledik. Yarı Başkanlık Sistemini de, kısaca özetledikten sonra, gereğini düşünelim. Bir kelimelik soruya, bir kelimelik yanıt doğru mu olur, yanlış mı olur?
”Başkanlık sistemi gelsin,” “gelmesin,” gibi çözümü bir kelimelik yanıtta arayanlarla ne demokrasi olur, ne de ülkeyi yönetmek olur!
Temsilciler Meclisi ve Senato, ayrı, ayrı incelenmelidir. Federasyonla yönetilen devletlerde, çift meclis şarttır. Federe devletler, nüfusuna bakılmaksızın, seçmiş oldukları İKİ SENATÖR ile Kongre oluşturulur. Nüfus yoğunluğu oranına göre seçilenlerle Temsilciler Meclisi oluşturulur; (435)üyeden oluşur.
Her ulusun karakterine, kültürüne ve sosyal yapısına uygun yönetim biçimleri oluşturulur.
Başkanlık sistemi, Amerikan siyasi kültürünün, siyasi olgunluğunun ve Amerikan halk karmaşasının bir ürünüdür. A.B.Devletleri, yönetimdeki YAĞMA SİSTEMİNİ, 1890’da terk etmiştir. Yönetime dost, hısım ve akraba ataması RUHSAL BİR HASTALIK OLARAK KABUL EDİLİR. Büyük Elçiler gibi, belirli yüksek görevliler, yeni seçilen Başkan’a istifalarını verirler. Valiler, Savcılar, Şerifler, Kolluk görevi yöneticileri seçimle göreve gelirler.
Başkanlık yetkileriyle donatılmış OLAN HİTLER, STALİN ,MUSSOLİNİ ve FRANKO dünyayı ne hallere soktular. Salazar, Rafael Trujillo ve benzerleri uluslarının başlarına bela oldular.
A.B.D’nin tarihinde, Başkanlık Sisteminden başka yönetim biçimi denenmemiştir.
Başkan’ın diktatör olmasını ve hayatı boyunca Başkan olarak kalmak istemesini ne ile ve kiminle durduracaksınız?
Yarı Başkanlık sistemine uzun boylu, girmek istemiyorum. Yetkilerle destekli kuvvetler ayrımını uygulayan Fransa’da, Fransız Cumhurbaşkanı’nın dokuz kişilik bir danışma kurulu vardır. Cumhurbaşkanı, yeni seçilmiş Meclisi dağıtabilir. Başbakanlık ve bakanlıklar vardır. Yürütme, genel olarak hükümettedir.
Profesör Dr.Maurice Duverger, Fransa Cumhurbaşkanları için:”Seçimle Gelen Krallar”, yakıştırmasını yapmıştır.
            Osmanlı imparatorluğu da, bir türlü Başkanlık Sistemiyle yönetilmiştir. 623 sene süren bir yönetimin sonuçları ortadadır: TEBAA, KÖLE, CARİYE VE AZINLIKLARA DAYALI, ÜMMET BİR TOPLUM.
Otoriteye uymaya programlanmış; iyi bilirlerin ve karizmatik olduğunu söyleyen ruh hastalarının peşinden koşması kalıtımsal bir hastalık haline getirilmiş, hep kurtarıcı bekleyen bir toplum.
Kâbe’nin içinde, namaz kılmak için, Kıble yönünü ararken, bir melek tarafından yönlendirildiğini söyleyen demokratik bir ülkenin lideri ve O’nu çılgınca alkışlayan bir seçmen kitlesi, başka bir deyişle, MİLLİ İRADE TEMSİLCİLERİ Demokrasilerde, anayasa ‘nın ve yasaların açık hükümlerini rağmen, her türlü yasal engelleri çiğnemekten çekinmeyenler BAŞKAN olurlarsa, onlara kim ve ne ile dur diyecek?
Eflatun’un demokrasi tanımlaması, az gelişmiş ve bütünleşememiş tüm toplumlarda, aynen görülmektedir. Siyasi partiler, Mafya tipi, aile ve çıkar şirketlerine dönüşen siyasi parti iktidarlarına bakarak; ”sistemi değiştirelim,” diyorlar. Siyasi partiler, sistemi değiştirecek tutum ve davranışlarını değiştirmediği sürece; ya da, başka türlü bir söylemle, siyasi partiler, bu tür davranışların odağı olma hallerini bırakmadığı süre, BAŞKANLIĞIN DİKTATÖRLÜĞE DÖNÜŞECEĞİ BİR GERÇEKTİR         Böylece, Atatürk’ten kalan iyi ve güzel ne varsa silinir, gider.
Bir ülke’de, GAFLET, DALALET VE HATTA HIYANET yarışmaya girmişse; sistemi değiştirmek yerine o olguyu yok etmek gerekir.
Bakınız; Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ne diyor: ”Cumhuriyet’te son söz, millet tarafından seçilmiş Meclistedir. Millet adına, her türlü kanunları o yapar. Hükümete güvenoyu verir, ya da düşürür. Millet, vekillerinden memnun olmazsa, belirli zamanlar sonunda, başkalarını seçer. Millet, egemenliğini, devlet yönetimine katılmasını, ancak zamanında oyunu kullanmasıyla sağlar.
Cumhuriyet, milletvekillerinden oluşan meclisi ve belirli zaman için seçilmiş devlet başkanı ile milli egemenliğin korunmasının en iyi kefilidir. Cumhuriyet’te, meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet, halkın hürriyetini, güvenliğini ve rahatını düşünmekten ve sağlamaya çalışmaktan başka bir şey yapamazlar. ”Atatürk’ün bu direktifi, lise ders kitaplarına, iri ve belirgin harflerle yazılarak girmişti! Verilen tanım ve direktif, AÇIK, SEÇİK ortadadır.”MİLLETVEKİLLERİ”,“MECLİS”, CUMHURBAŞKANI” VE “BAKANLAR… ”Bu olgu ortadayken, her türlü kanunsuzluğa çanak tutulduğu bir devirde, siz, nasıl başka sistemleri ideal olarak halkımıza sunmak istersiniz?
Sizler, bu sistemin yarattığı ve bu sistemi koruyup, kollayacağınıza NAMUSUNUZ ÜZERİNE ANT İÇEN SİZLER, ANT İÇMEYİ SU İÇMEK Mİ ZANNEDİYORSUNUZ?
Mareşal Gazi Mustafa Kemal; cumhuriyet rejiminin yükselebilmesi için; ”FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR GENÇLERİN” YETİŞTİRİLMESİNİ İSTEMİŞTİ. İslam dinin param parça eden tarikat okullarında ve siyasi parti kulislerinde, AKLI VE VİCDANI KİLİTLİ; CÜZDANI HÜR BİATÇI İNSANCIKLAR YETİŞTİREN SİZLER, BU KAFAYI TAŞIDIĞINIZ SÜRECE; hırsızlığın, soygunun, vurgunun ve adam kayırmacılığın ucunu T.B.M.M.’DE, DOKUNULMAZLIK ŞEMSİYESİ ALTINA ALIRSANIZ, HER PİSLİĞİ DEMOKRASİNİN GEREĞİ SAYARSANIZ, HER SİSTEMİ AYNI SONUCA GÖTÜRÜRSÜNÜZ.
            Öğrencilerimize, demokrasi ile yönetilen ülkelerin nasıl yüceldiklerini, insanı eksen tutan değerlere nasıl ulaştıklarını coşku ile anlatacağız. İkinci Dünya Savaşında, demokrasi ile yönetilen ülkelerin, Hitler ve Mussolini Faşizmini, Japon Faşist Militarizmini nasıl da yendiklerini anlatacağız. Soğuk savaş yıllarını, Jozef Stalin’in, Faşist, kaba ve Militarist sayesinde; demokrasiye yönelen ülkemizin nasıl gelişip, yüceldiğini, sonuç olarak ta, nasıl demokratik, laik, sosyal hukuk devleti haline geldiğini anlatacağız.
            Bazı Büyük Türk Büyükleri;”sistem fevkalâde işliyor,” diyerek, açılış, maçılış ve düğün törenlerinde boy gösterecek, demokrasinin özel girişimciler eliyle yaratılan nimetlerini sergilerken de, yataklara düşecek. Sonunda da; iki ellerini yanlara açıp, şapkalı elini sallayarak: ”Sistem işleyemiyor, sistem tıkandı;” deyip, işin içinden sıyrılıp, çıkacağız.
864 rakımlı tepeye çıkanlar, daha yüksek bir tepeye çıkma sendromuna tutuluyorlar. Bu nasıl bir vicdan? Bu nasıl bir politika?
Bir sıpaya binemeyip, kolunu kıranlar Başkanlık Küheylanına nasıl binecekler, merak ediyorum!
Bizler, son hedefe varana kadar yeni hedefler bulamazsak, bu isteklerin sonun göremeyiz.
 Başkanlık sistemine geçtikten sonra; cumhurbaşkanlarının yapmış olduğu açılış, maçılış, nikâh ve düğün törenlerini şereflendirmek için, yeni bir makam bulmalıyız.
Şimdi; doğru oturup, dosdoğru konuşalım. Türk ulusu, Atatürk’ün getirmiş olduğu bu sisteme GENEL KABUL ile varmıştır.
Politikacıların tüm beceriksizliklerine, vurgun’a, murgun’ ve oy aldığı halktan tüm kopukluğuna karşın, halkımız bu sisteme sahiptir.
Sizler, bu sistemin tüm nimetlerinden yararlanan sizler, ” sistem işleyemiyor, ille de mavilim “, derseniz, ötekiler ne demezler? Onlar da: ”Mademki sistem işleyemiyor, biz de TEOKRATİK bir sistemin gelmesini isteruk!” Demezler mi?
Berikiler de, FAŞİZİM, NAZİZİM VE HATTA KOMÜNİZİM;” KOMÜNİZİM”, DEMEZLER Mİ?
Sizler, Sayın Türk Büyükleri, sizler: “sistem tıkandı, işleyemiyor,” derseniz, YENİ GENEL KABUL ARAYIŞLARI ORTAYA ÇIKMAZ MI?
Liselerde okutulan tarih kitaplarına Atatürk’ün direktifini koy; sonra da kalk, sistemin altını oy. Öğrenciler: ”Ula bu nasıl aptes, bu nasıl namaz”, demezler mi?
Politikacıların bu konudaki sözlerini yerler mi, yemezler mi?
            Türk Anayasa Mahkemesi, 1961’den 1982 tarihine kadar, haklarımızın özüne dair kararlar verdi.
1982 anayasası ile de, hakların şekli ortaya çıktı. VERİLEN SINIRLARIN İÇİNDE HAKLAR VARDIR. O SINIRLARIN DIŞINDA DA, ISPARTALI HAKKI VARDIR.
Başkanlık sistemine geçiş olayı, PADİŞAHLIKTAN, CUMHURİYETE GEÇİŞ OLAYINDAN DAHA BELALI BİR İŞTİR.
Bir kere, Mareşal Gazi Mustafa Kemal yoktur. O’NUN eline su dökecek politikacı da DÜNYA ÜZERİNDE YOKTUR.
Cumhuriyet döneminde dengeye varan kuvvetler, çok ani ve çok sert bir biçimde ayrılacaktır. İki meclis gündeme gelecektir; iki meclis gündeme geldiğinde de ”FEDERASYON” VE “FEDERE DEVLETLER” GÜNDEME oturacaktır.
Sevr’in başlama sürecini başlatan ayrılıkçı terör olayı, iç politikada ve ülke dışında desteklenen bir sürece girecektir. İşin içersine; tarikatlar, cemaatler, aşiretler, boylar ve dahi soylar girecektir.
ULUS OLMA SÜRECİ, ÜMMET OLMA SÜRECİNE DÖNECEKTİR. Politikacı pazarlarında bu işler yürütülemez.
Başkanın adamları ve madamları ortaya çıkacaktır. Çankaya’ya bir Başkan oturttuğumuzda, başımıza binlerce başkanlık belası gelecektir. Halk tarafından, doğrudan, doğruya seçilmiş olan Başkanı da düşürmek öyle kolay bir iş değildir. PADİŞAHIM ÇOK YAŞA. İşte, asıl kıyameti de o zaman yaşamış olacağız. Halktan kopan, halkın tepesinde dokunulmaz bir adam ve Eflatun’un dediği yaşanmış olacaktır.
 Hoca Nasrettin’in eşek öyküsünü tersten alalım: Rahmetli Özal: ”Başkanlık”, dediğinde, Ispartalımız da:”Olmaz”, diyerek, bas, bas bağırıyordu. Ispartalımız ve her hangi bir politikacımız: ”Başkanlık”, dediğinde de; Başkanlıkla ilgisi ve dahi bilgisi olmayanlar,”OLMAZZ”, diye bağırmalıdırlar.
Türk toplumu, asırlardan beri, tek kafadan yönetime alışıktır. ”Bin kişi yiyeceğine, bir kişi’nin yemesi daha iyi,” denilecektir.
Voltair’in bir tanımı daha hayata geçirilmiş olacaktır: ”Bir Aslan’ın yediğini, dört yüz Fare’ye mundar ettirmemek.”
Rahmetli Özal, genel seçimleri kazanamayan ANAPLILARI, devletin çeşitli kademelerini arpalık haline getiren atamalarıyla onurlandırırdı. Bir kısım seçimzedeler de, DANIŞMANLAR ORDUSUNUN MAAŞ BORDROLARINA DÂHİL EDİLİRDİ.
Eh! Başkanlık sistemi geldiğinde; Çankaya yetersiz kalacağından, Ayrancı ve Dikmen kamulaştırılarak, içinde Başkanın danışmanlarının, korumalarının, korumaların ve danışmanların korumalarının oturacağı yasak şehre de ivedilikle ve şiddetle ihtiyaç duyulacaktır.
Çankaya köşkü de yetersiz kalacaktır. Milletvekillerine bir yasak şehir yaratmasını bilen Büyüklerimiz; kendilerine de, BİR BEYAZ SARAY İNŞAA ETMEKTE TEREDDÜT ETMEYECEKLERDİR.
Mermerleri İtalya’dan, Porfirleri Fransa’dan, ağaç ve çiçekleri dışarıdan getirilecek olan bu BEYAZ SARAY, A.B.D.’NİN Başkanlarının bile kıskançlığını üstüne çekecektir.
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Tugayına görkemli kışlalar yapılmıştır. Muhafız Tugayının personelinin üniformaları da mutlaka, Başkanın emir ve direktifleri doğrultusunda değiştirilmelidir.
Cumhuriyetin, Başkanlık Sistemine ayak uyduramayan bütün renkleri de değiştirilecektir.
Başkanlık Sistemi geldiğinde, Bakanları yönetmek te dert olmaktan çıkacaktır. BAŞKANIN SEKRETERLERİ ÜLKEYİ GÜL GİBİ YÖNETECEKTİR. SORU, GENSORU VE GÜVENOYU DERDİ DE OLMAYACAKTIR. Başbakan da olmayacaktır.
 İşte o zamanda, Başkanın Sekreterleri için topluca bir binaya da ihtiyaç duyulacaktır. Şehrin dört bir tarafına dağılmış olan sekreterlik binaları, Sekreterlerin hemen ve derakap, Başkanın huzurlarında hazır ve nazır olmalarına büyük bir engel oluşturduğu da göz ardı edilmemelidir. Başkanın Sekreterlerini kabul ettiği salonun duvarına; Başkanın tam gerisine, Abraham lincol’ün bir kararı İngilizce olarak kazınmalıdır:
            “HAYIR, DİYENLER YEDİ KİŞİ, BİR DİYENLER BİR KİŞİ; BEYLER, BİR DİYENLER KAZANMIŞTIR.”
            Başkanlık sisteminin hiç mi faydası yok? Faydayı, ekonomik açıdan ve yakınları açısından ele alıyorum. Ahmet Sukarno, Hollandalıları Endonezya’dan kovarak, ülkesini bağımsızlığa kavuşturmuştur. Bundan sonra da, yapmadığı hiçbir kötü iş bırakmamıştır.
 Bir Japon Aktristi ile evlenmiştir. Bu Şanslı Aktris; Sukarno’dan olma kızı ile Paris’te yaşamaktadır. İktidarı aldıktan sonra, her şeyi alan, hızını alamayıp bir pavyon kızını da alan Rahmetli Ahmet Sukarno; 1959 senesinde, İstanbul’a gelerek, Lüks Nermin’in Sermayesi bir Hanım Kızdan BELSOĞUKLUĞU ALARAK, Lüks Nermin’in evinin kapatılmasına neden  
Başlatılan bir Komünist darbe girişimini, Kara kuvvetleri Komutanı Orgeneral Suharto önlemiş ve Endonezya’yı ikinci sefer kurtarmıştır!
Eflatun’un öngördüğü olaylar meydana gelmiştir: Ülkeyi kurtaran kahramanların elinden ülkeyi kurtarmak. Sonunda da, Endonezya, Suharto’nun elinden kurtarılmıştır.
Bu Başkan’ın çocukları ne olacaklar diyerek, kendi, kendimi yiyip, bitiriyordum. Tanrı’ma binlerce şükürler olsun ki; bu çocuklar, kendilerini ve Torunlarının torunlarını bile kurtarmışlar.
05.Ekim.1997 tarihli hürriyet gazetesinde yayımlanan bir haber yorumun, haber kısmını ele alalım. Meraklı olanlar, anılan gazeteyi bulur ve VATAN KURTARAN BİR BAŞKANIN ÜLKESİNE VE YEDİ SÜLALESİNE NE DENLİ BÜYÜK BİR HİZMETTE BULUNMUŞ OLDUĞUNU GÖRÜR.
                          BAŞKAN GENERAL SUHARTO’NUN ÇOCUKLARI.
            1-Bambang Trihatmoco (42 yaşında ve Erkek) Tahmini serveti, (3.000.000.000) Dolar. Birnantara Gurubu’nu yönetiyor. Petro kimya, Medya, Telekomünikasyon ve Bankalar.)
            2-Siti Hardijanti Rukmana, ”TUTUT” (47 yaşında ve Kız).Tahmini serveti, (2.000.000.000.) Dolar. Citra Ramtoro Gurubu’nu yönetiyor. Emlak, Paralı Otoyollar ve Bankalar.
            3-Hutomo Mandala Putra, ”Tommy” (33 yaşında ve erkek) Tahmini serveti, (600.000.000.) Dolar. Humpuss Gurubu’nu yönetiyor. Havacılık, Oto yollar, otomotiv ve Petrol Endüstrisi.
            4-Sigit Harcojudanto (45 yaşında ve Erkek). Tahmini serveti, (450.000.000,) Dolar. Hanurata Gurubu’nu yönetiyor. Bankalar, Plastik Endüstrisi.
            5-Siti Hedijanti Herijadi,”Titiek” (Kız).Tahmini serveti, (200.000.000.) Dolar. Finans, Emlak, Benzin İstasyonları.
            6-Siti Hutami Endang Adyningsih, “Mamiek”. (31 yaşında ve Kız.) Tahmini serveti,(100.000.000.) Dolar. Emlak, Petrol ve Bilgisayar.
            Kaynak. Far Eastern Economic Review,1996.
            Rafael Trujillo adlı bir Başkan da, Güney Amerika kıtasına adını yazdırmıştı. Kızı ile dans edenleri general yaparmış. Kızın evlendirdiği Beynelmilel Hovarda Porfiroza Robeiroza’yı Paris’e Büyük Elçi atayıvermişti. Bu Büyük Elçi de, tutup Fransız Sinema yıldızı, baygın bakışlı Daniel Dariyö ile evlenmişti.
Amerika’dan gelen yardım dolarlarıyla, Hava Kuvvetleri Komutanı olan 29 yaşındaki Oğlu Amerikalı sinema yıldızları ile gönül eğlendirirmiş.
Sonra ne mi oldu? Eflatun’un dediği oldu? Bu, general bonkörü Başkan, aracı içersinde öldürüldü. Suharto da hapsedildi.
Güney Kore Başkanı Shman Re de tepetaklak düşürülmüştü.
Az gelişmiş ülkelerde,  elbirliği ile demokrasinin ırzına geçenler,” demokrasi bağırıyor” diyerek, o’nu boğmaya kalkışıyor Nazi subayı gibi; işkencecilere dokunmayıp, işkence altında inleyen genci öldürerek, sükuneti sağlayıp huzur içersinde, kemanlarımızı çalmayı sürdürelim mi?
Her türlü pisliğe bulaştırıp, günde belki yüz kere tecavüz ettiğimiz DEMOKRASİ HİÇ BAĞIRMASIN MI? Samanlıkta, bastırılarak ırzına geçilen kimsesiz ve sahipsiz kadınlar gibi hiç GIKI ÇIKMASIN MI?
Büyüklerimize seslenmek istiyorum. Siz, “sistemin değişmesi gereklidir”, derseniz, ötekiler de başka türlü düzen isterler. Dünya’da düzenden çok ne var?
Az gelişmiş ve kalkındırılamamış ülkelere bir bakmamız yeterlidir.
                        SONUÇ OLARAK DERİM Kİ.
            1-Hastalıklar ve sakatlıklar, sistemde değil, sistemin kaymağını yiyenlerdedir,
            2-Öncelikle, şu 83’üncü maddeyi değiştirelim. HIRSIZIN, RÜŞVETÇİNİN, SOYGUNCULARIN, BÖLÜCÜ HAİNLERİN VE ÇAĞDIŞILARIN SIĞINDIKLARI KALELERİ YERLE BİR EDELİM.
            4-Cumhurbaşkanına T.B.M.Meclisi’ni feshetme yetkisini verelim,
            5-Milletvekillerinin siyasi parti değiştirme pazarlarını kapatalım; kim hangi siyasi partiden seçilmişse siyasi partide siyaset yapmalıdır,
            6-Güney Kore, iki cumhurbaşkanını ve bir cumhurbaşkanı’nın oğlunu RÜŞVET’TEN MAHKÛM ETTİRDİ,
            7-Bizler, her türlü suçtan ve özellikle de CUMHURİYET REJİMİNE KARŞI İŞLENMİŞ OLAN SUÇLARDAN SABIKALI OLANLARI YÖNETİME GETİRİRSEK, bu kafaya ve bu eylemlere sistem mi dayanır? HIRSIZ BAŞA, DÜZENİ DE TAŞA KOYMAYALIM.
            Brezilya’dan, Arjantin’den ve dahi öteki BAŞKANLIKLARDAN DERS alanımız yok mu? DÜZENİ DEĞİŞTİRMEYİ BIRAKALIM DA, ÖTEKİNİN HALLERİNİ DÜZELTELİM!
Merhum Özal’ın ağzından dökülen sözler, çok ilginçtir. Başkan olsaydı, aynı sözlerin mantığıyla mı, başkanlığını sürdürürdü, Tanrı bilir:
            -Fiyatları, Tanrı ayarlamaktadır!

2- “HABLULLAH’A “–ALLAH’IN- İPİNE SARILIN. Bu deyim, Atatürk ve Çağ düşmanı Norslu Sait Okur’a aittir. Nur Risaleleri denilen pejmürde, kitapçıklarda, çok sıkça geçmektedir.
            3- Benim memurum işini bilir. Bizler, O’nu memuru olmadığımızdan ve dahi olmaya da niyetimiz olmadığından, bu değerlendirme, bizleri bağlamaz.
Çeşmealtı; 27 Eylül 2008                                  

İzleyiciler

Blog Arşivi