30 Haziran 2011 Perşembe

407-GÜNEŞ KARANLIKLARDAN DOĞAR.

                                                      
            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            Çeşmealtı;30 Haziran 2011.

                                   GÜNEŞ KARANLIKLARDAN DOĞAR.
                        MANAVGAT-Side’de Jandarma karakolunun bahçesinin sağ köşesinden,kuzeybatının sağ köşesine uzanan dağlara bir bakarsanız Mustafa Kemal’in göğe bakan başını gayetle net görebilirsiniz.Burhaniye’den Ayvalık’a gelirken yolun solundaki dağ silsilesine bakarsanız aynı görüntüyü görürsünüz.Biraz yaşlıca olanlarımız belki de hatırlarlar;1954 senesinde,bulutlarda oluşan bir Mustafa Kemal başı,Yozgat Lisesi öğretmenleri tarafından Türk bayrağı ile birleştirilerek görüntülenmişti.
            Ardahan ilimizin Damal ilçesinin Karadağ adlı dağında da her sene 15 Haziran-15 Temmuz tarihleri arasında her Allah’ın günü,YEŞİLLİKLER ÜSTÜNDE gayetle net Mustafa Kemal’in başı oluşmaktadır.NEDEN KARADAĞ’DA?Çünkü Mustafa Kemal,karaların ve karanlıkların içinden çıkmaktadır.12 Haziran 2011’i karanlığımızın başlangıcı sayan Ödleklere ve Yavşaklara bu bir Tanrısal yanıt olmaktadır.C’est Tous,karaların ve karanlıkların yolcuları.Hepsi de bu!
           



28 Haziran 2011 Salı

406-TÜRK DEVRİMİ

                                                
OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı;25 Haziran 2011.

                        TÜRK DEVRİMİ NEDİR!
“Deha ile Aptallık arasındaki fark; dehanın sınırlı olmasıdır!”A.Einstein.
“Yarınlar, yorgun, bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen gayretli insanlara aittir!”Çiçeron.
Büyük insanların idealleri, sıradan insanların—politikacıların—hevesleri vardır!” Waşington irving,
“Bir cemiyette en muzır adam, ehliyetsiz olduğu halde salahiyet sahibi olandır”    Başbakan İsmet İnönü,08 Temmuz 1929,Ank.Üni. Hukuk Fakültesinin diploma töreni.
“Hiçbir ulus; aynı zamanda hem cahil, hem de hür olamaz!”
                   Thomas Jefferson
“Hiçbir ulus yoktur ki, Etik esaslarına dayanmadan yükselebilsin.”Gazi Mustafa Kemal, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c.2,s.4
“Din,devlet işlerine karıştırılmayacak kadar kutsaldır.”Gazi Mustafa Kemal
         “Devrim kavramı: Dilimizde kullanılan “İnkılâp” ve “Devrim” sözcükleri batı dillerinde kullanılan “Revolution”terimi karşılığıdır. Sırt üstü düşmek, devrilmek, yuvarlanmak anlamında kullanılan Latince “Revelvere” kelimesinden gelen “Revolution’un geniş bir anlam kazanarak; ani, şiddetli ve köklü bir gelişmeyi göstermek için; ekonomik, sosyal ve siyasi köklü bir değişmeyi tanımlaması 1789 ‘da gerçekleşen Fransız İhtilali ile oldu. Fransa’da bu olaya Revolution denildi. O tarihlerde, Revolution terimi karşılığında Türkçe sözlük bulunmadığı için; Arapça olan”İhtilal”, ve “İnkılâp” sözcükleri kullanıldı.”
         “Meşrutiyet döneminde”İhtilal” özcüğü, kurulu bir hükümeti, güç kullanarak yıkıp yerine başka bir hükümet kurma anlamında kullanılırken;”İnkılâp” sözcüğü ise, birinci sözcüğün anlamından çok parlamento hükümet ve çeşitli kurullarca saptanıp uygulanması düşünülen hükümet, ekonomi, kültür olayları ile oluşturulacak değişmeleri anlatmak için kullanıldı.”
         “1930’lardan sonra da “Devrim” sözcüğü kullanılmaya başlanıldı. Devrim kelimesinin birçok tanımlaması yapılmakla birlikte; Devrim genellikle siyasal, toplumsal ve ekonomik yaşamda güç kullanılarak gerçekleştirilen ani ve köklü değişimi anlatmak için kullanılmaktadır.”Hasan Türker, Türk Devrimi ve Basın, s.5.
         Bizim tarihimizde, bazı kelimelerin kullanılması çok tehlikeli sayılarak ol zavallı kelimelerimizi kullanmak şiddetle ve devlet ciddiyetiyle yasaklanmıştı. Abdülhamit’iSani’nin burnu büyük olduğu için, Burun kelimesi, Yıldız sarayında oturduğu için de Yıldız kelimesini ve Hürriyet kelimesini kullanmak çok tehlikeli ve yasaktı.
         Beşi Bir arada döneminde de “Devrim” kelimesini kullanmak çok tehlikeliydi ve de yasaklanmıştı.”Büyük Fransız Devrimi diyemezdiniz. Büyük Fransız İnkılâbı, ya da Fransız İnkılâbı Kebiri diyecektiniz. O zamanki Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümgeneral Hulusi Sayın, tüm jandarma rütbeli personeline elleriyle yazarak parmakları ve imzaları ile onaylatmış olduğu bir emir yollamıştı. Bunlarla, imzasız şikâyet mektuplarının sahiplerinin belirlenmesinin amaçlandığı aşikârdı. Ama çok komik yazılar da meydana gelmişti: İnkılâp yerine İnkilap yazanlar çoğunluktaydı. “Kılabı zülme kaldı gezdiğin nazende sahalar”Namık Kemal. İnkilap=Kelpleşmek, köpekleşmek anlamına gelmekteydi. Bu da bence, halkın aleyhine yapılan bir zoru anlatmak için kullanılmalıydı. İran İnkilabı gibi!
         Ulusal Kurtuluş Savaşımızda, din motifi kullanılarak sayısız ayaklanma çıkartılarak Türk’ü Türk’e öldürtmüşlerdi. Emekli Tümgeneral Rahmetli Kenan Esengin’e göre (63) ayaklanma çıkartmışlardı. Şeyhülislam Dürri Zade Abdullah Efendinin, İslam Dinine dayanarak, vermiş olduğu fetva ile de Ulusal Kurtuluş Savaşımıza katılmış olanların öldürülmesine dinen cevaz verilerek, bu fetvalar Anadolu ve Rumeli içlerine İngiliz ve Yunan uçakları ile atılmıştı. Bazı Milliyetçi din adamlarımız düşmana karşı savaşmak üzere alaylar kurarken bazıları da MüdafaiHukuk Cemiyetlerinde faal olarak çalışmışlardı. İhanet sahibi bazı din adamlarımız da düşmanla bir olmuşlardı. Sait Molla, Mustafa Sabri Efendi bunların en önemlilerindendir. Sait Molla, İngiliz Casusu Rahip Frew’in emrine girerek Konya’da, Bozkır’da, Düzce ve Adapazarı’nda Milli Kuvvetler aleyhinde ayaklanmalar çıkartmıştır.15 Mayıs 1919 günü; Yunanlılar, Konak Meydanında ve Pasaport’ta Türkleri süngülerken; Rahmetli Cennetmekân Osman Nevres’in—Hasan Tahsin—naşını bile kurşunlayıp, süngülerken, İzmir Camilerinin minarelerinden; Türk halkına:”Kur’anı Kerim’de Rum suresi vardır. Bundan sonra bizleri Rumlar yönetecektir. Sakın ola Yunanlılara karşı gelmeyiniz ve kurşun atmayınız!”Vaazları veriliyordu.
         “Bizi yanlış yola sevk eden Habisler, biliniz ki çok kere din perdesine bürünmüşlerdir!”Mareşal Gazi Mustafa Kemal, Adana 1923.
         “Maddi ve özellikle manevi çöküş, korku ve güçsüzlükle başlar.”
                                               Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, s.432.
 Mustafa Kemal, her yeniliğe, yararlı ve güzel olan şeylere karşı din motifinin kullanılması sonucu Osmanlının içine düşürüldüğü halleri bilenlerdendi. Üçüncü Selim de bu motifin işletilmesi sonucu öldürülmüş, Sekban’ı cedit adlı düzenli ve muntazam ordumuz da din motifinin kurbanı olarak dağıtılmıştı.                                       Bayraktar Mustafa Paşa, içlerinde altı Sekban’ı Cedit komutanı olan 15.000 kişilik ordusu ile Topkapı sarayının kapısına dayandığında; Dördüncü Mustafa taraftarı olan katiller, Üçüncü Selim’i boğarak Şehzade Mahmut’un peşine düşmüşlerdi. Çatıya çıkmak isteyen Şehzade Mahmut’u merdiven başında kıstıran katilleri, elindeki közlü kül kovasından yüzlerine kül serpen Cevriye Kalfa durdurabilmişti. Bir katilin fırlattığı kama Şehzade Mahmut’un kulağını sıyırıp geçmişti. Sarayın kapısını kırarak içeri girmeyi başaran Bayraktar Mustafa Paşa, Şehzade Mahmut’u kurtardığı gibi, Üçüncü Selim’in katillerinin de haklarından gelmişti. Üç ay sonra da; 500 Yeniçeri zorbası, çatısına çıktığı Bayraktar Mustafa’nın sarayının tepesinde, Bayraktar Mustafa Paşa’nın barut deposunu ateşlemesi suretiyle parçalanarak ölmüşlerdi. Bugün de durum aynı; Mustafa Kemal’in getirmiş olduğu çağdaş ve demokratik sistemin tepesine çıkanlar, bu sistemi koruyacaklarına yemin ettikleri halde, sistemin temellerine dinamit koymaktadırlar. Sistemle beraber yıkılacaklarından da habersizdirler.Yunan parası ve silahları ile din motifini kullanarak Konya’da ve Çumra’da ayaklanma çıkartan Deli Baş Haininin sonu üzerine Mustafa Kemal’in yorumunu okuyalım. Bu yorumu,”Silahlı Kuvvetlere Müdahale Ulusal Felaketlerin Habercisi midir?” Adlı yazımdan aynen veriyorum:
         Rahmetli Halide edip Adıvar, Onbaşı rütbesiyle, Batı Cephesi karargâhı, istihbarat şube müdürlüğünde görevlendirilmişti. Mareşal Mustafa Kemal’in pelerinini armağan olarak alarak, Başçavuş rütbesinde emekli edilmişti. İzin verirseniz, Sayın Turgut Özakman’ın, “ŞU ÇILGIN TÜRKLER” ADLI KİTABININ(411-412)’İNCİ SAYFALARINI AÇIPTA OKUYALIM(12):
            “Halide Edip Hanım, her gece olduğu gibi, bu gece de, istihbarat raporunu okudu: Veliaht Abdülmecit Efendi, İngiliz yüksek komiseri ile görüşme yapmış. Edinilen bilgiye göre: MİLLİYETÇİLERİN POLİTİKASI DELİLİKTİR”, demiş. Mustafa Kemal Paşa, yüzünü buruşturdu:
         “-İstanbul’da, böyle düşünenler az değil. Bu kafalar için akıllılık: Bir büyük devletin sömürgesi olmak, onlar tarafından yönetilmek, onlar tarafından yönlendirilmek. Adamların istiklal anlayışı, bu bilinci, bu onuru, içgüdü gibi içinde bulmak, Bunlar, eğitimle ve düşünülerek kazanılır. Bunların düşünce dünyalarında, bu gibi kavramlar yer almıyor. Neyse, devam edin Hanımefendi;” dedi.
         “Çetesiyle Konya’ya geçen Delibaş Mehmet adlı GERİCİ EŞKİYA, dün gece, adamları tarafından öldürülmüş.”
                   Hepsi doğruldu:
                   “O O O O O O!”
                        “Niçin öldürülmüş?”
            “DİN PERDESİ ALTINDA, DÜŞMAN HESABINA ÇALIŞTIĞINI ANLAMIŞLAR.”
            “-İsmet Paşa. BU HAİN VE KATİL YOBAZ; GEÇEN SENE, KÖY, KÖY DOLAŞIP; YUNAN ORDUSU, HALİFENİN EMRİYLE GELİYOR, KARŞI DURMAYIN, DİYE TELKİNDE BULUNUYORDU. Yazık ki, etkili olmuştu. Bu kez, yanındaki haydutları bile kandıramamış. Bu iyi bir gelişme.”Dedi. Mustafa Kemal Paşa, mendili ile yüzünün terini sildi:
            “İLERİDE, HALKIMIZIN BUNCA İBRET VERİCİ TECRÜBEDEN SONRA; GERÇEK DİNDARLARLA, DİN TÜÇCARI VE AKTÖRLERİNİ BİRBİRİNDEN AYIRT EDECEĞİNİ ÜMİT EDERİM. Yoksa hep böyle geri ve ezik kalırız.”Dedi.
            24 Mayıs2006 tarihinde, Sayın Deniz Hazır’ın bir saptaması yayımlandı. O yazı ile işbu yazımı noktalamak istiyorum:
         “Türkiye’nin, 90’lı yılların başında, en üst gelir grubundan,15-20 kişilik sanayici ve iş adamı eşleri, Mısır’a turistik bir gezi yapıyorlar. Onları, Mısırlı arkeoloji profesörü bir kadın dolaştırıyor. Bizim gruba:”SİZ, BİZİM ONBEŞ YIL ÖNCE YAŞADIĞIMIZ SÜREÇTEN GEÇİYORSUNUZ. ŞERİAT, BİR KAPLUMBAĞA GİBİDİR. ÇOK YAVAŞ VE SİNSİ YÜRÜR. TEHLİKEYİ GÖRÜNCE, SİNER; OLDUĞU YERDE KALIP, BAŞINI VE BACAKLARINI BAĞASINA ÇEKER, TEHLİKENİN GEÇMESİNİ BEKLER. SONRA, TEHLİKENİN GEÇTİĞİNİ DUYUMSADIĞI ANDA, TEKRAR GİDECEĞİ YÖNE DOĞRU YÜRÜMEYE BAŞLAR. HİÇ BİR ZAMAN, GERİ ADIM ATMAZ.(KAPLUMBAĞA, GERİ YÜRÜYEMEYEN CANLILARDANDIR).BİR GÜN UYANDIĞINIZDA, ŞERİATIN BİR AHTAPOTA DÖNÜŞTÜĞÜNÜ VE KOLLARI İLE TÜM ORGANLARINIZI SARDIĞINI GÖRÜRSÜNÜZ: AĞZINIZIN, BURNUNUZUN, GÖZLERİNİZİN, KOLLARINIZIN VE BACAKLARINIZIN SIMSIKI SARILMIŞ OLDUĞUNU VE DEVİNEMEDİĞİNİZİ GÖRÜRSÜNÜZ. YAPACAK BİR ŞEY OLMADIĞINI ANLARSINIZ. KONUŞAMAZ, YÜRÜYEMEZ, BİRŞEY YAPAMAZ, GÖREMEZ, HATTA SOLUK ALAMAZSINIZ”.Demiş? ZINISIM ADNIKRAF NİNEKİLHET.”       Tarihi yazanlar da, yapanlar kadar bilgili olmazlarsa; bugünkü durum ortaya çıkar: Hainler kahraman yapılırlar; Kahramanlar da Silivri Esir kampına tıkılırlar.
         “1925 yılında,”İstanbul Barosu avukatları, Halifeci Avukat Lütfü Fikri Bey’i İstanbul Barosu Başkanlığına seçmişlerdi.
            Yeni Türk Toplumunu biçimlendirecek yasaların uygulanması için, yepyeni kafa yapısına sahip hukukçuların yetiştirilmesi gereği ortaya çıkmıştı. Ankara’da bu amaca hizmet edecek bir Hukuk Fakültesinin açılması zorunlu hale gelmişti. Bu gereksinimi karşılayacak bütçede ödenek te  yoktu.Türkiye Büyük Millet Meclisi salonu,TBMM’ toplanmadığı zamanlar hukuk fakültesi öğrencilerine verilemez miydi?
         Adliye Vekili Esat Mahmut’un—Bozkurt-girişimi ile Hukuk Fakültesi binası için ödenek kopartıldı. Sonunda; eski ve iki katlı bir binada 05 Kasım 1925 günü, Hukuk Fakültesi öğrencileri Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal’in şu sözleriyle öğretime başladılar:
            “Bugün, burada tanık olduğumuz açılış olayı; yüksek memur, uzman ve bilginler yetiştirmek girişiminden daha büyük bir önem taşır. Yıllardan beri süregelen Türk devrimi, varlığını ve zihniyetini toplumsal yaşamın dayanağı olan yeni hukuk kurallarıyla saptamak yoluna yönetmiştir.”
         “Türk Devrimi nedir? Bu Devrim, sözcüğün ilk bakışta akla getirdiği ihtilal anlamından başka, ondan daha geniş bir dönüşümünü anlatmaktadır. Bugünkü devletimizin biçimi, yüz yıllardan beri gelen eski biçimleri bir yana iten en ileri bir örnek olmuştur. Ulusun varlığını sürdürebilmesi için bireyleri arasında düşündüğü ortak bağ yüzyıllardan beri gelen biçimini ve özünü değiştirmiş, yani ulus, din ve mezhep bağı yerine, bireylerini Türk ulusu bağı ile bir araya getirmiştir.”
         “Ulus, uluslar arası genel savaşım alanında yaşam güç ve kaynağı olacak iklim ve araçların ancak çağdaş uygarlıkta bulunabileceğini değişmez bir gerçek olarak görmüş ve bunu kendisine ilke saymıştır.”
         “Altı yıl içinde büyük ulusumuzun yaşamında oluşturduğu değişiklikler herhangi bir ihtilalden çok fazla, çok yüksek olan en büyük devrimlerdendir.”
         Her devrimin kendisine özgü yaptırımı bulunmak gerektiğine de işaret eden Gazi Mustafa Kemal, bir çağ açan gücün, köhne kafalar yüzünden Türkiye’ye matbaayı sokmamış olduğuna şu cümlelerle dokunmuştur:
            “İnsanlık tarihinin akışı içinde Türklerin 1453 zaferini, yani İstanbul’un fethini düşününüz. Bütün bir cihana karşı İstanbul –‘u sonsuza değin Türklüğe maletmiş olan güç ve kudret, aşağı yukarı aynı yıllarda icad edilmiş olan matbaayı Türkiye’ye kabul ettirebilmek için hukuk adamlarının olumsuz etkilerini ortadan kaldıramamıştır. Köhne hukuk ve köhne hukukçuların, matbaanın memleketimize girmesine izin vermeleri için aradan üç yüz yıl geçmesi gerekmiş, uzun ve yorucu bir çaba harcanmak zorunda kalınmıştır.”
         Gazi Mustafa Kemal, köhne hukukçulardan çok çekmişti ve çağdaş bir hukuk yuvasının kurdelesini keserken bunları acı, acı dile getirerek belki de teselli buluyordu. PS: O’NA, O’NUN DEVRİMİNE İNANANLAR DA Modern hukukçularımızdan çok çekeceğe benzemektedir! Hele, hele, İKİYE bir hukuk ve hükema sistemimizden!
         Biliniz ki; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu sırasında, onun bugünkü durumunu hukuk ilmi esaslarına aykırı sayanların başında ünlü hukukçular bulunuyordu. Büyük Millet Meclis’nde egemenliğin kayıtsız, koşulsuz ulusta olduğunu anlatan yasayı önerdiğimde; bu esasın Osmanlı Anayasası’na aykılığını ileri sürenlerin başında da gene eski ve bilim erdemi ile ulusu kandıran hukukçular bulunmakta idiler.”
         Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal; sonunda, kendisini hayli üzmüş olan olaya dokunmuştur:
         “Hatta Cumhuriyet ilan edildikten sonra görülen kötü bir olayı da gözleriniz önünde canlandırmak isterim: En büyük kentimizin, yurdumuzda, belki Avrupa’da öğrenimini tamamlamış, yüksek uzmanlardan oluşmuş baro heyeti, hilafetçi olduğunu açıkça ilan eden ve bununla övünen birisini kendisine başkan seçmiştir. Bu olay köhne hukuk adamlarının Cumhuriyet anlayışına karşı içlerindeki gerçek eğilimin ne olduğunu anlatmaya yetmez mi?”
         Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal’in sözünü ettiği köhne hukukçu, hilafetle ilgili başka bir suçtan İstiklal mahkemesince cezaya çarptırılan Dersim Eski Mebusu Lütfü Fikri Bey idi.
         Cumhurreisimiz Gazi Mustafa Kemal, o günkü açılış konuşmasını şu sözlerle bitirmişti:
         “Öğrenci Efendiler, yeni Türk Toplum yaşamının kurucusu olmak savıyla öğrenime başlayan sizler, Cumhuriyet devriminin gerçek hukuk bilginleri olacaksınız. Bir an önce yetişmenizi ve isteklerimizi fiilen karşılamaya başlamanızı ulusumuz sabırsızlıkla ve özlemle beklemektedir.Sizi yetiştirecek olan Profesörlerin, görevlerini hakkıyla en iyi biçimde yerine getireceklerine güveniyorum. Cumhuriyetin koruyucularından olacak bu büyük kurumun açılışında duyduğum mutluluğu hiçbir girişimde duymadım ve bunu açıklamaktan memnunum”Osman Türkoğuz, Atatürk Devriminin Temel İlkeleri Nedir ve Ne Değildir.”S.IV-VI, Osman Zeki Gençosman, Atatürk Ans. C.10
         Bir değerlendirmesinde de Mustafa Kemal, şöyle söylemiştir:
         “Biz, büyük bir devrim yaptık. Ülkeyi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. Birçok eski kurumu yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. FIRSAT BEKLEDİKLERİNİ UNUTMAMAK GEREKİR. ULUSUN VE DEVRİMİN İÇERİDEN ve DIŞARIDAN GELEBİLECEK TEHLİKELERE KARŞI KORUNMASI İÇİN, BÜTÜN ULUSALCI VE CUMHURİYETÇİ GÜÇLERİN BİR YERDE TOPLANMASI GEREKİR”
         Şimdilik Silivri’de ve Hasdal’da Esir Kamplarında toplandılar!
         Atatürk Devrimi ya da Türk Devrimi, ulusal nitelikli olmasına karşın Evrensel boyutlarda değerlendirilen bir büyük sosyal olaydır. Devrimin özü ve sözü Türk Ulusuna yöneliktir; sonuçları ve etki alanı ise evrensel boyutlardadır.
Mustafa Kemal; Rönesans’ı, Işıklar yüzyılını ve çağların geçişlerini yaşayamamış, Fransız İhtilalinin getirmiş olduğu aydınlıklardan da habersiz bırakılmış aç, sefil ve cahil bir toplumu Akıl çağına taşımıştır. Tevhidi Tedrisat Kanunun gerekçesinde belirtmiş olduğu gibi”İki türlü eğitimin iki çeşit insan yetiştirmesini de “önlemiştir.19 Mayıs 1919’dan sonra ne söylemişse akıldan ve bilimden yana onları eksiksiz olarak ortaya koymuştur. Bendeniz; üşenmeden bu söylemlerden bazılarını bu yazıma almak zorundayım. O bütün Türk halkını ve dünya insanlarını kucaklamıştır.”Ulusal Kurtuluş Savaşını yapan Türkiye halkına Türk Milleti denir”.Diyerek tüm halkımızı kucaklamıştır.
         “Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep bir cevherin damarlarıdır.1932 İstanbul, Cumhuriyet gazetesi,05 Ekim 1932.
         İslamiyet; temelinde Arap-Kureyş ekseni olan evrenselliğe yönelik bir olgudur. Komünizmin, Nazizmin ve Faşizmin de temellerinde ulusal egemenlik yatan evrensel amaçlı sosyal değişimlerdir.
         Atatürk devrimi, bir evrimleşmenin sonucudur. Devrimin alt yapısı yalınızca ve de tek başına Mustafa Kemal tarafından oluşturulmuştur. Kürk kökenli bir Atatürk’ten Korkanlar Partisi üst düzey yöneticisi”Bir gecede her şey değiştirilerek halk travmaya uğratıldı!” Buyurmuştu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e kızanlara baktığımızda,  çağımızın en büyük filozoflarından birisi olan Bertrand Russel’in çok doğru teşhis koyduğunu anlarız:
         “Ne kadar az bilirseniz, o kadar şiddetle saldırırsınız!”
         Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlayabilmek için kafa, yürek, idrak ve emek gereklidir. Kulaktan kulağa dedikodu aktarılır. Rahmetli Dr. Reşit Galip’in bir sorusuna vermiş olduğu yanıt önemli ipuçlarımızdan birisidir:
         “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım BİLİM ve AKIL’DIR. Zaman süratle ilerliyor; milletin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, AKLIN ve İLMİN gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk Milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde AKIL ve İLMİN rehberliğini kabul ederlerse, MANEVİ MİRASÇILARIM OLURLAR.”
         Norveç’te bir deyim ATASÖZÜ olarak kullanılmaktadır:
         İyi, güzel, doğru ve haklı bir iş yapabilmek için” ATATÜRK GİBİ AKILLI OLMAK LÂZIMDIR!”Denilmektedir. Böyle bir işi başarmış olan için de:”ATATÜRK GİBİ AKILLI” denilir.
         Bir inançtır tutturmuşlar. Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in “inancı” yokmuş! Mustafa Kemal’in inancı, hayatı boyunca aklının emrindedir. Samsun’a aklı ile ve kazanmak inancı ile çıktı. Amasya’da aklı her şeyin önüne geçti. Büyük Taarruz Planını hiçbir komutan kabul etmemektedir. O’NUN İnancını Aklı yönetmiştir. Yunan Başkomutanı ve tüm Yunan generalleri, Türk Ordusunu yenme inancındaydılar. Akılları bu kupkuru inançlarının emrindeydi. Ünlü Alman Mareşali Hindenburg,Büyük Taarruz Planını beğenmeyen Alman generallerine:
         “Hiçbiriniz Mustafa Kemal değilsiniz!” Dediği söylenmektedir. Onların ve tüm Osmanlıların vatanımızı kurtarma planları inançlarına göre yapılmıştır. Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in tüm planları da aklın emrine göre yapıldığı için hep başarıya ulaşmışlardır.
         Uhut çatışmasında; aklın boğazı korumak üzere görevlendirdiği elli okçu, kazandık inancı ile yağmaya koşunca Müslümanlar 70 ölü vererek yenilmişlerdi.
         Hurma ağaçları, erkek hurma polenlerinin dişi hurma çiçeklerine ulaştırılması ile hurma meyveleri elde edilmektedir. Hz.Muhammed;”bu işi Allah’a bırakınız!” Diyerek bu çalışmayı önlediği için, o sene hurma olmayınca; hurma ağacı sahipleri kendisine serzenişte bulunduklarında:
         “Dünya işlerini siz benden daha iyi bilirsiniz. Bildiğiniz gibi yapın!” Demişti.
         Hz.Muhammed’in Amcası Hz. Abbas, Mekke’den en son çıkanlardandı. Mekke’de ne olup, bittiğini Medine’ye Yeğeni Hz. Muhammed’e bildirmekteydi. Bir kış günü, Mekkelilerin 10.000 kişilik bir kuvvetle Medine’ye saldıracağını bildirince Medine’de telaşlar başlamıştı. Hz.Muhammed’in telaşını gören Selmani Farisî:
         “Ya Resullah; İran’da düşman saldırılarını önlemek için şehirlerin etrafına hendekler kazılırdı.”Dedi. Hz.Muhammed bu öneriyi kabul ederek derhal Medine’nin etrafına hendekler kazdırdı. Kaza sonucu bir Müslümanın ölümü sonucu Mekkeliler başarısız geri dönmek zorunda kalmışlardı. Medine’yi hz.Muhammed’i ve Müslümanlığın geleceğini bir İranlının aklı kurtarmıştı.
         Mart 628’de Mekke’yi ziyaret etmek için Medine’den hareket eden Müslümanlarla Mekkeliler, Hudeybiye köyü yakınlarındaki bir ağacın altında anlaşmışlardı. Antlaşma metnini de Hz.Muhammed’in harflerin yazılışını tarif ettiği Hz. Ali yazmıştı. Bu çok büyük bir politik zaferi anlayan olamadığı için Hz. Ömer dâhil herkes Hz. Muhammed’e çok kızmışlardı. Bu anlaşma aklın büyük bir zaferiydi. Mekkeliler Müslümanları ve Müslümanlığı tanımış, onlarla barış yapmışlardı. Aklın yerini inanmışlar alsaydı Çatışmalar sürüp giderdi ve aklın yaratmış olduğu serbestliğin sağladığı İslamlaşmada olamazdı.
         Balıkesir Paşa Camisindeki vaazını yeniden mi yazayım!
         “Dinime, gerçeğe nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum.”20 Ekim 1923,Fransız Muhabiri Pernot Maurice beyanatı.
         “Türk Milleti daha dindar olmalıdır; yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum.”Beyanat.
         “Tanrı birdir, büyüktür.”1922 TBMM.
         “Biliriz ki, Tanrı dünya üzerinde yarattığı bu kadar iyilikleri, bu kadar güzellikleri insanlar yararlansın, varlık içinde yaşasınlar diye yaratmıştır. Ve en fazla derecede yararlanabilmek için de, bugün evrenden esirgediği algılamayı, aklı insanlara vermiştir.”İzmir İktisat kongresi,17 Şubat 1923, açılış konuşması.
         “Dini fikir ve inançlara saygılı olmak, öteden beri tabii ve genel bir anlayıştır. Bunun aksini düşünmek için sebep yoktur.”11Aralık 1924 Times Muhabirine demeç.
         “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye muhalif değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz.”1925
         “Cumhuriyetinin temelinin LAİK BİR DÜNYA GÖRÜŞÜNE dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok acı çekmiştir. Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır”Utkan Kocatürk, Atatürk Araştırma Merkezi, s.437
         “Ulusu kendi benliğine sahip yapmayan, ulusu asırlarca kendi hakkında gafil bulunduran hep bu CEHALETTİR. Hükümdarların, şunun, bunun ulusu köle gibi kullanmaları, bütün vatanı kendi özel mülkleri gibi düşünmeleri, hep ulusun bu bilgisizliğinden istifade edilmek sayesinde idi. Gerçek kurtuluş istiyorsak, her şeyden evvel, bütün kuvvetimiz, bütün süratimizle bu cehaleti ortadan kaldırmaya zorunluyuz.”21 Mart 1923,Konya, Lise mensuplarına.
         “Şuna inanmak lâzım ki, dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir.”1923
         “İnsanlar dünyaya mukadder oldukları kadar yaşamak için gelmişlerdir.Yaşamak demek faaliyet demektir.Bundan dolayı bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken diğer uzvu atalette olursa,o toplum felç olmuştur.Bir toplumun hayatta çalışması ve muvaffak olması için çalışmanın ve başarılı olabilmenin bağlı olduğu bütün sebep ve şartları kabul etmesi gerekir.Bundan dolayı bizim toplumumuz için ilim ve fen lâzım ise bunları aynı derecede         hem erkek hem kadınlarımızın kazanmaları gerekir.” 31 Ocak 1923 İzmir.
         “İnsan topluluğu, bir ulus, erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmaktadır. Olabilir mi ki, bir kitlenin bir parçasını ilerletelim. Diğerini göz ardı edelim de, kitlenin tamamı ilerlemiş olabilsin? Mümkün müdür ki bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin? Şüphe yok, ilerleme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve gelişme sahalarında ve yenilikle birlikte mesafe almak gereklidir.”Kastamonu,1925
         “Bir toplum, aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümez ise ilerlemesine tenkil olarak imkân ve bilimsel olarak ihtimal yoktur.”Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c.2,s.153
         Tam bağımsızlık, ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.”1922
         “Ne kadar zengin ve gelişmiş olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmak katından yüksek bir işleme uygun sayılmaz. Türkiye Halkı asırlardan beri hür ve bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı hayatın şartı kabul etmiş bir ulusun kahraman çocuklarıdır. Bu ulus bağımlı yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.”İzmit,1922,18 Şubat 1922 Claude Farrere ile çay ziyafeti.
         “Osmanlı tarihi baştan sonuna kadar hakanların, padişahların,
Şahısların, en nihayet zümrelerin hal ve hareketlerini kaydeden bir destandan başka bir şey değildir.”17 Şubat 1923İzmir iktisat kongresi açış konuşması.
         “Osmanlı devleti ne yazık ki ölmüştür. Babıâli iktidarı ne yazık ki ölmüştür; affedersiniz, yanlış yaptım! Ne yazık ki demeyecektim, iyi ki ölmüştür. Çünkü onlar ölmeseydi ulusu öldüreceklerdi.”31 Ocak 1923,İzmir’de halk ile konuşması.
         “Özgür olmayan bir ülkede ölüm ve çöküş vardır. Her ilerlemenin ve kurtuluşun anası özgürlüktür.”1906vatan ve Hürriyet Cemiyeti Selanik şubesi.
         “Bu memleket tarihte Türk’tü, şimdi de Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.”1923 Adana, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c:2,s130
         “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesine başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
         “Milliyetin çok açık niteliklerinden biri değil’dir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan, Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz.”Önder Mehmet, Atatürk’ün Yurt Gezileri, İş Bankası yayını, s.8,1958
         “ÖĞRETMENLER, CUMHURİYET SİZDEN “FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR” NESİLLER İSTER.”25 Ağustos 1924,Öğretmenler Birliği Kongresi Üyelerine.
         Atatürk’ü anlayabilmek için; O’NUN her koşulda değişmeyen ve bükülmeyen iradesinin dosdoğru söylediği fikirleri iyice incelemek gerekmektedir.
         Şimdi gelelim, “Dâhili ve Harici Bedhahlarımızın” oyunlarına ve de bu olgular karşısındaki vurdumduymazlığımıza. 
“Dünya üzerinde bulunan her devletin Milli Menfaatlerini gerçekleştirmek için Milli Hedefleri vardır. Bu hedefler, Milli Güvenlik siyaset Belgelerinde açıklanmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Ümmetçiliğe ve dış devletlerin önerilerine kilitlenmiş durumdadır. Bizi ilgilendiren ve bugünkü durumumuzu ve yarınımızı etkileyecek olan Tek şey, Amerika Birleşik Devletlerinin Milli Siyaset Belgesindeki 21’inci Yüzyıl Hedefleridir. Amerika Birleşik Devletlerinin Milli Güvenlik Belgesinde iki önemli konu vardır, bizleri bugünkü karmaşaya ve dağınıklığa iten. Burasını iyi okuyup, aklımızı da başımıza almazsak yarın için de çok geç kalmış olacağımızı şimdiden söyleyebilirim:
         1*“21’inci yüz yılda; hiçbir ülke ya da ülkeler topluluğuna STRATEJİK GÜÇ OLMA İZNİ VERİLMEYECEKTİR!”
2*”Bu hedefin sağlanması için önleyici güç kullanımı da dâhil her yola başvurulacaktır.”
Amerika Birleşik Devletleri’nin, Türkiye toprakları üzerinde ÜÇ temel, ÜÇ’Ü DE mümkünse ulaşılabilir nitelikte hedefleri vardır:
“1-Büyük İsrail’in oluşturulması,
“2-Büyük Ermenistan’ın oluşturulması,
         “3-Büyük Kürdistan’ın oluşturulması.
         Daha uzun vadede:
         A-İstanbul merkezli Büyük Ortodoks devletinin kurulması,
         B-Pontus Rum ve Yunan devletinin kurulması,
         C-Konya merkezli HİLAFET devletinin kurulması!
                            Çok önemli bir haber:
         “Ankara-Cumhuriyet Bürosu.”
         “Vali ve kaymakamlar Amerika Birleşik Devletlerine eyalet uygulaması stajına gittiler.”
         “İş İşleri Bakanlığı Strateji geliştirme Başkanlığı bünyesinde, Amerikan yönetim sistemini görmek ve uygulamaları incelemek amacıyla 35 Kaymakam ve Vali Muavini, 1,5 aylık kurs için Amerika Birleşik Devletlerine gittiler.”
         Gezi heyetinin başkanı Kadir Çakır:”Öğrendiklerimizi en iyi şekilde uygulayacağız!” Dedi.
          Başkomutan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in,06 Mart 1922 tarihinde Türkiye büyük Millet Meclisi Kürsüsünden tüm dünyaya seslenmişti:
                   Efendiler,”
         “Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlandırılmıştır. Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir.”Gazi Mustafa Kemal.
         Sayın RTE’NİN, Amerikan Başkanı tarafından gözden çıkarılacağını sanan, Kürt kökenli ve Musa Arter’in çok yakını Cüneyt Zapsu adlı bir AKPELİ Büyük BİR POLİTİKACI tarafından:
         “Sayın RTE’Yİ delikten aşağıya süpüreceğinize onu kullanmalısınız!”Denildiğini okumuş muydunuz acaba!
         BDP Genel Başkanı Selahattin Demirbaş:                                ”Türkiye (25) eyalete bölünmeli, her eyaletin de özel güvenlik güçleri olmalı!”Dediğinde Türkiye Halkı ayağa kalkmış ve sessizce de yerine oturmuştu. Bunun bir anlaşmanın ifadesi olduğuna inanan var mıydı? Aslında; önce bir Alman yazarın “Türkiye’nin Etnik Yapısı” adlı kitabı Türkçeye çevrilerek yayımlanmıştı. Bu yazara göre de Türkiye’de(36)Etnik grup vardı.
         Büyük Bilgin ve Atatürkçü Profesör Dr. Andre Mango,2006 yılında Harp akademisinde vermiş olduğu bir konferansında şu gerçeği de vurgulamıştı:
         “Üniter yapısını tamamlayamamış toplumlara demokrasi uygulaması baskısını yapan gelişmiş ülkeler, bu toplumların etnik gruplarından yeni uluslar yaratmaya yöneliktir.”Bu sözleri söylediğinde o zamanki Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer de o salondaydı.
         İyi okumalıyız ve de uyanmalıyız; senelerce önce Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey bakınız ne buyurmuştu:
         “TÜRKİYEYİ EYALETLERE BÖLMEK LÂZIM. MERKEZİ YÖNETİMİN BİR TAKIM YETKİLERİ BUNLARA VERİLMELİDİR. BELEDİYE BAŞKANLARI DA BU KONUDA EN YETKİLİ OLMALIDIR. O BÖLGELERDEKİ HER TÜRLÜ EĞİTİM DE BUNLARA BIRAKILMALIDIR!”Buz dağının görünmeyen kısmı buradadır Sayın Seyircilerimiz.
         Ps: Hava Kuvvetlerimize komutan olan Generallerin Silivri Toplama Kampına gönderilmesini hazırlamak, Silahlı Kuvvetlerimizin içinde sürdürülen terfi ve yükselme  çatışmanın Politikacılara yansımasının eseridir.





26 Haziran 2011 Pazar

405-İHANETİN BELGELERİ

                                           
OSMANTÜRKOĞUZ                                                                       osmanturkoguz@hotmail.com
              İzmir;24 Haziran 2008
                                         



                        İHANETİN BELGELERİ.

            Çok beğendiğim bir ifade var:                                                                             ”Aydın İnsan, araştırır, yargılar bir sonuca varır. Cahil yobaz, duyar, görür ve  değişmez bir hükme varır.”
Genelleme geleneğimizin üstüne diyecek ”yoktur. Benim, 21 yaşlarında bir Fransızca öğretmenim vardı. O’nu denemek için: ”400 çeşit peynirimiz var diyorsunuz, hepsinin tadı aynı. Kadınlarınız birbirinin aynı,” dedim.
Şöyle bir durdu:”Bayım, dedi, 201 çeşit peynirimizden yediniz mi?”
—Yok, hayır, yemedim” dedim. ”30.000.000 Kadınımızın yarısının bir fazlası ile tanıştınız mı? Diye sorunca da:
 -“Nerede bizde o şanş !”Dedim.
“Siz, sübjektif konuşuyorsunuz. Bu kanaatiniz hiçbir kimseyi bağlamaz”, diyerek, çapkınca bir kahkaha attıydı.
Paşa’nın birisi, bir Arap köleye kızdığında:”Arabistan yakıla“ diye emir buyurmuş.
Rahmetli Besim Atalay, bir kitabında :” Yunanlılar İzmir’i işgal ettiklerinde; bazı İzmir Camilerinde, Kuran’ı kerim’de Rum Suresi vardır, bu nedenle de Yunanlılar bizi yöneteceklerdir. Sakın ola karşı gelmeyesiniz” diye vaazlar verilmişti”, diye yazmış.
Tüm ülkemizde, imamlarımızın yaptıkları vatanseverce çalışmaları bilmeyenler, tüm Rahmetli İmamlarımızı lânetlemişlerdir.
Isparta’da Hafız İbrahim Efendi gönüllülerden DEMİR ALAY’I; Afyon’da Hoca Şükrü Efendi de ÇELİKALAYI kurmuşlardı.
Müdafaayı Hukukta çalışan din adamlarının sayıları ciltleri doldurur.
Denizli Müftüsü Ahmet Efendi ile Ankara Müftüsü Hoca Rıfat – Börekçi -Efendinin şahıslarında, hepsi de Rahmetli olan, bu vatansever din adamlarımızı hürmetle yâd ederim.
Din Adamlarımızın içinden hainler de çıktığı gibi, din adamı kılığında hainlik edenler de çıkmıştır.
Ben, ÜÇ HAİN Din Adamından söz etmek istiyorum. Yunanlılar, Anadolu’yu istilâ etmek amacı ile kurdukları ordu’nun Başkomutanlığına İzmir doğumlu Korgeneral Pareskevupulos’u getirmişlerdi. İkici sefer görevinden istifa eden bu Yunanlı Komutan, General Metaksas’ın önüne bir yığın istihbarat dosyası atarak: ”İmamlar bile Alaylar kurup savaş hazırlığına başlamışlar. Türklerin savaşma iradesini kırmamızı mümkün görmüyorum”, der. General Mateksas’a teklif edilen Başkomutanlık önerisini:” Kazanma şansımızın  %60 bile olmadığı bir savaşa giremem,” diyerek reddettiğini tarih kitapları yazmaktadır.
Şimdi, hainlerden söz edebiliriz:
1-Son Osmanlı Şeyhülislamı Tokatlı Mustafa Sabri Efendidir. Sadrazamlar yerinde olmadığı zamanlar, Şeyhülislamlar Sadrazamlara vekâlet ederlerdi. Sadrazam Damat Ferit Paşa, bir bahane ile Sadrazamlıktan ayrıldığından, SEVR Paçavrasını Şeyhülislam Mustafa Sabri Hoca onaylattırmıştı. Lozan’dan sonra, yurt dışına çıkartılan Mustafa Sabri Hoca, yayımladığı bir kitapta, ATATÜRK’E olmadık iftiralarda bulunmuş:                                                                                                                                           ”Yunan İdaresi altında yaşamak, Mustafa Kemal’in idaresi altında yaşamaktan bin kez hayırlıdır”, diye yazmıştı.1953 yılında, Kahire’de ölmüştür.
            2-Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Hoca, Mustafa Kemal Paşa ve yedi dava arkadaşı hakkında ÖLÜM FETVASI vererek, NEMRUT MUSTAFA’NIN bunlar hakkında ölüm cezası vermesine sağlamıştır.
            3-İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kurarak, Rahip Frew adlı bir Hıristiyan Din Adamı’nın emrinde, ÜLKEMİZ ALEYHİNDE CASUSLUK YAPAN HAİN HOCA. Rahip Frew’den aldığı altınlarla Anadolu’ya ajanlar yollayarak, ayaklanmalar çıkartmıştır. Rahip Frew’e gönderdiği mektuplar, Yeğeni tarafında Mustafa Kemal Paşa’ya ulaştırılmıştır. Mektuplar, Sait Molla Hoca’nın özel defterinden kopyalanarak alınmasına rağmen, Sait Hoca,08Ekim,1919 tarihli İstanbul gazetesinde şiddetli bir yalanlama yayımlattırmıştı. Üşenmeden bu iğrenç mektupları okuyalım:                           1

1-     Birinci mektup: “Aziz dostum, verilen iki bin lirayı, Adapazarı’ndaki Hikmet Bey’e gönderdim. Oradaki işler pek yolunda gidiyor. Birkaç gün sonra kesin netice elde edeceğiz. Şimdi aldığım bu bilgiyi, size sunmayı uygun buldum. Yarın sabah, bizzat gelip, size bilgi vereceğim.
               Kuvayı Milliye taraftarlarının Fransa’ya fevkalade yakınlık gösterdiklerini ve General Franchet d’Esperey’nin Sivas’a gönderdiği subayların, Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek İngiltere Hükümeti aleyhinde bazı kararlar aldığını (N.B.D. 285/39)adamımız özel olarak gönderdiği bir kurye ile gönderdiği mektupta bildiriyor. D.B.Q.91/39 her ne kadar cemiyetimize dâhil ise de; bu zatın Fransızlara casusluk ettiği ve sizin bu teşkilâta başkanlık ettiğinizi beyan ettiği kanaati ben de hâsıl olmuştur. Bu mesele hakkında da, kanaati âlilerine ve üstatlık itimadınıza muhalif olarak vuku bulacak beyanatımla, şimdiye kadar o zat hakkında göstermiş olduğunuz itimattaki hatayı meydana çıkarmış olacağım. Dün sabah, Âdil Bey ile birlikte, Damat Ferit Paşa Hazretlerini ziyaret ettim. Biraz daha sabır ve intizar buyurmaları lüzumunu tarafınızdan kendilerine tebliğ ettim. Müşarünileyh Hazretleri, cevaben size teşekkür etmekle beraber Kuvayı Milleyenin Anadolu’da tamamamen kök saldığını ve mukabil bir hareket neticesi bilinen başlarını tepelendirilmedikçe, kendilerinin iktidara gelemeyerek Zatı şahane’nin onayına sunulan anlaşma hükümlerinin konferansta savunulmasına imkân olmadığını ve Kuvayı Milliye’nin dağıtılması için İngiltere Hükümeti Fahimesi nezdinde acele bir girişimde bulunularak, ortak bir nota’nın Milletvekilleri seçiminden önce Babı Aliye verilmesini ve ÇETELERİMİZİN Adapazarı, Karacabey ve Şile’de Rumlara karşı yapacakları tecavüzlerin, Kuvayı Milliye’nin asayişi ihlal ettiklerini ileri sürerek, maksadımızın oluşmasına çalışmamızı ve  İngiliz basının Kuvayı Milliye aleyhinde neşriyatta bulunmasının  teminini ve özel surette Torpido ile gönderilen(E.B.K.19/2)ye telsiz telgrafla, dün konuştuğumuz  meseleler hakkında talimat verilmesini rica ediyor. Bu gece onbir’de,  Âdil Bey ile “K”de sizi görecek ve Ferit Paşa’nın bazı özel ricalarını daha tebliğ edecek. Bundan sonra, Zatı Şahane ile Mister T.R. görüşebilecektir. Refik Bey’e artık itimat edemeyiz. Sadık Bey de bizimle çalışabilecektir. Hürmetlerimi takdim ederim.11.x.1919.Sait. Tahşiye: Karacabey ile Bozkırdan henüz haber gelmedi. Bozkır’dan, *Ben Osman Türkoğuz haber vereyim: İlçe Jandarma Bölük Komutanı Yüzbaşıyı parçalayarak öldürdüler. Bozkır Barut Fabrikasını da yaktılar.
              2-İkinci Mektup.12 tarihiyle Ankara’daki “N.B.D.285/3”tarafından gelen mektupta, Sivas Heyeti Temsil iyesinden Erkânıharp Miralaylığından emekli Vasıf Bey’in d’Esperey ile temas etmek üzere gönderileceği… Hikmet Bey paraları almış. Biraz daha para istiyor.” İhanet mektubu sürüp gidiyor. 18/19 x.1919 Sait.
            3-Üçüncü Mektup: Yapılan propagandaları göz tabibi Esat Paşa kolu ve bilhassa Çürük sulu Mahmut Paşa, resmi bilgilere dayanarak sürekli olarak takibettiriyor ve halkın heyecanının yatıştırılmasına çalışıyorlar. Bu adamlara, başvurularında hiçbir cevap verilmemesini, dün kararlaştırılan zata, Zatı Şahane vasıtası ile emir verilmesini rica ve hürmetlerimi takdim ederim.19.10,1919 Sait.
            4-dördüncü mektup. Aziz Üstat; Muhipler arasında franmason teşkilatı badiği itiraz oluyor İttihatçıların irsine imtisalken çekiniliyor. Bu teşkilâtın idaresine kalb, ruhu ile tenmiye edilmiş gençlerin ithaliyle bu programı tatbik edebileceğiz. Benim dış görünüşümün verdiği ürküntü dolayısıyla, çok eski sevenimiz(K.B.V.4/35)kararlaştırılan esaslar dahilinde işe başlayacaktır. Ankara ve Kayseri’den yine haber yok. Hürmetlerimi takdim ederim üstadım.19.10.1919 Sait. 2
            5- Beşinci Mektup: Üstat; bu mektupla birbirlerini İngiliz Casusu Rahip frew’e şikâyet ediyorlar.21.10.1919.Sait.
            6-Altıncı Mektup: “Muhterem Üstat; Ankara’dan ”N.B.D.295/3”ten kurye ile gelen 20,Ekim,1919 tarihli mektupta,”K.D.S.93/1”,talimatımıza uygun olarak orada bırakılarak, kendisi Kayseri’ye hareket etmiştir. Talimatın taktikli suretini Galip Bey’e gönderdiğini bildiriyor. Evvelki tahsisatın sarf olunmasından yeniden tahsisat istiyor…”M.K. B.”fasih Türkçesi sayesinde mühim rol çeviriyormuş. HELE HOCALIĞINA DİYECEK YOK diyor. Talimatın “x.v” tertibi tamamen ihzar edilmiş, aramızda, yeni yabancılar girmemiş ise meydana çıkmadan, maksat fiilen temin edilmiş olacaktır. Yeni tahsisatın verilmesini beklemek üzere kurye (4.R) burada alıkonulmuştur.23/24,x,1919S. Haşiye: Ahmet Rıza Bey’in İtalya mandası hakkındaki beyanatını risalenin sonuna ekledim. Kendisinin Fransa’ya gitmesi bizce tehlike olur. Bunu temin ediniz.”
            7-“Üstadım; Çok uzun bir ihanet belgesi…(N.B.S.495/1) KONYA’YA önem verilmesini tavsiye ediyor… Yeni bir parola gönderiniz. Hikmet’e ve Kadıköylüye numaralarını vereceğim. Hürmetlerimi takdim ederim üstadım.24,x,1919 S. Haşiye: Kaç defadır söylemek istediğim halde unutuyorum Mustafa kemal Paşa’ya ve taraftarlarına biraz müsait görünmeli ki, kendisi kemali emniyetle buraya gelebilsin. Bu işe fevkalade ehemmiyet veriniz. Kendi gazetelerimizle taraftarlık edemeyiz.”
            8- Sekizinci Mektup:”Aziz Üstadım; İngiliz casusuna akıl veriyor.26.x,1919 S.
            9-Dokuzuncu Mektup.”9.R.” kurye geldi. Keskin teşkilatı bitmiştir. Arkadaşlara propaganda için talimat verdim. Muvaffakiyatımızın ilk semeratına kari ben iktiraf edeceğimizden eminim üstadım.27/28,x.1919 s.
            10-Onuncu mektup:” Aziz Üstat, Anadolu teşkilatımızın bazı tertipleri Kuvayı Milliye’ce anlaşılmış, alelhusus Ankara ve Kayseri’de aleyhimize faaliyet başlamıştır. Kürt Cemiyeti verdiği Va’di hilafına faaliyet gösteremedi… Konya’da “K.B.81/1”sizin vasıtanızla propaganda heyetlerinin, Bozkır’a gidecek tanınmış şahsiyetler üzerinde etkili olması tebliğ edilmeli. Çetelerimizin bir kısmı tenkil olunuyor. Takdimi ihtiramat eylerim.”29/30,x,1919S.
            11- Onbirinci Mektup.”Aziz Üstadım; Kürt Teali cemiyetindeki samimi dostlarımla görüştüm. Yeni geldiklerinden, birkaç gün sonra, verilen talimat dairesinde tertibat ittihaz edeceklerini, yalınız Kürdistan’a gönderilecek arkadaşlar için büyük bir tahsisatın vücuduna ihtiyaç olduğunu söylüyorlar .”D.b.R.3/141”’den gelen mektupta, Urfa, Ayıntap, Maraş’ta Fransızlar aleyhinde gereğinden fazla tahrikler yaptıkları bildirilmiştir… İhtira mat’ı aciz anemi takdim ederim.4.11.1919 S.
            12-Onikinci Mektup:”Aziz Üstadım”;Çok uzun bir ihanet belgesidir. Bir sürü kot numaralı VATAN HAİNLERİNDEN bahsediliyor ve bol para isteniyor. Ali Kemal Bey’in Vatan Hainleri listesine alınmasının zaruretinden bahsediliyor. Sait Molla Vatan Hainlerinin morallerinin çökmüş olduğu açıkça anlaşılıyor. Mektup, “hürmetlerimi takdim ederim üstadımla sona eriyor.5.11.1919 S.Mektubun altına eklenen not, çok önemli:”Kemal yakalanmış, mensubiyeti itibariyle1K.B.R.15/1”in teşkilâtla bağlantısı meydana çıkmış demektir. Bu zatı himaye elzemdir.”
            Sayın Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı iken, çok büyük bir söz söylemişti:” Bana, sağcılar suç işliyorlar dedirtemezsiniz.” buyurmuşlardı. Tam O günlerdeydi; Manisa Şehir merkezinde, sağcı bir siyasi partiye bağlı bir militan, iki genç delikanlıyı tabanca ile vurarak 3 öldürmüştü. Katilin evinde bulduğum bir genelge, her aklıma geldiğinde kanımı donduruyor:”Birisini öldürdüğünüzde; katil oldum, günaha girdim diye üzülmeyiniz. Yüce Yaratan, ölenin alnına senin tarafından öldürüleceğini yazdığı gibi; senin alnına da, o kimseyi öldüreceğini yazmıştır.”O genelgede tamı tamamına böyle yazıyordu.
            1986 Senesinde; Nurcuların Yayımladığı KÖPRÜ Dergi’sinin(86)inci sayısında Sayın Süleyman Demirel’in bir söyleşisi yayımlandı. Sayın Demirel, Cumhuriyetin ilk yıllarından söz ederken:                                                                                                                     ”O yıllarda, zulüm;  vardı, sıkıntı vardı. Saidî Norsi fevkalade büyük bir bilgindi.”diyordu. Bunlar beni çok rahatsız ediyordu. Bir yerde, öylesine bir tartışmaya tanık oldum ki, böyle bir tartışmayı arasaydım, bulamazdım. Beş kişi, bir masanın etrafına oturmuşlar; birisi anlatıyor, üçü onu onaylıyordu. Dördüncü kişi ‘nin huzursuz olduğu yüz hatlarından belliydi. Gençten, hafif sakallı olanı, sesini yükselterek, öteki masadakilerin de kendisini duymalarını amaçladığını belirtiyordu. Masa’da pişirilen konu, sağ ve sol konusuydu. Sakallı adam:”                                                                   “Efendim; bana ve bilgime güvenebilirsiniz. Kuran’ı Kerim’de bu sağ ve sol hakkında ayetler var. Sol, biraz hafife alınmış. Zaten, sol elin işi belli, taharetlenmek;” dediğinde, o huzursuz genç:                                                                              ”Unutmayınız ki Kalbimiz solda;”dedi. Sakallı adam.”                                              “Ayetin üstüne söz söylenmez”; dedi ve konuşmasını şöyle sürdürdü:                        ”Solcuları bana anlatmayın, tanıdıklarımın tümü beynamaz; ne varsa sağda ve sağcılıkta var.” Deyip, konuşmasına noktayı koydu. O huzursuzluğunu belli eden genç:                                                                                                                                                ”Sağ ve sol kavramı Fransız İhtilâlınde ortaya çıkmıştır;” dedi.                                Sandalyemi elime alıp, izin isteyerek, masalarının kenarına iliştim. Sakallı Beyefendiye:                                                                                                                                           ” Konulara vakıfsınız. Elimde olmayarak dinledim ve yararlandım. Bazı şeyler, benim aklımı da kurcalıyor, bunları size sorabilir miyim?” dedim. Sakallı adam, sandalyesinde biraz gerinerek:                                                                                         ”Buyurun, sorun.” Dedi.
            “Siz, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı kuran ve yürüten Önderlerimize solcudurlar,” dediniz, elinizdeki ölçü nedir? Dedim.
            -“Efendim, din ve diyanetle ilişikleri yoktu. Zaferden sonra, eskiye ait ne varsa yerle bir ettiler.
            -“İslam dininin Yüce Peygamberi de, başarıdan sonra, eskiye ait ne varsa yerle yeksan etmedi mi?
             —Evet, aynen böyle yapmıştı.” Dedi, ben, hemen sorumu yapıştırdım:                “ Yeni bir hareket yapan, sağ dediğimiz eski yapıyı yıkıp atıyor. O yeni hareket Sol olmuyor mu?  Yıkılan sağ olduğuna göre.                                                              ”Doğru söylüyor gibisiniz.” Dedi. Ben de sorularımı sormayı sürdürdüm:              ”Yüce Tanrımızın izni olmadan hiçbir şey olmaz. Doğru değil mi?” dedim.                      ”Evet, yaprak bile kımıldamaz.” Dedi.                                                                            ”-YÜCE TANRIMIZ, Ulusal Kurtuluşumuzu sağlayanların, eskiyi yıkacaklarını bilmiyor muydu?”                                                                                                                               -“Aksini düşünmek, dinden, imandan çıkmış sayılır,”dedi.                                     –“Şimdi söyle bakalım, savaşı niçin Mustafa Kemal Paşa kazandı? Adamcağız hiç seslenemedi. Ben de sürekli sordum:
            -“Son Osmanlı Şeyhülislamı Rahmetli Mustafa Sabri Hoca, sağcı mıydı?
            “-Evet, sağcıydı,” dedi. –“ Sadrazam Damat Ferit Paşa, Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Hoca ve Sait Molla Hoca Neciydiler?”
            —Onlar da sağcıydılar;” dedi.-“ Ya, Divanı Harp Başkanı Nemrut Mustafa Paşa? –“ O dahi sağcıydı:” dedi.
            -“Şeyhülislam Mustafa Sabri Hoca SEVR anlaşmasını imzaladı. Sürgüne gittiği Mısır’da Türkiye Cumhuriyeti Aleyhinde kitaplar yazdı. Dürrizade Abdullah Hoca da, Mustafa Kemal Paşa ve yedi silah arkadaşı aleyhinde ölüm fetvası verdi. Bu Fetva’ya dayanarak, Nemrut Mustafa Paşa da O BÜYÜK KAHRAMANLARI idama mahkûm etti. Sait Molla denen Hain de, İngiliz Casusu Rahip Frew emrinde, Ulusal Kurtuluş Savaşımız aleyhinde casusluk şebekesi kurdu. Sadrazam Damat Ferit Paşa Haini de vatanını, vatanımızı İngilizlere sattı. Bak yavrum, bak sakalı güzelim, Vatan Haininin sağcısı, solcusu olmaz.”Dedim, izin isteyerek masalarından ayrıldım. Geride kalan dört kişi hararetle elimi sıktıydı. İşte, bunun için bu yazıyı yazdım.
                         

           
                       
           
           
           
       



İzleyiciler

Blog Arşivi