2 Aralık 2010 Perşembe

202- İNANALIM MI BEYLER!

                         OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@hotmail.com
                   İzmir; 02 Aralık 2010.
                  
                            İNANALIM MI BEYLER!

                                               “Hafızayı Beşer, nisyan ile malûldür!”
                                                        Adnan Menderes.

“Yalan ne kadar büyük olursa inanı da o kadar çok olur!”  Adolf Hitler.

Öyle diye, diye gittiniz geri gelmemecesine! Ostüzü. Mustafa Kemal iki önemli direktif:

         “Asıl amaç nedir? Sorusuna cevabı:” Asıl amaç vatanın bütünlüğünü ve milletin bağımsızlığını sağlamaktır.” 13 Ekim 1919;Tasvir’i Efkâr Başyazarı
Velit Ebuzziya’ya cevabı.

“Kesinlikle bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan uluslar zayıftır, hastadır. Çocuklarımızı aynı eğitimden geçirerek yetiştireceğiz. Çocuklarımıza ve Gençlerimize vereceğimiz öğretimin sınırı ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: ULUSUNA, DEVLETİNE, TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNE DÜŞMAN OLANLARLA mücadele sebep ve vasıtaları ile donatılmayan uluslar için yaşama hakkı yoktur!”


         Sayın RTE; WikiLeaks’ın yayımlamış olduğu gizli belgeleri sayfalarına koyan yazılı basınımıza en ağır hakaretleri sıralamaktan çekinmediler. Bir Ağırceza Başkanımızın otel odasında, boşuna fahişe arayarak, boş odanın görüntülerini dinci bir siteye servis eden Hatay İl Emniyet Müdürlüğündeki Fethullah Gülen Hizmetlilerine tek kelime etmediler. Bunların hepisi meslekten neden atılmazlar!
         Bu nasıl sanık arayışı! Bu nasıl ümmet mantığı? Ben anlamış değilim. Anlayan da var midur!
Bu olaylar üzerine aklıma gelen iki öyküyü anlatmak istiyorum:
         Çok seneler önceydi; Fransız televizyonunun 2’inci kanalında İkinci Dünya Savaşına ait bir film gösterilmişti. Gestapo Subaylarının yaşadığı çamlar içersindeki lüks bir sitede, bir Gestapo Subayı kemanı ile klasik bir müzik çalarken rahatsız edilmişti: Bir grup Gestapo Subayı, 16 yaşlarındaki bir Erkek  Çocuğuna işkence yaparak eğlenmekteydiler. İşkencelere dayanamayan Genç Çocuğun haykırmaları, keman çalan Gestapo Subayının konsantrasyonunu bozduğu için; kemanını masasının üstüne bırakarak, zarif bir şekilde tabancasını kılıfından çıkartan bu Gestapo Subayı o Zavallı Genç’in kafasına ateş ederek sessizliği sağlamıştı. Sessizlik içersinde kemanının başına dönerek huşu içersinde klasik parçalar çalabilmişti.
Yerel Basın susturulursa, siyasi iktidarlar kendilerine engel olan tüm yasal setleri kolayca yıkamazlar mı? Basın susarsa, eylemler ve işlemler huzur ve huşu içersinde klasik parçaları çalarlar!
         27 Mayıs 1960 Asker Darbesinde; Anadolu Ajansı Genel Müdürü Sayın Alltemur Kılıç ta Kara Harp Okuluna konuk edilmişti. Ben de orada konuk edilmiştim. Suçum da çok ağırdı: 18 Makineli tüfekle 1,5 (Bir buçuk) saat Harbiyelilere ateş açtırtmışım!
Yargıçlar, sanıklara isnat edilecek suçlamaları saptamaya geldiklerinde bir ağır suçumu daha öğrenmiştim: BAŞVEKİL ADNAN MENDERES’İN AKIL HOCASI!
Sevincimden dünyalar benim olmuştu. Bir basit Jandarma Üsteğmeni, Türkiye Cumhuriyetinin Başvekilinin AKIL HOCASI! Suçlamayı aynen kabul ederek düzenlenen tutanağı imzaladım. ”Savunma hakkımın saklı olduğunu da imzamın üzerine yazdım.”
         Sayın Altemur Kılıç ile konuşmalarımızın birisinde, kendilerine bir soru sormuştum; bu muhaveremizi aynen yazıyorum:
         “Sayın Alltemur Beyefendi; siz istediğiniz zaman Sayın Başvekil Adnan Menderes’in yanına girenlerden birisiydiniz. Durumu neden kendisine anlatmadınız?
Bana aynen aşağıda anlattığım gibi anlatmıştı:
         “Ben, Türkiye’nin durumunu bütün açıklığı ile anlattığımda fikrime karşı çıkarak:
         “Sen Amerika’dan yeni döndüğünden siyasi olayları Amerikan halkının tepkisiyle açıklıyorsun. Ben sana bir hikâye anlatayım: Padişahlık döneminde bir Anadolu köylüsü İstanbul’a gelir. Bin bir güçlükle de Sadrazam’ın huzuruna çıkar.
Sadrazam Paşa:
         “Bire, derdin nedir anlatasız bakalım! Der. Köylü sevinç içinde:
         “Devletlü Sadrazam Paşa Hazretleri, işsizim, iş istemeye geldim!” Der.
Sadrazam Paşa Hazretleri, derinden bir: “Yaaa!” Çeker ve uykuya varır. Esrarın etkisi geçer Sadrazam Paşa uyanır ve eydirir:
         “Söyle bakalım daltaban ne istersiz?” Biçare Köylü aynı isteği tekrar eder. Sadrazam Paşa da aynı biçimde:         “Yaaa’” Der ve uykuya varır.
Onbirinci sefer uyanır ve sorar:
         “Sen söyle bakalım daltaban, ne istersiz?” Der. Tüm Anadolu Cinleri tepesine çıkan Köylü:
         “Sadrazam Paşa Hazretleri Ananızı Şapmaya geldimmm!” Diye bağırınca; Sadrazam Paşa:
         “Bire Nabekâr!” Diye bağırdıktan sonra uyuyakalır.
         Görevlileri bir korku ve telaşa alır:
         “Nittiniz, devletlûya bu söylenir mi? Uyanınca kafanızı kestirmez mi?”
         Köyle gayetle memnun bir çehre ile:
         “Korkmayınız Ağalar, der; bunu da unutur!”
         Ben sana bir Cip vereyim, ayağına çizmeni çekerek Anadolu’yu gez. Benim haklılığımı anlarsın. Halk her şeyi unutur!” Der.
         “Halkımız her anlattığımızı yer” mantığıdır tüm bu yüksekten uçurtmalar. Bugünkü bir köşe yazarının sorusu çok ilginçti. ”NEREYE KADAR YER!” Nereye kadar?
         Amerika Birleşik devletlerinde ısrarla uygulanan bir gelenek vardır. Yeni Başkan seçildiğinde tüm Büyük Elçiler istifalarını verirler. Yeni Büyük elçileri de yeni Başkan atar. Bu bir!
         Hariciye Nazırımız Sayın Ahmet Davutoğlu bir açıklamada bulundu:
         “Sayın Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Clinton özür dilediler!
         Bendeniz bu türküyü inanarak dinlemem. Neden Bakanın kendisi ya da Başkan Obama’nın kendileri televizyona çıkarak, TÜRKİYE CUMHURİYETİNDEN ALENEN ÖZÜR DİLEMİYORLAR. Özür tazminat davalarına esas alınmaktadır. Bu siyasi oyun ikili bir anlaşmanın uygulanmasıdır:
         “Siz; özür dilediğimizi kamuoyunuzu uyutmak için ilan ediniz. Ama velâkin tazminat davası da açmayınız!”
                   “YES SİR! Emriniz olur!”
Olamaz mı?
        
        
        
                  


İzleyiciler

Blog Arşivi