19 Kasım 2010 Cuma

198- BOYUTLARI TEK ÇİZGİYE İNDİRMEK




                        OSMAN TÜRKOĞUZ
                        osmanturkoguz@hotmail.com
                        İzmir;15 Kasım 2010.

                                   BOYUTLARI TEK ÇİZGİYE İNDİRMEK!

                                               ARAPLAŞMAK-URABİLİK-

            “Mutlak Otorite.”
“İslam öğretisinde ne dini kurumlar, ne de din adamları dinin mutlak otoritesidir. Asıl otorite, dinin asli kaynakları ve bu kaynakların güvenilir bir yöntemle anlaşılması ve yorumlanması sonucu elde edilen bilgidir. DİB, bu bilginin toplumun her kesimiyle paylaşılması konusunda üzerine düşeni yapacaktır.” Yeni Diyanet İşleri Başkanımız Profesör Dr. Sayın Mehmet Görmez. Vatan gazetesi, 16 Kasım 2010. Eyvah! Bu da, oynanan oyunları gördü ve Atatürkçü ve dahi çağdaş!

“Bir yaşındaki kız çocuğu ile evlenmek Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.S) sünneti gereği mubahtır!” Suudi Arabistan Başmüftüsünün fetvası. 2010 tarihli.

“Elimden gelse, bu milletin dilini Arapça yapardım!”
                       İkinci Abdülhamit.

“O zaman Küçük bir Arap kabilesinin Şefi olurdunuz Padişahım!” Eğinli—Kemaliye-- Sait Paşa’nın Bu yanıp yakılmaya cevabı.
“”Arapça, tüyü dökülmemiş bir dildir”!  Besim Atalay, Arapça ve Türkçenin karşılaştırılması.

“DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞIMIZDAN HER HANGİ BİR SORUNUN CEVAPLANMASINI İSTEMEK LAİKLİĞE AYKIRILIK OLUR!” (Profesör Dr. Sayın Ali Bardakoğlu, ANAYASA MADDE:136).
Soytarılar cenneti toplu seks yeri yapadursunlar! Ostüzü.

“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen TÜRK ULUSU, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.” Gazi Mustafa Kemal, 24 Eylül 1930.

            “Muhterem Milletime şunu            tavsiye ederim ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asli cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalınmasın.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk.


            Ülkemizde ne konuşanlar ders alıyorlar tenkitlerden; ne de dinleyenlerimiz akıllanıyorlar aldatılmaktan ve yalan dinlemekten.
            Mareşal Gazi Mustafa Kemal’den sonra, yalınız tarihler değişiyordu. Şimdilerdeyse, tarihler yerinde kaldı, geçmişin denenmiş ve bizleri felakete götürmüş gelenekleri önümüzden ve yaşamakta olduğumuz günümüzden geçirilir oldu. Zaman, tüyü dökülmüş bir palto gibi ters yüz edilerek aklımıza ve vicdanlarımıza giydirildi.
Kadınlarımızın başları, canlı, canlı, bir bez parçası ile mumyalandı, şekiller de İSLAMIN BAŞ ŞARTI haline konuldu.
Türkiye Cumhuriyetinde; Mareşal Gazi Mustafa Kemal ile başlatılmış olan gerçek Müslümanlık ŞEKLE SOKULDU! Atatürk’ün, ayaklarındaki esaret zincirlerini kırmış olduğu Türk Toplum, Türban ile başından şekle bağlandı!
             Densizin birisinin Araplaşmak ve Arapça üzerine yazmış olduğu yazıyı okuduğumda nasıl üzüldüğümü anlatamam.
Asırlarca kişiliğini yitirmiş bir toplum olarak yaşatılmış olmamızın günümüze uzantısıdır tüm bu olanlar. Ulusal bilinç ve ulusal onur yitirilmeye görsün bir kere.
 Kaşgarlı Mahmut’tan, Ali Şir Nevai’den, Yusuf Has Hacip’ten, Ebü’l Gazi Bahadır Han’dan, Dedem Korkut’tan, Yunus Emre’den, Karacaoğlan’dan ve Mustafa Kemal’den habersiz olanlara; haberi olup ta ihanet yolunu seçenlere, mensup olduğu Büyük Türk ulusunu inkâr edenlere ne denirse onu diyorum.
İnsan, Karamanlı Mehmet Beyden utanır. 13 Mayıs 1273 tarihinde, yayımlamış olduğu fermanında:
            Bugünden sonra; hiç kimse, sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda TÜRK DİLİNDEN BAŞKA DİL KULLANMAYACAKTIR!”
            Kaşgarlı Mahmut; Ünlü yapıtı ”Divan’ı Lügat’it Türk’ün başında şöyle buyurmaktadır:
            “Yüce Tanrı’nın devlet güneşini Türk burçlarında doğdurmuş olduğunu, onların ülkeleri üzerinde göklerin bütün dairelerini döndürdüğünü gördüm. Tanrı onlara TÜRK adını verdi. Onları yeryüzünde ilbay kıldı. Zamanımızın Hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya uluslarının yönetim yularını onların ellerine verdi. Onları herkese üstün eyledi. Kendilerini hak üzere güçlendirdi. Onlarla birlikte çalışan, onlardan yana olanı değerlendirdi. Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi. Bu kişileri ayak takımının kötülüklerinden korudu.” Osman Türkoğuz, Halifelik, s.47.
            “Erdemin Başı TİLDİR!”—Erdemin Başı DİLDİR!”—M. Şakir Ülkütaşır, Kaşgarlı Mahmut, s.8.9.10.Şükrü Kurgan, İzahlı Metinler Antolojisi, s.16–17,1000 Temel Eser, s.20.21.Ahmet Caferoğlu.
            Rahmetli Ali Şir Nevai, ”Muhakemetü’l Lügateyn” adlı eserinde; Türk Dilinin Farsçadan üstün olduğunu göstererek şöyle demektedir:
            “Türk’ün Bilgisiz Zavallı Gençleri, güzel sanarak Farsça şiir yazmağa özeniyorlar. Bir insan geniş ve iyi düşünse; Türkçede öylesine genişlikler, zenginlikler durup dururken bu dilde şiir söylemenin daha yerinde, daha kolay olacağını anlar… Ana dilimin üzerinde düşünmeye koyuldum. Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime onsekizbin evrenden daha yüksek bir evren göründü. Bu evrenin aydınlık alanlarında esimin şahlanan atını koşturdum, sınırsız uzaklarda hayalimin hırçın kuşunu havalandırdım.” Agop Dilaçar, Divan’ı Lügat’it Türk. S.12.
            İngilizlerin Ünlü dil Bilgini Müller’in Türkçemiz hakkındaki övgüsünü bilmeyenler okusunlar:
            “Türkçenin bir gramer kitabını okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olmayanlar için bile bir zevktir. Türlü gramatikal şekillerin belirtilmesindeki ustalık, isim ve fiil çekimindeki düzenlilik, bütün dil yapısındaki saydamlık, kolayca anlaşabilme yeteneği, insan zekâsının dil aracıyla beliren üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır…
Türk dilinde her şey saydamdır, apaçıktır. Dilin iç ve dış yapısı, billur bir arı kovanı yapısını seyrediyormuş gibi ortadadır. Türk dili seçkin bilginler kurulunun uzun bir çalışma ve oylaşmasıyla yapılmış sayılacak düzgünlüktedir. Ne var ki, hiçbir kurul, Tataristan bozkırlarında kendi kendilerine yaşayan bu insanların doğuştan edinilen ve yeryüzündeki benzerlerinden hiç aşağı olmayan dil duygusu kuralları ya da içgüdü ile ortaya koydukları bu dil gibi güzel bir dil yaratamazdı.” Agop Dilaçar, A.E.S.12.13.                                                                                            Osman Türkoğuz, Halifelik, s.49.
            İngiliz Tarihçi Wels te şöyle demektedir:
            “Türkler memleketinde, her Türk Efendi, Beydir. Bunun için aralarında geçimsizlik eksik değildir. Çünkü hiçbiri kendini diğerinden aşağı tanımaz. Türkler, kendi memleketlerinden çıkıp ta yabancı ellere vardıklarında padişah olurlar. Tıpkı denizin dibindeki incilere benzerler. Bunlar, denizin dibinde iken bir şey değildirler. Denizden çıkınca en yüksek değeri kazanırlar.” Osman Türkoğuz, S.G.ES. S.50.
            Dünyanın hiçbir İslam ülkesinde, Türkiye Cumhuriyeti hariç, Kur’anı Kerimi okuyanlar ve dinleyenler hiçbir şey anlayamazlar. Arabistan’da da Kur’anı Kerimi anlayan yoktur denilebilir. Yalınız Türkiye Cumhuriyetinde Kur’anı Kerim anlaşılır.
Bu iş kâğıt parayı kullanmak gibidir; her şeyimizi o karşıladığı, her gün elimizin altında olduğu halde, hangi kâğıt paramızda ne resmi vardır bilenimiz yoktur.
Din de böyledir. Şekle indirgenmiş, kadınlara siyah torba giydirerek başlarını bezle mumyalayanlar, 72 kadın, günlük 100 Bakire ve dahi sayısız Gılman’ın sunulduğu Cennete!
Kurbanı, üzerine binerek,  Sırat köprüsünden kazasız ve dahi belasız geçmek için keseriz. Kadınlarımızı ve Gencecik Kızlarımızı ve dahi kız çocuklarımızı, sırf günaha girmemek için, mumyalarız. Tanrımızın her nimeti Erkeklere helal, Kadınlarımıza haram!
Efendiler, bu saçmalıkları daha ne kadar zamana kadar bu dünyada mutlu edemediğiniz zavallı insancıklara yutturmayı umuyorsunuz? 1730 senesinde; yalınız Kâğıthane’de, 120 sarayı kimler ve neden yıktılardı dersiniz! O zaman Kur’anı Kerim yok muydu?
            Bendeniz çok eskiden yazdığım bir yazıyı iletmek istiyordum. Ama şu Arapçaya ve Araplığa hayranlık ve kendi ulusal kimliğimizi ret, beni buralara getirdi.
Kur’an dilinden tek anlayan ulus yalınız ve sadece TÜRK ULUSUDUR! Dedik.
Bazı ayetleri birlikte okuyalım:
            ŞURA SÛRESİ, (42’İNCİ SÛRE), 7’inci ayet: ”Ve işte böyle sana—Muhammed’e—Arabî bir Kur’an vahyetmekteyiz ki UMM’UL KURA’YI (MEKKE ŞEHRİNİ) VE ÇEVRESİNDEKİLERİ SAKINDIRASIN VE O TOPLAMA GÜNÜNÜN DEHŞETİNİ HABER VERESİN. ONDA ŞÜPHE YOK; BİR FIRKA CENNET’TE, BİR FIRKA SAİR’DE (ÇILGIN ATEŞ İÇİNDE). ”Kur’anı Kerim ve İzahlı Meali, s.482.Elmalılı Hamdi Yazır. Öteki ayetlerin surelerini ve numaralarını vereceğim, merak edenler okusunlar.
            *Yusuf Suresi (12’inci sure), 2’inci ayet.
            *İbrahim Suresi (14’üncü sure), 37’inci ayet.
            *En-Nahl-Hurma Suresi (16’ıncı sure) (03’üncü ayet.
            *Taha Suresi (20’inci sure)113’üncü ayet.
            *Zümer Suresi (39’uncu sure)28’inci ayet.
            *Maide Suresi (5’inci sure)67’inci ayet.
            *Tegabün Suresi (64’üncü sure),12’inci ayet.
            *Abese Suresi (80’inci sure), 17’inci ayet: ”Kahrolası insan, ne kadar da nankördür.” Profesör Dr. Sayın Yaşar Nuri Öztürk’e göre: ”Canı çıkasıca insan ne kadar da kötüdür.”
            Bakara Suresi (2’inci sure), 117’inci ayet: ”Gökleri ve yeri, güzelliklerle donatarak yaratan bedi O’dur. Bir şeyin olmasına karar verdi mi ona sadece “OL” der. Artık o oluverir. ” KÛN emri! ” Kalu Bela.
            Hûd Suresi (11’inci sure), 7’inci ayet: ”O, Odur ki, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır. O’NUN arşı da su üzerinde idi…”
            Tevrat’a göre; ”Yehova altı günde Dünya’yı yarattı. Yedinci gün olan Cumartesi günü dinlenmek için sırt üstü yattı!”
                                   UYDURULAN HADİSLER!
            “Bütün dünya Müslümanlarını Kureyşli Müslümanlar yönetecek; bütün kâfirleri de Kureyşli Kâfirler yönetecek!” Eh! Pekiyi Amerikalılar Kureyşli midirler?
            “Ben Arapça konuştuğumdan ve cennette konuşulan tek dil de Arapça olduğundan tüm Müslümanlar Arapça öğrenmek zorundadır.”
            Kur’anı Kerim yedi Arap ağzına göre yazılmıştır ve içinde de (210) yabancı kelime vardır. Bunun (10) kelimesi de Türkçedir.
Kur’anın dili üzerine vermiş olduğum ayetleri akılcı bir gözle okursak, Kuran’ın hitabının Araplara yönelik olduğunu anlarız. Bugün de, dün de hiçbir Müslüman Arap Kuran’ın dilini anlamamış olduğuna göre, hangi Arap çıkıp ta: ”Bize kur’an Arapçasını öğretin!” Diye başvuruda bulunmuştur?”
Buradan iddia ediyorum ki, tüm Müslüman Araplar hiç anlamadan ve korkularından anlamadıklarını söyleyemeden Kur’anı dinlemekte ve okumaktadırlar.
”Dilimiz Arapça olsun!” Diyen ve Müslüman olurken Araplaşmış olan bizim döneklerimiz, bugünün Arapçasını öğrenseler de Kur’anın dilini yine de anlayamazlar. Sonra; onların Arapça öğrenmelerine her hangi bir engel de yok!
            Emevilerin ve Abbasilerin, Türk ellerinde sınırsız katliamlar yapmaları sonucunda, bizlerin Araplaşmış olduğumuz da bir tarihi gerçektir.
Arap, kılıç, ölüm, esaret, Cehennem ve Allah korkusu ile yüklü sahte ULEMALARIN telkinleri sonucunda düşüncede ve yaşayışta Araplaşmak!
Aklı başında olmayan ve beyni yıkanan, ulusalcılıktan ve ulusal onurdan haberi olmayanlar bazı garibanlarımız da “ille de Arap!” Diyerek sayıklamaktadırlar.
Adaletten Korkanlar Siyasi Partisinin genel merkezi yanına yapılmış olan caminin imamının Arabistan’dan getirilmiş olduğunu basınımızdan öğrenmiş bulunmaktayız.
            1949 senesinde (10) adet dini dernek var iken, bu safsatalar da yoktu. Oy hesapları ile hareket bizleri bu çağdışı atmosfere getirdi.
 İçişleri Bakanlığı Dernekler Daire Başkanlığının Temmuz 2010 verilerine göre; ülkemizde (85.102) dernek faaliyet göstermektedir. Bu derneklerden (15.000)’i Cami yaptırma derneğidir. Diğer derneklerin içinde de dini içerikli dernek sayısını bilen yoktur.   
1970 senesinde; İsviçre ile Fransa işleyen bir trende, bir Fransız sendikacısı bana şöyle demişti:
            “Ülkenize döndüğünüzde bağlı olduğunuz komutanlığa rapor vereceksiniz. Bu söylediğimi de yazmayı sakın unutmayınız:”
            “Az gelişmiş ülkelerde politikacıların en korkulu rüyası, okumuş halktır. Onlar için oy DEPOSU ”İNALFABET” HALK YIĞINLARIDIR!” Her yeniliğin ÖNÜNE ”KOMÜNİZİM” karalaması ile çıkarlar. Komünizm korkusu ile Hitlerin emrine, Rusya’da Komünistlerle savaşsın diye iki tümen asker verdik!” Demişti.
            Berdran Russell; bir makalesinde şöyle yazıyordu:
            “İngiltere’de-1930’da- herkesten farklı bir fikir söyleyeni bir tek yanıt karşılardı: Komünistlik!”
            İrtica ”geliyorum dedikçe;” bu konuda uyarıda bulunanları, ”Komünist!” olarak niteleyerek saf dışı ettik. Bizi bu çağdışı durumlara getirenleri de baş tacı ettik.
           
01 Ocak 2000 tarihli hürriyet’ten bir haber.
            “BİLDİRİ DAĞITAN MOLLALARA GÖZALTI.”
            İzmir-SSK Bozyaka Hastanesi’nde “Hangi Yılbaşı” başlıklı bildiri dağıtıp, duvarlara astıkları ileri sürülen 8 kişi gözaltına alındı. Dün saat 16 00 sıralarında bir ihbarı değerlendiren polis, Molla kıyafetli 8 kişilik grubu, ellerindeki bildiriyle gözaltına aldı. Milenyum’un Hıristiyan âdeti ve kutlaması olduğu, Müslümanların yılbaşı diye bir âdetinin bulunmadığı, kutlamanın da yanlış ve İslam dininde yeri olmadığı yolundaki; ”Hangi Yılbaşı” başlıklı bildiriyi Yenişehir’de Cuma namazı kıldıkları camiden çıkışta tanımadıkları kişiler tarafından ellerine tutuşturulduğunu söyleyen sanıklar; ”bizim bildiri dağıtmak gibi bir amacımız yoktu. Cuma namazının ardından bir hastamızı ziyaret için hastaneye geldik. Bizim bir suçumuz yok;” dedi. Murat Eğilmez-İzmir.
            “Bu işlerin emir ve sinyalleri, günlerdir, açıktan açığa gün gibi veriliyordu. Demek ki Cumhuriyetimizin koruyucusu olan, demokratik ve laik Devletimizin bekçileri, ihbar bekliyorlarmış. İhbar olmayınca, kendiliğinden olaylara el koymak, muhalefet karşısında, IMF ve AB ve USA karşısında el mahkûmların tepkisini çekebilir miydi?
            Böylesine denge, menge, kritik meclis hesapları, idam-Midam; 864 rakım seçimi hesaplarını hesaplamak gerekir.”
            Zamanın Bolu Valisi bir teranede bulunur: TISSS.             
            İtalyan Çadır kentinde; İtalyan Büyük Elçisine dert yanan deprem mağduru bir garibanı, Vali Muavini:
            “Gâvurun önünde dert yanmaya utanmıyor musun?” Diye haşım, haşım haşlar!
Kafaya bakalım Yönetici kafasına: Hıristiyan-Katolik inancını GÂVURLUK olarak niteleyen Laik Türkiye Cumhuriyetinin yöneticisinin kafasına bakmalıyız.
            27 Aralık 1999 tarihli Hürriyet Gazetesinde, bir şeyler olacağının sinyali verilmişti:
            “SUUDİ BAŞMÜFTÜSÜ; MİLENYUM’U KUTLAMAYIN”
            “Suudi Arabistan’ın en üst düzey dini yetkilisi olan Başmüftü Şeyh Abdülaziz bin Abdullah el şeyh, dünya Müslümanlarından yeni milenyumun başlangıcını görmezden gelmelerini istedi ve “Milenyum, kâfirlerim dalâletidir”, dedi. Başmüftü’ye göre, üçüncü bin yılı kutlamamak her Müslüman’ın görevi. Okaz Gazetesi’ne bir demeç veren Şeyh, Milenyum’un Müslümanlar açısından önemi olmadığını belirterek şöyle konuştu:
            Müslümanlar, üçüncü milenyum’un başlangıcını, ya da Hıristiyanlarla diğer kâfirlerin dinleriyle bağlantılı hiçbir olayı kutlamamalıdır?”
            “Suudi yönetimi bu konuda Arap dünyasında yalınız kalmış görünüyor. Lübnan, Mısır gibi Arap ülkeleri yeni milenyumun gelişini büyük partilerle kutlamaya hazırlanıyor.”
            Süleyman Hilmi Tunahan isimli bir Bulgar Göçmeni, imamlıktan kovulma birisinin kurmuş olduğu bir tarikat var. Aslında da Müslümanlığa aykırı bir çıkış. Bu kişi Silistire’de doğduğu için Süleyman Hilmi Silistirevî derler ve İslam tarihinin en büyük kutuplarının başı sayarlar. Bu 33’üçüncü ve son halkadır. Masonlarda 33’üçüncü derece olur da Süleymancılarda neden olamaz! Bu zatın kızının oğlu Denizolgun, Mesut Yılmaz hükümetinin Ulaştırma Bakanı olmuştu.
Bugünkü durumumuzun baş mimarlarından Sayın Sütliman Demirel de boş durmamıştır. 1965 Genel Seçiminde Nurcularla milletvekili kontenjan pazarlığını Zübeyir Yetik ile yaptırtmıştır. Süleyman Hilmi Tunahan’ın damadı ve Süleymancıların başına geçmiş olan Kemal Kaçar’ı da Adalet Partisinden Kütahya milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sokturtmuştur.
Sayın Demirel’in marifetleri bu kadarla kalmamıştır. Milliyet Gazetesinin 21 Haziran 1999 tarihli nüshasına bir göz atalım da bizleri bugünlere kimlerin getirmiş olduğunu iyice görelim: 25 Aralık 1997 tarihinde; Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın töreninde, Sayın Süleyman Demirel’e Fethullah Gülen tarafından ”DEVLET ADAMI” PLAKETİ VERİLMİŞŞTİ. Bu törende plâketini eline alan Sayın Demirel, memnuniyetini şu sözlerle belirtmişti:
            Sayın Gülenin sözleri çok vecizdi. Tarihimizin derinliklerinden gelen direktifleri hatırladık. Türk milletinin birliğini, dirliğini güçlendirecek hareketlerin yanındayım. Geliniz birbirimize sarılalım.” Ödül töreni ibret dolu, ders doluydu. Gönül isterdi ki bu töreni Türkiye’den herkes izleyebilsin. Bu plâketi Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne, Türk milletinin mutluluğuna, barış içinde yaşamasına verilmiş sayıyorum”.
Aradan 1,5 yıl geçtiğinde ortaya bir kaset çıkmıştı. Gülen Hazretleri’nin bu kasette; Sayın Demirel için: ”Zekâsının üç katı laf eder!”     
Kasetten sonra Sayın Demirel başka türlü türküler çığırmaya başlamıştı: ”Bunların arkasındaki niyet devleti ele geçirmekse, bu siyasidir. Yani hareketin yönü belirlenmektedir. ”Cumhuriyet’e, Anayasa’ya sadığız” deyip, sonra bir sadakatsizlik ortaya çıkarsa bu takiye olur. Kanunların suç saydığını çiğnemek kimsenin imtiyazında değil. Devleti ele geçirme iddiaları ciddi. MGK ve devletin bütün diğer organları, devlete yönelmiş tehdit üzerinde fevkalade hassastır.” Haberi sayfa 15’te”.
Bu durumda Sayın Ecevit ne mi yapıyor? Fethullah Gülen ile kuzu sarması!
            Bunların, titizlikle ilgilenmemiz gereken FAZİLET adlı bir takvimleri var. Bu takvimde; Ulusal Kurtuluş savaşından söz edilirken bir Kıta Çavuşundan, Çanakkale Muharebelerinden bahsedilirken Abdülhamit Han’dan söz edilir.
Padişah olan Mehmet Reşat’ın koynuna 16 yaşında bir kız koyularak Birinci Dünya Savaşına girme fermanının imzalattırıldığından kimin haberi vardır! İşte bu takvim, günlerdir yılbaşı ve Kâfirlerin ve Putperestlerin kutsal saydıkları günlerin Müslümanlarca kutlanmamasından söz etmektedir:
            26.27.28 Aralık 1999 tarihli takvimlerin ön yüzünde Hadisler verildikten sonra, yaylım ateşine geçildi:
            26 Aralık 1999 tarihli Fazilet Takviminde verilen Hadis:
            Ümmetimden bir grup; yeme-İçme-Malayaniyat ve eğlence ile geceyi geçirir, sonra da (Suretten bu değilse de siretten) maymunlar ve hınzırlar olarak sahaya ulaşır. ”Hadis’i Şerif: SKM.12/325.
            27 tarihli Fazilet’in yaprağının önyüzü:
            “Şüphesiz ki (Emrettiğim) bu (yol) benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun. (Başka aykırı) yollara tâbi olmayın. Sonra bunlar sizi Allah’ın yolundan ayırır. (S.En’am153).”
                        “MÜ’MİNLER, YILBAŞI-NEVRUZ KUTLAMALARI VE BENZERİ MERÂSİMLERDEN UZAK DURMALIDIR(1)”
            “İmam’ı Rabbani, Müceddd’i Elf’i Sâni(K.S.)—Dini yenileyen! Ostüzü—Hazretlerinden:”Cehennemin ebedi azabı, küfrün cezasıdır.” Bu söze mukabil eğer şöyle bir sual sorulsa:
            “Bir şahıs, İmanı olmakla beraber, küfür merasimini icra eder ve küfür ehlinin merasimine saygı gösterirse, âlimler, onun küfrüne hükmeder. Fiilinden dolayı onu mürtetlerden—Dininden dönenler-- sayarlar.
Hint Müslümanlarının ekserisi ise bu belaya müpteladır! Binaenaleyh âlimlerin fetvaları gereğince o şahsın, ahirette, ebedi bir azap ile azap olması lazımdır…”
            “…şayet bu küfür merasimlerini yapmasına rağmen, kalbinde zerre kadar iman varsa, gene cehennemde azap olunur;”
            “Ölmek üzere olan bir adamın ruhundaki bulanıklığın, küfür ehli ile olan karşılıklı sevgi ve dostluktan ileri geldiğini anladım…”
28 Aralık 1999 tarihli Fazilet Takvim yaprağından:
MÜ’MİNLER, YILBAŞI-NEVRUZ KUTLAMALARI VE BENZERİ MERASİMLERDEN UZAK DURMALIDIR. (2).
Bu yaprakta da, ”Yılbaşı-Nevruz ve benzeri kutlamalarda bulunacak Müslümanların cehennemden çıkamayacaklarına” dair Tanrı adına! Söylemiş sözler yazılı!
Efendim; bendeniz sizlere masal yazmadım. Bir istihbaratçı gözüyle olayları analiz etmenizi istedim. Dış ve iç odakların birlikte yürüttükleri ÇAĞDAŞ YAŞAMIMIZA ve İNSAN GİBİ YAŞAMAMIZ aleyhine, İslam dinini kullanarak yürütülen geniş bir kampanya var ÜLKEMİZDE. Olayların tarihlerine iyice baktığımız da bu aşağılık propagandayı daha iyi kavramış oluruz.
Ülkemizde; tarikatçıların, polititikacıların ve çok kimsenin iştirakiyle bugünlere gelmiş bulunuyoruz. Bu durumu yaratanlar suçlu ARAMKTADIRLAR!
Yılbaşıları kutlamak ve Nevruz bizim Anadolu’muzun geleneğidir. O zamanlar bu konuda bir yazı yazarak yayımlamıştım.
Bu yazı halen http://osmanturkoguz.blogspot.com/ adlı Blog adresimdedir.
*Önce sosyal yaşantımızla ilgili geniş sosyal davranışlarımız dini yasakların cenderesine alınacaktır.
*Kadınların ve dahi erkeklerin kılık ve kıyafetleri için İran ve Afganistan’ı model alacaktır.
*Moda ortadan kaldırılarak, kadınlar tamamen cinsel oje haline sokulacaktır.
*Güzel sanatlar da yok edilecektir.
Uzatmayalım, Osmanlının ihanetlerle dolu batış günleri geri getirilerek Türkiye Cumhuriyeti’nin Eyalet sistemi ve DEMOKRASİ oyunlarıyla devri tamamlanacaktır.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in yaratmış olduğu ve saygı duyulan SOSYAL BOYUTLARIMIZ ARABIN TEK ÇİZGİSİNE İNDİRGENECEKTİR.
ÖRNEKLERİ ORTADAYKEN UYUMMAMIZ BU DURUMLARA RAZI OLDUĞUMUZ ANLAMINI VERMEKTEDİR, SAYIN SEYİRCİLERİMİZ. 

İzleyiciler

Blog Arşivi