1 Kasım 2010 Pazartesi

194- NUHUN GEMİSİ MÜMKÜN MÜ? DÖRDÜNCÜ BÖLÜM




                   OSMAN TÜRKOĞUZ
                   osmanturkoguz@hotmail.com
                   İzmir; 29 Ekim 2010.

                           NUH’UN GEMİSİ MÜMKÜN MÜ?
                               Osman Türkoğuz
                             E.J.Kd. Alb—Hukukçu
                                       (1989****)
                               Dördüncü Bölüm.

         En sonunda, olanlar da oldu ve yine de uyanamadık çağdışı uykularımızdan: Ağrı Dağının tepesinde bir Ermeni bayrağı! Gazetelerimiz mal bulmuş Arap gibi ol resmi yayımladılar. Ağrı Dağına izin alarak çıkan bir grup Ermeni vatandaşı Genç, mutlu bir şekilde, Ermeni bayrağını açmışlar. Onlar da mı Nuh’un Gemisini arıyorlardı! Bunca bedava, düşüncesiz ve aralıksız yapılan propagandaların sonucu budur! Dünya üzerinde, yalınız savunma yapılarak kazanılmış bir savaş var mıdır?
         1987 senesinde; Profesör Dr. Sayın Tolga Yarman, Harp Akademisinde,”Ağrı dağında Nuh’un Gemisi Yoktur” ile noktalanan bir konferans vermişti. Bendeniz de,04 Kasım 1986 Salı günü, UYANIŞ’TA,”Nuh’un Gemisi Mümkün mü?’Nün bir bölümünü yayımlamaya başlamıştım. Gazete Pazar da bir Tufan Efsanesi yayımlamıştı:
                            “Tufan Efsanesi”
         “İNSANLIĞIN bir tufanla yok edilerek cezalandırılması, eski efsanelerde sık rastlanan bir tema.Sümer mitolojisinde  ve Amerikan Kızılderililerinin efsanelerinde de bu öykü karşımıza çıkıyor.M.Ö.250 yıllarında Babilli bir rahip şunları yazıyor:
         “..TanrıCronus, Sisithros’a tufanı önceden haber verdi.Sisithros,derhal Kuzey Mezopotamya’ya yelken açtı.Gemi(nice zaman sonra) karaya oturdu.O zamanlar bulunduğu yer,doğu Anadolu idi.”
         Fakat bugün Nuh’un gemisini bulmaya çalışan “yaradılışçılar” kaynağı, Tevrat’ın Yaradılış bölümünde sözü edilen olay: “İnsanlık yoldan çıkmıştır. Tanrı(Yehova) Nuh’a bir tufan yollayacağını bildirir, Nuh gemisini yapar, herkesi davet eder ama bir avuç insan ve canlı dışında kimse ona inanmaz, ama Nuh haklı çıkar. Kuran’daki Nuh Suresi’nde de Nuh’un Peygamber oluşu, halkını Allah’ın tekliği inancına davet edişi, halkın Ved, Suva, Yegus ve Nesr adındaki putlardan vazgeçmesini anlatır. Nuh Peygamber gemisini yaparken Halkı onunla alay eder, ama sonunda o gemiye binmeyen tüm canlıları yok olur.”
         “Gemiyi arama çabaları da yüzyıllar önce başladı. M.S.380’de Salamis Piskoposu Epiphanus, doğu Anadolu’yu ziyaret etmiş ve kendisine gemiye ait olduğu ileri sürülen bazı doğrama örnekleri gösterilmişti. Ermeni tarihçi Hayfan da Ararat’ın—Dikkat! Ermeniler için bir nirengi ve de başlama noktası!—karla kaplı doruğunda siyah bir nokta halinde Nuh’un gemisinin görülebileceğini söyler. Yanı sıra tarih de düşer.1254.Ancak Ağrı’ya ilk ciddi seferler ancak 1829’da düzenlenmiştir.”
         Nuh’un gemisiyle gelen üç oğlu: HAM, SAM, YASEF’TEN tüm dünyadaki insanlar ürerler! Biz Türkler de: "YASE'F" dan inmişiz. Ama ne yazık ki; kan gruplarımız ve DNA profillerimiz çok farklı! Ya dünya üzerindek(6800) dil tamamen farklı! Bu dillerden (2200) dilin yazılı şekilleri de vardır.(4600)dil ise sadece konuşulmaktadır. Okyanus adalarında, (150) kelimelik bir dille konuşan ilkel bir insan topluluğu daha bulunmuştur.
         İnsanlar arasındaki olgular da, atalarının hatalarına bağlanmıştır. Nuh’un üç oğlundan inmiştir tüm uluslar. Hz.Nuh, takım ve dahi taklavatı meydanda uyurken, Ham Ve Yafes gülmüşler. Nuh uyandığında bu duruma sinirlenerek:”
         “Sizin de soyunuza gülsünler!”Diyerek beddua etmiş! Bunun üzerine derakap, Sam Zencilerin atası olmuş. Yafes te, YECÜC-MECÜC denilen ucubelerin atası olmuş! Arap din bilginleri Tevrat’taki Gok ve Magog’a bakarak bize bu sıfatı lâyık bulmuşlardır! Bir kenarda sessizce ve dahi gülmeden bekleyen Sam da, Semitik kavimlerin, Yahudilerin ve Arapların atası olmuş!
         Daha sonra da; Nuh’un pişman olarak, kötü duasını geri alması üzerine, Yafes güzelliklerin sahibi Türklerin, Rusların, Slavların ve dahi Çinlilerin atası olmuş. Zenciler de öylece günümüze gelmiş ve USA’YA Başkan bile seçilmiş! Beyaz geçinenlerin karaları da içlerinde ve dahi yüreklerinde kalmış!
         Yafes’ten dört nesil sonra da Oğuz Han doğmuş. Osman Beyi de Yafes’ten 20 göbek sonraya indiren Osmanlı Bilginleri, bunu biraz abes bularak,16’ıncı yüzyılda, 52 göbeğe indirmişlerdir! Bu yola İngiltere de başvurmuştu. Boşanmış bir kahraman olan, İngiltere Kralının Yaveri Albay Peter Towsent ile evlendirilmeyen Prenses Margareth, Topal bir sosyete fotoğrafçısı olan, zengin bir avukatın oğlu, Antony Armstrong-Jones ile evlendirilince İngiliz tarihçilerine iş düşmüştü. Topal fotoğrafçının ailesinin M.S.1230 tarihinde, İngiliz soylu sınıfı ile bağlantısı bulunarak kendisine “Lord Snowdon” asalet unvanı verilmişti!
         Oğuz’un (24)boyunun inandığı bir egemenlik kuralı vardır: Türk boylarına egemen olabilmek için Oğuz Han ya da Cengiz Han ile göbek bağı olması gerekir. Aksi halde egemene başkaldırı bir Tanrısal haktır. Osmanlı, Anadolu’da egemenlik kurmada sıkıştığında bu kurala dört elle sarılarak,16’ıncı asırda, İkinci Murat tarafından, Yazıcıoğlu Ali’ye”Osmanlı, Gökhan sulbünden gelen KAYI boyundandır”deyu yazdırtmıştır. Bu numarayı Aksak Timur da yapmıştır. Cengiz Hanın torunu olan bir Hanımla evlenerek kökünü Cengiz Han’a dayatmıştır! Gerçekte ise durum başka türlüdür: Temur—Temir--Timur Han, BARLAS Türk boyundandır! Osmanlı, Türklük kimliğinden uzaklaştığı halde Temur—Timur—Temir Han, Türklüğüyle övünmüştür:
                   “Biz ki, Melik’i Turan, Emir’i Türkistan’ız,
                   Biz ki, Türkoğlu Türküz;
                   Biz ki,milletlerin en kadimi ve ulusu Türk’ün başbuğuyuz..”
         Türk şeceresinde Yafes, Olcay Han, İbiliç Han ve Abulca Han olarak adlandırılmıştır! Asıl Kayı Boyu, Mavera’ün nehrinin ötesinde yaşayan ve Hindistan’da ”DEVLET’İT TÜRKİYYE”—Türkiye Devleti—adlı bir devlet kuran Oğuz boyudur. Ayrıca, Oğuzların her sene Mısır’a sattığı (2000) Genç Oğuz’un, bir darbe ile iktidara gelerek kurmuş oldukları devletin adı da”DEVLET’İT TÜRKİYYE” idi. Osmanlı, bu devleti küçük göstermek için KÖLEMENLER ve MEMLUKLAR adı ile anmışlardı. Yavuz Sultan Selimin yıkmış olduğu devlet bu Türkiye Devletidir.  Biz yine de dönelim yorumumuza:
         Doğal halde yaşayanlar, Vahşi, Yamyam ve İlkel olarak nitelendirdiklerimiz, en şiddetle hareket ettiği zamanlarında bile, dünyamızı felâkete sürükleyecek bir vahşete neden olmamışlardır. Biribirlerini öldürmüşler, mallarını yağma etmişler; ama doğaya asla zarar vermemişlerdir. Binlerce yıldan beri Amerika’da yaşayan Kızılderililer ve Afrika’da yaşayan Karaderililer ve dahi Avustralya’da yaşayan Aborjinler hangi canlı türünün kökünü kazımışlardır.19’uncu asrın son çeyreğinde Duwarmish Kızılderili Reisi Seattle, beyazların sonlarını ne güzel anlatmıştır:
         “Son ırmak kuruduğunda, son balık ve son kuş öldüğünde; Beyaz İnsan paranın yenmeyeceğini anlayacaktır!”
         1620’lerde Nisan Çiçeği adlı gemi ile Amerika kıtasına ayak basan Avrupalı Beyazlar; dünyaya ayak basan dedeleri gibi birçok canlı türünün canına okumuştur.19’uncu yüzyılda (1.000.000) Bizon öldürmüşler, geriye sadece ve dahi sadece(70) Bizon bırakmışlardır.5 gramlık kelebek kuşlarının, renkli tüyleri için köklerini kazımışlardır. Daha 18’inci yüzyılda; Ruslar Bering Boğazında yaşayan 7 metre boyundaki Fokları tamamen bitirmişler; Alaska’da yaşayan çok orijinal bir insan topluluğunu da ateşli silahları ile yok etmişlerdir. Güney Amerika’ya gelen İspanyollar da aynı kırımları Tanrı aşkına işlemişlerdir. Avustralya’da daha 1920’li yıllarda, çizgili Avustralya Kaplanının kökü kurutulmuştur. Dünyamızda her sene uygar uluslar! Birkaç yüz bin Fok yavrusunun sopalarla öldürülmesine izin vermektedirler. Norveç’teki her sene tekrar ettirilen Balina katliamına ne demeli!                                                                   Duwarmish Kızılderili Reisi SEATTLE’NİN 1854 senesinde, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Franklin Pierce yazmış olduğu mektuptan bazı parçaları birlikte okuyalım. Gönül isterdi ki bu mektubun aslı tüm okullarımızda ders olarak okutulsun. Bu ünlü mektup, bu ünlü Reisini adını taşıyan şehrin müzesinde saklanmaktadır. Bu şehir, birkaç sene önce de bir ilke imza atmıştı. Dünyayı soymak için bu şehirde toplanmış olan gelişmiş ülkeleri protesto etmek için ayaklanmışlardı ve USA tarihinde ilk kez bu şehirde sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Mektubu okuyalım da ağlayalım derim:
         “Eğer topraklarımızı size satarsak, hiçbir zaman unutmayın ve çocuklarınıza da öğretin ki, nehirler bizim olduğu kadar sizin de kardeşinizdir. Bu nedenle, her hangi bir kardeşinize göstereceğiniz saygıyı nehirlere de gösteriniz.”
         “Suyun mırıltısı babalarımızın babalarının sesidir. Nehirler ise bizim erkek kardeşlerimizdir.”
         “Çayırlarda çürüyen binlerce Bufalo gördüm! Beyaz adam geçerken dumanlı demir attan-Tiren- vurup bıraktığı ve ne amaçla öldürdüğünü hâlâ anlayamadığım binlerce Bufalo! Ben Vahşiyim ve dumanlı demir atın Bufalo’dan nasıl önemli olabileceğini anlayamıyorum. Ve biz Vahşi olduğumuzdan Bufalo’yu yalınız aç kalmamak için öldürürüz. Hayvanlar olmadan insanlar nedir ki? Eğer bütün hayvanlar yok olsaydı, insan ruhu o büyük yalnızlığa dayanamaz ölürdü.”
         “Ayakları altındaki toprakların, Büyük babalarımızın külleri olduğunu çocuklarınıza  öğretmelisiniz. Toprağın akrabalarımızın yaşamlarıyla dolu olduğunu çocuklarınıza söyleyiniz. Böylece toprağa saygı duyarlar. Bizim çocuklarımıza öğrettiğimizi, siz de kendi çocuklarınıza öğretin. Dünya anamızdır. Dünya’ya ne kötülük olursa oğullarımıza da aynı kötülük olur.”
         “Kabileleri insanlar yapar. İnsanlar gidince, kabileler de olmaz. Kızılderili de yok olur. Tıpkı denizin dalgaları gibi; insanlar gelir ve insanlar gider .”
         “Beyazlar da bir gün, diğerleri gibi geçip gidecektir. Tıpkı denizin dalgaları gibi”
         “yatağına pislik yığmaya devam eden bir gece kendi pisliğinde boğulacaktır.”
         “Vahşi atların neden tutsak edildiğini, Bufaloların neden katledildiğini biz anlayamıyoruz! Böyle bir son bize bir şey anlatmıyor. Çalılıklar nereye gitmiş? Kartal nereye kaybolmuş? Hızlı koşan bir ata ve avlanmaya neden veda edilmiş? Bütün bunlar ne demek?YAŞAMIN SONU.”
         “Hayvanlar, ağaçlar,insanlar,hep aynı nefesi,aynı havayı paylaşır.” “Bizim ölülerimiz, bu güzel dünyaya asla veda etmezler. Çünkü o,Kızılderililerin anasıdır. Güzel kokulu çiçekler bizim kız kardeşimizdir. Geyik, at, büyük kartal bunlar da bizim erkek kardeşimizdir. Kayalıklar, tepeler, ıslak çayırlardaki damlalar, atın vücudundan buharlaşan ısı ve insan, hepsi aynı ailedendir. Öyleyse Waşhington’daki Büyük Şef, topraklarımızı almak isterken bizden çok şey istemiş oluyor!”
         Şimdi elimizi cüzdanımıza koyarak Zavallı Amerikalı Dostlarımızı! Değerlendirmeliyiz:
         *Amerikan yasalarına göre; Ayı, kartal, Akbaba, Puma, Aslan, Kaplan ve Timsah öldürmek yasaktır.
         *Bufalo öldürmek hepten yasaktır.
         *Kızılderili öldürmek te yasaktır. Vatandaş statüsüne alınmış oy sahibi insanlardır! Balık vurmak bile sayı ile ve paralıdır. Bir yandan ülke insanlarını müreffeh yaşatmak için yeni sömürüler,  Sömürüler için de yeni silahlar gerekmektedir. Öte yandan, dünyamızı ve Amerikaları ele geçiren dedelerinden miras olarak aldıkları öldürme tutkusunun tatmin edilmesi gerektir! Bu nedenle; Afganistan’da, Irak’ta ve kadınlarına Tanrı adına işkence yapan ülkelerde bu işleri yapmak gerekmektedir. Kadın, Erkek, Çoluk Çocuk ve dahi Çocuk dinlemeden öldürmek, ırzlarına geçmek ve dahi yeni silahlarını bunlar üzerinde denemekten başka çareleri de yoktur! Biraz insaflı olalım! Onlara hiçbir şey olmaz! Sayın Başbakanımızın duaları, Afganistan’a ve dahi Irak’a çıktıklarından beri, onların üzerindedir!
         Birinci Dünya Savaşı sırasında; Fransız askerlerinin Birecik’te KELAYNAK kuşlarımızı hedef olarak kullandıklarımızı unutmadım. Ne yapsın Zavallılar! Türk öldürmek yasaklandıktan kerri!
         Günümüzde de, bir yılda (1.000.000) yılda oluşan petrol tüketilmektedir. Kızılderili Kabile Başkanı:
         “Doğayı yok etmekle insanoğlu yok olacaktır!” Demişti. İlkel dediğimiz bu insanlar, dünyayı işgal edenlerin sonlarını görecek kadar yürekli ve soylu dünyamızın gerçek sahipleri ve yerlileridirler. Göreceksiniz Amerikalılar dedelerinin yapmış olduğu şeyi aynen yapacaklar ve dünyamızı da patlatacaklardır. Dünyamızın patlatıldığına yanmam! Bizim dini, sakalı ve cepleri bütünlerimizin kadınlarımızın onurlarıyla oynayamayacaklarına ve Türban denilen bezle İslam dinini de bir şekle bağlayamayacaklarına ve Türk toplumunu, dışarıdakilere vermiş oldukları sözler doğrultusunda oynatamayacaklarına yanarım!
         Çarlık Rusya Başkomutanı Prens Mareşal Baryetinski; 04 Eylül 1859 günü Rahmetli kahraman Şeyh Şamil’i esir alarak Dağıstan’a egemen olmuştu. Vahşi, ilkel ve gerçek Tanrıya inanmayan dediğimiz Dünyamızın gerçek sahipleri, birbirlerini yenmek için ormanlarını yakmamışlardı. Rusların üç gözlü diye övündükleri General Yevdekimov, kükürde buladığı Dağıstan ormanlarını cayır, cayır yakarak vatanlarını savunan kahramanları açıkta bırakmıştı. Çünkü Dağıstan ve Dağıstan ormanları General Yevdekimov’un ve Rus Çarı’nın Öz Vatanları değildi.
         Gılgamış Destanında, Popal Vuhlarda ve üç semavi dinin kutsal kitaplarında sözü edilen Nuh Tufanı, Dünyamızda yaşanmış bir büyük yıkım değildir. Bu büyük felâket, Güneşimizin Beşinci uydusunun başına gelmiş olmalıdır. Bu uyduyu eylemleri sonucu yok eden insanoğlu, oradan Dünyamıza kaçabilmiştir. Ruhsal ve zihinsel yapısı gereği bozgunculuk, yıkıcılık ve yakıcılık ve dahi kötülük yapmalara yönelik doyumsuzluk özelliklerini de çocuklarına taşımışlardır. Bilinen tarihten günümüze kadar—Türban savaşları hariç—(14000) büyük savaşın yapıldığı; bu savaşlarda altın olarak harcanan parayla, Ekvatora sekiz metrelik bir kuşak yapılabileceği de hesaplanmıştır. Günümüz insanoğulları Dünyamıza misafir olarak gelmiş olan dedelerinden almış oldukları bu yetenekleri bol, bol sergileme olanaklarını yaratmıştır. Öldürücü silahlar, bombalar hasımlarına karşı kullanılmak için yaratılmıştır. Cenevre Konvansiyonunda bomba ağırlıklarının sınırlandırılması, bu kararları çiğnemek için konulmuştur. Atom bombası denenmiş ve çok başarılı sonuçlar alınmıştır! Hidrojen ve halı bombası, insan, hayvan ve bitki soylarını yok etmek içindir. Hadi hayırlısı!
         Nuh Tufanının böyle olması gerekir. Dünya üzerinde oluştuğu iddia edilen Nuh Tufanı öyküsünün tutar tarafı yoktur.
         Baş tanrı Zeus’un (23) karısı vardır.(8)’i tanrıça,(15)’i de insandır. Gölde yıkanmakta olan başkasının karısı olan leta’yı, kuğu şekline girerek, şapar. Hz. Davut gebe bıraktığı Hititli General Uria’nın karısını gebe bıraktığı için, İsrail başkomutanına mektup yazarak adı geçen generali öldürtür. Hz. Muhammet,(6)yaşındaki kızla nişanlanır, kız (9) yaşına bastığında da onunla gerdeğe girer. Hz.Süleyman’ın (700) karısı ve de (300) cariyesi olduğunu, Hz. Muhammed’in erkeklik gücünün (30) cennet erkeklik gücüne eşit olduğunu, bir cennet erkeğinin de erkeklik gücünün (30) Dünya erkek gücüne eşit olduğunu anlatarak övünürüz.
         Tevrat’ın anlatımına göre; Hz. İbrahim, karısı Sara’yı, kız kardeşim diyerek Mısır kralı Firavun’a satar. Foyası meydana çıktığında da, Mısır’daki olumsuzlukların faturası kendisine çıkarılarak Mısır’dan kovulur. Aynı numarayı hayfa taraflarında oranın Kralına da yapar ve yine kovulur. Tanrımız adına dört kadınla evlenmek izni çıkmasına karşın Hz.muhammed (24) kadınla evlenir.
         Senirkent Belediye Başkanı;1995 senesinde, Senirkent’te meydana gelen sel felâketinin nedenini hemencecik bularak dünyayı da bilgilendirmişti:
         “İlçede fuhuş vardı; Tanrı bu felâketi verdi!”Diye demeçler vermişti!
         1994 senesinin Temmuz ve Ağustos aylarında, çok önemli göksel olaylar gözlenmişti. Amerikalı Karı-Koca iki gökbilimci, Jüpiter gezegenine yedi adet gökcisminin çarpacağını, aylar öncesinden, saat ve dakikasına kadar hesaplayarak bildirmişti. Günü ve saatleri geldiğinde; yedi adet gökcisminin Jüpiter’e çarpışlarını televizyonlardan izlemiştik. Jüpiterde hiçbir yaşamsal belirti de yoktu! Kim, kimin ya da kimlerin ırzlarına geçmişti! Kimler namazlarını kılmamıştı! Kimler Kiliseye ya da havraya gitmemişti detantımız onlara kızarak bu büyük felâketi yaratmıştı! Kimler Allah adını kullanarak din kardeşlerini soymuştu! Kim, kimin karısını dağa kaldırmıştı! Kimler karılarının ve kızlarının başı açık gezmelerine izin vermişlerdi! Kimler Tanrımıza küfür etti? Jüpiter’de ağzını açacak canlılar da yoktu ki!
         Patlayan Besinci Gezegenden Dünyamıza gelenler; Amerika’ya ayak basanların yerlileri ve Bufaloları yok ettikleri gibi, Dünyalıları da yok ettiler. Çok ilkel seviyede gördükleri bir kısım dünyalıları da, Kızılderili ve Yahudi Gettolarına benzeyen, Gettolara hapsettiler. Ya da Patlayan gezegende gelişmemiş olanları da Dünyamıza getirerek ayrı bölgelere yerleştirdiler!
         Dünyamızdaki canlılara bir göz atmalıyız. Bütün canlılar birer seri oluşturmuşlardır. Örneğini yine de bendeniz vereyim:
         *Kediyi ve Kedi Serisini bir sayalım: Çeşitli cinsten Kediler, Vaşaklar, Pumalar, Kaplanlar, Aslanlar.
         *Hortumlu Fareler, Tapirler, Filler ve Mamutlar.
         *Kurlar, Finolar, Terrierler, Çoban Köpekleri, Dalmaçyalılar, Buldoklar ve diğer cins Köpekler.
         Maymunlar, çeşitli türdeki Minik Maymunlar, Makaklar, Şebekler, Şempanzeler, Goriller ve Orangutanlar. Pekiyi, insan hangi türün son halkası? Bir Kocaayak masalına mı inanalım? İnsan vücudunun belirli kısımlarının dışında kıl bulunmaması bir dünyasal özellik değildir.
         İnsan yavrusunun gelişme çizgisi de, öteki canlı yavrularının, özellikle de maymun yavrularının gelişme çizgisinden de çok farklıdır. İnsan yavrusu, çok uzun süre bakıma ve korunmaya muhtaçtır.
         İnsanlardan zekâyı ve aklı kaldırsanız, maymunlardan da aşağı, yeteneksiz ve korumasız bir salak yaratık çıkar ortaya. Bu yaratığında soyunu sürdürmesi biraz olanaksız olmaz mı? İnsanoğlunun bu durumu, onun yapay olarak, laboratuarlarda, deney tüplerinde geliştirilip, yaratıldığını göstermez mi? Dünya yaşamının doğasına hiç te dayanaklı olmayan, nemne şekil bir yaratık, olsa, olsa, deney tüplerinde yaratılmıştır derim. Yaşamak için hep korunaklı yerler aramaktadır. Yaratıcısı tarafından “BİR YARATICIYA İNANMAK” VE bu yaratıcı uğruna ölmek ve dahi göz kırpmadan öldürmekle programlanmıştır. Öğretilmeden kendi kendisini programlama yeteneği yoktur. Dünya yaşamındaki canlılar yaşamsal tarzlarını aynen sürdürmektedirler. İnsanoğlunun Maymun soyunun yaşam tarzı ile hiçbir uyumu yoktur. Kalıplar içersinde doğmakta, yaşamakta ve programlandığı şekilde de ölmektedir.
         Tannalılar, USA’LI tanrı Teğmen John Thrum’u geri dönecek diye bekleye dursunlar. Meksika yerlileri de, ülkelerini istilaya gelen Cortez’i geri dönen tanrı Virakoş’e sanmadılar mıydı?
         Şimdi de dilerseniz şöyle bir düşünce yönetelim:
         Çok büyük bir gezegenin ayrı bölgelerine, değişik kültürlerde ve aynı uygarlık düzeyinde, başka, başka toplumlar inseler. Bu topluluklar; yapay dölleme, kopyalama ve dahi canlıların DNA’ları ile oynayarak, değişik türlerde canlılar yaratma yeteneğinde olsalardı neler olmazdı? Sonra da; yaratanlar o gezegenden ayrılsalardı o bölgelerde yaşam, düşünce ve eylemler farklı olmaz mıydı?
         Her hangi insan yapımı bir makine, düşünme yeteneğine kavuşturulsaydı, yaratıcısına ne diye ve nasıl seslenirdi? İngiltere’de ilk defa kopyalanan DOLLLY, konuşabilseydi o doktoru nasıl kabul ederdi?Ne sıfatla eğilirdi önünde!
         Pekiyi; bu yetenekli toplumlar farklı zaman dilimlerinde gitselerdi neler olurdu! En sonunda da Araplar gitselerdi, ötekilerin kurmuş oldukları tüm sistemleri yıkmazlar mıydı? Şarap içenleri cezalandırarak kadınları ikinci sınıf, zavallı bir köle durumuna indirgemezler miydi?Onların peşinden gidenler de aynı çizgide yürümezler miydi?
         Beşinci Gezegende işler karışmaya başladığında, bu gezegenden belirli zaman aralıklarında, Dünyamızın çeşitli bölgelerine farklı kültürler gelselerdi neler olurdu? Her gelen topluluk farklı kültüre sahip olamaz diyemezsiniz. Zira çekişerek, kavgalar ederek Gezegenlerini patlatmadılar mıydı? İsa’ya gelenler Şarabı serbest bırakırlar. İçebildiğin kadar iç yavrum iç! Hz. Muhammed’e gelenler önce şarabı içmeyi serbest bırakırlar, Hz. Ali’nin develerinin bacakları kesilince de şarap içmek yasaklanır. Ama cennette içmek serbesttir! Yasağın pekte hükmü olmamıştır:”İç bade güzel sev varsa aklı şuurun/Cennet var imiş, yok imiş senin ne umurun!”Diyen de Müslüman değil miydi?
         Hz. İsa’nın ve Hz. Muhammed’in Tanrıları aynı Tanrı değil mi?”Bir şarap iç!” Desin. Bir de”Şarap içme!” Desin? Burada da aklım karışıyor.En-Nahl—Hurma—suresinin67’inci ayetini okuyorum:”Hurma ve üzüm suyundan şarap yapın—Sirk’i Hasen—için! Hemen iki şişe şarap alıyorum. Maide suresinin 90-91’inci ayetlerini hatırlatıyorlar: Bu ayetlerde Şarap içmeyi yasaklayan da Tanrımız. Bir uzay gemisinde insanlarla iletişim kuran insanüstüler olamaz mı?”Peru’daki Nazca düzlüğündeki kilometrelerce uzayan taş dizileri ve Tevrat’ta Hezekiel, Kur’anda da Zülküfl adı ile anılan Peygamber’e gelen ve onu Babilden Kudüs’e uçuran dört pilotlu gökcismi, neyin nesidir!                                                                                                   “Tanrımız şarap içmeyi denedi!” savunması olamaz. O savunma Tanrı inancına aykırıdır. Ulu Tanrımız Hz. Muhammed’e gelene kadar, içki içen insanların davranışlarını gözlemlemedi mi! Üç günlüğüne Müslüman Araplarda denesin de yanılmış olduğunu anlasın!
         Kur’anı Kerim ayetleri içersinde biri birini nakzeden (200) kadar ayet yok mu? İnsanoğlu; dinde olsun, hukukta olsun, ahlakta, gelenekte ve dahi modada olsun, koymuş olduğu tüm yasakları dolaylı yollardan aşmak, onlara hiç uymamak ya da uyar görünerek onları hemcinslerine karşı koz olarak kullanmak yollarındadır.
         Bizim Sinop’tan çok namlı adamlar çıkmıştır! Hz.İsa’yı çarmıha geren Roma’nın Kudüs Valisi Pontus Pladi Sinopludur. Tarihte ilk kalp parayı, babası ile birlikte bastığı için Atina’ya sürülen Diyojen de Sinopludur. Ulusal Kurtuluş Savaşı Kahramanları aleyhine yazmış olduğu kitabını, belirli süre yayımlanmamak koşuluyla, İngiliz İntellijan Servisine teslim eden Dr. Rıza Nur da Sinopludur. Unutmadan söyleyeyim, Türkiye Cumhuriyetinin(2000.000.000.000) Lirasını deve yapan Necmettin Erbakan da 29 Ekimde Sinop’ta doğmuş olan bir Adanalıdır.
         Bu Diyojen denilen Filozofun güzel tanımları vardır. Bir ağaca asılarak idam edilen bir kadına bakan Diyojen:
         “Hiçbir ağaç bu kadar güzel meyve vermemiştir!” Demiştir. Hele, hele Büyük İskender’e söylemiş olduğu:
         “Gölge etme başka bir şey istemem!” Sözü mertliğin en güzel anlatımıdır. Yukarıda, insanların kuralları bozmak için koyduklarını söylemiştim. Bu konuda en ünlü tanım da Rahmetli Diyojen’e aittir:
         “Yasalar, güçlü ve kuvvetli arıların delip geçtiği; zayıf ve güçsüz sineklerin takıldığı bir örümcek ağıdır!”Olay, ancak bu kadar güzel anlatılabilir.
İnsanlar; öldürürken de, çalarken ve dahi soyarken de daima bir üstünün gölgesine sığınmaktadır. Türkiye Büyük Milletvekilleri Meclisinde bekletilen 650 suç dosyası ve dahi deniz feneri dosyaları bunun en güzel göstergesidir. Ya 30.000 kardeşimizin kanına giren İmralı egemeni kimlerin gölgesindedir!
         Müslümanlıkta hırsızlık el kestiren bir suçtur. Savaşlarda ve cihatlarda, yağma ve soygun tanrısal bir buyruktur. Bu yağmadan, Tanrı’ya, Peygambere, Gaza savaşçılarına ve dahi Arap atlarına da pay vardır. At, Arap atıysa binicisine bir pay, ata da iki pay vardır!
İnsanoğlu; özden çok uzak şekillerle ve kılıflarla akıl dışı şiddetini sürdürüp gitmektedir!
         Fransız Jandarma subayları, Kriminoloji derslerini Sorbon Üniversitesinde görmektedirler. Bu kurslara katılan bir jandarma subayımız bana mektup yazarak:”Komutanım,”Suç toplum içidir!”Konulu bir ödev verdiler. Bana yardım eder misiniz?”Diyerek bu konuda yardım istemişti. Güzel bir yazı hazırlayarak postalamıştım. Bu ödevden yalınız o Türk subayı tam not almıştı. Fransız Jandarma Subay Okulu Komutanı, bizim o subayımızı çağırarak:
“Siz de Müslümansınız. Sizin diğer Müslüman ülkelerin subaylarından farklı olmanızın nedeni nedir?”O yiğit Jandarma Subayımız bir tek cümle ile kendisine sorulmuş olan soruyu yanıtlamıştır:
         “SAYIN KOLONEL, ONLARIN ATATÜRKLERİ YOK!”
Suç devletler tarafından yaratılmış sosyal bir olgudur. Sözde ulusal çıkarlar uğruna devletler biri birleriyle düşmancılık oynamaktadırlar. Bir Fransız vatandaşı asker ne kadar çok Alman askeri öldürürse o denli büyük bir ulusal kahramandır; madalyalar ve çeşitli armağanlar ve takdirnamelerle ödüllendirilir. Birinci dünya Savaşında; en çok Alman öldüren Çavuş York, Amerikanının ulusal kahramanı kabul edilerek filmlere bile konu olmuştu. İkici Dünya Savaşında da Roy Rogers bir Alman mangası askeri öldürerek,  atı ile beraber, Holwood’un göz bebeği olmuştu! Bir düşman gemisini batıran, bir düşman fabrikasına sabotaj düzenleyen de ulusal kahraman olmaktadır. Günümüzde “Harici Bedhahların” emirlerine uyarak, bebeleri ve dedeleri bile mayınlarla parçalayanlar da ULUSLAR ARASI HÜRRİYETKAHRAMANI olmaktadırlar. Düşman kabul edilen ülkeye can ve mal bakımından büyük zararlar verenler de ulusal kahraman olmaktadırlar. Avustralyalılarla Türklerin hiçbir alıp, veremediği olmadığı halde, Avustralya askerleri, kapalı mevzilerinde kalan Türk askerlerini öldürmek için, Türk askeri başına beşer Sterlin ödediğini kendi tarihleri yazmaktadır.Terhis olan askerler,düşman kabul ettikleri vatandaşlarına da düşmana yapmış oldukları eylemleri uygulamakta,onları öldürmekte,paralarına el koymakta ve kadınlarının ırzlarına da geçmektedir.Mallarını,canlarını ve ırzlarını korumak için oluşturulan devlet,suçları yaratmaktadır..”Uzatmayalım bu düşüncemizi örneklerle vurgulamıştım.Suç,devletin ve devlet adamlarının yaratmış olduğu bir acubedir.Sen,Deniz Fenerine göz yumarsan ötekileri de aynı suça yöneltmiş olursun.
Tevrat; Tekvin bap,6/4:”Tanrı oğulları insan kızlarına vardıkları ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman; o günlerde hem de ondan sonra, yeryüzünde NEFİLİM vardı. Bunlar eski zamanlardaki zorbalar, şöhretli adamlardı.”
         NEFİLİM; İbranice “düşenler”, yani “gökten inenler”anlamına gelmektedir. G.S. S.G.E. S:156.Tanrı’nın oğulları olduğuna göre; karısı, anası ve babası da olması gerekmez mi?
         Tanrı’nın ve oğullarının yaşamakta olduğu yeryüzüne gökten inen zorbalar ne demek? Tanrı’nın ve oğullarının güçleri bu zorbalara yetmiyor muymuş? Bunlar; Tanrı dediğimizle aynı boyutun öteki kültür düzeyinde olan yaratıklar mıydı? Demek ki, Beşinci Gezegende yaşayanlar, birbirleriyle geçinemeyip, orasını cehenneme çevirerek başka yerlerde cennet arayan yaratıklardı. Gelmiş oldukları dünyamıza da, sonuçlarını hesaplayamadıkları yapay zekâ ürünlerini salıverdiler.
M.Ö.(3000) yılında, çömlekçi çıkrığı Mısır’da çok kutsaldı. Bu kutsallık, çıkrığın gitmiş olduğu her ülkeye çıkrıkla beraber gitmiştir. Lüksor tapınağının duvarlarında mı; yoksa öteki Mısır tapınaklarının duvarlarında mı tam hatırlıymıyorum: ilginç bir taş oyması vardır. Mısır’ın yaratıcı Çakal başlı tanrısı Çömlek Çıkrığının başına oturmuş, çıkrığın tepesine koymuş olduğu, killi çamurdan habire insancıklar yaratmaktadır. Çıkrığının yanı başında da, yaratmış olduğu boy, boy Kadın ve Erkek heykelcikleri!
         Baştanrı Zeus; Demirciler tanrısı topal ve dahi boynuzlu! Oğlu Hephaistos’a buyuruyor:
         “Namlı, Şanlı Hephaistos’u çağırdı hemen”
         “Bir parça toprak al, suya karıştır” dedi.
         “İçine insan sesi koy, insan gücü koy,”
         “Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz tanrıçalara benzesin.”
         “Bedeni de güzelim genç Kızlara.”İnsanoğlu vardı da, topraktan yapılacak olan yaratık insana benzetilsin! Hoppala! Enuma Eliş Destanında ve dahi Kur’anı Kerim’de: Bir damla kandan yaratılmadı mıydı insan!”
         İyonya’da, Efes’te yaşamış Kör bir Filozof olan Ksenefon’un anlatımı da çok ilginçtir:
         “Eğer develerin ve Fillerin de elleri olsaydı, tanrılarını kendi suretlerinde çizerlerdi!”Baş tanrı Zeus 23 karım var diye hiç te övünmesin: Yahudi Peygamberi Salamon’un (700) karısı ve (300) cariyesi olduğunu Tevrat yazmaktadır. Bizim Peygamberimizin yirmi dört Eşinin adları ben de bile yazılıdır.
         Doğa halk eder; öyküleri, hikmetleri anlatılan tanrılar, var olandan var olmayanları yaratırlar! Bir bölgede suç işleyen bazı insanları cezalandırmak için dünyadaki canlıları sellere kaptırarak öldürmenin tanrısal mantığı olamaz. Bütün nefes alan canlılar neden Nuh’un gemisine doldurulsun? Tanrısal bir işaretle iyiler kurtulup, kötüler öldürülemez miydi? Küfür sahipleri CİHAT çağrıları üzerine niye insanlarca öldürülsün! Bir yer sarsıntısı, bir yanardağ, bir yağmur tufanı yeterli olamaz mıydı? Bu durumda; bebekler, hayvanlar, tosbağalar ve çiçekler ve dahi ağaçlar neden ölsünler!
         Birisi Şarap içer, cırp! Göksel felâket! Ötekisi namaz kıldı ve oruç tuttu, ama halkını soyup soğana çevirdi, cırp! Cennet, Şarap ırmakları, Huriler ve dahi Gılmanlar!
Yaratan yaratıcı güç; yapım hatalarını yeni hatalarla mı ortadan kaldırıyor! İki yapım hatalı otomobili kırıp, avsak mı? Yoksa yapım hatalarını onarsak mı?
         Şimdi de Kur’anı kerime şöyle bir göz atsak. Kaf suresi(50’inci sure)15,16 ve 17’inci ayetler:
         “15-“İlk yaratmada acizlik mi gösterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şüphe içindeler.”
         “16.”Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona Şahdamarından daha yakınız.”
         “17-“İki (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadır.”
         Bakara(İnek) suresi-2’inci sure-115’inci ayet:”Doğu da, Batı da Allah’ındır, nereye dönerseniz Allah’ın yönü orasıdır. Doğrusu; Allah, her yeri kaplar ve her şeyi bilir.”
         Nisa suresi(4’üncü sure) 128’inci ayet:”Allah, bütün yaptıklarınızdan haberlidir.”134’üncü ayet:Allah,çok iyi işitir,çok iyi görür.”
         Nisa suresi126’ıncı ayet:”göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah’ındır. Allah her şeyi kuşatır.”Oto kontrol!
         95’inci sure,5’inci ayet:”Gerçekten biz insanları noksansız bir şekilde mükemmelen yarattık”.
         Semavi dinlerde; yaratan ve yaratılanlar vardır. Yaratan her şeyi bilir, önsüz ve sonsuzdur. Bektaşi’nin yorumu kestirmedendir. Bektaşi’nin birisi, Bir Büyük Kavuklu İmama Tanrı’nın tanımını sorar. İmam Efendi başlar sıralamaya:
         “Ne yerdedir, ne göktedir, ne yer ne de içer, ne doğmuştur, ne de…”Derken, Bektaşi gürler:
         “Hoca Efendi; sen Tanrı yoktur diyeceksin amma, dilin bir türlü varmıyor!” Der.
         Yaratmıştır. Yüce kitapta böyle yazıyor. Döküm ve yapım hatası da yok. O da çok güzel. Her şeyimizi dinliyor ve biliyor. Her insan için iki de yazıcı melek görevlendirmiş! Politikacılarımızın halkımıza anlatmış olduğu masalları yazan meleklere çok acımışımdır. Gılgamış Destanında da bu iki yazıcı melekten söz ediliyor! Hani tele kulak! Tanrımızın bilgisi ve metotları, onu anlatan çağın bilgisine göre sınırlıdır!
         “Şahdamarından daha yakın”.Yüce yaradanımız, insanları yaratıp, üremelerini programlarken, kısa dalga frekanstan yayın yapan bir cipsi ağzımıza ya da gırtlağımıza yerleştirmiş olmasın! Süper bir bilgisayar, her dediğimizi cırp’Kaydetmesin? Sayın Ağar’ın ülkemize getirmiş olduğu küçücük bir dinleme çantası vasıtasıyla (20.000) telefon, anında dinlenebilmektedir. Tanrımıza şükürler olsun ki, hem BİYO enerjimiz var, hem de elektrik enerjisine sahibiz. İki Zonguldaklı kardeşin parmaklarını çıtlatarak elektrik ocaklarını yaktıklarını televizyonlarımız göstermedi mi?
         Ha! İşte bu BİYO enerji işi çok önemli. Artık BİYO enerji ile her aletimizi kullanabiliyor, tüm müzik aletlerimizi de çalıştırabiliyoruz. Telefon, Telsiz, Teleks ve dahi Bilgisayar iletişim işi için yaratılmıştır. Elektrikle çalışmayan bir aletimiz var mıdır? Milletvekilliği; iyi bir maaşın getirmiş olduğu iyi bir yaşam, her türlü rezaletlerine karşı dokunulmazlık, kıyak emeklilik, bütün bunlar için de parmak kaldırmak için yaratılmamışlar mıdır?
         Sonunda ölecek olan tüm canlılar ve dahi insanlar niçin yaratılmışlardır? Bilgisayar iletişim için, Asansör yorulmadan çıkmak ve inmek için, ya tüm canlılar niçin?
         “Kurban kesme olayı”,”tüm canlılar için ölüm olayı”,”kitlesel öldürmeler ve dahi savaşlar.”Yaradılışımızın nedenleri olmaz mı? Enerjisi biten pil ölmüyor mu? Enerjisi biten tüm canlılar dahi ölmüyorlar mı? Pekiyi, tüm bu yitik enerjiler nereye gidiyor, nerede toplanıyor dersiniz? Yaratmış olduklarının BİYO enerjisi ile yaşayan bir güç olamaz mı? Mevlana Cellalettini Rumi’nin damadı ve Nostradamus’un hocası kabul edilen Muhyittin’i Arabî’nin çok ünlü bir yaklaşımı vardır:
         “Kul, Tanrı’ya ne kadar muhtaçsa, Tanrı da kula o kadar muhtaçtır! Gece ile gündüz farkı nasıl Dünya yüzündense, Tanrı ile kul farkı da dünya yüzündendir. Kaldırırsanız aradan dünyayı, gece ve gündüz farkı gibi, Tanrı ve kul farkı da ortadan kalkar. Canlılar içinde tanrıyı idrak eden yalınız İNSANDIR. İnsanı kaldırırsanız aradan Tanrı kavramı da dünyadan kalkmış olur!”
         Kurban kesme geleneğine bir bakalım: Tüm dinlerde ve tüm inançlarda kurban etme geleneği vardır. İlk çağlarda insanları tanrılara kurban etmek geleneği vardı. Meksika’da her sene (20.000) esirin göğüsleri yarılarak yürekleri çıkarılıp, tanrılara kurban ediliyordu. Arabistan’da her sene milyonlarca koyun, keçi ve dananın Tanrı adına boğazlanarak Mina çöllerinde, kumlara gömüldüğü yaşanan bir olay değil mi? Kurban olayı genlerimize işlenmiştir. Bir korkuyu giderme ve bir ilahi hışmı durdurma gereği olarak ve ibadet kabul edilerek yapılmaktadır. Yahudilerde de Skopogoat olayı vardır. Her sene, her Yahudi işlemiş olduğu günahları yazmış oldukları kâğıdı bir oğlağın sırtına iliştirerek ol Masum oğlağı bir uçurumdan aşağı atarak günahlarından kurtulmuş olmaktadırlar! Bu oğlağa “Günah keçisi” denilir.
         Yahudilikte ve dahi Hıristiyanlıkta da cennet vardır. Şimdi de oraya yalınız Müslümanlar giderler. Hz.Muhamed’in sahabelerinden birisi kendisine sorar:
         “İyi ve güzel amel sayesinde, Allah kulunu cennette yüz derece yükseltir!” Buyurdunuz. O nedir?”
         Hz.muhammed:
         “Allah yolunda cihat! Allah yolunda cihat!” Der.
         Dünyaya yaşamaya mı geldik, biri birlerimizi öldürmeye mi geldik?
Hz. İsa’nın Tanrısı aynı Tanrı değil mi! Bu karmaşıklık hep aklımı kurcalamaktadır.
         Uzun sözün kısası; İnsanoğulları başka bir dünyanın malıdır. Ya da başka bir Gezegenden gelen insanüstülerin Dünyamızın başına sarmış olduğu bir beladır! İş işten geçmeden, ya insanları yeniden programlamalıyız, ya da bu uygar insanları! Başka bir gezegene göndererek, Dünyayı diğer canlılar için yaşanabilir bir dünya haline getirmeliyiz. İnsanoğlu başka bir Gezegenden geldiği gibi de gitmelidir.
         Hz.isa’nın Tanrısı başka bir Tanrı mıdır?
         Hz. İsa bir buçuk—1,5—yıl peygamberlik yapabilmiştir. Bu süre içersinde de Tevrat’ın ancak bir bölümünü yorumlayabilmiştir. Bu dünya’da kardeşçe yaşamayı önermiştir. Ne öldürme, ne de CİHAT vardır öğretisinde.”Öldürmeyeceksin!” Demiş, Eski Yahudi Hahambaşısı yöneticilerle ortak olarak kendisini Çarmıhlayarak öldürmüşlerdir. Geliniz ve dahi görünüz ki kilise babaları AYDINLIĞA ve BİLİME savaş açmışlardır. Paganlıktan Hıristiyanlığa geçerek burada Ermiş—Saint—olan ve sonra da geriye eski inancına dönen Saint Augustinüs “öldürmeyeceksin!” emrine köklü bir çözüm getirmiştir:”YAKINIZ!”Büyük Bilgin Bürüno Giardano’nun bilimsel açıklamaları Vatikanı ayağa kaldırmıştı. Londra’ya kaçmak zorunda kalan bu Büyük Bilgin, bir öğrencisinin tuzağına düşerek gelmiş olduğu Roma’da yakalanmış, yedi sene zindanlarda tutularak 16 Şubat 1660’de Tanrı adına yakılmıştı. Rahmetli bu Büyük Bilgine yapılan bu iğrenç ve sapık cinayet tüm insanların yüzünü kızartmaya yeter. Bu bilginin asırlar geçse de unutulmayacak olan bir tanımı vardır.Anlatılan bu durum Atatürk’ten sonra ülkemizde de yaşanmaktadır:
         “Tanrı, kendi iradesini hâkim kılmak için iyi insanları kullanır. Kötü insanlar da kendi iradelerini üstün kılmak için  TANRI’YI kullanırlar.
         Dünya’ya sığınmak zorunda kalan bu insanoğulları Tanrı adını kullanarak işlemiş olduğu bu cinayetlerinde dur ve durak bilmemektedir. Almanya’da yüz sene içinde,(450.000) Kadının Cadılık suçlamasıyla yakılmış olduğunu öğrenerek utancımızdan şaşırıp ta kalakalmaktayız. Bütün bu aşağılık işler, Tanrı adına adaleti uyguladıklarını savunan bir sürü aşağılık din adamının işidir.
         İlk Halife Hz. Ömer, Hadramutlu kadınların Hz. Muhammed’in birinci ölüm yıldönümünde el çırptıklarını duyarak, Tanrı adına emrini vermiştir:”Elleri bileklerinden kesile!”
         Oysa Kadınların tepkisi için sebepler vardır:
“Cehennem ehli Kadınlardan ibarettir!”ve “Namaz kılarken, seccadenin önünden DOMUZ, EŞEK, KARA KÖPEK VE KADIN GEÇERSE O NAMAZ FASİT OLUR!”Zinada sopa cezası var iken ikinci Halife Hz. Ömer ”RECM EDİLECEKTİR” FERMANINI Tanrımız adına İslam Ceza Hukukuna koydurtmuştur. İlk Halife Hz.Ebubekir de, dinden dönenleri, çukurlarda yaktırmış olduğu ateşlere atarak, Allah adına, yaktırmıştı.
            Ortaasya’yı adım ve adım gezerek, Biz Türklerin Müslüman olmamızı sağlayan Rahmetli Hallac’ı Mansur’dur. Asıl adı, Hüseyin bin Mansur,Ebü’l Mugis’tir.M.Ö.858(H.244)’te İran’da Beyza şehrinde doğmuş;M.S.959’da(H.306) Bağdat’ta elleri ve ayakları ve dili kesilerek öldürülmüştür.Esterebatlı Fazlullah’ın etkisinde de kalmıştır,Batinidir.”Vahdet’i Birlik”-Vahdet’i Vücut-- felsefesine yürekten inanmıştır.Cüneyd’i Bağdadi:
            “Suyun rengi kabın rengidir/Tanrıyı görmek isteyen eşyaya baksın”,diyordu. Daha sonraları dünyaya gelen Muhyiddin’i Arabî de:
            “Tanrı, Evren toplamından başka bir şey değildir;”diyerek Vahdet’i Vücut’u anlatmışlardı. Bu inancından dolayı, Hapislere konuldu,100 kırbaç cezası ile cezalandırıldı, yine de inancından dönmediği için, Tanrımız adına, elleri, ayakları ve dili kesilerek öldürülerek yakıldı. Külleri de Dicle nehrine serpildi. Kendisine böyle bir ölümü lâyık gören Abbasi Veziri de aynı yerde öldürülmüştü,
            İslam tarihinde, iki nesimi vardır. İkisi de Vahdet’i Vücutçudur. Birisi Bağdat’ta M.S.1370’te doğmuş ve 1429’da–1417?-- Şam’da derisi yüzülerek öldürülmüş olan Seyit Nesimidir. Diğeri de XXII’ inci asırda yaşamış olan Kul Nesimii’dir. İkisi de biri birine karıştırılmaktadır Derisi yüzülerek öldürülmüş olan Seyit Nesimi’nin farsça, Arapça ve Türkçe şiirleri vardır. Bestelenmiş bir gazeli de vardır. Aklımda kaldığına göre şöyledir:
                        “Ben Melâmet hırkasını deldim giydim enime,
                        Arı, namus şişesini yere çaldım kime ne?
                        Ham sofular haram demişler bu aşkın şarabını,
                        Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne?
                        Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi,
                        Kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni.
                        Nesimi’ye sormuşlarkim, sen yar ile hoş musun*
            Hoş olayım, olmayayım o yar benim kime ne?”
Onun derisinin yüzülmesine neden olan şiiri de:
            Söyler çengi, neyi,DEFİ ENEL-HAK. ŞİİRİDİR.
Derisi yüzülürken, kendisine bu işkenceyi yapanların affı için Tanrıya dua ettiği:
“Affet Allahım, cahilliklerinden yapıyorlar!” Dediği söylenmektedir. Kanı aktıkça, yüzünün solmasını korktuğuna vermesinler diye, yüzüne kanını sıvadığı da gözlemlenmiştir. Kölemen Sultanı Sultan Baypars ya da El Müeyyet Şeyh tarafından bu şekilde ölüme mahkûm edilmiştir. Devrini hicveden çok güzel Farsça bir gazeli de vardır:
            “Ne zaman ki, Kahpe Felek cahili ve haddini bilmezi sever oldu,
            Artık şüphesiz, müşterisi bulunmaz,
Fırsatçı Hırsız bütün gerekli şeyleri götürse yeridir.
Çünkü yola koyulan bir kişi bile uyanık değildir.
Halkın işi çığırından çıktı, gönül yakıcılar çoğaldı;
Yaralı bir gönülü tamir edecek bir mimar bile bulunmaz.
Var git, derde katlan ve eziyetlere karşı sabırlı ol;
Çünkü gönlün dileğinin azı da, çoğu da bulunmaz.
İkiyüzlülük ve hilekârlık işte aktı, yürüdü;
Fazileti müşterisiz bıraktı;
İlim sahiplerine parlak bir Pazar kalmadı.
Ey! Nesimi, sen sırrını ayak takımına açma,
Çünkü bugün dünya’da sırdaş bir insan bile bulunmaz.
Ey kendinden habersiz, gel hakkı tanı; zira o sendedir;
Vücudun şehrine girip seyret onu;
Sende olduğunu görürsün.”                
         Hz. İsa çarmıhtayken: “ELİ! ELİ!”—HELOİS! HELOİS!—LAMA SABAKTANİ!-Allah’ım! Allah’ım! Beni neden terk ettin?- Diyerek kendisinden geçmiştir. Tevrat’ın Mezmurlar bölümünde bu haykırış ayet olarak ta geçmektedir. Bu İsa’dan önce yazılmış bir ayettir! Filistin’de Kumran köyünde, bir mağarada bulunan yazılardan, Hıristiyanlığın M.Ö.2’inci asırda mevcut bir Yahudi tarikatı olduğu belirtilmektedir. Bir papaza (250.000)Dolara satılmış olan bu belgeler, bugün İsrail’in merkezinde özel bir müzede saklanmaktadır.
         İnsanoğlu, Tanrı’sını göklerde inşa ettirdiği köşklerinde, emrinde binlerce meleklerle, yaşatmaktadır. Kendi hayallerini Tanrısal gerçekler yapmaktadır.
         Günümüzde; ilkokul öğrencilerinin rahatça anlattığı gerçek göksel bilgilere, bu uğurda sayısız bilginlerin yakılmış olduğu ateşlerle ulaşılmıştır.
         İnsanoğlu, ayakları yere bastığı, üzerinde yaşamakta olduğu dünyanın ve dünya varlıklarının kıymetini bildiği, kendisini de bilgi ateşlerinde yaktığı zaman kurtulmuş olacaktır. Yoksa hep başkalarını kurtarmasını sürdürür ve dünyayı da mahveder.

                                     KAYNAKÇA.
         1-Kur’anı Kerim. Özellikle, Nuh ve Hud sureleri.
         2-Ahdi Atıyk--Tevrat.
         3-Ahdi Cedit-İnciller(6 İncil).
         4-Gılgamış Destanı Sanders Çevirisi.
         5-Herodot tarihi, Perihan Kuturman çevirisi.
         6-İlim ve Din, Bertrant Russell.
         67-Günler ve İşler. Hesiodos, Azra Erhat çevirisi.
         8-Bilinmeyenler Ansiklopedisi, Karacan yayınları.
         9-Eric Van Daniken, Tanrıların Arabaları.
         10-Toplumsal Sözleşme Kavramı, Hobbes, Loc ve J.J.Rousseau.
         11-İslami Kaynaklar göre Peygamberler. Doç.Dr. Abdullah Aydemir.
         12-Hürriyet Pazar, 09 Temmuz 2002- 11 Ağustos 1986.
         13-Gazete Pazar,27 Nisan 1995.
         14-Dinler tarihi Ansiklopedisi, C.i.S.197-C.2,S.305.
         15-Aksaray Tarihi, C.1,S.1265 İsmail Hakkı Konyalı.
         16-Uzaydan Geldiler, S.46–47.Giovanni Scognamillo.
         17-Filozoflar Ansiklopedisi, C.2,S.381,Cemil Sena Ongun.
         18-Mitolojik Sözlük, Azra Erhat.
         19-Şeriat ve Kadın, Profesör Dr. İlhan Arsel.
         20-Nasıl Müslüman Olduk? S.301.Erdoğan Aydın.
         21-Tevrat, İncil ve Kur’anın Sümerdeki Kökleri. S.49–55.Profesör Dr. Muazzez İlmiye Çığ.
         22-Posta Gazetesi,22’ Temmuz 2003.
         23-Milliyet gazetesi?
         24-Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, Enver Behnan Şapolyo.
       25-Dirinna Köprüsü, İvo Andriç–1962 Nobel ödüllü.   

İzleyiciler

Blog Arşivi