18 Temmuz 2010 Pazar

174- İSTANBUL'UN VE TÜRKİYE'NİN KADERİ

  OSMAN TÜRKOĞU
Çeşmealtı; 17 Temmuz 2010


          174-  İSTANBUL’UN VE TÜRKİYE’NİN KADERİ!


“ Bu coğrafyaya lâyık bir ulus olduğumuzu kanıtlayamazsak; bizi bu coğrafyada, kara gözümüzün hatırı için yaşatmazlar.”  
                                             Mustafa Kemal ATATÜRK


İLGİ: A*1- İstanbul’u Ankara’ya Taşımışlar.
             *2- İstanbul’u Ankara’ya taşımışlar.
             *3- 50 - 16 Ekim 2008 Azınlıklar ve Misyonerler.
             *4-172- 28 Haziran 2010, Mustafa Kemal Gelmemiş Olacak!
            İhanet te genetiktir!
   Arkadaşlarımın bazılarından şikâyetler gelmiştir: ”Son yazınız hâlâ yayımlanmadı!” Diye?
Bendenizin de, şu önümde, gözlerimin içine bakan bilgisayarımdan şikâyetlerim var! Bu başlık altında yazmış olduğum yazımı bitirmek üzereydim ki, yazı önümden demokrasi kimi uçup ta gitmesin mi?
Word ortamında belleğe de alarak masa üstüne çıkarmıştım.”Otomatik hafızaya kaydedilmiştir!” Bilgi notunu gördüğümde çok sevinmiştim. Hafızada yazımın yalınız başlık adı vardı.                                               
    Benim bu yazım demokrasiye döndü: Adı var, kendisi yok. Önce Eşim Sayın Majeste Hamret Hanım, beni suçlu çıkardı. Sonra da bilenlere danıştım! İş bu yazımın kaybolmasından hep bendeniz suçlu bulundum. Yazı bulunmadı. Mübarek yazım, darbe planlarına döndü? Adı var, kendisi kasalarda ve muhbir’i mektumelerde saklı!
   Çok emek vermiştim. Moralmanım! Bozuldu. Yazım bittiğinde; nasıl yazdığımı, konunun neresinden başladığımı unutuyorum. Not ta almıyorum. Yeniden yazmaktan başka da çarem kalmadı! İş bu yazım da uçarsa; penceremi açık tutuyorum, bir şey daha uçup gidecek!
    Tarih boyunca; her beyliğin ve her devletin bir başşehri olmuştur. Benim aklımda kaldığına göre; Afrika’da bulunan bir küçük devletçiğin başşehri yoktur! Bir de; zenginlikten midir bilemem, Avustralya’nın birisi kışlık, birisi de yazlık, iki başşehri vardır. Bizde de garip uygulamalar vardır: AKP’DEN devlet başkanı seçilen Sayın A.GÜL, 864 rakımlı tepede mi oturuyor! Geleceğin devlet başkanı olmak hayalleriyle yaşadığı davranışlarından belli bir büyüğümüz de Osmanlı İmparatorluğunun son hükümdarının kendisini sürgün ettiği sarayında çalışıyor. ”Son Osmanlı Padişahı!” yakıştırmasından mı bu uygulama başladı bilinemez!
Anadolu Selçuklularının başşehri İznik sayılmazsa, Konya şehriydi. Karaman oğullarının Karaman’dı.
Anadolu beyliklerinin her birisinin kendisine uygun başşehirleri vardı.
Osmanlı İmparatorluğu (1299 ya da 1301) kurulduktan sonra; 1326 senesinde Bursa’nın alınmasıyla Bursa başşehir olmuştu.
Fetret devrinde (1402-1413) Şehzade Süleyman tarafından Edirne başşehir yapılmıştı. İkinci Murat ve İkinci Mehmet zamanında da Edirne Osmanlı devletinin başşehri olmuştu.
29 Mayıs 1453 Salı gününden itibaren de İstanbul Osmanlı İmparatorluğuna 473 sene başşehirlik yapmıştır. Çok adlar almıştır: ”Dersaadet!”, ”Deraliye,” ”Asitane”ve “İstanpolis’ten çevirme olarak ta ”İstanbul” adını almıştır.
Bu konuda rivayet te çoktur: Roma İmparatorluğu döneminde Bizans şehrine (SATAN POLİS)- ŞEYTAN KENT derlermiş! Buradan, BU ŞEHRİ İSTANBU’A varıldığı da söylenir!
Hükümet merkezlerinin seçiminde bazı değişmez kıstaslar uygulanmaktadır: GÜVENLİK, ULAŞIM ve STRATEJİ en önemli kıstas olmasına karşın, devlet topraklarının genişlemesi ve daralması da en önemli belirleme unsurudur.
Emevi’lerin ünlü Halifesi Harun-el Reşit-Harun Reşit-‘in üç oğlu vardı. Emin, Memun ve Mutasım. Mutasım’ın anası bir Türk kadınıydı. Başkent, Şamdan Bağdat’a taşınmıştı. Mutasım halife-Hükümdar-olduğunda; Bağdat’ın kuzeyinde, SAMARRA adlı bir yeni şehir kurdurarak hükümet merkezini bu şehre taşımıştı. Muhafızlarını hep Türklerden seçmişti. Ulu Hakan dedikleri Abdülhamit’i sani ise muhafızlarını Türklerden gayrı unsurlardan seçerdi. En makbul adamı da “Arap İzzet” adlı bir Araptı. Muhafız birliği de; ERMENİ, ARAP ve ARNAVUT asıllı askerlerden ibaretti.
İkinci Dünya Savaşında; Fransa, Almanlara yenildiğinde, Paris’ten kaldırılan hükümet merkezi Viçhi şehrinde kurulmuştu. İkinci Dünya Savaşı sonunda, Berlin’in müttefiklerce işgal edilmesi üzerine Federal Almanya’nın-Batı Almanya-Başşehri BON’A taşınmıştı. 1989 senesinde; utanç duvarı yıkılmış ve iki Almanya da birleşmişlerdi. Başkent tekrar Berlin’e taşınmıştı.
Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya Savaşı yenilgisi üzerine; İstanbul işgale uğrayınca da, Fiili olarak, Ankara kurtuluşun başşehri yapılmıştı.
Osmanlı İmparatorluğunun en geniş bir alana; (21.000.000) kilometre Kareye yayılışını gösteren bir haritayı önünüze açmalısınız. Habeşistan, Yemen, Arabistan, Arap Emirlikleri, Irak, Suriye, Filistin, Mısır, Lidya, Libya, Trablusgarp, Tunus, Cezayir, Kıbrıs, Girit ve Ege denizi adaları, Dalmaçya, Bosna-Hersek, Sırbistan, Hırvatistan, Macaristan, Tesalya, Arnavutluk, Mora yarımadası, Balkanlar, Bulgaristan, Romanya, Kırım, Ukrayna, Kafkaslar, Akdeniz’in, Ege Denizi’nin ve Kara Deniz’in ve Azak Denizi’nin bir iç denizimiz gibi olduğunu görürsünüz.
İstanbul; Osmanlı imparatorluğunun merkezinde geniş bir su kanalının da kenarında kurulmuştu. İstanbul zapt edilmeden önce; Osmanlı Devletinin Rumeli’ne ve Rumeli’nden Anadoluya kuvvet aktarması, yabancı gemilerle ve bin bir zorlukla olmaktaydı. Dünyanın bilinen yerlerinden de, her türlü gıda maddesi ve ihtiyaç duyulan maddeler kolayca temin edilebiliniyordu. Çanakkale Boğazı da, yabancı gemilere kapatılabiliniyordu.
1807 tarihinde; bir İngiliz filosu Çanakkale Boğazını, bir hayli zayiat vererek geçebilmişti. Fransa’nın İstanbul büyük elçisi General Horace de Sébastiani ııı’ün önerisi üzerine, Selimiye kışlası sahillerine topçu bataryaları yerleştirilmişti. İngiliz filo komutanının oğlu da; Heybeliada’dan gemilerine su alırken esir edilmişti.
Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa zamanında; Çanakkale Boğazını geçme girişiminde bulunan Venedik donanmasının yetenekli Amirali Maçaniko, bir Osmanlı top mermisiyle gemisiyle birlikte havaya uçmuştu ve top mermisini atan topçu Küçük Mehmet te o saatte Paşa yapılmıştı.
18 Mart 1915’i ve 25 Nisan’da başlayan Çanakkale Muharebelerini anlatmayı gereksiz buluyorum. Yalınız; bir Avustralya denizaltısı Çanakkale Boğazının altından geçerek, Yaşlı Barbaros zırhlımızı torpilleyerek (1700) askerimizin boğulmalarına neden olmuştu. Bir İngiliz denizaltısı da, Haydarpaşa garından Güney cephelerimize sevk edilecek cephanelerimiz havaya uçurarak büyük bir yangının çıkmasına neden olmuştu.
30 Ekim 1918’den sonra da bağlaşıkların ve dahi Yunanlıların savaş gemileri Dolmabahçe önlerine dizilmişti.
Osmanlı İmparatorluğu ve İstanbul söz konusu edildiğinde, akıllara hep görkemli bir geçmiş gelmektedir.
Hiç bir Türkün aklına da Osmanlının ve İstanbul’un ve dahi Türk toplumunun içine düşürülmüş olduğu o utanç verici durum getirilmemektedir.
Bu nedenle de HAİNLER vatansever sayılmakta, bu ulusun dünya tarihinde yaratmış olduğu destan da unutturulmaya çalışılmaktadır. Ulusçuluk ve ulusal kahramanlık olgusu da silinmektedir. Mütareke dönemi, basını, YABANCI sever cemiyetleri ve tarikat soytarılarıyla ulusal kahramanlarımızın tepesine çıkarılmaktadır.
            Bendenize Brigitte Bardotte’a ait görkemli bir sunum geldi. Onbeş yaşından günümüze değin “ve Allah kadını yarattı’”nın kadının son hali bir harabeden ibaret.
Aklıma sosyal tarihçiliğin babası İbn’i Haldun ve “MUKADDEME” ADLI kitabı geliyor. Devlet te bir canlı organizmadır. Doğar, emekler, gençleşir, olgunluk çağına erişir ve ölür!
Bizim, aklı Arap’ın ve dahi Yahudilerin hurafelerine takılı kalanlar, hep Viyana’ya sefer yapmaktadırlar. 1683’ten 1922’ye kadar yaşadıklarımızdan habersizdirler. Bu süreç içersinde, Osmanlının yıkılmasını hızlandırmış olan hainler baş tacı edilmektedir.         
          Sevr Antlaşması ile Osmanlının kabul ettiği perişan ve aşağılayıcı durumu bir hatırlamalıyız. Anadolu’nun ortasında, İstanbul ile bağlantısı olmayan kıraç bir sömürge beylik.
            Sevr Antlaşmasına göre, (10 Ağustos 1920) Osmanlı Meclisinden geçecek olan bütçe kanununu bile; İngiliz, Fransız ve İtalyanlardan oluşan bir komisyon uygulatmaya bilir!
            Lozan ve Sevr’i bilmeyenlerin iş bu yazımı okumalarına gerek yoktur kanısındayım.
            Kırma bir politikacımız: ”Sevr, Lozan’dan iyidir!” Dediği halde iktidara getirilmişti!
            Amerika Birleşik Devletleri Senatosunun Lozan Barış Antlaşmasını (24 Temmuz 1923) onaylamadığını da bir an olsun, aklımızdan çıkarmamamız gerekmez mi?
            Batı; Sevr Antlaşmasını suratlarına çarpan; Lozan’a, Birinci Dünya Savaşının galibi gibi oturan Türkiye Cumhuriyetine karşı olan kinini hiç unutmamıştır. Hainlerin çocuklarının ve din ile aldatanların işbirliğini beklemektedir.
            Yeni nesil iktidar sahipleri Mütareke ruhu ile bütünleşmiştir. Öyle ise; beni okumalısınız: Şeyh Sait ve Dersim ayaklanmalarından beklendikleri sonucu alamayanlar, İzmir Suikastından da yenik çıkmışlardı.
            1937 senesinde; vatan haini Damat Ferit Paşa’nın üvey oğlu Prens! Sami Alman ve İngiliz gizli servislerine; Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e suikast yapmak için yardım ve para istemişti.
           14 Mayıs 1950 Genel Seçimlerinde D.Parti iktidara geldiğinde; Mısır’da yaşayan Şehzade Ömer Faruk Efendinin asker üniforması diktirdiğini okumuş ve unutmamıştık.
           Son günlerde ve 29 Haziran’da; vatan haini Şeyh Sait’in idam edildiği günde, Diyarbakır’da o’nun törenlerle anılması; Atatürk Ansiklopedisini hazırlayanlardan Emekli Albay ve Asker öğretmene:
           “Şeyh Sait ve Sait’i Norsi maddesi de ekle!” Emrinin verilmiş olduğunu; bu emre uymayan Onurlu Atatürk çocuğunun anılan ansiklopedinin hazırlanması görevinden kovulması, sizleri hâlâ uyandırmadı mı?
            Tüm bunlar; 30 Ekim 1918 ile günümüz iktidarlarının bütünleştiğini göstermiyor mu?
          Ulusal Kurtuluş savaşı kazanıldığında,”DÂHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLARI şu dertler sarmıştı:
                            1* Padişahlık ve Hilafet kaldırılacak mı?
                            2* Cumhuriyet kurulacak mı?
                            3* İstanbul hükümet merkezi olarak kalacak mı?
                            4* Her türlü kapitülasyonlar kaldırılacak mı?
        İstanbul’un hükümet merkezi olarak kalma telaşı Lozan                                      ‘daki delegelerimizi de rahatsız eder bir duruma gelmişti. Garp Cephesi Komutanı ve Hariciye Vekili İsmet Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisine şöyle bir anayasa değişikliği teklifinde bulunmuştu:
                                   “YÜKSEK BAŞKANLIĞA,
        Lozan Antlaşmasının tamamlayıcılarından tahliye protokolünü son bulmuş ve baştanbaşa yabancı işgalinden kurtulan Türkiye’nin fiilen kuruluşu tahakkuk eylemiştir. Milletimizin en değerli beldelerinden İstanbul’umuz, islam hilafet merkezi olma durumunu, islam âlemliğinde tahsisen ve hasren Türk Milletinin savunma vasıtalarına emanet edilmiş olarak sonsuza kadar sürdürecektir. Diğer taraftan, Türkiye Devleti’nin idare merkezi için Türkiye büyük Millet Meclisi’nde karar vermek zamanı gelmiştir.
         Bir devletin merkezini tayin için esas olacak düşünce, Yeni Türkiye’nin idare merkezininim Anadolu’da ve Ankara şehrinin seçilmesini gerekli kılmaktadır. Söz konusu düşünce, Antlaşma ile boğazlar için kabul edilen hükümler, yeni Türkiye’nin varlığının esası, memleketin kuvvet ve kaynakları ve gelişmesini Anadolu’nun merkezinde tesis etmek gereği, coğrafi ve stratejik durumun müsaadesi çerçevesinde iç ve dış güvenliğin sağlanması hususunda geçmişlerde edinilmiş tecrübelerle Bu düşüncelerin her biri, başlı başına bir önemli gerekçe sağlayacak durumdadır.
          Devletin idare merkezinin yeni bir şekilde tesis ve gelişmesine bir an önce başlamak iç ve dış tereddütlere son vermek için alttaki kanun maddesinin kabulünü arz ve teklif ederiz.
             KANUN MADDESİ:
           “Türkiye Devletinin idare merkezi ANKARA şehridir.”09Ekim 1923.
            Malatya: İsmet (İnönü),
            Çorum: Ferit (Törümküney),
          Ertuğrul (Bilecik).Dr. Fahri (Emir alp),
          Kütahya: Seyfi (Aydın),
          Malatya: Hilmi (Aytaç),
          Kastamonu: M.mahir,
          Erzurum: Rüştü,
          Sivas: Rahmi,
          Bursa: Necati (Kurtuluş),
          Bursa: Rafet (Canıtez),
          Konya: Kazım hüsnü Bey,
          İstanbul: Ali Rıza(Bele),
          Karahisarısahip: M.Kemal.
      Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in, Ankara şehrinin başşehir yapılması üzerine yorumu:
               EFENDİLER,
      “Türkiye Devleti’nin başşehri, ANKARA ŞEHRİDİR!”
        “Efendiler; Lozan Antlaşmasının eklerinden olan düşman işgali altındaki topraklarımızı boşaltma protokolü uygulandıktan sonra, yabancı işgalinden tamamen kurtulan Türkiye’nin toprak bütünlüğü fiili olarak sağlanmıştır. Artık, Yeni Türkiye Devleti’nin başşehrini bir kanunla tespit etmek gerekiyordu. Bütün düşünceler, Yeni Türkiye Devleti’nin başkenti Anadolu’da ve Ankara şehri olarak seçme lüzumunda birleşiyordu.
          Bu seçimde, coğrafi durum ve askeri strateji en büyük önem taşıyordu. Devletin başkentini bir an önce tespit ederek, içten ve dıştan gelen kararsızlıklara son vermek şarttı. Gerçekten de, bilindiği üzere başkentin İstanbul olarak kalacağı veya Ankara olacağı konusunda öteden beri içeride ve dışarıda kararsızlıklar görülüyor, basında demeçler ve tartışmalara rastlanıyordu. Bu arada, İstanbul’un yeni milletvekillerinden bazıları, Refet Paşa başta olmak üzere, İstanbul’un hükümet merkezi olarak kalması gereğini, bazı örneklere dayanarak, ispat etmeye çalışıyorlardı. Ankara’nın gerek iklimi, gerek ulaştırma araçları ve gelişme kabiliyet ve istidadı ve gerekse mevcut tesisler ve kuruluşlar bakımından hiç te uygun ve elverişli olmadığını söylüyorlar; ”İstanbul’un “payitaht” olması lazımdır ve mutlaka olacaktır;” diyorlar. Bu ifadeler, dikkat edilirse, bizim başkent deyimiyle bahsettiğimiz anlam ile bu ifadelerdeki “payitaht” deyimini kullananların görüşleri arasında bir fark bulmak mümkün değildir. Bundan dolayı, bu konuda zaten kesinleşmiş bulunan kararımızı resmen ve kanuni yoldan ilan ettirerek “payitaht” sözünün de Yeni Türkiye Devletinde kullanılmasına gerek kalmadığını göstermek lazım geldi.”Nutuk.
            20 Nisan 1340 Tarih ve 491 sayılı kanun.
            TEŞKİLÂTIESASİYE KANUNU
                          Birinci Fasıl
                          Ahkâmı esasiye
    Madde1- Türkiye Devleti bir cumhuriyettir.
     Madde2- Türkiye Devleti, cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laikve inkılâpçıdır. Resmi dili Türkçedir. Makarı Ankara şehridir.(*)3115 sayılı kanunla muaddel şeklidir.
                         07.11.1982 Tarih ve 2709 sayılı 
                                     ANAYASAMIZ

               Birinci kısım
               Genel Esaslar
        1-Devletin şekli
         Madde1-Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir
         II- Cumhuriyetin nitelikleri
         Madde 2-Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.
         III- Devletin bütünlüğü, resmi dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti
         Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.
Bayrağı, şekli kanunla belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.
Milli marşı”İstiklal Marşı”dır.
Başkenti Ankara’dır. Not: Bizler bu Anayasamızı %92,07 oyla kabul etmiştik. Hatırlatayım dediydim.
          İlk kadın başbakan olma şansını küçücük hesaplar uğruna un ufak eden Sayın Tansu Çiller Uçuran, bir akşam yemeğinde; Sayın Ertuğrul Özkök’e içindeki ukdeyi açmıştı:
          “Gönlümde; başkentimizi İstanbul’a nakletmek yatıyor!” Buyurmuşlardı. Sayın özkök te bunu destekler bir orta başyazısı yayımlamıştı.
            Bunlara İLGİ’DEKİ yazılarımla yanıt vermiştim. Bu bir dış destekli planın uygulanma sürecinin başlatılmasıydı. Geriden diğer çıkışlar ve halkımızı alıştırma önerileri gelmişti:
           “Türkiye Cumhuriyet merkez bankasını İstanbul’a taşıyalım!” Finans merkezi İstanbul olduğu için, Merkez Bankasının Ankara’da olması nakit akışlarını yavaşlatarak, ticarette önemli olan zaman kaybına neden olmaktadır!” Hoppala yavrum, yaz geldi!
            Madeni para kesimi 1884 senesinde satın alınan bir makine ile İstanbul’da yapılmaktadır. Darphane de İstanbul’dadır. İzmir’de ve yurdumuzun diğer yerlerinde olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası; İstanbul’da da yeteri kadar şube açarak problemini kökten çözebilir.
            Batış dönemindeki Osmanlı İmparatorluğunun devamı olduklarını Ankara’dan savunmak Türk toplumunu pek kandıramamaktadır. İstanbul ve Osmanlılık bugünkü Brigitte Bardot’tan pek farksızdır!
         1* Türk toplumunun ulus olmasını önleyen ve ümmet bir güruh olarak kalmasına neden olan tarikatların temelleri ve merkezleri İstanbul’dadır.
         2* Mütarekenin satılmış basının çıkış yeri İstanbul’dur. Bugün dahi ihanetlerini sürdüren basınımızın örnek almasını sağlamaktadır.
         3* Anayolumuzdaki ihanet odakları; belediyelerimiz kanalıyla İstanbul’a taşınarak İHANET GETTOLARI oluşturulmuştur.
         4* Mardinliler, Mardinliler mahallesinde; Diyarbakırlılar, Diyarbakırlılar mahallesinde oturmakta; hemşerilerinin berber dükkânında tıraş olmakta ve hemşerilerinin kahvehanelerinde oturmaktadırlar. Bunları ihanete yönlendirmek kırsal kesimden daha kolay olmaktadır. Toplu gösteriler ve araç yakmalar bir işaretle yaptırılabilmektedir.
          5* Yabancı devletlerin büyük elçilik binaları İstanbul’da muhafaza edilmektedir. İstanbul başkent yapılırsa bunlar için ajan bulmak çok kolay ve tehlikesiz olacaktır. Osmanlı döneminde; İstanbul’daki Fransız büyük elçiliği (75.000) kişiye Fransız himaye kartı dağıttığından, Osmanlı bunlardan vergi bile alamamıştır.
            Askersel ve stratejik yönden sakıncalarını Blogumdaki İlgi yazılarımda anlatmıştım. İstanbul’dan Türkiye Cumhuriyetine fiziki ve moral baskı yapmak çok daha kolay olacaktır.
            6* İstanbul başkent yapıldığında DÖRT şey de mutlaka yapılacaktır:
            A- Rum Ortodoks Patrikliğine EKÜMENLİK statüsü verilerek; bugün(4000) olan Ortodoks sayısı (350.000.000) ‘a çıkarılacaktır.
             B- Heybeliada Ruhban okulu Üniversite statüsü verilerek açılacak ve akabinde, Amerika’da olduğu gibi, Tarikat üniversiteleri açılarak, ulusal benliğimiz tamir kabul etmez yaralar alacaktır.
             C- Eyüp’te Papalık gibi bir Patriklik Devleti kurulacak ve Türkiye Cumhuriyetinin Eyüp’te Büyük Elçilik açması da sağlanmış olacaktır.
             Ç- Artan Hıristiyan nüfusu bahane edilerek, AYASOFYA, yeniden, KİLİSEYE dönüştürülecektir.
              SON SÖZ OLARAK: Ankara’nın yaratmış olduğu Türklük mucizesini, İstanbul bıraktığı yerden silip atacaktır.

            PS: Sağ iktidarların ANITKABİR’E GİTME AZAPLARI DA SON BULMUŞ OLACAKTIR. ANADOLU’MUZUN BAŞINA GELECEKLERİ DE: Kısa ve uzun vade parçalamak ta yazmıştım.                                                                                                                        
                                                                                                                            


                                                                                                                                        
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        

                                                                                                                                            

                   
                                                                                                                                                                                                                                                                                                                        
                                                                                                                                        
                                                                                                                                        
                                                                                                                                        
                                                                                                                                             
                                                                                                                                        
                                                                                                                                        
                                                                                                                                        
           

İzleyiciler

Blog Arşivi