28 Haziran 2010 Pazartesi

172- MUSTAFA KEMAL GELMEMİŞ OLACAK- İHANET TE GENETİKTİR!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            osmanturkoguz@hotmail.com
            Çeşmealtı; 27 Haziran 2010.

                       
MUSTAFA KEMAL GELMEMİŞ OLACAK!

                                   İHANET TE GENETİKTİR!


“Memleketimizi derinden sarsan asıl felaket, geniş kitlelerin sessiz kalmasıdır!”      Mustafa Kemal ATATÜRK.

İlgi: A- Bir Milleti ve bir Dini Bölen Fetvalar! Ostüzü.
       B- İhanetin Belgeleri Ostüzü.
       C-Bir de Benden Dinle Yorumu!      Ostüzü.
       D-Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in Afyon Orduevinde subaylara anlattıkları.

“Politikacılar gelecek seçimleri, devlet adamları da gelecek nesilleri düşünürler!”
                  Prof.Dr. Maurice Duverger



            1947 Senesinde; Norslu Sait okur’u tutuklayan Afyon Sorgu Yargıcı Rahmetli Abdullah Tevfik Öz’ün önerisi üzerine, NURCULUK üzeride araştırmaya başlamıştım.
Sene1958 idi, bendeniz de j.Kd. Üsteğmen rütbesindeydim.
Sonra; Nurculuk ile Ermişlik için yarışa çıkan Süleymancılık üzerinde de çalışmalarımı sürdürdüm.
Amacım; ”Kırmızıdan Kızıla, Yeşilin her Tonuna Hayır!” Adlı bir seri yayımlamaktı.
1974 senesinde; Antakya’da kurulmuş olan 23’üncü Bağımsız jandarma er Eğitim Tabur Komutanı bulunduğum sırada; HALİFELİK adlı kitabımı, kendi olanaksızlıklarımla yayımladım.  Baskı parasını denkleştiremediğim için de, (100) sahifesini eksik yayımlamak durumunda kalmıştım.
2008 senesi yaz aylarında; bilgisayarda bir kitap reklamı görmüştüm. Dikkatli baktığımda da bunun benim Halifelik adlı kitabımın reklamı olduğunu anladım:
            “Bilimsel nitelikte elimizde kalan son kitap!” Kitabımın resminin altında bu cümle vardı. O son nüshayı da ben satın almıştım.
            Bu kitabım, başıma hayli dertler sardırmıştı. Kitabımı okumuş olan bir büyüğüm; Adana jandarma bölge Komutanı sitayişkâr bir mektup yazmıştı. Orgeneral rütbesindeki askerlerden de yüreklendirici mektuplar almıştım. Yalınız aklı başında! Bir büyüğüm:
            “Bakınız Sayın Yarbayım; boşu boşuna kendinizi zahmete sokuyorsunuz. Geçmişte kalan bu müesseseler geri getirilemezler. Nurculukmuş, Süleymancılıkmış bunlar da faso, fiso şeyler. Yarın unutulur giderler!” Diyerek bendenizi uyarmışlardı!
            Bendeniz, iki canlının geri, geri yürüyemediğini biliyordum: Birisi kaplumbağa diğeri de Gerici ve yobazdı! Tehlike anında birisi kabuğuna çekilir, diğeri de olduğu yere pusar, renkten, renge girerek ileri doğru gitme fırsatını yakaladığında; ileriye doğru yürüdüğünü sanarak geçmişe yönelirdi!
            Bu konuda tartışmam mümkün değildi. Neden mi? Büyüğün bana akıl vermişti. Bir tek yapabileceğim eylem vardı: Bir kamyon toprağı; Armutlu mahallesinde bulunan jandarma lojmanının bahçesindeki, ayrık otunun üstüne dökmek oldu!
Herkes merak içersinde kalmıştı.
117’inci Seyyar jandarma alay Komutanlığına tayinim çıktığında ne mi yapmıştım: Sarmaşığın üstündeki toprağı kaldırtmıştım. Sarmaşıklar bembeyaz olmuşlardı ama canlıydılar. Savunmamın doğruluğu kanıtlanmıştı. Gericilik ve ihanet ölmezdi!
            Süleymancılık adlı kitabımı bitirdim. Jandarma Genel komutanlığı daha geniş kitlelere ulaşması için, Genelkurmay Başkanlığına göndermiş. Şimdi ölmüş bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Semih Sancar’dan bir ihtar emri aldım:
            “Bu bir hükümet politikasıdır, İç Hizmet Kanununun 126’ıncı maddesine göre, kişisel olarak ta yayımlayamazsınız!”
            “Korkmak, bıkmak, ürkmek, yorulmak ve yılmak yok!” Dedim; eşim Sayın Hamret Türkoğuz’un adına, 1980 yılında ol yasaklı kitabımı 19.500TL karşılığında EKİ matbaasında bastırdım.
Olanlar oldu. ”Komünistler bana bir vagon para vererek ol kitaptan 4.000.000 adet bastırarak Zonguldak’ta dağıtmışım! Emre itaatsizlik suçunu işlediğime karar vererek, Zonguldak’a bir Yüzbaşı Savcı görevlendirdiler.
O zaman Ergenekon iftiraları da henüz ortaya atılmamıştı. Beni de palas ve dahi pandıras Konya’ya sürdüler.
Osmanlı döneminde de cezalılar Konya’ya sürülürmüş.
Askeri Savcı; bana onur duyacağım bir TAKİPSİZLİK KARARI VEREREK yeni görev yerime gönderdi.
Bendeniz üşenmeden ve bahaneler uydurarak 1975’ten sonra; üç defa Antakya’ya gittim ve o AYRIK OTUNU ziyaret ettim. Mübarek Ayrık otu; bizim gericiler gibi serpilip, büyümüş ol bahçeyi bürümüştü.
            NURCULUK adlı kitabımı da 1998 tarihinde bitirdim. E.J.KD. Alb. Sayın Ahmet Avcı’nın da yardımı ile 545 sahife olarak bilgisayarıma geçtim. Arkadaşlarıma ve beni Nurculuk denilen akla, dine ve çağdaşlığa aykırı sayıklamalar hususunda aydınlatarak, öteki dünya azabından korumak için gayret sarfeden NURCU karındaşlarıma iletmekteyim.
            Bunca söz söylemem ve bunca öykü anlatmam neden icabet etti dersiniz!
O zaman da asıl anlatmak istediğim öyküleri anlatmak durumunda kalacağım.
            Devrimler yapıldı; yeni bir yapı kuruldu, bu yapıyı ayakta tutacak kanunlar ve kurumlar oluşturuldu! OHH! Gel keyfim gel diyerek yan yatarsanız, sonuç bugünkü gibi olur.
Önce, insan denilen yaratığın irsiyet durumunu bilerek, ona göre önlemler almak gerekmektedir.
Güzellik, cesaret, korkaklık, kahramanlık ve HAİNLİK irsidir. Mozart’ın ailesinde, (200) sene içersinde (20) bestekâr çıkmış olduğu söylenir.
Bugün yerden fışkırır gibi ortaya çıkmış olan İHANETLERE bakanlar, şaşım, şaşım şaşırıyorlar.
Atatürk’e kızanlar mı ararsınız; Türk Silahlı Kuvvetlerine ateş püskürenler mi ararsınız!
Kendileri hiçbir taşın altına ellerini sokmayanlar, başkalarının bu Hainleri yok etmediğine sinirlenmektedirler.
Yiğitler IRSİ olarak doğdukları halde, genlerinde ihanet olanlar da neden doğmasınlar. Kötülerin ve kötülüklerin geometrik dizi halinde üredikleri de bir sosyal gerçektir.
            Sayın Recep Bey’in; Son Osmanlı Padişahı Majeste Birinci Recep unvanı ile İstanbul’da karşılanmasına tüm yanlarında olmayan basınımız kızmışlardı. Bendeniz de; en doğru unvanın o gece verildiğine inanmıştım.
Neden mi inanmıştım? Anlatayım:
            Sayın Recep Bey; iktidara geldikten sonra; ülkemizi Altıncı Mehmet Vahdettin kaçmamış gibi bir hale soktu mu? Soktu.
            1*İMF, Duyunu umumiye yetkileriyle donatıldı mı? Donatıldı.
            2*Dünya Bankası başımızda mı? Başımızda.
            3*İç ve dış bağımsızlığımız ipotek altında mı? İpotek altında.
            4*Düveli Muazzama korkusu yerini USA korkusu yerine bıraktı mı? Bıraktı.
            5*Üniter devlet yapısı çökertildi mi? Çökertildi.
            6*Etnik ayrımcılık yapıldı mı? Daniskası yapıldı.
            7*Şeriat devleti göklere çıkarılarak, ”NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!” Özdeyişi basit kabul edilip yasaklandı mı?
Bunu arabasının arkasına yazan vatansever bir vatandaşımız Uşak’ta ceza bile yedi.
8. Soygun, vurgun, talan ve rüşvet öyküleri normal öykülerimizin yerine geçti mi? Hem de nasıl.
            9*Kadınlarımız kara çarşafa sokuldu mu? Körmüsünüz!
            10*Osmanlı İmparatorluğun son günleri aynen geri geldi mi? daha beter olarak.
            11*Nemrut Mustafa Divan’ı Harbi Örfisi geri geldi mi? O zaman maskeli beşler yoktu!
            Bu durum ne zaman sona erecektir? Yanıtınız; “Haşmetmaap Birinci Recep’in gitmesiyle sona erecektir.”
            Aziz Kardeşlerim, o zaman Son Osmanlı Padişahı yerinde bir unvan değil midir?
                       
HER İKİ DÖNEMN İHANETLERİNİ KARŞILAŞTIRALIM.
            Mütareke döneminin en hızlı hainlerinden Alemdar gazetesi Başyazarı REFİİ CEVAT;—Ulunay—04 Şubat 1919 tarihinde; Mustafa Kemal Paşa’nın Şişlideki evine giderek, Paşa ile bir mülakatta bulunur. Kahveler içilir, sorular sorulur, yanıtlar not edilir. Refii Cevat; gitmek için izin isteyerek ayağa kalktığında; Mustafa Kemal Paşa, sorulan sorulardan memnun olmadığını belli ederek:
            “Bu vatan, içine düşmüş olduğu bu felaketten nasıl kurtarılır, bağımsızlığına nasıl kavuşur diye bir soru sormanızı beklemiştim!” Der. Refii Cevat, gayetle umursamaz bir tavırla:
            “Böyle bir şeyi mümkün görmediğim için soru sormayı aklımdan geçirmedim. Bu ülke ve bu millet çöl; hiçbir hayat belirtisi yok.”
            “Hangi asker?”
            “Hangi silah?”
            “Hangi parayla ?”Bu iş gerçekleştirilebilinir? Affınıza sığınarak arz ederim ki: artık kupkuru bir çölde, bir hayat belirtisi de yok!” Der.
            Mustafa Kemal Paşa; gözlerini Refii Cevat’ın gözlerine dikerek:
            Çöl sanılan bu âlemde saklı ve kuvvetli bir hayat vardır. O millettir! O TÜRK MİLLETİDİR! EKSİK OLAN ŞEY TEŞKİLATTIR. Bu teşkilat organize edilirse; Vatanı da, Milleti de kurtarır. Bunu böyle bilesiniz Refii Cevat Beyefendi!” Der.
            1970 senesi Ağustos ayında; bir sınav kazanarak, Fransa’ya Besançon Üniversitesinin Dil Enstitüsüne (CLA) gitmiştim. Orada çok güzel arkadaşlıklar kurmuştuk.
Beni kızdırmak için, Fransız öğrenciler: ”Türkiye az gelişmiş!” Demişlerdi. Ben de onlara; Kanuni Sultan Süleyman’ın, Almanlara esir düşen Fransız Kıralına yazmış olduğu mektubu okuyordum: ”ANANIN YAZDIĞI MEKTUBU ALDIM!” Benimle çok yakınlık kurmuş olan bir Alman; beni bir kenara çekerek:
            “Sayın Türkoğuz; ben atom bilginiyim. Ne deseler mantıklı yanıtlarla karşılıyorsunuz. ”AZ GELİŞMİŞLİK BİR ÖRGÜTLENME EKSİKLİĞİDİR!” Demişti. AKP’NİN başarısı da, CHP’NİN başarısızlığı da bir örgütlenme meselesidir.
            Ankara’ya ikinci Sovyet diplomatı olarak gelen İ.S.Aralov’u kabul eden Lenin; o’na talimatını verirken:
            “Mustafa Kemal Sosyalist değil ama iyi bir teşkilatçıdır” Demiş. Bir Sovyet diplomatının anıları, 1965.
            Refii Cevat; Alemdar gazetesine döndüğünde, şaşkınlık içinde, arkadaşlarına kanısını anlatır:            “Bir önder Anadolu’ya geçerse; halkı örgütlerse, Fransız’ı, İngiliz’i, İtalyan’ı Ülkeden kovabilirmişiz; ülke de kurtulurmuş! Bu adam deli, zır  deli!” Demiştir.
            Refii Cevat; 1921 yılının sonlarında Avrupa’ya kaçmıştır. Lozan Barış anlaşmasında kabul edilen (150) kişilik sürgün listesine dâhil edilmiştir. Aftan sonra; yurdumuza döndüğünde; Sadi Borak, kendisine pişman olup, olmadığını sorduğunda:
            “Hayır, ben haklıydım. Herkes benim gibi düşünüyordu. O günlerde bir tek o böyle düşünüyordu!” Demiştir. Bu Hainin icraatlarını anlatmayı sürdüreceğiz.
                       
İSTANBULDAKİ GRUPLAR.

            A-Kuvva’yı Milliye’yi destekleyen gazeteler:
            1*İleri gazetesi,(CELEL NURİ İLERİ)
            2*Yeni Gün,
            3*Akşam gazetesi,
            4*Vakit gazetesi.
            5*Tok Söz gazetesi, Adana.

            B-Kuvvay’ı Milliye’ye yakın gazeteler:
            1*Tasvir’i Efkâr gazetesi,
            2*Tevhid’i Efkâr gazetesi,
            3*İkdam gazetesi,
            4-Tercüman’ı Hakikat gazetesi,
            C-Kuvvay’ı Milliye aleyhindeki gazeteler:
            1*Peyam gazetesi,
            2*Sabah gazetesi,
            3*Peyam’ı Sabah gazetesi,(01 Ocak 1920’de iki gazete birleşti)
            4*Türkçe İstanbul gazetesi.

                        Alemdar gazetesi ve Refii Cevat Bey!
            İngilizlere yaranmak için; Yozgat Eski Mutasarrıfı ve Boğazlayan Kaymakamı Rahmetli Kemal Bey’i, Kürt Mustafa Paşanın Divan’ı Harbi örfi kararı ile Beyazıt meydanında, Harbiye Nezaretinin önünde, asmışlardı. Bu olay üzerine Alemdar’da şöylesine yazılar çıkmıştı:
            “O bir kol, şeriatın kuvvetli satırı, insanlığa zararlı olan bu kolu kopardı. Sıra O’NUN gibi düşünenlerde!”
            “Devletin üniformasını taşıyan bir sürü haydut, devlet tarafından asılmış bir haydudun cenazesinde kargaşa yaratmıştır. Bunların da yakalanarak, cenazesine katıldıkları haydudun akıbetine uğratılması gerekmektedir!”
            YÜZBAŞI SELAHATTİN, bu yazıyı okuduktan üç gün sonra; bir kıraathanede Refii Cevat’a rastlar. Kulağına eğilerek ve elinde tutmuş olduğu yazılı kâğıdı da gösterek:
            “Bu yazıyı yazmazsan, canını cehenneme yollarım!”Tehdidinde bulunur.
            Refii Cevat Bey irileşmiş gözlerle ve sapsarı bir suratla kâğıttan gözlerini alamaz. İlk çıkan Alemdar’da şu yazı yayımlanır:
            “KAHRAMAN ORDUMUZUN KAHRAMAN SUBAYLARI, CENAZEYE KATILMAKLA ÜLKEDE BİR FENALIĞA YOL AÇILMAMASINI AMAÇLAMIŞLARDIR!”
            1890 SENESİNDE ŞAM’DA DOĞAN BU Yazar! Galatasaray Lisesini bitirmiştir. Gazetecilik macerası sürgünlerle geçmiştir. 1914-1918 yılları arasında; Çorum, Sinop ve Konya’ya sürgün edilmiştir.
            Üç gün arka, arkaya, ”İngilizlerin mandası olmak için” İstanbul’da imza toplayarak bir günde (40.000) imza toplamayı da başarmıştır! Manda olamamışlarsa da ÖKÜZ olarak kalmışlardır!
            Alemdar’da çıkan yazılara bir göz atalım:
            “Millet, İttihatçıları ve Kuvvay’ı Milliye’yi istemiyor. İnşallah kafalarına adalet kazmasının indiğini yakında göreceğiz!”      22 Mart 1920
            “İngilizleri bekliyoruz. Türkler kendi başlarına adam olmazlar!”21 Nisan 1919.
            “Mustafa kemal Paşa değil ama Milli Hareketin içinde deliler var!” 26 Ekim 1919.   
            Posta telgraf Umum Müdürlüğüne getirilmiş olan Refik Halit (Karay da), Alemdar gazetesinde Kuvva’yı Milliye aleyhinde, ”Aydede” ve “Kirpi” takma adlarıyla yazılar yazmıştır.
            02 Şubat 1920 tarihli yazısında, Millicilerle alay ediyordu:
            “Yeni bir yavru daha!”MİLLİ MİSAK!” Aman Allah’ım ne çirkin, ne gayrı Milli bir kelime!” 150’liklerle Beyrut, Halep ve Hatay’da sürgün yaşamıştır. Atatürk’e affedilmeleri hususunda etkili mektuplar yazmıştır. Aftan sonra, Atatürk’ü göklere çıkarmıştır.
            Refii Cevat Ulunay, 1938 senesinde affedilerek yurdumuza döndükten sonra; Milliyet ve Yeni Sabah gazetelerinde müzik ve sanat eleştirileri üzerine yazılar yazmıştır. Politikadan da hiç söz etmemiştir. Kartal taraflarında bulunan çiftliğinden, AYŞE adını vermiş olduğu eşeğine binerek istasyona gelirdi. Akşam dönüşünde de bir adamının istasyona getirmiş olduğu Ayşe’sine binerek çiftliğine giderdi. 04Kasım 1966 tarihinde ölmüştür. Mustafa Kemal Paşa ile mülakat yaptıktan tam (47)yıl sonra!
            Tarihte çok garip rastlantılar olmaktadır. İzmir’in ünlü İttihatçı valisi Rahmi Bey; Enver Paşa’nın kız kardeşini boşamıştı. Enver Paşa emir vermişti:
            “Bitlis’e bulunan Erkan’ı Harp yüzbaşısı Kâzım Bey’e telgraf çekiniz, gelsin Hemşiremi alsın!” Ne desin Kâzım Bey, gelir ve Enver Paşa’nın eniştesi olur. Orgeneral Kâzım Orbay Genelkurmay Başkanı da olur. Eşinin Ayşe adındaki bir Eşek sıpasını resmi arabalarda gezdirdiği çok söylenmiştir.
            Çok önemli bir konu var. Hainleri anlatmaktan Kahramanlarımıza sıra gelmiyor ki!
            Refii Cevat’ın kulağına bir üfürüğü ile adamcağızı tepetaklak eden O Yüzbaşı Selahattin kimdir bileniniz var mı?
            Rahmetli İlhan Selçuk’un iki ciltlik ”Yüzbaşı Selahattin’n Romanı”nın hatırat sahibidir. Yanılmıyorsam; 1911 Kara Harp Okulu mezunu bir Türk subayıdır. Harbiye’deyken Türklüğünü bilmediğini itiraf edecek kadar da dürüsttür.
            Azerbaycan’da görevli iken Türk ordusu çekilir, geride yalınız bu Türk Subayı’nın bölüğü kalır. Azerbaycan Harbiye Nazırı bu subayımızı huzuruna davet eder ve:
            “Sayın Komutan Bey uzun konuşmayacağım. Osmanlı ordusunun burada (3.000.000) Altın liralık benzini var. İstediğiniz bir yabancı bankaya bu parayı sizin adınıza yatıralım, bu benzini bize devredin!”Dediğinde e; Rahmetli Yüzbaşı Selahattin (Yurtoğlu):
            “Türkiye ve Azerbaycan Rusya’ya karşı savaş halindenler. Bu şartlarda da dost ve müttefik sayılırlar. Burada en kıdemli Türk subayı da benim. Bir protokol yapalım da bu benzini ben size devredeyim!” Der demez; Harbiye Nazırı ağlayarak bu Kahraman Türk subayının boynuna sarılır ve:
            “Size öldü diyorlar; sizin gibi subayları olan bir millet ölmez!” Der.
            Bakü istasyonunda, Türk askerleri trene binerlerken, Azerbaycan Genelkurmay Başkanı haksız bir muamele yaptığı için; Yüzbaşı Selahattin’den güzel bir sopa yedikten sonra da O’NUN nasihatini dinler:
            “Savaşta milleti ter, askeri kan akıtamayan bir milletin Genelkurmay Başkanına böyle muamele yapılır! Der.
Bu Kahraman subayımız 1956 yılında parasızlık içersinde ölmüştür. Bugünlere kalsaydı, Silivri ceza ve Tutuk evinde ziyaret etmekten onur duyardım! İşte bu subayımızın ne yaman birisi olduğunu bildiği için İngiliz uşağı Refii Cevat’ın rengi ondan atmıştı!
                       
PEYAM’I SABAH.
            Sabah gazetesi 1876 tarihinde yayıma başlamıştı. Peyam gazetesi de 1913 tarihinde Mihran Efendi tarafından yayımlanmaya başlamıştı. İstanbul, Cenevre ve Londra’da okumuş olan Ali Kemal’in Kuvvay’ı Milliyecilere hakaretler yağdıran üslubu çok ileri gitmiş ve itilaf ve Hürriyetçiler tarafından da çok tutulmuştu. Hatta Huzur’u şahaneye bile kabul edilerek ihya edilmişti. Arnavut asıllı damat Ferit Paşa’nın Birinci ve İkinci hükümetlerinde Maarif Nazırı yapılmıştı. Damat Ferit budalası, Londra Elçiliği Başkâtibi iken İngiliz Kıralını tanımış olması nedeniyle, İngilizlerden merhamet dileneceğini umuyordu. Ali kemal de bir İngiliz güzeliyle evlenmişti. Bugünkü Londra Belediye Reisi Boris Johnson Ali Kemal’in torunudur.
            Sabah gazetesiyle Peyam gazetesi, 10.Ocak.1920 tarihinde birleşerek PEYAM’ISABAH adını almıştı.
            04.Mart.1919 tarihinde; Damat Ferit Paşa’nın Birinci hükümetinde Maarif Nazırı olan ve Artin Kemal adını da alan Ali Kemal, iyice azıtmıştı:
            “Benim iki vatanım var: Birisi asıl vatanım, diğeri Paris!”
            “Mustafa Kemal’in telkinatına uyan subayların Divan’ı Harp’e verilmesini istemiştir!” 21 Haziran 1919.
            “Kuvvay’ıMilliyeciler, para, dolap ve dalavere ile iktidarı ele aldılar!” 04.Mart.1920.
            Ali Kemal; Adliye Nazırı Ali Rüştü Efendinin Yunan ilerleyişi üzerine vermiş olduğu beyanatını da yayımlamıştı: 12Temmuz 1920:
            “Hükümet, Yunan ordusunun ileri hareketini protesto etmek niyetinde değildir. Çünkü Yunan ordusu, bizim programımıza dâhil olan Mustafa Kemal’e ceza verme işini yapıyor. Bu hareket zorlukla karşılanamaz. Mustafa Kemal’in ordusu haydutlardan, yağmacılardan, sabıkalılardan kuruludur!”
            Sizlere haddimi aşaraktan bir öneride bulunacağım: Ulusal Kurtuluş Savaşımızın kahraman yiğitlerine her türlü iftira ve yalanlarla, adeta kan kusturan bu üç İstanbul gazetesini; Alemdar, Peyam’ı Sabah ve Türkçe İstanbul gazetelerini okumak için arşivlere girmeyiniz: TARAF, AKİT, ZAMAN VE DİĞER AKP yanlısı gazeteleri okumanızla Mütareke basınımızın satılmış gazetelerini okumuş olursunuz.
Sizler, Ey! Mustafa Kemal’in Kızları ve Oğulları; Ali Kemal’i, Sait Molla’yı, Refii Cevat’ı görmek istiyorsanız bugünkü satılmışların yüzlerine bakmanız yeterlidir. Damat Ferit’ler de aramızdadır, görmek isteyiniz yeter.
            Ali Kemal, Darülfünun öğrencileri tepkisi nedeniyle orada ders vermesi de yasaklanmıştı. 10.Eylül.1922 tarihinde de Peyam’ı Sabahtan kovuldu. Gazetenin sahibi Mihran Efendi de, bir ay sonra, her şeyini satarak Avrupa’ya kaçmıştır.
            Ali Kemal’in iğrenç yazılarına ve iftiralarına TARAF gazetesindeki yazılanları okuyarak ulaşabilirsiniz.
            Ali Kemal; Beyoğlun’da bir berber dükkânında tıraş olurken iki vatansever polisimiz tarafından kaçırılarak İzmit’te Birinci ordu Komutanı Ferik Sakallı Nurettin Paşa’ya teslim edilmişti. Paşa’nın huzurunda tir, tir titreyerek:
            “Milletimizin arasında az kaldığım ve hep Avrupa’da kaldığım için Türk milletini tanıyamamışım!” Demiştir. Ve maalesef linç ettirilerek, bugünün politikacılarına bir hainden bir kahraman çıkarma olanakları verilmiştir.
Ali Kemal(1869-1922) seneleri arasında yaşamış, İttihat ve Terakki Fırkası aleyhtarlığından vatan hainliğine geçmiş bir omurgasız adam olarak tarihimize geçmiştir. Günümüzde yüzlerce Ali Kemal’ler ihanet şarabından içmişlerdir.
                       
TÜRKÇE İSTANBUL GAZETESİ.
            Daha önceleri Yeni İstanbul olan adını Türkçe İstanbul olarak değiştiren bu gazete vatan hainliğinin bayraktarlığını yapmıştır. Adı, 06.Aralık.1918’de değiştirilmiştir. İttihat ve Terakki düşman Sait Molla’ya ve Kemal Paşa Zade Şevket Bey’in kontrolündeydi.
            Sait Molla, Şuray’ı ’Devlet Başkanlığı ve Adliye Nezareti Müsteşarlığı yapmış, ifrit bir İttihatçı düşmanıydı.
            20.Mayıs. 1919 tarihinde; İngiliz Muhipleri (sevenleri) cemiyetini kurmuştur. 17.Temmuz.1920 tarihinde gerçekleştirilen kongre Sait Molla’yı derneğin genel başkanlığına seçmiştir. 11.Ekim-05.Kasım 1919 tarihleri arasında, İngiliz İntelligens Servisi Başkanı Papaz Robert Frew’e (12) adet istihbarat mektubu yollamıştır.
Bu mektuplar NUTUK’TA verildiği gibi,”İhanetin Belgeleri” adlı yazımızda da verilmiştir.
Bugün de aynı metotlar geçerlidir. TARAF’A bavulla belgeler! Gelmektedir! ”Geçmişini bilmeyen toplum hep çocuk kalmaktadır!” Onları aldatmak için aynı metotları çekinmeden kullanabilirsiniz!
            Anadolu’da akıtılan kardeş Türk kanları, İngiliz altınları ve Sait Molla’nın vatan hainlerinin din adına kışkırtmalarıyla akıtılmıştır.         Mektupların suretleri Sait Molla Hainin Yeğeni tarafından İstanbul’daki Türk gizli teşkilatına ulaştırılmıştı.
Mustafa Kemal, mektupları yayımlattırarak çok sert bir demeç vermişti. Sait Molla Alçağı da; 08.Haziran 1919 tarihinde; Türkçe İstanbul gazetesinde, sert bir yazı yayımlayarak olayı inkâr etmişti!
            Bu gazeteleri bugün TARAF’TAN ve diğer ihanet kokan ceridelerden izleyebilirsiniz.
            Aklımızı başımıza toplarsak, Mütarekenin ihaneti ve Sevr’i savunan gazetelerinin yeniden yayıma girdiklerini ve Mütarekenin DÂHİLİ BEDHAHLARININ DA SEVR ANLAŞMASINI UYGULATMAK İÇİN HARİCİ BEDHAHLARIMIZLA, ELELE VE GÖNÜL, GÖNÜLE ÇALIŞTIKLARINI GÖREBİLİRİZ.        
            Başka da Mustafa Kemal gelmeyeceğine göre;       hainlerimiz ve metotları da belli. İki şeye ihtiyacımız var:
            1*İnanmak ve birbirimize güvenmek,
            2*Örgütlenmek. Eski Muharebelerde; iki hasım ordu karşı, karşıya geldiklerinde; birisi meydana bir kahramanını çıkartır, ona hasım istermiş. Diğer muharipler de onlar dövüşürlerken el çırparak dua ederlermiş.
Bugün, Ülkemizde siyasi partilerimizin durumu ayni! Kavga ve küskünlüklerle biten bir Siyasi Parti Kongresi! Bir yiğit salınır meydana, il, il, kasaba, kasaba nutuk attırılır! Seçim kazanılmadığında!
SKOPOGOAT! KAZANMAK İÇİN YILMADAN ÇALIŞACAK BİR ÖRGÜT ŞARTTIR. GERİSİ SUÇLU ARAMAYA GÖTÜRÜR SİYASİLERİMİZİ.
               
 ŞİMDİ DE GÜNÜMÜZE GELMEK İSTİYORUM.
            Bir olayın bin türlü yorumu vardır. Olay tektir, yorumlar sayısızdır. Bunun birkaç nedeni vardır: Önce olayın yorumunu yapanların niyetlerine bakmak gerekir. O zaman şöyle gruplandırmamızın mümkün olur mu acaba?
            1*Yorumcunun niyeti,
            2*Yorumcunun kültür seviyesi,
            3*Yorumcunun dayanmış olduğu belgeler,
            4*Yorum yaptıranın durumu!
            5*Yorum yapanın o konuyu derinlemesine bilmesi,
            6*Gözüyle ve kulağıyla karar vermemesi,
            7*Yorumcunun bağlı olduğu taraf.
            8*Yorumcunun Zekâ, Akıl ve Duygularına hâkim olması. Bu sınıflandırmayı uzatabildiğimiz kadar uzatmak ta mümkündür.
                       
                GERİDEN GÜNÜMÜZE!
            Kürt Nemrut Mustafa Divan’ı Harbi Örfisi vardı. Kürt Mustafa’nın tutuklayarak Bekir Ağa Bölüğüne hapsettiği bir masumun yakınlarına söylediği sözü duymayanımız duymalı:
            “Ben, yargılayacağım kimsenin suçlu ve suçsuz olduğuna bakmam. ”AS!” Derlerse ASARIM! Demiştir.
            *Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey; önce beraat ettirilmişti, Sonra üç sene hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmişti. Sonunda da; yedi yaşında bir Ermeni çocuğunun adının Mehmetle başladığını bilen olmadığı halde, Mehmet Nusret Bey aleyhine yalan beyanda bulunması nedeniyle asılmıştır.
            *Tarihimize “ucu açık duruşma” kurumunu getirmiş olan Silivri Mahkemelerinin; Kahraman Türk Subaylarına uyguladığı HUKUKİ! Muameleleri anlatmaya gerek var mıdır?
Emekli Generallere, Profesörlere; TERÖRLE CANLARINI HİÇE SAYARAK VURUŞAN KAHRAMAN ASKERLERİMİZE yapılmış olan ve yapılmakta olan keyfi tutuklamaların, Kürt Mustafa HUKUKUNDAN farkı var mıdır?
            *Kürt Nemrut Mustafa; Kahraman Drama’lı Rıza’yı Galata Köprüsünde astırmıştı!
            *Kürt Nemrut Mustafa Yozgat Eski Mutasarrıfı ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’i Harbiye Nezareti önünde astırtmıştı.
            *Kürt nemrut Mustafa, Mustafa Kemal ve yedi silah arkadaşını, gıyaplarında ölüm cezasına mahkûm etmişti.
            * Günümüzde; Ergenekon, Balyoz, Kafes planları ve Büyük Türk büyüklerine hayali suikast planları iftirasıyla sayısız askerlerimiz tutuklanarak kamuoyunda mahkûm ettirilmedi mi?
            *İşgal yıllarında; ülkemizi işgal eden yabancı askerler, en olmayacak iddialar üzerine vatandaşlarımızın kapılarını kırarak, onları alıp ta götürmedi miydi?
            Karşılaştırmaları sizler sürdürmelisiniz!
            *Ulusal Kurtuluş Savaşımıza karşı; yüksek maaşlı HİLAFET ORDUSU kurulmuştu. Bunlar, vatanımızı ve halkımızı kurtarmak için canını esirgemeyen kahramanlarımızın DİNEN öldürülmeleri gerekli olduğuna fetva vermediler miydi?
            Atatürk’ten Korkanların Türk silahlı Kuvvetlerine savaş açarak, ordumuzun itibarını kırmaya çalışmadılar mı? Bunları da çoğaltabiliriz.
            Türk Ordusu İç ve dış düşmanlarımızla çarpışırken; Osmanlı Padişahını, Sadrazamının ve Şeyhülislamının düşmanlarımızı lehinde ve TÜM VATANSEVERLERİMİZİN DE ALEYHLERİNDE FETVA, İDARİ VE HUKUKİ KARARLAR VERMEDİLER MİYDİ?
            Günümüzde ki uygulamalara bir göz atar mısınız? Bırakınız sübjektif idari ve yargısal kararları; Anayasamıza ve Devrim Yasalarımıza ve dahi Türkiye Cumhuriyetinin Mahkeme kararlarına uymak için yemin eden Sayın Recep Bey’in her cümlesi suç teşkil eden FEVERANLARINI analiz edecek TABİBLER var mıdır? Ozaman da yoktular.
            Avusturya-Osmanlı savaşlarında; Avusturya Ordusundaki, Topal Fransız Generali Öjeni’nin ordusu Osmanlı mevzilerine yaklaştığı bir sırada; Osmanlı paşaları Serdar’ı Ekrem’in huzuruna çıkarak:
            “Devletlü Paşa Hazretleri, düşman ordusu imha edebileceğimiz bir menzile ve konuma gelmiş olup, taarruz etmemiz içün emir bekleriz! Emir ve ferman sizdedür!” Dediklerinde; sert bir tepki ile karşılaşmışlardır:
            “Paşalar, sizler ne der süz? Şeyhülislam Hazretleri Çadırlarında, taarruz içün EŞREF SAATİNİ belirlemele meşgûldür! Huzuru kalple çadırlarınıza çekilesünüz!” Hepsi de huzuru kalple öldükleri gibi; (7000)çuval altın ve sayılamayacak kadar silah, cephane ve malzeme Avusturya ordusuna ganimet olarak kalmıştır.
Biz o günlerden beri, Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e gelene kadar EŞREF SAATLARINA bel bağlamıştık. Bugün de siyasi partilerimizin bel bağladıkları gibi.
            Bugün; ülkemizde, Reşat Nuri Güntekin’in” Tanrı Dağı Ziyafeti!” Adlı oyunu oynanmaktadır. Kalemini eline alan Genelkurmay Başkanına ve Türk Silahlı Kuvvetlerine yüklenmektedir.
Bu arada 27. Mayıs. 1960 ve 12.Eylül. 1982’de nasibini almaktadır.
Öldürülenler. Karafakiler, Bedrettin Cömertler, Nihat Erimler ve binlerce insanımız. Bülent Ecevit ile Süleyman Demirel neyi paylaşamadıklarından anlaşamadılar!
Zonguldak/Kozlu’da Kurulu bulunan jandarma Er Eğitim taburunda bölük terzisi FİKRİ’NİN emrindeki (4000) Kaleşnikof hangi fikrin eseriydi!
Çorum/Malatya/Kahraman Maraş/İskenderun’da neden sınır muharebeleri veriliyordu?
Rusya’nın Doğu Anadolu için pilastik paletli tanklar hazırlamış olduğunu bilen var mıydı?
İki Siyasi partinin çocuksuz liderleri anlaşamamışlarmış! Ölen insanlarımız da başkalarının çocuklarıydı.
Soma Linyit Santralı ve Seydişehir Alüminyum fabrikası tahrip edilirken Çekoslovakyalı Mühendislerin nasıl ağladıklarını gören var mı?
            “Kör müsünüz, ne zaman uyanacaksınız? Çekoslavakyaya da böyle geldilerdi!”
            Bendeniz Askeri el koymaya sıcak bakarsam na mertim. Asker ne yapsın?
Bu felaketlere neden toplumumuz ses çıkarmadı?
Bugünkü kahramanlar neredeydiler?
Bugünkü durum daha feci. Hani sivil toplum kuruluşlarımız? Hani siyasi partilerimiz? Her gün sayısız şehit haberleri geliyor. Halkımızda bir tepki yok.
Aşk’ı Memnu dizisinde bir kız intihar etmiş. Ağlayan, ağlayana, tepinen tepinene.
Herkes askerden bir şeyler bekliyor. Hiç kimse de kalkıp bir tepkide birleşmeyi bile düşünemiyor! Aydını, satılmışı ve namuslusu bir suçlu arama derdinde. İzin verirseniz geçmişten gelelim:
            Mondros ateşkesinin 7’inci maddesi gereği Bağlaşıklar Stratejik yerleri işgal etmeye yetkiliydiler. Paris’te toplanan ÜÇLER İzmir’i Yunanlıların işgaline karar verdiğinde, Osmanlının gürleyecek sesi çıkmadı. İzmir’e Kambur İzzet vali olarak atandığı gibi; 17’inci kolordu komutanlığına da, Selanik’i tek fişek patlatmadan Yunana teslim eden Ali Nadir Paşa atanmıştı.
Yunanlılar İzmir’e çıkarken, Ali Nadir Paşa Askerlerimizi Sarı Kışlaya toplamış, maaş dağıttırıyordu.
 İktidardan ”SAKIN OLA KARŞI GELMEYİN” uyarısı gelmişti.
Rahmetli Osman Nevres Bey, 14/15 Mayıs gecesi Maşatlıkta alınan kararı uygulayarak, Yunan sancaktarı İzmirli Meyhaneci Yani’nin oğlunu borçla almış olduğu tabancasıyla alnından vurmuştu.
Germencikli Üsteğmen İbrahim de el bombasını atmıştı. Bu bir isyan hareketiydi.
Türk toplumu İstanbul hükümetinin veremediği SAVAŞ DİREKTİFİNİ Kongreleriyle vermişti.
Amasya tamiminden başlayarak; Erzurum ve Sivas kongrelerinde eli silah tutan herkese iç ve dış düşmanlarımızla çarpışma direktifleri verilmiş, İstanbul hükümetinin bu konudaki yetkisi de kaldırılmış, yeni bir hükümet yaratılmıştı. İstanbul hükümeti ihaneti seçerek SEVR’İN uygulamasına yönelmişti.
                                   GELELİM GÜNÜMÜZE.
            Siyasi iktidar aynen İstanbul Hükümetinin politikasını uygulamaktadır. Silahlı Kuvvetlerimize Terörle ve iç düşmanlarımızla mücadele edebilmesi için genişçe bir direktif verilmemiştir.
Tecavüzcüyü SINIR ÖTESİNDE DE takip yetkisi verecek SICAK TAKİP direktifi de verilmemiştir.
Terör mücadelesinde başarı göstermiş komutanlarımız ve subaylarımız da İFTİRA DOSYALARI, MASKELİ TANIKLAR; Şarlandırılmış Müddei Hususiler kanalıyla pasifize edilmişlerdir.
Türk silahlı Kuvvetlerinin onurunu kıracak davranışlar sergilenmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin savunmasından sorumlu olan iktidar, bu savunmayı zora sokacak sürekli bir uygulama içersine girmiştir.
Ölenler öldükleriyle bırakılmaktadır. Kısacası: MÜTAREKE POLİTİKASI UYGULANMAKTADIR!
            Bazı Emekli subaylarımızın, duygusal olarak, Silahlı Kuvvetlerimizin komuta kademesini ve KURMAY SUBAYLARIMIZI töhmet altında bırakmalarının kanuni dayanak noktası anlaşılamamıştır!
            Yok, doya, doya emeklilik hakkını yaşayamamak! Yok, yollarda rastladığı sivillere karşı GENELKURMAY BAŞKNINI savunmakla nefes tüketmek. Emekli subaylara, bu savunma hak ve yetkisini kim vermiştir acaba! Genelkurmay Başkanlığı ile bu savunucu emekli subaylarımız arasında BİR ”VEKÂLETSİZ İŞ GÖRME AKTİ Mİ” VAR!
            Bu oyun, AKP iktidarının oynatmak istediği oyundur. Amaçları, MUSTAFA KEMAL GELMEMİŞ OLSUNU YARATMAKTIR.

SUÇLU, ÖNCE SAYIN RECEP BEY VE SİYASİ İKTİDARDIR.

Bir ordu, sürekli savunmada bırakılırsa; sürekli olarak düşmanı beklerse, o Savaş yitirilir.

PS: Bu taktik ancak bu kadar kısa yazılabilir.
           
           
           
           
           

           
           

İzleyiciler

Blog Arşivi