23 Haziran 2010 Çarşamba

171- YOLSUZLUKLARI ARAŞTIRMA KOMİSYONU BAŞKANLIĞINA!

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 23 Nisan 2003
E.J.KD. Alb. Hukukçu.

                                    171- YOLSUZLUK ARAŞTIRMA KOMİSYONU
                                   BAŞKANLIĞINA

                                                           TBMM/ANKARA

                                               “Bir meseleyi unutturmak istiyorsanız,
                                               O meseleyi komisyonlara havale edin!”
                                                                                              İsmet İnönü

            Efendim; bendeniz, iş bu yazımı ve (31) adet ekini -sol köşedeki tarihte- başlıktaki makama taahhütlü olarak göndermiştim.
Sayın Recep Beyefendi, esip te gürlemeye yeni başlamıştı. Ben de düşündüklerimi açık, açık yazmıştım. Bendenizi adam yerine koyup ta bir yanıt vermedikleri gibi, hakkımda da her hangi bir işlem yapmamışlardı.
Ben, bu yazıma büyük Sümerolog Sayın İlmiye Muazzez Çığ’ın bir belgesini de—23 Nisan armağanı olarak—eklemiştim. Bu ilginç belge bir Sümer Kıralının TÜRBAN kullanımıyla ilgili fermanıydı: ”Manastırdaki kutsal fahişeler, halkın tanıyarak saygı göstermeleri için başlarına TÜRBAN takacaklardır!” İş bu belgenin ve yazımı gönderme posta alıntısının fotokopilerini de eklice sunacağım.
Dilekçe yazım şöyleydi:
            “Sayın Emin Çölaşan’ın 06 Mart 2003 tarihli yazısını okudum ve okudum! Vurgun, soygun, talan, rüşvet, adam kayırma ve dahi kilit noktaları ele geçirme olayları ortadayken, SOMUT olaylar ortada dururken, SOYUTA Araştırma Komisyonu Kurulsun!
            Vatandaşlarımızdan da İHBARLAR beklensin! Olacak iş değil BU!
            Hazır, tüm saraylar TBMM’İNİN emrinde ve elindeyken; böyle bir komisyon YILDIZ SARAYINDA kurulmalıydı! Çünkü ve dahi çünkü bu işlemler, vatandaşlarımızı JURNALCİLİĞE özendirmekten başka hiçbir işe yaramaz!
            RÜŞVET ALMAK ve dahi RÜŞVETVERMEK suçtur. Kamu gücünü ve kamu yetkisini elinde tutanlar RÜŞVET alırlar. RÜŞVET, en az iki kişilik bir suçtur. RÜŞVET; yasal olmayan, haksız ve çok kazançlı bir işi kotarmak için, o işle ilgili kamu görevlisine verilir. Üç, beş milyonluk, bir kâtip ve de ufak bir memur ve vatandaş ilişkisi değildir bu eylemler.
            Ucu Ankara’ya dayanmayan; Ankara’da düğümlenip, bağlanmayan RÜŞVET, SOYGUN ve TALAN yoktur ve olamaz da.
            Banka soygunları, taa! Özal’dan beri nerede başladı ve nerede bitti? Ankara’da. Büyük soygun, vurgun, yağma ve rüşvet; olur sahibi bir KAMU GÖREVLİSİNE gelir ve dayanır. Bu işin de üçayağı vardır:
            1*Devletimizle iş yapmak isteyen büyük iş sahipleri,
            2* O işle ilgili Kamu görevlisi,
         3*Politikacı bir araya gelmeden bu işler asla olamaz!
Üşenmeden ve bıkmadan bu yazımın eklerini okurken göreceksiniz. Bendeniz, 12 Eylül 1980 tarihinde Zonguldak İl jandarma Alay komutanıydım. Yasal olmayan işlerle çok mücadele etmiştim. Mehmet Çelikel lisesinde son sınıfında okuyan bir Kız öğrencim, bana bir soru sormuştu:
            -“Sayın Albayım, siz kimin emrinde ve hizmetindesiniz?”
            Bendeniz, önce sorunun neden sorulmuş olduğunu anlayamadığımdan; saf, saf, DEVLET, MİLLET gibi sözler söyleyince; o çok Zeki Kız öğrenci, sınıfın ortasında:
            -“Saf olmayınız Albayım; benim babam kömür ve kum kaçakçısıdır. Onlara engel olursanız gidersiniz! Yani onların emrindesiniz. Sizin gücünüz, kaçak sigara satan (11) yaşındaki çocuklara ve yalınayak garibanlara geçer. Onları kullananların güçleri de çok yukarılarda geçe!” Demişti.
            Daha göreve başlayalı iki ayımı doldurmadan; Zonguldak’taki görevinden emekli olmuş bir General, Zonguldak’taki kum ve kömür kaçakçılığını anlatan bir mektubu Jandarma Genel komutanlığına iletmiş. Ben de, anlayabildiğim gerçekleri ve bu çok zeki ve cesur kızımızın dediklerini, ihbara cevap olarak yazdıydım.
             O tarihte Zonguldak Emniyet Müdürlüğü Trafik Şube Müdürü Başkomiser Sayın Kadir Ceylan, konuyu duyarak bana:
            “Sayın komutanım; soygun, talan, vurgun ve rüşvet, ülkemizde hiçbir kimsenin önleyemeyeceği sosyal bir olgudur. Onlarla uğraşıp ezileceğinize, onlarla birlikte yaşamayı öğrenmelisiniz!” Demişti!
            (Ek yazı): 12 Eylül1980 askeri darbesinde; tüm operasyonları il jandarma alay komutanı olarak, suç olsa da, bendeniz yaptırmıştım. İl emniyet müdürlüğü de il jandarma alay komutanlığı emrine verilmişti. İl dâhilindeki Kömür, Kum, sigara ve sair kaçakçıları ismen biliyorduk.
Kömür kaçakçılarının en ünlüsü K.K adlı birisiydi. Otobüs şirketi, benzin istasyonu ve genel evi vardı. Kum işlerini il genel meclisi üyesi bir Göbü’lü yönetiyordu.
Göbü köyü sahilindeki kum ocağından deniz kumu satışlarını yapıyordu. Köyün sahilinde inşa ertirdiği üç katlı binada da Ankara’dan gelen etkili ve dahi yetkili resmi konukları kalıyordu!
Bütün resmi binaların yapımında da deniz kumu kullanılıyordu. Bugünkü Zonguldak Adliyesinin bulunduğu yer de denizden numaralı olarak kaçak kum çıkaranlara ve Boksit madencilerine aitti.
13 Eylül 1980 günü, bir dozerle buraları dümdüz ettirdim. Sonrası mı? Şahane bir park olduydu.
Ha! Söylemek istediğim bu değildi: Emniyet Müdürlüğüne, ismen belli olan kaçakçıların, il Jandarma Alay Komutanlığına getirilmesi hususunda vermiş olduğum emir derhal yerine getirilmişti!
11-12 yaşlarında, yalınayak ve üstleri perişan altı çocuk yakalanarak HUZUR’U HUMAYUNUM’A getirilmişti.
Baygınlıklar geçirdim.
O Kız öğrencimin dediği olmuştu. Çocukları hemen bıraktırtmış, oturup ta ağlamıştım.
Darbenin anlamını da anlamıştım.
Çalışma tarzımı değiştiremeyeceğime göre de, bana da yol görünmüştü.
 Bendeniz; öğrencilerime ihtilal ile hükümet darbesi (coupd’état) arasındaki farkı anlatırdım.
Saflık işte! Yapılan basit bir hükümet darbesiydi: YÖNETİMDEKİ KİŞİLER DEĞİŞMİŞTİ!
Kış ortasında; Konya’ya pasif bir göreve sürülmüştüm. Eşim ve 14 yaşındaki, şimdi Rahmetli olan, Oğlum Tansın Zonguldak’ta kalmıştı.
En başarılı kabul edilen ve Zonguldak İl Jandarma Alay Komutanlığı tarihinde, tepesi aşağıya giden tek komutan da ben olmuştum.
Emre itaatsizlik suçu işlettirilmek taktiği ile de Askeri Savcılığa soruşturma açtırtmışlardı.
Zonguldak’a gelen Askeri Savcı Yüzbaşı, yapmış olduğu tahkikat sonunda: ”Dosyası amansız başarılı mücadele belgeleriyle dolu olan Sanık jandarma Albayı Osman Türkoğuz, hiçbir suçtan sanıklanamaz!” Diye Takipsizlik kararı vermişti.
            Sizler, 06 Mart 2003 tarihinde; ülkemizi bu zor günlere getiren teskere konuşmalarınızda; TBMM’DE şiirler de okumuştunuz. Rahmetli Veysel Şatıroğlu’nun ölüm gününde.
Osmanlı, kendi tarihini mürekkeple, Türk’ün tarihini de kanla yazan Osmanlı; Osmanlının kuruluş gününde, 27 Ocak 1635 Cumartesi günü, Nef’iyi boğdurtmuştu!
O’NUN ölüm günü, niçin, TBMM’Sİ kürsüsünde şiir okunmadı?
            Ben, bu konuyu uzunca yazacağım. Sizler TBMM’NİN kürsüsünden şiirler okudunuz.
Ben de, şiirle başlayıp, şiirle bitireceğim iş bu konuyu.
Bugüne kadar size niçin mi yazmadım? Türk basını sizin ilanınıza nasıl yanıt verecek diye bekledim: Yanıtı da aldım: KEM ve KÜM! Bu arada, bir grup milletvekili, Maliye bütçesi görüşülürken, zavallı memurlara “hırsız!” Diyerek sataştı!
Allah! Allah! Sizin İstanbul Büyük Şehir Belediyesinden gelme 30 (otuz) milletvekilinin sanık sıfatlı dosyaları yok mu? Recep Tayyip Erdoğan Bey’in mahkemelerde· dosyaları yok mu? Sayın Başkan; Hırsız! Hırsız! Diyerek vasıflandırdığınız bir memur kalksa, Neyzen Tevfik Kolaylının ünlü dörtlüğünü okusa, ne buyururdunuz!
                        “Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler,
                          Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus dediler.
                          Künyeni almak için partiye ettim telefon;
                         Bizdeki kayda göre; şimdi o MEBUS dediler.”
            Ne buyurulur? ”iftira at, hiç olmazsa izi kalır,” mantığı devlet kurumlarını, kişileri ve ülkemizi ne hallere getirdi.
            Türk basını da günlük aşkların peşinde!
            Sizin ihbar ilanınızdan daha başka bir şey bekliyordum: Elinizde ihbar mektupları biriktiğinde, Adalet ve dahi Kalkınma Partisinin Sayın Büyüklerinin ne diyeceklerini.
Geçen gün, bombayı patlattılar:
            “RÜŞVETİN DAMARINA GİRDİK!”
            Bu mübarek RÜŞVET, Taş kömürü mü damarı olsun! Bir yabancı belgeselde, bir yılan türünü seyretmiştim. O zavallı yılan, kendi kuyruğundan başlayarak kendisini yutarak öldürmedeydi!
            Elinizde somut dosyalar var! Neden oralara, belediyelere giripte, işin toplumsal ve bireysel psikolojisine inmiyorsunuz?
            TÜRK TOPLUMUNUN LİDERİNE BAĞLI BİR TOPLUM OLDUĞUNU BİLMİYOR MUSUNUZ?
            Veli dediğiniz İkinci Beyazıt gelir, İmparatorluk yatar. Oğlu Selim, Torunu Süleyman gelir İmparatorluk şaha kalkar! Üç milyonluk ordusu olan Osmanlı yenilir; Bir tek askeri bile bulunmayan Mustafa Kemal, Türk halkının önüne düşer; Osmanlıyı yenenleri ve Osmanlıyı da yener.
            Türk Toplumunun yediden yetmişe, tüm bireyleri her Allahın günü rüşvet, vurgun ve soygun haberlerini okur ve duyarsa, neyin toplumsal psikolojisini araştıracaksınız?
            Yarım ekmek içi nohutlu pilav ve bir bacak tavukla 2.500.000 oy alan Cem Uzan olayı çok hoş. Sayın Cem Uzan’ların Nokia ve Motorola olaylarında, 4.000.000.000 Dolarlık vurgun ve dolandırıcılık öyküsü var. Çarşıda, pazarda ve her yerde; bu konuyu toplumumuzun her kesimine açtığımda; hep aynı hükümle karşılaştım:
            “Beyefendi; iyi yapmış! Ötekiler gibi halkı ve devleti soyacağına elin gâvurunu soymuş!” Kesin yargı bu. Düşününüz; kırk sene devlete hizmet karşılığının bilmem kaç mislini bir gecede, hizmet etmeden KIYAK EMEKLİ OLARAK kazanabiliniyorsa, o toplumun hali işte böyle olur. Aleni olarak, gün gibi açık soygunlar ve vurgunlar yapılırsa, o toplumun yapısı gevşemez mi?
            Halkımız, sosyal olguları ne güzel özdeyişler haline getirmiştir:
            “Balık, baştan kokar!”
            “Ananızı öpen kadıyı kime şikâyet edeceksiniz!”
            “Hoca osurursa, cemaat sıçar!”
            Yalınız, unutmamak gerekir ki, bugünün Türk halkı, Kadı saltanatının hışmına uğrayan Türk halkı değildir!”
            Bugünün Türk Halkı; dertlerini ve şikâyetlerini kendisine anlatıp, çözümünü yine kendisinin bulacağı Türk halkıdır! Çok önemli.
Kim derdi ki; sahtekârlıktan sicilli Erbakan’ın Konya’da silinip, süpürüleceğini!
            Kasım 2002 Genel Seçimlerinde; Uşak ilimizin dağ köylülerinden çok güzel mesajlar çıkmıştır:
            “Beyefendi! Beyefendi! Bizler, gazetelerde, Hülya Avşar’ın aşk öykülerini okumuyoruz! Köşe yazılarını okuyor ve tartışıyoruz!”
            Milli Görüşün” gerçek anlamını bilemeyen Halkımız ve Aydın geçinen Aydınlarımız, bunu yeni bir sosyal ve ekonomik açılım sandılar.
            MİLLET KELİMESİ: ”DİN, MESHEP, BİR DİN VEYA MESHEPTE BULUNAGRUP!” Demektir. M.N. Özön. Osmanlıca-Türkçe sözlük.
            “MİLLİ KELİMESİ DE: ”BİR DİNE VEYA BİR MESHEBE AİT OLAN!” Demektir.
            “Milli görüş!” Deyimin      kime sordumsa; ”Türk ulusuna özgü görüş!” Diye tanımladılar. Bunları niye mi anlatıyorum?”Din, iman sahibi“ olduklarını savunanların, devletimizi ve milletimizi soymada kullanmış oldukları mantığa ulaşmak için yapıyorum tüm bu işleri.
            Önce; son günlerde, Hurma-EN-Nahl-16’ıncı sure’nin bir ayetinde geçen NECM kelimesinden dolayı son zuhur MEHTİ olduğu söylenen NECMETTİN Erbakan Hoca’nın, Türkiye Cumhuriyeti devletinden DEVE etmiş olduğu 2.000.000.000.000 Türk lirasını aşırması mantığına bakalım:
            Erbakan Hoca’ya! Mücahit sıfatı yakıştırılmıştı! Kime karşı açmış olduğu CIHATTAN dolayı, kimin ya da kimlerin Mücahidiydi bu hazırın Hocası! DEMOKRATİK, LAİK, EVRENSEL HUKUKA SAHİP SOSYAL HUKUK DEVLETİNE, TÜRKİYE CUMHURİYETİNE SAVAŞ AÇMIŞTI! Yalan mı? Türkiye Cumhuriyeti’nin Kara, Hava ve Deniz ülkesini “DARÜLHARP BÖLGESİ!” olarak ilan etmemişler miydi? Darülsulh ise; Hafız Esat’ın, Saddam’ın, Suudilerin, Taliban’ın, Kaddafi’nin ülkeleri ve devletleriydi.
            Darülharp bölgesinin insanlarını öldürmek, mallarını, karılarını ve kızlarını ve dahi çocuklarını esir almak dinimizin hükmü değil miydi?
            Kuran’ı Kerim Enfal Suresi (8’inci sure)’nin 1’inci ve 41’inci ayetleri; Darülharp bölgesine yapılacak bir CİHAT’TA, elde edilecek GANİMETLERİN paylaşımıyla ilgili değil miydi?
            Bir devletin hukukunu araç olarak, kendi ilkel dünyasına gitmek için kullanan kimsenin, o devletin parasını bile ele geçirmesi bir savaş taktiği değil midir? Süleymancıların deyimiyle: ”BU BİR HARB’İ HÜDATU-DİN SAVAŞI-Değil midir?
            Başkaları ne derlerse desinler; Türkiye Cumhuriyeti’nin evrensel hukuku nasıl karar verirse versin; bu işleri yapanların yüzleri kızarmaz; ikindi namazlarını da üç ayrı yerde üç sefer kılarlar!
Bu sübjektif değerlendirme; vurgun, soygun ve talanın ve dahi sahtekârlığın dayanak noktasıdır. Hiç te günahı yoktur! Otuz sefer hacca gitmek te 1 ve 41’inci ayetlerdeki Hz. peygamberin ve sülalesinin payları gereğidir!
            Öteki uçtaki ihtilalcı sol da, kendisine göre bir günahsız yol bulmuştur! Brejnev doktrini de ortadadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin paralarına el koyarak, gayelerine varmak için, kamulaştırma yaparak! Ve ol paraları da lüks içersinde, Avratlarla yemek!      
            Şimdi de; izin verirseniz, son günlerin Irak’ına gelelim.
            Irak halkı, Saddam’ın saraylarını, müzeleri, bankaları ve kamu binalarını soymanın yanı sıra; yabancı elçilikleri ve kişilere ait iş yerlerini de soymaya başlamıştır. Hele, hele, bir bankayı soyarken yakalanan, bir USA askerinin ayakları altına serilip, biraz ilerideki plastik bacağına bakan Iraklı eski askerin durumu, her türlü psikolojik gözlemi çözümleyen bir haldir. (İş bu fotoğraf ta ektedir!). O bacağının birisi kopuk genç adam, Irak’ta yaşayan, Irak nüfusuna kayıtlı amma; Irak devletinin yabancısı bir garip kimsedir. İran-Irak savaşında bir bacağını da, vatanı sandığı Irak için vermiştir!
            Irak devleti, O’NU adam yerine koymamış, O’NA vatandaşı muamelesini yapmamıştır. Saddam’ın devleti ve Cumhuriyeti TİKRİT DEVLETİ ve CUMHURİYETİDİR! Aç, sefil ve bacaksız bırakılan o genç adam gibi olanlar için, IRAK DEVLETİ BİR DARÜLHARP ALANIDIR! Karnı tok ve iki bacağı ile gezdiği kendi vatanı değildir. Irak’ta ne varsa O’NA aitte değildir. Onlara, yalınız Saddam’ın getirmiş olduğu açlık ve sefaletten pay vardır. Onlara, her türlü kötülüğü yapan Irak devletine karşı, ONLARIN DA, her türlü kötülüğü yapma hakları vardır. Bir devlet, bir yönetim, olanaklarından, haklarından ve her türlü hukuki işlemlerden tüm vatandaşlarını yararlandırmazsa sonuç ta Irak’ın içine düşmüş olduğu durumdur, işte böyle olur!
            Her siyasi parti ve bu partilerden oluşmuş olan hükümetler, önce tüm vatandaşlarına, sonra da tüm amir ve memurlarına aynı sıcak kucağı açmalıdır. Gelir dağılımındaki uçurum; bir kısım insanların ki onlara mutlu azınlık diyorlar, vurdumduymaz savurganlığı, ezilen ve aç bırakılan, çoluk çocuk ve çocuğuna karşı hep utançlı duruma düşürülen insanları önce hükümetine sonra da devletine karşı yabancılaştırır. Halkta,”Devletin malı deniz, yemeyen domuz!” düşüncesi kemikleşir. Memur, halka kötü bakar, kötü gözle görülenler de devletine yabanc devletmiş gözüyle bakarlar.
            Ülkemizde de tüm siyasi partilerimizin yaratmış olduğu durum budur. Biz, bir tek Padişahı kovduk, Padişahlığı bıraktık! Olayın altında yatan olgu budur.
            Bir çürük diş, otuz iki dişi çürütür. Bir altın diş te yalınız ışıldayarak kendisini göstermeye yarar.

Ek:“Aklımdayken yazayım. Antakya’da dağların ve taşların tapusunu Mecelle’ye: ”Dağlar taşlar hava ve su gibi meccanen halkındır- ve Fransız Medeni Kanununa rağmen Fransızlardan almış olan bir ailenin çok geniş arazilerini, büyük bir askeri birliği kurmak için kamulaştırmıştım. Bana teklif edilen çıkarlarının listesini vermeyeceğim, tekliflerini kabul etmediğimin haftası Güneydoğudaki bir seyyar jandarma alay komutanlığına sürülmüştüm.
Başlamış olduğum işleri yarım bırakanlardan olmadığım için, geçici görev yaratarak, geri geldim ve kamulaştırma işini tamamladım. Bugün bu arazilerde bir jandarma eğitim alayı eğitim yapmaktadır! Devletini memuruna darıltan,  haksız ve keyfi olaylarda, POLİTİKACILARI ÖN SAFLARDA görmüşümdür.
            Amerikalılar; Komünizm tehlikesi olan az gelişmiş ülkelerde, hırsızlığı teşvik etmişlerdir. Parası ve malı olanlar komünist olmazlar doktrini!
117 seyyar jandarma alay komutanlığında bulunduğum sıralarda; komutanıma hırsız ve kaçakçı olanları saydığımda hep şu yanıtı almışımdır:
            “Bırak şunları Türkoğuz! Komünist olacaklarına hırsızlık ve kaçakçılık yapsınlar!” Azarıyla karşılaşmıştım. Çalmayan ve çaldırmayan en azından solcuydu!
            Alman yazar Kurt Stanhaus’un, Sanders yayınları tarafından yayımlanan ünlü bir kitabı vardır: ”ATATÜRK DEVRİMİNİN SOSYOLOJİSİ!” Yazar, bu kitabında bir hükmünü açıklamıştır:
            Dış yağma gücünü tüketmiş olan devletler, içeriye rüşvet olarak dönerler!” Ben, bu tanının yüzde yüz doğru olduğuna inanıyorum. Osmanlı İmparatorluğunda, sittin sene rüşvet olgusu vardı. Osmanlı İmparatorluğunda en büyük rüşvetçi, Kanuni’nin damadı ve sadrazamı Hırvat asıllı Rüstem Paşaydı. Osmanlı’nın en güçlü olduğu kabul edilen Kanuni zamanında rüşvetçiliğini sürdürmüştü. ”Bu apayrı bir inceleme konusudur!” ”Yemiş olduğu haltlar ekli belgelerdedir” Fındıklı Mehmet Ağa Tarihi.
            Ülkemizde; belediyeler, kanayan bir yaradır. Bunu Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyden ve İstanbul belediyesinden suç dosyasıyla TBMM’İNE transfer olan (30) –OTUZ- Milletvekilinden ve onların deneyimsel bilgilerinden yararlanabilirsiniz!) EK: Ps:72 Sıralaç belge ve beraat!)
            Ankara ve İstanbul’un çapları, Paris ve Roma şehrinin çaplarından bilmem kaç misli büyüktür! 1923’ün Ankara’sı, (30.000)nüfuslu bir kasabaydı. Ankara ve İstanbul şehirleri, her gelen belediye yetkilisinin çıkarlarına ve dahi keyiflerine göre; dikine büyüyeceğine, her yana doğru genişlemiştir. Kimin ne tarafta arazisi varsa, şehirler o tarafa doğru genişlemiş ve uzamıştır. Dağlar parsellenerek arsa olmuştur.
Bursa hava meydanına bitişik havayolları tarlalarının başına gelenler, Süleyman Demirel ve Cavit Çağlar’ın hatırlarında mı? İmar planı değişiklikleri ve çıkarılmış olan af kanunları, kaçak yapılaşma,
RÜŞVET’İN anasını ortaya koymadı mı? Bir seferinde; yalınız İstanbul’da, (15.000) kaçak yapı affı politikacılara mazhar olmuştu.
            AH! ÜRETİMSİZ TÜKETİM TOPLUMU! Ah! Rüşvet, Soygun, Vurgun ve talanın kaynağı sefalet değil, safahattır! Çok şeylere sahip olmak; çocuğunun, çocuğunun ve yedi ceddinin yarınlarını garantilemek.
            Ülkemizde; bugünkü toplumsal yozlaşmanın ve ahlak erozyonunun sahibi ve yaratıcısı Turgut Özal -ve sağ- politikacılardır Hayat pahalılığı, memurların gelir düzeylerini katladığında; devlet adamları, acil önlemler alacaklarına, abuk sabuk ve abuk sabuk sözler söylemişlerdir. Özal beyefendi: ”FİYATLARA TANRI KARIŞIR”, ”benim memurum, işini bilir!” Sözünü de cümle âleme karşı söyleyebilmiştir.
            İç savaş sonrası; 1950 senesinde, Yunanistan’da bir kutu kibrit 1000.000 Drahmi iken, fuhuş ta Kralın Tatoi sarayının bahçesine taşınmıştı. Enflasyon’un; Arjantin’de bekâret yaşını (11)’e indirdiği söylenmektedir.
            Aylık gelirleriyle geçinemeyen toplumlarda, ahlaki ve moral değerler de eriri. Rüşvet, soygun, yağma ve hortumlama; devletin üst düzeylerinde sürdürülür. Sermayenin ne milliyeti, ne dini, ne de ahlakı vardır. Arjantin’in hovarda başkanı El Turko; büyük vurgunculara acımadan temizlik yaptığı için başarılı olmuştur. Sonrakiler, bir milletvekiline (10.000) Dolar aylık vererek Arjantin’i felakete sürüklediler.
            Enflasyonun başını alıp gittiği bir ülkede, rüşvetin, soygun ve talanın objektif olarak saptanması yapılamayacağı gibi, objektif ve somut önlemler de alınamaz. Koalisyon dönemlerinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurum ve kuruluşları parsellendi. Bir siyasi partinin kendi taraftarlarını sözleşmeli personel yaptığını, sözleşme süresi dolanların yerine de, yine kendi taraftarlarını sözleşmeli olarak işe aldıkları gerçeğini görüp te yaşamadık mı?
            Yeteneği olmayan ve yükselme sırası ve umudu da bulunmayan kişiler, politikacılar kanalıyla bol ve bol masrafla, işe ehil olanların önüne konulma dımı?
            Haksız olarak bir yere gelenin o yerde kalabilmek için neler yaptıklarını çok gözlemledik!
            1982-1985 tarihleri arasında; Konya’daki bir devlet üretme çiftliğinden Ankara’ya, her Allah’ın günü süt, tereyağı, vs. gönderiliyordu. Başka türlü de o çiftliğin müdürlüğünü elde tutmanın mümkün olmadığını bizzat o çiftliğin müdüründen dinlemiştim.
            Eski bir öğrencim olan Sayın Adnan Cengiz ile milletvekilliği dokunulmazlığı üzerine çalışmalar yapmıştık. (Bazılarının benzerleri ekte).
            Sayın R.Tayyip Erdoğan Beyefendi: ”Milletvekili dokunulmazlığını kaldırsak; bizleri, geceleyin polisler alır götürürler!” Buyurmuş.
Serçeden korkan darı ekmesin. Otuzbeş gün önce çıkarılan vergi yasası, birkaç kişinin devleti soyması için değiştirilemez. İnsanda, utanma ve sıklıma olmalı.
            Sizler, önce kendinize sahip olmalısınız. Bakan olacaklarınınız, önce bir asker hastanesinden Gata’dan, ruhsal ve bedensel durumunun sağlamlığına dair rapor almalıdır. Her bakımdan bakanlık yapmaya ehilse; mal varlığını bir defterle Noter’e onaylatıp kayyıma teslim etmelidir.
            Atatürk’ün Türkiyesi’nde; dağlara ve taşlara: ”Ne mutlu Müslüman’ım!” Yazmaya kalkanı bakan yaparsanız, böylesine abuk, sabuk konuşur.
            Milletvekili dokunulmazlığına yeni bir düzenleme getirilmelidir. Unutulmamalı ki, Çavuşeskular’ın, Ahmet Sukarno’nun da dokunulmazlığı vardı!
Milletvekili seçilmeden önce; her türlü suçtan dolayı, hakkında soruşturma açılanlar, seçilir, seçilmez, dokunulmazlık zırhına büründürülmemeliler. Normal olarak soruşturma sürdürülmelidir. Dokunulmazlık, kürsü dokunulmazlığı ile sınırlandırılmalıdır. Partiler arası pazarlıklarla suçlular aklanmamalıdır.
            Milletvekillerinin memur atamalarıyla ilgili girişimleri kesinlikle önlenmelidir. Partiler arasında milletvekili transferleri, milletvekilliğinin düşmesine neden olmalıdır.
            Öncelikle bu düzenlemeler yapılmalıdır. Sonra da, devlete ait işlerde; özellikle, ihalelerde, banka kredisi kullandırmalarında, şeffaflık ilkesi getirilmelidir. Tüm bu düzenlemeler, evrensel boyutlarda yapılmalıdır.
            Politikacılar seçildikten sonra; çocukları, hısım ve akrabaları devlete ait kurumlarda görevlendirilmemelidir. Bu gibi işlerde; yetenek ve deneme sınavları şart olmalıdır.
            Tayinler, atamalar, yer değiştirmeler TSK ölçülerinde düzenlenmelidir. Yükselmeler ve emekli olmalar da aynı ölçüde olmalıdır.
            Mustafa Kalemlinin, Tepe Gurubundan, kendisine ve kızına 520.000 dolar ödeyerek! Aldığı iki dairenin ve Çeşme’de aynı guruba yaptırdığı villanın; TBMM’SİNE pahalı olarak yaptırdığı -20.000.000Dolar-işlerin de psikolojisine niçin eğilmiyorsunuz!
            Tavşanlı SSK Hastanesinden, döneminde, gurbetçilere 100 marktan sağlık raporu verildiği çok anlatıldı.
            Sizlerin, bireysel ve toplumsal psikolojik eğitimi gördüğünüzü bilemiyorum!
            Şok dönemi verilerini saptadığınızı düşünelim; bunları normal düzende nasıl uygulamayı sağlayacaksınız?
Saygılarımla.

Osman TÜRKOĞUZ
             E.j.Kd. Alb-Hukukçu

            EKLER:
            31 adet.
            Eklerden birisi.
            YENİ TANIMLAR GEREK!
            Ankara; 04 Aralık 2001.
“Türk ulusunu yaratan Mustafa Kemal; Ulusal Kurtuluş Savaşını Türk halkı ile kazandıktan sonra; Türk ulusu tanımını da yapmıştı. Bu tanımı, bilgece ve şaşmaz bir görüşle, yaşadıklarımızdan çıkarmıştır.
            “Türk halkı, bulgur aşı ve kuru ekmekle karın doyurup, dizlerinde soğan kırarak, yalınayak, üniformasız iç ve dış düşmanlarla savaşırken; O’NUN TBMM’SİNDEKİ VEKİLLERİ de, erat karavanasındaki bulgur pilavına kaşık sallamada ve öğrenci koğuşlarında, altlı ve üstlü ranzalarda, yatmakta ve okula giden öğrenciler gibi, Ankara’nın ayazında, bir tek paltoyu iki kişi kullanarak TBMM’SİNE oturumlara yetişmekteydiler. Sekiz Milletvekili de, İkinci İnönü Muharebesinde; Askerlerle beraber ve iki saat süreyle ateş hattında, düşmanla çarpışmışlardı. Zateri kazandıktan sonra; Türk halkı ile bütünleşerek Türkiye cumhuriyetini kurduktan sonra, ekonomik kriz nedeniyle, Milletvekili maaşlarının 1/3’ünü kestirmişti.
            Mustafa Kemal; kendisinin ve TBMM üyelerinin Türk halkından ve Türk ulusundan hiçbir ayrıcalığının olmadığını bildiği için, onlar için ayrı bir tanıma da gerek duymamıştı. Mustafa Kemal: ”Etrafına cami, ağyarına mani”, bir gerçek tanımı ortaya koymuştu:
            “Ulusal Kurtuluş Savaşını yapan Türkiye halkına Türk Milleti denir!” Demişti.
            Günümüzde, durum içler acısıdır. TBM MECLİSİ üyeleri, seçildikleri anda; çeşitli yapı kooperatiflerine girerek, deniz kenarlarında villalar sahibi olabilmekte, üç katlı lüks lojmanlarda oturabilmekte, TBMM’İNDE sekreterli özel odalara yerleşebilmekte kıyak emeklilik gibi kıyak vurgun kavgalarını miras olarak alıp, şiddetle ve hiddetle sürdürebilmekte, on kere iptal edilen kıyak emeklilik yasasını bir kenara bırakarak, Eski Milletvekillerinin cansiperane gayretleriyle, saniyede anlaşıp, Anayasa hükmü haline getirerek, Türkiye cumhuriyeti anayasasını memur maaş bordou haline getirebilmektedirler!
            Gözleri dönmüş hırslarını ters yüz eden Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet SEZER’E, uluorta yüzleri kızarmadan ve gözlerini kırpmadan ateş püskürebilmektedirler.
Kırmızı koltuk; Moltuk, avize ve mavize derken, TBMM.’İNİN İÇ DÜZENLEMESİNDE Türkiye Cumhuriyetinin (32.000.000) Dolarını götürebilmektedirler!
Tepe Gurubundan Kızına ve dahi kendisine 260.000’er Dolara Çeşme’de villalar alabilmektedirler. Tepe gurubunun tepede yapmış olduğu villalarda oturan TEPEDEKİLERE DE SÖZ SÖYLENEMEMEKTEDİR! TBMM’İNDEKİ tüm kirli dosyalar aklanmakta; TBMM’İNİN içinde bulunan Akbank ATM’SİNDEN Sayın vekillerimize ait çalınmış olan (10.000.000.000)Türk Lirasının devlete ait olmadığı için,”rezalet” kelimesiyle başlayan ağır yergiler sergilenmektedir.
            Sayın Milletvekillerimiz, maaşlarını anayasamıza sokma meydan savaşı verirlerken, bir simitçi vatandaşımız da kendisini Meclisin bahçesindeki ağaca asmada; bir vatandaşımız da Meclisin çatısına çıkarak tüm dünyaya ve Anıtkabir’e halini anlatmaktadır!
            Mustafa Kemal’den bu yana, Türk halkının ve Türk ulusunun tanımında bir değişiklik olmamıştır. Türk halkı:
            Savaştan önce Kartal’da bahçıvandı,”
            “Savaştan sonra da Kartal’da topal Bahçıvan!”
            Ne çare ki, genel seçimlerden sonra; kimsesiz, bakımsız, aç ve perişan.
            Milletvekillerimizin huyları, alışkanlıkları, tutkuları, seçil niyetleri ve tanımları çok değişmiştir. Türk halkı ilaç bulamaz ve hastaneler gidemezken; Vekilleri, en pahalı ve en lüks hastanelerde devlet parasıyla hanımlarına PROSTAT ameliyatı! Yaptırabilmekte ve USA’YA şeylerine çubuk taktırmaya gidebilmektedirler.
            Sayabildiklerimin ve saymadıklarımın sonunda, ortaya yeni bir kavram çıkmaktadır.
Sayın Ahmet Necdet SEZER; tüm gayretlerine karşın bu halkın kişisel iradelerini çıkışlarını önleyemediğinden, bu seçkin seçilmişleri yeni tanımlarıyla anımsayacağız. Öncelikle Türk halkının tanımını yapmak istiyorum:
            “Ulusal kurtuluş savaşını yapan, Türkiye Cumhuriyetini kuran, Türkiye Cumhuriyetini iç ve dış düşmanlara karşı koruyan; kendisini çıkarcılara ve sömürücülere karşı koruyamayan, vatanı için kanını ve terini esirgemeyen, hep vaatlerle avutulan, asgari ücreti ve iş istemek için indiği meydanlarda kıyasıya dövülen, bir ekilip, dört sene nadasta bırakılan, yediği sopayı ve kazığı hemen unutan, demokrasiyi seçenlerin ve seçilenlerin oynadığı bir oyun sanan BENİM HALKIM!
            TBM M’Sİ halkı mı?
            “Seçilmeden önce bizlerden birisi; seçildikten sonra da 550’lerden birisi olanların oluşturduğu, seçimlerde kendisini, seçildikten sonra tüm tanıdıklarını ve yarınını düşünerek, dokunulmazlık kalesinde oturanların oluşturmuş olduğu dokunulamazlar topluluğu!”  OS Tü ZÜ.
           
                        DİZİ PUSULASI
Sıra No. Kimden Tarihi               Düşünceler.
------------      ------------        -------------------------------------------------
1-   Emin Çölaşan 06Mart 2003 Yolsuzluk çağrısı.
2-  Vatan gazetesi 28Mart 2003 AKP’den Hazineye hırsız.
3-Sultan üçüncü Mustafa 1716-1757 Sanma ki bizde düzele şiir.
4-Ümit Yaşar Oğuzcan 1960 sonrası Bugün git, yarın gel.
5-Tevfik Fikret                 1915              Han’ı yağma.
6-Hasan Pulur              18,10 1973 Emrullah Beyden.
7-Mustafa Balbay Yeni İstikrar Marşı.
8-Emin Çölaşan              09 Temmuz 2002 Yuh olsun.
9-Philip Mackie             1976 Napolyon’un aşkları.
10-E.Or GNR. Atilla Ateş Şubat 2002 Durum tespiti.
11-U.Y.Ertunç erkim      -        Tantan’ın elinde sekiz dosya.
12-Hürriyet Pazar 16 Mart 2003 Etikçi Sayın Müdür.
13-14Osman Türkoğuz 1998 Rüstem Paşaya Özür.
15-16Osman Türkoğuz 2000 Gecikmiş bir İtiraf.
17- 18-Osman Türkoğuz 13-20 Nisan 1998 Sinan Paşadan hesap.
19- Adnan Cengiz 10 Kasım 1996 Atam.
20-Şampiyon Dershane.    10 Kasım 2000 Ataya sesleniş.
21-Osman Türkoğuz 04 Aralık 2001 Yeni Tanımlar Gerek.(Milletvekillerinin posta kutularına atılmıştı)
22-Osman Türkoğuz 10 Kasım 2002 Atama selam.
23-Türkoğuz-Cengiz…22 Ekim 2002 Dokunulmazlık.
24-Yalçın Bayer 28 Mart 2003 TBMM: Dokunulmazlık Komisyonu.
25-Emin Çölaşan 13 Nisan 2003 Albayraklar dosyası.
26-Nazif Okumuş 16 Nisan 2003, Ayni Damardan sor.  
27-Emin Çölaşan 16 Nisan 2003 Unutanlar unuturlar.
2 8-Emin Çölaşan 17 Nisan 2003 Varan bunlara emanet.
29-Adnan Cengiz 1995 Halkımıza Taahhütname.
30-Seyrani eski Destan.
31-Hürriyet gazetesi 17 Nisan 2003 Bağdat’ta bir yağmacı.
                                              

Osman Türkoğuz.
İmzalı.
23 Nisan 2003,            

İzleyiciler

Blog Arşivi