26 Nisan 2010 Pazartesi

119- ÜÇ DEVİR VE ÜÇ BENZERLİK!

OSMAN TÜRKOĞUZ   
İzmir; 07 Aralık 2008
                                                          


119- ÜÇ DEVİR VE ÜÇ BENZERLİK.


                        “Göz kamaştırıcı nesnelerin parıltısı arttıkça;  İnsanların iç gözü de o derece körleşir.” Gılgameş Destanı,3’üncü tablet,
                                            Enkidu’nun söylemi.

“Delilik, aynı şeyi tekrar, tekrar yapıp, farklı 
                                                                                Sonuçlar çıkarmaktır.”
                                                                                         Albert Einsteine. 
                                                                                                                                                                                                                                                                                                      
                       
“Ayrıca; demokraside, yolsuzlukların önüne geçmeye olanak yoktur.”
                                                                                              Büyük Dariyüs  (M.Ö.522)


               Devlet ve hükümet şekilleri üzerine Eskiçağ Filozofları epeyce kafa yorarak, kitaplar yazmışlar, kitaplara geçen sözler söylemişlerdir. Doğal olarak, bu gibi şeyler, araştıranlar için vardır.
 Rahle önlerinde, Elif, Cim, Dal’la alınan icazetlerde bu gibi konuların geçmesi düşünülemez. Çöl Arabı’nın ve İran Mollalarının icazetleri, bu gibi konulara dokunmayı cehennem ateşi ile cezalandırdığından beri; ilmi tartışmalar: ”Ol Mübarek” ile başlayıp ,”ol Mübarek” ile de sonuçlanmaktadır.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal’den (85) sene sonra, hâlâ onu anlayamayanlara ve anlamak istemeyenlere ne söylesek azdır.
1951 senesinde; Eskişehir’de, bir uçak hangarının içersinde, Rahmetli Tümgeneral Gavsi Uçagök, bizlere bir konferans vermişti: YOBAZLIK” üzerine.
 O konferans’ta dinlediklerimi hiç unutmadım. Unutmuş olanlar, o görüşleri dile getirdiğimde, beni hep suçladılar.
YOBAZ denildiğinde, gözlerimizin önüne siyah, çember sakallı, başı takkeli, şalvarlı, gözleri yuvalarının içinde, fırıl, fırıl dönen bir yaratık aklımıza gelirdi.
Rahmetli Tümgeneral Gavsi Uçagök; bu görüşümüzün yanlış ve çok eksik olduğunu bizlere örnekleriyle anlatmıştı.
YOBAZI ŞÖYLE TANIMLAMIŞTI: ”Dünya’da bir tek doğru olduğuna inan ve inanmış görünen; bu inancını gerçekleştirmek için, her kılığı ve her inancı sahiplenen, bu uğurda her türlü suçu işlemekten çekinmeyen insanlara YOBAZ DENİLİR.
KAFALAR SAPLANTIYA TAKILMIŞ OLANLARI TEDAVİ ETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR. Meğerki boyunları vurula.”
 Ve sözlerini şöyle sürdürmüştü: ”Ne çember siyah sakallılar ve poturlular vardır, çağdaş ve uygarlığa uyan; ne kılık ve kıyafeti modaya uygun, kravatlı ve yüksek okul diplomalılar vardır ki çağın dışında yaşayan.”
Devrim sürecinin gevşetilmesiyle, ülkemizde çok olumsuzluklar sergileneceğini de anlatmıştı.
Gençlik ve deneyimsizlik işte; çıkardıkları sonucu; ben çok uzak bir ihtimal olarak görmüştüm.
Bir Baba ve Oğulun; güpegündüz, Kızılay’daki Atatürk anıtına çekiçle saldırmaları beni derinden yaralamıştı.
YOBAZIN EYLEMLERİNE YOBAZLIK VE GERİCİLİK, DENİLİR. GERİCİNİN EYLEMLERİNE DE GERİCİLİK VE ÇAĞDIŞILIK TA DENİLİR.
DÜNYA’DA İKİ YARATIK GERİ, GERİ YÜRÜMEZLER VE TEHLİKE ANINDA, KABUKLARINA ÇEKİLİP, TEHLİKENİN GEÇMESİNİ BEKLİYEREK KALDIKLARI YERDEN, GERİYE GİDİŞLERİNİ SÜRDÜRÜRLER:
BU İKİ YARATIĞIN ADLARI.
1-KAPLUMBAĞALAR,
2-YOBAZLAR’ DIR.
Bu konuya ileride değineceğiz.
Şimdi, üç önemli saptamaya değinmek istiyorum:

1-Bir darbe ile sahtekâr din adamları MAGİ’LERİN elinden Pers devletini kurtaran Büyük Darius ve Dört arkadaşının devlet ve hükümet şekilleri üzerine görüşleri,
2-Eflatun-Platon-un devlet şekilleri üzerine görüşleri,      
3- Aristo’nun devlet şekilleri üzerine görüşleri.
PERS’TE, DARBECİLERİN TARTIŞMALARI.
1-Mısır’da, seferde bulunan Pers Kralı Kambiz; Sus şehrine bir adamını göndererek, kardeşi Smerdis’i öldürtür. Bu olayı anlayan ve Smerdis’e çok benzeyen bir MAGİ-İranlı din adamı- kardeşi ile birlikte, Pers tahtını ele geçirirler.
Babası Satrap-Eyalet valisi- olan Dariyüs ve Altı arkadaşı, durumu anlayarak, bir baskınla Sahtekâr Magi’leri öldürerek, Pers tahtını kurtarırlar.
Baskıncıların ikisi yaralı olduğu için, Beş Baskıncı, bir yerde toplanarak, kuracakları yeni devletin şeklini tartışırlar.
İlk sözü baskıncılardan Otan alır; Persia’da demokratik bir devletin kurulmasını ister. ”Aramızdan çıkacak bir adamın tek başına iktidara sahip olmasının zamanı geçti. Krallık, ne güzel, ne de iyi bir şey; kambiz’in kibirli iktidarının o’nu nerelere götürdüğünü, Magi’lerin de neler yaptığını, kişisel tecrübelerimizle, hepimiz biliyoruz. Tek bir insanın, hiçbir sorumluluğa ve kontrole tâbi olmadan her istediğini yapmasına imkân veren krallığı, nasıl sağlam bir ahlak sistemine oturtabiliriz? O makama yükselen en iyi insan bile olayları başka türlü görmeye başladığı için, kötü ve tehlikeli bir biçimde değişiyor. KISKANÇLIK VE GURURHÜKÜMDARLARIN TİPİK KUSURLARIDIR. KISKANÇLIK, İNSAN DOĞASININ ZAVALLILIĞINDAN İLERİ GELİR. GURUR DA, SONSUZ BİR SERVET VE İKTİDARIN, İNSANI İNSANÜSTÜ BİR VARLIK OLDUĞUNA İNANDIRMASININ SONUCU OLARAK DOĞMAKTADIR. BU İKİ KÖTÜLÜK, TÜM FENALIKLARIN ANA NEDENİDİR. Her ikisi de, insanı aşırı ve vahşi bir şiddete götürür…
Kral, dilediği gibi yaşamaya ve en kötü şeylerden en büyük zevki almaya devam ederken, uyruklarının ve yetenekli ve erdemli olanlarını kıskanıyor. O İFTİRACILARA VE DEDİKODUCULARA İNANMAYA KİMSE BİR KRAL KADAR HAZIR DEĞİLDİR. KRAL İNSANLARIN ENKARARSIZIDIR. ÖLÇÜLÜ BİR SAYGI GÖSTERDİĞİNİZ ZAMAN; MAJESTELERİN ÖNÜNDE KÜÇÜLMEDİĞİNİZ İÇİN KIZAR. Kendinizi küçülttüğünüz zaman, aşağılık bir düzenbaz olduğunuz için, sizden nefret eder. Fakat hepsinin en kötüsü, eski gelenek ve töreleri bozarak, kadınları zevkine esir etmesi ve insanları yargılamadan öldürmesidir.
BUNUN TAM TERSİ, HALKIN KENDİNİ YÖNETMESİDİR. Bunun adı bile güzeldir: İZONOMİ. YANİ, YASALAR ÖNÜNDE EŞİTLİK. ÖBÜR TARAFTAN, İKTİDARA GELEN HALK, BİR HÜKÜMDARIN YAPTIĞI ŞEYLERİN HİÇ BİRİNİ YAPMAZ. HALKIN YÖNETİMİNDEKİ HÜKÜMET ÇOĞUNLUĞUNUN ATADIĞI BİR YARGIÇ, GÖREVDE BULUNDUĞU SÜRECE, HALK YÖNETİCİSİNİN TÜM DAVRANIŞINDAN SORUMLUDURVE ÜLKENİN tüm sorunları, açık bir oturumda tartışılır.
Bundan ötürü, krallıktan vazgeçip, bir halk yönetimi kurarak, halkın iktidara gelmesini sağlayalım. ÇÜNKÜ HALK VE DEVLET ANLAMDAŞ DEYİMLERDİR.” dedi.
Megabyzos söz alarak, şöyle konuştu: ”Otan’ın krallığı kaldırmak için şimdiye kadar söyledikleriyle beraberim. Fakat siyasi iktidarı halka devretmeyi isterken yanılıyor. Halk, cahil, sorumsuz ve şiddete yönelmiş zayıf bir kitledir.
Bir kralın canavarca kaprislerinden kurtulalım derken, ayak takımının buna eşit, kaba ve bilinçsiz yönetimi altına girmek te delilik olur.
 Hiç olmazsa bir kral bilinçlidir, yaptıklarını bilerek yapar; fakat ayak takımı bundan yoksundur. Doğru ile yanlışın ne olduğunu bilmeyen, bunları öğrenmemiş halkın bir ülkeyi yönetmesine olanak var mıdır? Halkın kafasında, düşünce denen şey yoktur; yapabilecekleri tek şey kör bir saldırı ile politikaya atılmak ve taşan bir nehir önlerinde ne varsa silip, süpürmektir.
HALK, PERSİA’YI DEĞİL, PERSİA’NIN DÜŞMANLARINI YÖNETSİN. BİZE GELİNCE, ÜLKENİN BELLİ BİR KAÇ KAFALI ADAMINI SEÇEREK, ONLARA SİYASİ İKTİDARI VERELİM. BİZ DE ARALARINDA OLURUZ. İYİ OLANLARIN, İYİ BİR SİYASET GÜDECEKLERİNE İNANMAK ÇOK DOĞAL BİR ŞEYDİR.” dedi.
Dariyüs söze şöyle başladı: ”Ben, Megabyzos’un halk için söylediği her şeyi kabul ediyorum, ama krallık için söyledikleriyle beraber değilim. Üç tür hükümet şekli üzerinde görüşüyoruz. BUNLAR:
1-DEMOKRASİ,
2-OLİGATŞİ,
3-KRALLIK’TIR.
Her birinin kendi türünde, en iyi hükümet şekli olduğunu kabul etsek bile, yine de ben, üçüncüyü diğer ikisine tercih ederim. Güçlü, yetenekli ve iyi bir adam olmak şartıyla bir kralın yönetimi en iyi devlet şeklidir. Böyle bir adamın kararları, karakterine uygundur. Halk üzerindeki denetimi söz götürmez. Düşmanlarına ve hainlere karşı önlemleri, diğer hükümetlerde olduğundan daha kolayca gizli kalabilir.
Oligarşik sistemde, halk hizmetinde üstünlük kurmak isteyen bir grup insanın sürekli birbiriyle yarışması, şiddetli kişisel düşmanlıklara yol açar. Her biri, en yüksek mevkie gelmeyi ve yaptığı önerilerin uygulanmasını ister. Böylece, aralarında çatışma başlar, kişisel kavgalar, açık düşmanlıklar yaratır. Bu da, kan dökülmesine neden olur. Bu durumda, tek kurtuluş yolu tekrar krallığa dönüştür.
Sadece bu bile, krallığın en iyi yönetim şekli olduğunu gösterir. Ayrıca, DEMOKTASİDE, YOLSUZLUKLARIN ÖNÜNE GEÇMEYE OLANAK YOKTUR! Devlet hizmetindeki yolsuzluklar, kişisel düşmanlıkları değil, kişisel gruplaşmalar meydana getirir. Bu çeşit işlerden sorumlu olanlar, kafa kafaya vererek, karşılıklı birbirlerin destekler Böylece sürüp giden yolsuzluklar sonunda, biri ortaya çıkıp, HALKIN KURTARICISI OLARAK, BU GRUBU DAĞITIR. Bu o’na, halkın hayranlığını kazandırır Böylece bu kimse, kısa bir süre içinde kendisini salt iktidar sahibi bulur Bu da, krallığın en iyi yönetim şekli olduğunun en iyi tanıtlanmasıdır.
Söylediklerimi özetlersek, şöyle diyebilirim. Özgürlüğümüzü kimden aldık? Bunu bize kim verdi? Bağımsızlığımızı, demokrasi, oligarşi ve krallık sonunda mı elde ettik? Bizi bağımsızlığa ve özgürlüğe kavuşturan, bir tek adamdır. Bundan ötürü, bu tür hizmet şeklini sürdürmeyi teklif ediyorum. AYRICA, GEÇMİŞTE BİZE YARARLI ŞEKİLDE HİZMETETMİŞ YASALARI DEĞİŞTİRMEKTEN ÇEKİNMELİYİZ.” dedi.
Kimin kral olacağının belirlenmesi bir sonuca bağlandı: İsyancılar, atlarına binerek, şehrin dışına çıkacaklar, gün doğarken, kimin atı önce kişnerse o kral olacaktı.
 Toplantı biter, bitmez; Dariyüs, çok zeki olan seyisi Oebar’a gitti. Varılan kararı anlattı ve: ”Eğer bir numara yapabilirsen yap ve bu aslan payının başkasına değil, bana düşmesini sağla. “ dedi.
Oebar:
“-Efendimiz, eğer tahta geçmeniz sadece buna bağlıysa, hiç kuşku etmeyin, şimdiden kendinizi kral sayın. Öyle bir usul biliyorum ki, tam bu iş için biçilmiş kaftan.” dedi.
Oebar’ın, Dariyüs’ün atını nasıl kişnettiğine dair çeşitli öyküler anlatılır. Karanlık bastıktan sonra; Oebar, Dariyüs’ün atının en çok sevdiği kısrağı alarak, sınavın yapılacağı tepeye çıkar ve kısrağı bir kazığa bağladıktan sonra, Dariyüs’ün atını, kısrağın yanına getirir, etrafında dolaştırır, Kısrağı koklamasına izin verir. Kısrağın sidiğini ve dişilik organını Dariyüs’ün atına koklatır. Kısrağın sidiğini bir mendile bulaştırarak, şehre döner.
Sabahleyin, altı yarışmacı, atlarına binerek, tepeye çıkarlar. Güneş dağarken; Oebar. Sidikli mendili Dariyüs’ün atına koklattığında, at kişnemeye başlar. Beş yarışmacı da yerlere kapaklanarak, Dariyüs’ün krallığını onaylarlar.
 Dariyüs, ilk iş olarak, taştan bir anıt diktirerek, anıtın üzerine: ”Hystaspes’in oğlu Dariyüs, atı ve seyisi sayesinde Persia tahtını kazandı.” Yazdırır.
Üzerinde seyis ve at motifli bir altın para kestirir.
Bu olaylar, M.Ö. 522 tarihinde meydana geldi, Herodot Tarihi, Perihan Kuturman çevirisi, S.142-147
ATİNA’DA BİR ADAY OYUNU.
Demokrasinin beşiği sayılan Atina Sitesi’nde, birçok seçim hileleri yapılmıştır. Atina şehrinin yönetimine aday olan bir üçkâğıtçı, Atina’nın dışında, elbiselerini parçalayarak, elini ve dahi yüzünü kanatarak, Agora’da halkın huzuruna çıkıp: ”Atinalılar, sizlere hizmet etmemi istemeyen halk ve demokrasi düşmanları, beni bu hale koydular. Neyleseler, nişleseler de; benim, siz Atinalı vatandaşlarıma hizmet etme aşkımı engelleyemezler. ÖHÖ! ÖHÖ! %47’2 ile seçimi kazanır!                          
PLATON-EFLATUN-’UN DEVLET ŞEKİLLERİ.(M.Ö.429-347)
Tüm çağların en büyük filozofu kabul edilse de, DEVLET adlı eserinde Hindistan’dan ve Perslerden öğrenmiş olduğu bilgileri kullanmıştır. Bunu, 1854 tarihinde, Atina’da Fransız Büyük Elçisi olarak bulunan Bilim adamı da böyle söylüyor!
Eflatun, Aristo’nun Öğretmenidir. Aralarında, fikir farklılıkları vardır. Eflatun’un günümüze ulaşan (29) kitabının en önemlisi DEVLET-CUMHURİYET- adlı kitabıdır. Bu kitabını Hindistan’dan döndükten sonra, 10 senede yazdığı söylenir. Eflatun, üç çeşit devletten söz eder:
1-TİMOKRASİ, Korucularla Yöneticilerin yönettiği devlet şekli,
2-OLİGARŞİ, Zenginlerin iktidara sahip olduğu devlet şekli,
3-DEMOKRASİ, iktidarın bütün vatandaşlara ait olduğu devlet şekli.

Eflatun, filozofların başında bulunduğu devlet şekli ile bu devlet şeklini karşılaştırır; uygulamada bulunan devlet şekillerinden en iyisinin TİMOKRASİ, en kötüsünün TİRANLIK olduğunu söyler.
Eflatun, 70 yaşında yazdığı KANUNLAR adlı eserinde, çok önemli bir konuyu ortaya atar: ”YÖNETİMDE EN BÜYÜK SORUN, HÜRRİYET İLE OTORİTE ARASINDA DENGE KURMAKTIR.”
Devlet otoritesi sınırlanmadığı takdirde, zulüm kolaylıkla yerleşir ve bundan bütün vatandaşlar zarar görür. Eğer, kişilerin hürriyetleri hiçbir sınırlamaya tâbi olmazsa, anarşi doğar. AMAÇ. HÜRRİYET VE OTORİTE ARASINDA BİR DENGE KURMAKTIR. Devletin başlıca ödevi, vatandaşları eğitmek olmalıdır.” Demektedir.
Eflatun, Kanunlar adlı eserinde; ”hukuk kavramlarına toplum içinde önemli yer verilmelidir”, demektedir.
1981 yılında ve Antalya’da, Devlet Başkanı Orgeneral Sayın Kenan Evren’in elindeki DEVLET adlı kitabı TRT, tüm dünyaya gösterdi.
Geç te olsa, bir devlet başkanının elinde Devlet’i görmekle sevindim. Devlet’i okumak için, ille de devleti ele geçirmek mi gerek diye de kendime sormuştum.
Devlet’i okumamayı bir eksiklik sayarım. 8 ve 9’uncu kitabını özellikle okumak gerek derim.
”Namuslu memur; ne ailesince, ne de devletince sevilir. Hırsız olup, herkesi memnun eden; fakat namuslu görünmesini bilen memur, herkesçe sevilir, takdir edilir ve onurlandırılır”.
DEMOKRASİLERDE, ÖNCE LİDERİN KARISI VE ÇOCUKLARI HIRSIZLIĞA ALIŞTIRILIR SONRA DA LİDER.“ Diyor. Neler, neler anlattıktan sonra da: ”O zaman, kendileri daha zengin, daha zengin olma peşine düşerler, paraya verdikleri değer arttıkça, doğruluğun değeri düşmeye başlar. Zenginlikle doğruluk öyle şeylerdir ki, ikisini teraziye koyduğunuzda, kefelerin biri hep iner, öteki kefe yukarı çıkar.” Devlet. S.234.
“Bir devlette, zenginlik ve zenginler baş tacı olunca, doğruluğun ve doğru insanların şerefi azalır.” devlet. S.551,
“Çalıp, çırpma ve yurttaşları yoksulluğa, açlığa ve sefalete iten para hırsı, mutsuz insanlar yaratır. Bu mutsuz insanları görmezden gelen zenginlerse, bir şey düşünmezler. Zehirli iğneleri, yani paralarıyla, darda kalan yurttaşları sokmaya devam ederler. Onlar, sermayelerini büyüttükçe; toplumda, yaban arıları ve serseriler çoğaldıkça çoğalır. Devlet. S.240
Eflatun, şu sonuca varıyor: ”işte bu kavgada, yoksullar, düşmanları yendiklerinde demokrasi kurulur. Evet, demokrasi ya böyle silah gücü ile olur, ya da zenginlerin korkup kaçmasıyla olur.” Devlet. S.24-557
“Oligarşiden demokrasiye geçiş nasıl olursa; demokrasiden zorbalığa geçiş te, aşağı, yukarı öyle mi olur dersiniz?”
Oligarşiyi kuran ne olmuştu; aşırı zenginlik kaygıları değil mi? Oligarşiyi yıkan da bu doymak bilmeyen zenginlikten başka şeye değer vermeyen tutku olmuştur.” Devlet. S.246-562,
Özgürlük, bir demokrasi devletinde herkesin:”En güzel şey” dediği O’dur. Bu özgürlüğe susamış devletin başındakiler, içki sunmasını bilmeyen sakilere döndüler mi, demokrasi alabildiğine hürriyet için sarhoş olur. Halkı yönetenler, her yola girmesini beceremez, her istenen özgürlüğü veremez olunca; halk onları suçlandırır; hain diye, oligark diye cezalandırır.” Devlet. S.247-562c-d
            “Oligarşinin başını yiyen hastalık, burada da özgürlükten doğar; daha büyük bir hızla gelişir ve sonunda, demokrasiyi köleliğe çevirir; çünkü he aşırılığın ardından her zaman, sert bir tepki gelir. Mevsimlerde, bitkilerde ve tüm canlılarda böyle olur. Devletlerdeyse, hepsinden daha çok olur.” Devlet. S.248-563-c,
                      
ARİSTO’NUN-ARİSTOTOLES-DEVLET ŞEKİLLERİ.

Aristo, (M.Ö. 384-322) yılları arasında yaşamış ve Eflatun’un öğrencisi olmuştur.
Aristo, doğada, gerçek ve sürekli bir değişimin varlığına inanır. İnsan üzerine, insanı onurlandıracak anlatımlarda bulunur. Ne yazık ki, gerek Eflatun, gerekse Aristo, köleliğin hep lehinde bulunmuşlardır. Çünkü Atina uygarlığı kölelik kurumu üzerine kurulmuştu. Her Atinalının, en az, üç kölesi vardı. Kadınlar, köleler ve çocuklar oy kullanma hakkından yoksundular.
Benim hesabıma göre; Atina’da oy kullananların sayısı (10,000)’i aşmamaktadır.
Aristo da, üç ayrı devlet şekli üzerinde fikir yürütmüştür:
1-MONARŞİ,
2-ARİSTOKRASİ,
3-POLİTİ’DİR.
“Bu yönetim şekillerinin üçü de, devletin başında bulunanların, genel fayda ilkesine göre hareket ettikleri takdirde, olumlu sonuçlar doğurabilirler.*
MONARŞİ’DE EGEMENLİK KRALA AİT OLUP HALKI N ÇIKARLARI İÇİN KULLANILIR.
ARİSTOKRASİ’DE İKTİDAR BİR AZINLIĞA AİTTİR.
POLİTİ’DE İKTİDAR, ÇOĞUNLUĞA AİTTİR.
Bununla beraber, bu yönetim şekilleri soysuzlaşabilir: MONARŞİ YERİNE, ONUN BOZULMUŞ ŞEKLİ OLAN TİRANLIK; ARİSTOKRASİ YERİNE ONUN DEJENERE OLMUŞ BİÇİMİ OLİGARŞİ GELİR. EN SONUNDA DA, POLİTİ YERİNE DEMOGOKLARIN EGEMENLİĞİ ELE GEÇİRDİĞİ DEMOKRASİ( DEMAGOJİ) ORTAYA ÇIKAR”.
Onsekizinci yüzyıla kadar; özellikle, İngiltere’de, DEMOKRASİ= OLİGARŞİ olarak kabul ediliyordu.
“Yoksulluğun, insanlara itaat alışkanlığı aşıladığı gibi; zenginliğinde insanlara otoriteye karşı koyma eğilimi verdiği; orta sınıfın böylesine bir noksanlığı olmadığı; sık, sık görülen ayaklanmaların, orta sınıfın, toplumun içinde etkili olacak bir çoğunluğu oluşturamamasından ileri geldiğini “ Aristo yazıyordu.
İnsanlarda, zekâ ve bilgi geliştiği halde, davranış biçimleri değişmeden, olduğu gibi kalmaktadır. İKTİDAR’A, PARAYA, KADINA, ALKOLE VE ÇIKARA KARŞI, öğrendiklerimizi değil, kendi eğilimlerimizi kullanmaktayız.
Ruhsal durumları karışık olanlar, SOSYAL DÜZEN KURALLARININ UYGULANMASINDA, ŞARTLANDIRILDIKLARI GİBİ DAVRANMAKTADIRLAR.
Bunlar, politikaya atıldıkları takdirde, zamanın gidişatını, insanların varmış oldukları sosyal gelişmeyi bilmediklerinden, kendilerinden istenenin yerine getirilmesi için, gözleri kapalı, ağızları her türlü söyleme açık olarak, mensup oldukları toplumu karmaşaya sürüklemektedirler.
Hitler’i, Stalin’i ve Mussolini’yi örnek gösterebileceğimiz gibi; günümüz Türkiye’sinden de sayısız örnekler verebiliriz.
Böylelerinin bulunduğu ülkede, siyasal rejim, kendini savunmasız bırakırsa; halk yığınları bunların peşinden giderek, o ülkenin yıkılmasına neden olabilir.
Şimdi, izninizle Sayın RTE’ yi örnek olarak gösterebilirim: Bu zatı muhteremin yetişme tarzı, geldiği yer, genetik yapısı bellidir. Kendisini iktidara taşıyan söylemleri de ortadadır.
İzninizle, çok önemli bir yeminini vermek istiyorum:
”BEN, MUHAMMET ÜMMETİNDENİM; TÜRKİYE DİNSİZ, LAİK BİR MEMLEKET HALİNEGELMİŞTİR. HAYATIMI, MUSTAFA KEMAL DİNSİZLİĞİYLE SAVAŞA ADAYACAĞIMA, TÜRKİYEYİ BİR DİN VE ŞERİAT DEVLETİ HALİNE GETİRMEK İÇİMÜCADELE EDECEĞİME, KEMAL PAŞA ZAMANINDA ÇIKARILAN DİNSİZ KANUNLARIN TATBİKİNİ ÖNLEYECEĞİM KISA ZAMANDA, ÜMMET ESASINA DAYANAN ŞERİAT DEVLETİNİN KURULMASI İÇİNÇALIŞACAĞIMA, DİNİM, ALLAHIM VE BÜTÜN MUKADDESATIM ÜZERİNE YEMİN VE KASEM EDERİM.”
Şimdi, iki parçayı da, buraya eklemek durumundayız: İmam- Hatipliler yemini ve Şevki Yılmaz’ın,   hacı adaylarımıza Mekke’de yaptırmış olduğu yemin.
Bu büyüğümüz böylesine yemin ede dursun; İbni Haldun, ”MUKADDEMESİNDE”, DEVLET, CANLI BİR ORGANİZMADIR.
İnsan gibi, doğar, çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık dönemine girer ve ölür”, diyor.”Devlet ölür“ diyor.
O devleti kuran halk, yeni bir devlet kuramaz demiyor. Osmanlı İmparatorluğu, güç ve takatten düştü ve öldü.
Türk ulusu yeni bir devleti, Cumhuriyeti kurdu ve yasalarını düzenleyerek, onu bu günlere getirdi.
M.Ö.522 senesinde; yeni kurulacak bir Pers devletinin nasıl olması gerektiğini tartışan kurul üyesi DARİYÜS’ÜN önerisine bir göz atalım: ”AYRICA, GEÇMİŞTE BİZE YARARLI ŞEKİLDE HİZMET ETMİŞ YASALARIN DEĞİŞTİRMEKTEN ÇEKİNMELİYİZ”.
SAYIN RTE, bir çırpıda Cumhuriyet rejimimizi yıkıp, yeni dediği gerici düzeni kurma gücünü kendisinde görmektedir!
Sevsinler böyle mücahidi!
Mustafa Kemal Paşa; en bunalımlı ve kurtuluş umutlarının tükendiği bir zamanda, ilk iş olarak, TBM Meclisini kurmuştur.
Yenilen ve dağıtılan Osmanlı Devleti olduğu için, devletin devamlılığı ilkesine de uyarak, Türk halkının Osmanlı Mebusan Meclisi için seçtiği milletvekillerini de Ankara’ya, TBM Meclisine davet etmiştir.
Tek adamın bir ulusu felaketlere sürüklediği ortadadır.
En yakın örnek, Enver Paşa örneğidir.
Bir alicengiz oyunu ile kral olan Dariyüs, (700.000) kişilik bir ordu ile gittiği İskit ülkesinde yenilerek, rezil olmuştur.
Kserkhes te, 1000.000’luk ordusu ile gittiği Yunanistan’da yenilerek, rezil olmuştur.
Hitler, Mussolini, Saddam Hüseyin gözümüzün önündeyken; BAŞKANLIK- MAŞKANLIK masalları söylemenin önemi yoktur.
TBM Meclisinde; muhalifleri Mustafa Kemal’i çalışamaz duruma getirdiklerinde; ”Bu Meclisle zafer kazanılamaz,” diyenlere; ”Yanılıyorsunuz, ben bu Meclisle zaferi kazanacağım.” demiştir.
Bakınız, M.Ö.522 yılında, Darbeci OTAN ne diyor: ”YÖNETİMDEKİ HÜKÜMET ÇOĞUNLUĞUNUN ATADIĞI BİR YARGIÇ, GÖREVDE BULUNDUĞU SÜRECE HALK YÖNETİCİSİNİN TÜM DAVRANIŞLARINDAN SORUMLUDUR.”
RAHMETLİ OTAN, ”ANAYASA MAHKEMESİ”, DİYOR.
Sayın RTE’nin bu yemin ve dahi kasemi boşuna. Anayasalar, kanla yazılır; yemin ve kasemle yazılmış anayasa var mıdır?
1-Bir ihtilal ya da başarılı bir ayaklanma,
2-Büyük bir savaş sonrası,
3-Mağlubiyet sonrası,
4-Dissensus sonucu, anayasa yapmak üzere, bir kurucu meclisin toplanması.
Bakınız, DARİYÜS ne diyordu: ”Devlet hizmetindeki yolsuzluklar, kişisel dargınlıkları değil, kişisel gruplaşmaları meydana getirir. Bu çeşit işlerden sorumlu olanlar, kafa kafaya verip, karşılıklı olarak, birbirlerini desteklerler. Bu böylece sürüp gider sonunda.”
Şimdi; Rahmetli Eflatun’un alıntı yaptığımız yazılarını da okuyup, günümüz Türkiye’sine dönelim:
1-Balıkesir AKP: milletvekili Dr. Çömez, hırsızlıkların üstüne gitti, yurt            dışında ve Ergenokon’a dâhil edildi.
2-Hatay AKP. Milletvekili Sayın Fuat Geçen, Hatay ilindeki Ali Dibo olaylarına neşter atarak vurgun olayını gün yüzüne çıkarttı, AKP’den ihraç edildi.
3-Deniz Fenerindeki soygunlar nedeniyle, Almanya’da hüküm giyen suçlular, en yüksek yerlerdeki makamlara sahi boldular.              
4- Dişlilerin dişlerinin ısırdığı yasalar, hala uykuda.
5-Eski Isparta’da, yakalanan hırsızlar öldürülürdü, yakalanmayanlar en yüksek makamlara oturtulurdu.
Güneydoğu’nun bazı yerlerinde, hiç hırsızlık yapmayana kız vermezlerdi.
Şimdi, yeniden, Eflatun’dan aktardıklarımızı okuyup, günümüzdekilerle karşılaştırmalısınız!
MGABYZOS, 522 SENE ÖNCE, YAPTIKLARI DARBE ÜZERİNE TARTIŞIRLARKEN, EGEMENLİĞİN DEVRİ İÇİN ŞÖYLE DEMİŞTİ: ”Birkaç kafalı adam seçerek, onlara siyasi iktidarı verelim. Biz de aralarında oluruz.”
27 Mayıs1960 darbesinden sonra, birkaç kafalı adama verilen siyasi iktidara MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ DE ORTAK OLMUŞTU.
12 Eylül 1980 tarihinde yapılan askeri darbe sonunda, seçilen birkaç kafalı adamla, MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ ÜYELERİ, SİYASİ İKTİDARI ORTAKOLARAK KULLANMIŞTI.
Amerikalı İktisatçı Milton Friedman’ın, gazetelerimizde de yayımlanan, çok güzel bir saptaması vardır: ”Bir hükümet, bazen bir sorunu çözmeye kalkınca; o sorun, daha da büyük bir sorun haline gelir.”
Ülkemizde, Büyük Türk Büyükleri, olmayan sorunları yaratarak, büyüklüklerini halkımıza göstererek, iktidarlarını sağlamlaştırmaktadırlar.
 ATATÜRK DEVRİMİ, ülkemizi ve ülkemiz insanlarını lâyık olduğu yerlere getirmişken, 25 yılda bir savaşa sokulan ülkemizi barış içersinde yaşatırken, hiç mertebesinde sayılan insanlarımızı yüceltmişken, bu ülkenin ve bu sosyal sistemimizin aleyhinde bulunarak, ülkemizi ve ülkemiz insanlarını ortaçağın karanlıklarına götürme düşlerini anlamış değilim!
Demokratik ve laik sosyal hukuk devletimizin tüm olanaklarını hovardaca kullanarak, bu siyasi sistemimizi yıkma özlemlerinin arkasındaki gerçekleri açıklamamız gerekmez mi?
Görünen odur ki:”ÇALANLAR, ÇIRPANLAR, ÇARPANLAR VE ATATÜRK DEVRİMİNİ YOZLAŞTIRARAK, FİKRİ PARA, VİCDANI ÇIKAR, İRFANI MASAL BİR NESİL YETİŞTİRENLER; SUÇU, CUMHURİYET’E VE ONUN EVRENSEL HUKUK KURUMLARINA ATMAKTADIRLAR. GÜVENDİKLERİ TEK ŞEY; BULGUR, NAHUT VE BİR ÇUVAL KÖMÜRLE ELE GEÇİRDİKLERİNİ SANDIKLARIVAROŞLARIN SAKİNLERİDİR.
Yazımı bitirirken, iki önemli teklifim olacaktır:
1-Büyük Dariyüs; bir cemile olarak, diktirdiği anıta, nasıl atı ve seyisi sayesinde kral olduğunu yazdırmışsa; Sayın RTE de, AKP GENEL MERKEZİ önüne bir anıt diktirerek, kendisini iktidar yapan NOHUT, FASULYE VE KÖMÜR’E şükranlarını yazdırmalıdır.
2-2009 yılında, sürüme girecek Türk lirasının, hiç olmazsa, on liralıklarının üzerine NOHUT, FASULYE VE BİR TORBA KÖMÜR fotoğrafı konulmalıdır.

KAYNAKÇA
1-Herodot tarihi,     A-Eflatun, Devlet, Kanunlar. B-Aristo. Politika, Organon,
2-Prof.Dr. Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi,
3-İbni Haldun, Mukaddeme,
4-Osman Türkoğuz, Atatürk devriminin temel ilkeleri nedir, ne değildir.





















118- KENDİNDEN ÖZÜR DİLEMEK!

OSMAN TÜRKOĞUZ
Çeşmealtı;12 Eylül 2009

                       
118- KENDİNDEN ÖZÜR DİLEMEK!   

Düşündüm, düşündüm ve kendimden özür dilemeye karar verdim.
Bu, nasıl mı oldu? Basbayağı oldu işte.
Anlatayım:
            Almanya’daki dostum Dr. Yüksel Cavlak Beyefendi; senelerdir, benim yazılarımı alır ve dağıtırdı. Bir gün; ASA HABER’DE yazı yazmamı önerdi.
Sayın Ahmet Selçuk Acunsal Beyefendi; ASA’YA üyeliğimi kabul etti. İlkyazımın adı: ”Kendinden menkul değerlerdi”.
Sonra, onu “AYILAR niçin cennete girmiş?” yazısı ve diğer yazılarım izledi. Çok kısa bir sürede, okuyucu sayısı 45,000’e ulaşmıştı.
Sayın Acunsal ve ASA çalışanları, beni İstanbul’a davet etmişlerdi.
Bir sağlık sorunum nedeni ile de bu sıcak davete icabet edememiştim. ASA dağıldıktan sonra, teklif aldığım sitelerde de yazılar yazmaya başlamıştım.
            Bir gün; ismen bir davetiye aldım.
Samsun’da, ulusun sesi sitesi yayıma başlayacakmış.
Yayım koşullarını sorduğumda; yazıların kontrolden geçirileceğini söylemeleri üzerine, adreslerini adres defterimden sildim.
Bu sefer de; Sayın Acunsal’dan ismen davetiye aldım ve yine de çekingen davrandım.
Çok sevdiğim ve saydığım, 32 senelik bir arkadaşımın, beni siteye üye yaptığını öğrendim.
Bilgisayar şifrem kendisindeydi. Sitenin adresini de, her ihtimale karşı; adres defterime almamıştım. Arkadaşım vasıtası ile ilettiğim yazım, sitede yayımlandı.
            Site, büyük bir sloganla yayıma girmişti: ”Ulusa sesleniş!”
            Birlik ve beraberlik sembolü olan, yetenekli, birbirlerini seven ve sayan yazarlarımız, ulusumuza seslerini duyuracaklardı.
Slogan da çok iddialıydı. ”Gücümüzü birleştirelim!” Siteyi tarayan bir üye arkadaşımız, bana yazımı ve yorumları iletti.
            Ben; 37 sene bilfiil kamu hizmetinde bulunmuş, birçok silahlı çatışmalara girmiş, birçok kötü diye adlandırdığımız vatandaşlarla çatışmış bir insan olarak, yorum adı altında, böylesine bir hakarete ve alçaltılmaya rastlamamıştım.
Tanrımızın güçlü kalem ve akılla yaratmış olduğu yetenekler; yazıları ile de ülkemizi felaketlerden koruyan süper yazarlar; site arkadaşlarına yaylım ateşi açmışlardı. ”Hani birlikte ve beraber mücadele? Hani, insan onuruna en küçük saygı? Hani nerede kalmış kalemlerin onuru?
            Hele, hele, Tanrımızın sarışın bir güzellik ve letafet ihsan ettiği, kalemi ile karanlıkları aydınlatan, bir tek yazısı ile de gericiliği ve bağnazlığı boğan Hanımın sataşması!
Bir insanda, hele, hele bir Hanımefendide bulunması gerekli en az saygılı olma vasfından da sıyrılması garibime gitti.
Bu site; elele ve gönül gönüle verecek olan insanlarımızın birbirlerini yaralamaları için mi yayına geçti? Sorusunu sormaktan kendimi alamadım.
Hele, hele, yönetici durumundaki insanların feveranı, siteyi salyalar içinde bırakmış gibi geldi bana.
Hazır, ellerinde, dostlarına batırılmaya hazır kalemleri olan bu Sayın Bayların, siparişler üzerine yazılar yazdıran bir gazeteye geçmelerini öneriyorum.
Tarihten ders almayı hezeyan sayan bu gibi kafalar, üç imamın önünde, Türkiye’yi felaket ülkesi sayma paniğini ulusumuza seslenmekten çekinmezler.
Bu sitedeki büyük ve dahi güçlü kalemler, sitedeki üye arkadaşları ile neden yakan top oynadıklarını da anlamış değilim.
Benim; iktidarların kullandıkları insanların geldikleri yerleri göstermek için, kullandığın bir Hanımın adını bu Sayın Bayan Yazar da neden 15 kere kullanmıştır, anlıyamayorum.
            Tarihi olaylardan ders çıkarmak amacıma yönelik yazımı, hezeyan saymaları; içlerinin zehirlerini ve kinlerini, utanmadan ve sıkılmadan, kimliği ve Atatürkçülüğü sınavlardan geçerek, onurun doruğuna erişmiş bir kimse üzerinde boşaltmalarını site için bir talihsizliktir sayıyorum.
            Biraz da insaflı olmak gerekirdi diye de düşünüyorum. Yazıları ile ülkemizi kurtaracak olan bu büyük yazarların yanında, benim yazımın cüce kalmasının sakınılmaz olduğunu biliyorum. Benim kalemimden, küfür, istiskal ve hakaret akmaz. Benim yazımı öne sürerek, bana saldırmaları, o insanların kültür ve yöneticiliklerinin göstergesidir.
Kişiliğime saldıranlara, Rahmetli Besim Atalay’ca yanıt vermek istiyorum:
                        “Bir yalçın kayayım, bu vahşet gede;
                        Bana çarpan poyraz yeli kırılır.
                        Çirkabı zilletin dağılır gider,
                        Dizime çıkmadan seli kırılır.
                        Bana çifte atan şaşkın eşeğin;
                        Kendi çiftesi ile beli kırılır.”

Sayın ve sevgili mütecavizlerim; benim sizin gibi yetenekli yazarlara seslenmem ne mümkün. Ben, beni anlayabilecek ve tarih bilincine sahip, kişilik sahibi kişilere seslenmiştim.
Yazımın son hitabını okumamışsınız! ”Sayın seyircilerimiz!” İdi.
            Ben, bunca büyük yeteneğimizin arasına girmek enayiliğinde bulunduğum için; kendimden özür diliyorum ve dış saldırı gücü biten zavallıların da iç saldırıya başladıklarını biliyorum.
Saygılarımla.
           

           

İzleyiciler

Blog Arşivi