18 Nisan 2010 Pazar

91- ZARURİ BİR AÇIKLAMA

OSMAN TÜRKOĞUZ  
İzmir; 26  Aralık 2008
                                            
                                  


 91- ZARURİ BİR AÇIKLAMA!


            Sayın RTE’NİN, ümüklerini sıkarak, hortumlarını kestiği! Bazı basın organlarıyla birlik olan MUHALEFET PARTİLERİ, hiç bilmedikleri konularda, ahkâm keserek! Ekonomik ve mali bunalım PSİKOLOJİSİ ile zihinleri karışan SAYIN SEÇMEN VATANDAŞLARIMIZIN, gönüllerini de bulandırmakta olduğunu görerek, ulusal yarar sağlamak amacıyla, işbu açıklamayı yapmayı ve kamuoyumuzu bilgilendirmeyi uygun buldum!
            1-Ölülerden, dirilerden ve KANDİL DAĞINDAKİ ELİ KANLI BÖLÜCÜLERDEN oluşan, 6.000.000’luk, sanal seçmen listesine giren muhterem seçmenlerin, inşaat halindeki evlere, arsalara, başkalarının oturdukları dairelere ve dahi, TAVUK KÜMESLERİNE yerleştirildikleri; bir kısımlarının da ülke geneline dağıtılarak, oralarda oy kullanmalarının düşünüldüğü görülmüştür.
Bu durumdan şikâyette bulunmanın manası anlaşılamamıştır!
Bu karda, kışta ve psikolojik ekonomik bunalımda, aziz sanal seçmenlerimizin sokaklarda kalmasını kim ister!
Sonra; vatandaşlarımızı İSKÂN ETMEK,  SİYASİ İKTİDARIN GÖREVİ DEĞİL MİDİR?
Hadi, muhterem ölülerimizi mezarlıklara ve türbelere yerleştirdik diyelim; DİRİLERİNİ SOKAKLARDA MI BIRAKALIM!
            2-Efendim; ELİ KANLIKANDİL DAĞI BÖLÜCÜ TERERİSTİ’NİN, Mersin’de bir eve, sadece seçim günü için, TANRI MİSAFİRİ OLARAK, YERLEŞTİRİLMESİNE KARŞI ÇIKMANIN ANLAMINI DA ANLAMIŞ DEĞİLİM!
            Sonracıma; şu bilgisizliğe bakınız; seçim günü ASKER, POLİS VE ÖZEL GÖREVLİLER DIŞINDAKİ tüm vatandaşlarımızın her türlü silah taşımaları da yasaktır.
Bu, ELİ KANLI ve VATAN HAİNLİĞİ suçundan aranılan seçmen vatandaşımızın her türlü silahla SANDIK BAŞINA geleceğini kimler, nereden haber almışlar!
 3-Bulundukları yerlerden, uzak yerleşim alanlarında oy kullanmakla görevlendirilenler; son genel seçimlerde, SAYIN RTE’NİN ve SAYIN GÜL’ÜN; Türkiye Cumhuriyeti’nin uçaklarıyla, İstanbul’a ve Kayseri’ye oylarını atmak için ailecek gidip, geldiklerini unutmasınlar.
KAHRAMAN ASKERLERİMİZ, VATANİ GÖREVLERİNİ OTURDUKLARI YERLERDE Mİ YAPIYORLAR.
Vatan hizmeti her yerde yerine getirilir! Bilmeden konuşmanın ülkemize ne yararı vardır!
Bunu da anlamış değilim.

90- ÜÇ TÜRK KIZINDAN İKİ ZIT FİKİR!

OSMAN TÜRKOĞUZ  
İzmir 14 Haziran 2008
                                                                        



                                    90-  ÜÇ TÜRK KIZINDAN İKİ ZIT FİKİR!
                                                                      

    “Kahramanı kadar, gafili de, haini de çok milletiz.”
                                                 GAZİ Mustafa Kemal. T. Özakman, Çılgın Türkler, s.555


            J.V.Stalin’in Ünlü NKVD Ajanı General Kırilenko’nun bir söyleşisini okumuştum:
”Dünya üzerinde bulunan tüm parlamentolarda maaşlı ajanlarımız vardır. Onlara sürekli para öderiz.
Toplumda gerginlik yaratacak olayların tartışıldığı oturumlarda, o ülkenin halkını sokaklara taşıracak konuşma metinlerin ellerine verip, parlamento kürsüsünden, meydanlardan ve kapalı salonlardan yüksek perdeden konuştururuz.
Bu konuşma üzerine, halk sokaklara dökülür. Kavgalar, gürültüler, çalkantılar sürer gider. Ortalık toz duman içersinde kalır. Bize de bu bulanık suya oltalarımızı sallamak kalır.” Böyle diyordu General Kırilenko.
            Ütopya Dergisi çok önceleri uyarmıştı: ”Ergenokon’u ihbar ettikten sonra, Kanada’ya firar eden adam, ters işleyen bir kişiliğe sahip bir AJANDIR.”
Bu uyarıyı kim okudu ve kim bu uyarı üzerinde durdu?
Şimdi’de; Kanada’ya firar eden ATATÜRK ve Türk Ulusu düşmanı bir Provokatör kadın ile karşı karşıyayız.
Çarşaf, çarşaf haberlere ve seyirci artırma sevinci ile böbürlenmelere tanık oluyoruz. Bütün Türkiye; yazılı ve görsel basını, okurları ve yazarları bu olaya kilitlenmiş durumda. Herkes, bu olayın yarattığı fırsattan yararlanarak, sağdan ve soldan toparladığı, iki cümleyi söyleyerek kendisini öne çıkarmak gayretinde.
Öteki tarafta; olumlu ve ülkemiz yararına sonuçlanmış olaylara ve bu olayları yaratan kahramanlara dönüp bakan yok.
Ülke için ölenlere ve uzuvlarını kaybedenlere iki kelime ve üç satır ayrılırken, homoseksüellerin ayrılık ilânları gazetelerin ön sahifesine taşınmakta.
Ünlü Sovyet Yazarı A. Bek: “Savaş, kahramanların mevsimidir. Barış ta, sanatkârların ve homoların mevsimidir.” diyordu.
Evet, anlamasına anladık amma velâkin bu yel Değirmeni’nin suyu nereden geliyor? Ulusça bunu anlamış değiliz, bu kafalarla anlayacak ta değiliz.
Ben, bu yazıyı yazmadan önce, ”Bireysel ve Toplumsal Beyin Yıkama;” konusunda bir yazı yazmayı düşünüyordum.
Yazılacak konu çok, yazıyı yazacak bilgisayar tek. Öyle olaylara tanıklık ettim ki anlatamam. Bu tanıklıktan çıkardığım bir tek sonuç var: ”Türk toplumu olumsuzluklara kilitli.
”Nuray Bezirgân’ın neden olduğu olayı analiz etmeden önce, hiç kimsenin üzerinde durmadığı; ATATÜRKÇÜ, ÇAĞDAŞ, YÜREKLİ BİR TÜRK KIZINDAN söz edeceğim.
29 Nisan 2008 Sözcü Gazetesinde yayımlanan haberi birlikte okuyalım:
            “Dün genç bir Sözcü Gazetesi okurunun Emin Abiye yazdığı e-mail elime ulaştı. Sakarya’da yaşayan bu genç kızımız Fem Dershanesi’nin Akyazı şubesinde başına gelen bir olayı anlatmış. Babası sayesinde tanıdığı Emin Çölaşan’a hayran olan bu genç kızımız, Atatürkçü olmakla gurur duyuyor. Abisin in’de böyle yetiştiğini söylüyor. Öyle ki, babası, Gem’e gitmeden önce, Atatürk ilke ve inkılâplarına yapılacak her hangi bir harekete göz yumacağı takdirde kendisine hakkını helal etmeyeceğini söyleyecek kadar yüreği Atatürk sevgisi ile dopdolu bir insan. Gelelim yazdıklarına:
            “Sevgili Emin Amca;
Bugüne kadar şahsıma yönelik bir saldırıda bulunulmadı. Fakat geçen gün, sizin ve Mehmet Türker’in yazılarını kesintisiz takip ettiğim için, dershane’ye giderken, Sözcü Gazetesi aldım. Lavoba’ya gideceğim için, bir arkadaşıma verip, içeri girmeden sırama koymasını rica ettim. Ben yokken, hoca gelip: ”Bunlar ne ya? Bunları mı okuyorsunuz?” demiş. Arkadaşlar, teneffüste söyledi. Çok sinirim bozuldu ama alttan aldım. Neticede, ben de sağda, solda onların okuduğu Fethullah Gülen kitaplarını alenen aşağılıyorum. Dersten sonra, yukarıya bir arkadaşımla ders çalışmak için çıktık. Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi” adlı kitabınızdan bahsediyordum. Önümde ise sizin yazınız açık. Bahsettiğim hoca yanıma geldi ve arkamda yanağımı sıktı. Aramızda şu diyalog geçti: ”Iyyy! Bu adamı mı okuyorsun?”
            -“Evet hocam.”
            —Ben, Emin Çölaşan’ı okuyan öğrenci istemem (gülerek)
            -“Yapabileceğim bir şey yok, hocam.”
            -“Nasıl okursun ya, bu adam doğru söylemiyor.”
            -“Bu adam, Türkiye’de doğruları söyleyen tek adam gibi adam!”
            -“Hiç sanmıyorum.”
            -“Demek ki, sizin doğrularınızla benim doğrularım çakışmıyor.”
            -“Evet, maalesef.”
            -“Keşke doğrularımız ortak olsaydı, ne güzel olurdu değil mi?”
            -“O zaman demokrasinin ne anlamı kalırdı hocam?”
            -“Neyse, önemli olan farklı doğruları olan insanların bir arada yaşaması değil mi?
            -“Hıhı.”
            Bu cevabım üzerine, arkasını dönüp gitti. Haberi geçen, çok güzel bir yorum’da bulunmuş:
            -“Beyni yıkanmış olan arkadaşlarından düşmanca tavırlara maruz kalmasına rağmen, böyle mücadeleci evlatlar görmek gurur verici. İşte, Atatürk’ün vatanı emanet ettiği Türk Gençlerinden birisi.”
            Bu iç açıcı haberden sonra Humeyni’yi sevenlere dönelim: ”Kanal 1’de Fatih Altaylı’nın sunduğu “Teke tek’e katılan Kevser Çakır ve Nuray Bezirgân adlı iki türban eylemcisinin konuşmaları Türkiye’yi ayağa kaldırdı.
            F.A.- Kevser arkadaşının Facebookk’taki sayfasında İran’da şeriat devrimi yapan Ayetullah Humeyni’nin fotoğrafları var.
            K.Ç.- Evet, seviyorum ve saygı duyuyorum.
            F.A.- Sen de seviyor musun?
            N.B.- Evet seviyorum.
            F.A.- Atatürk’ü seviyor musun?
            N.B.- Atatürk’ü sevmeme hakkı var mı? Başıma bir iş gelmeyecekse ben sevmiyorum. Atatürk’ün yetkiyi Padişah’tan alırken laik bir cumhuriyet kurmak için aldığını düşünmüyorum. Halk, o zaman İslami değerler için savaştı. Nitekim Kurtuluş Savaşı’nın başlaması da Kahramanmaraş’ta Fransız Askerlerinin Nene Hatun’un başörtüsüne uzanmasıyla olmuştur.
            F.A.- Maraş’la Erzurum’u karıştırdın.
            N.B.- Her neyse. Maraş’ta, Maraş’ta Fransızlar bir kadının örtüsüne saldırıyor. Sütçü İmam buna karşı ilk ateşi açıyor. Kurtuluş Savaşı başlıyor.
            F.A.- Peki bu ülkenin Kurtuluş Savaşı’nı örgütleyen adamı niye Humeyni kadar sevmiyorsun. Atatürk olmasaydı,  burada belki de İngilizler vardı.
            N.B.- Yani İngilizler olsaydı, benim haklarım daha geniş olacaktı. Zaten mesele bu. İnsanlar bana Atatürkçülük adına zulmediyorlarsa benden Atatürk’ü sevmemi bekleyemezsiniz.”
            Konuşmalar bu doğrultuda sürüyor. Seksen beş senelik zulmün faturası! Atatürk’e kesiliyor!
         Bu kızlar, önceden doldurulmuş bant. Ne sorsanız, ne söyleseniz bantlar dolduruldukları gibi çalarlar. Bu kızlardan akılıca ve insanca bir yaklaşım beklemek boşuna gayrettir. Yalınız, akılları ve zekâları değil, vicdanları da ipotek altına alınmıştır.
Hava Tümgenerali olarak emekliye ayrılan Rahmetli Gavsi Uça Gök, bir konferansında, şöyle demişti :”Dünya’da bir tek doğru ve bir tek gerçek olduğunu kabul ederek bunun dışında hiç bir şey olamayacağını ileri sürerek, dünya’ya savaş açanlara YOBAZ denir. Bunların tedavileri mümkün değildir, velev ki kelleleri düzeltile.”
Ben, konuya başka boyutundan yaklaşmak istiyorum. Önceden uyarmak istiyorum, mideniz bulanmasın.
            Birkaç arkadaş, kahvehane’nin bir köşesine oturmuşlar, koyu bir sohbete dalmışlar. Bir kenarda, sessizce oturan Hüsnü adlı delikanlıya takılmışlar: ”Hüsnü Bey, bir şey de sen anlat.” demişler. Hüsnü, Bey sözünü duyunca, şöyle bir kasılmış: ”Ula arkadaşlar, bal çok tatlıymış;” deyince, ötekiler, hep bir ağızdan: ”Ne zaman yedin, Hüsnü Bey?” diye sormuşlar. Hüsnü, yeniden kasılarak: ”Yemedim, Ağabeyim, yiyenle konuşmuş.” demiş.
          Adam, yürekten, gürül, gürül bir şey anlattığında; ”nerede okudunuz?” diye sorduğunuz da;” trende birisinden dinlediydim” yanıtını alıyorsunuz.
Ben, böylesine yanıtlarla çok karşılaşmışımdır.
Çok bilen birisine İran’daki dini uygulamaları sorduğumda, bana masallar anlatmaya kalkışmıştı. Elimdeki belgeleri gösterdiğimde de: ”Bunlar, Yahudi uydurmasıdır” diyerek, beni uyarmıştı!
Sayın Mustafa Talip Güngörge’nin, ”HUMEYNÎ VE İSLÂM” adlı kitabından aktarıyorum. Bu kitapta yazılanların Farsça ve Arapça fotokopileri de vardır. Teke Tek’te konuşan bu iki kızımızın bilerek konuştuklarına inanmıyorum. Genç kızlardan birisi, apar, topar Kanada’ya uçmuş.
Ergenokon ihbarcısı Homoseksüel satılmış ta Kanada’dadır. Bunlar kışkırtma görevlerini gerçekleştirip, Türkiye sahnesinden çekilmişlerdir. Toplumumuzu, gereksiz ve faydasız tartışmalara sokarak derin uçurumlar yaratma gayreti sahneye konulmuştur.
Hiçbir kimse, Humeyni’nin yarattığı İslam Devleti’nin ideolojisini, tam olarak, bilmemektedir.
Tüm bildikleri, İranlı kadınların çarşafa sokularak namuslarının kurtarılmış olduğu! masalıdır.

Şimdi, Humeyni Rejiminin esaslarına kısaca bir göz atalım:
            1- “Elimizdeki Kuran’ı Kerim, gerçek Kuran’ı Kerim değildir. Gerçek Kuran’ı kerim, Hz. Fatma’nın Kuran’ı Kerimidir. Bu Kur’an’ı Kerim, Hz. Muhammed’in kulacı ile (70) kulaçtır. Cafer Sadık Aleyhisselam buyurdu:
            “- O Fatma Aleyhisselamın Musafı, bir Kuran’dır, Mushaf’tır. O sizin Kuranınızın üç mislidir. Allah’a yemin ederim ki; O’nda sizin Kuranınızdan bir harf bile yoktur.” E l Usul Min El Kâfi c.1.s.456
            “- Ayetler imamlardır. Sen, Allah’ı unuttun. Bugün de sen unutuldun. S.162
            “- Hiç kimse, Kuran’ın Zahiri ve Batini ile birlikte yanında bulunduğunu iddia edemez, Vasilerden-İmamlardan- başka.” El Kâfi. C1s.441
            “- Humeyni şöyle buyuruyor: ”Mallarının savaş ganimeti olarak helal olması noktasında ve beşte birinin hazineye geçmesi bakımından Sünniler, en kuvvetli hükme göre, savaşılan düşmana dâhil edilirler. Hatta Sünnilerin malları nerede bulunursa ve nasıl durumda bulunursa bulunsun alınacağının caiz olduğu ve ondan beşte birinin alınmasının vacip olduğu açık bir hükümdür.” Humeyni, Tahrir-ül vesile c.1.s.353
            “- Ehlisünnet mensupları kâfirdir, şeytana kulluk ediyorlar.” El-Kâfi. C,4.s.153
            “- Allah, Ebu Hanife’ye lânet eylesin.” El- kâfi.1 s.97
            “- Allah’ı tanımak ve Şii İmamları’nı tasdik eylemek ve onlara düşmanlıktan Allah’a sığınmak. İşte Allah böyle tanınır.” El-Kâfi c.2.s.371
            “ - Ebu Bekir Küfür, Ömer Fusük, Osman isyandır.”A.E.s.394
            “- Şii İmamlara inanmayanlar ve onlara tâbi olmayanların ibadetleri şeytanadır.” Humeyni ve İslâm. S.150
            “- Allah imamları özel olarak yarattı. İmamlar Allah’ın lisanı ve kapısıdır.”El-Kâfi c1.s.260
            “- İmamlar, Peygamberden ve Meleklerden üstündür.” Humeyni, el-Hukemüt-ül İslamiyet. S.52
            “-İmamlar, olmuşun ve olacağın ilmini bilirler, onlara hiçbir şey gizli kalmaz.”El-Kâfi. C.2.s.10
            “- İmamlar, ne zaman öleceklerini bilirler ve ancak kendi istekleri ile ölürler.” S.G.E. c.2.s.253
            “- İmamlar, peygamber mertebesindedirler. Cebrail’den büyük ruh İmamlarla beraberdir.” S.G.E. C.2.S.357
            “- İmamlar olmasaydı, Allah bilinmezdi.”S.G.E.C1.S.369
            “- Sünni İmamların arkasında namaz kılınmaz.”Humeyni, Tarzih-ül Mesail. S.23
                        ŞİMDİ, ÇOK SIKI DURALIM

            Cinsi sapıklık meşrudur. Humeyni, TAVZİH’ÜL MESAİL, S.69.450’inci meselenin çözümünde, neler yazıyor: ”DER DÜBÜR-İ ZEN-İ HAİZ VATİ KERDEN KERAHET ŞEDDİDE DARET.” Türkçesi: ”Adet görmekte olan kadınla anal seks yapmakta çok şiddetli kerahet vardır.”
            “- Vatî der dübür-i Zen-i hâiz kefare ne dared.”- Adat görmekte olan bir kadın ile anal seks yaptığınızda kefaret gerekmez.” 463 numaralı meselenin çözümü
            Humeyni, iki çeşit nikâh vardır:
1-Sürekli,
2-Geçici. Geçici olarak kiralayacağınız kadınların sayısı sınırlı değildir.

14 yaşındaki kızlar her türlü ilişkiye müsaittir. (1000) kadını da kiralayarak kullanabilirsiniz. Humeyni böyle fetva veriyor. Genel eve giden, oradaki imama parasını vererek geçici nikâhını kıydırır. İşini bitirdikten sonra da nikâhını bozarak, masum bir şekilde evine dönerler. Çok meraklı olanlar, Sayın Mustafa Talip Güngörge’nin “Humeyni ve İslâm “ isimli kitabına başvurabilirler.
“Bu iki kız konuşmuşsa konuşmuş. Ne olmuş bunda yani,” diyenlere, sadece acırım.
”Ayetullah, Tanrı’nın cisimleşmiş şeklidir; diyerek insanları kandıranların, din ve imanla ne ilgisi olur? “ Bu soruya yanıt vermelerini beklemek hakkımız değil mi? Ben, o iki kızımızın şunları anlatmak isterdim:
            1–16 Mart 1920’de; sabahın erken saatlerinde, Şehzade başı Karakolunda uyuyan Türk Askerlerini İngilizler öldürmedi mi? Bu Türk Askerlerinin, vatanlarına hizmet etmekten başka ne suçları vardı?
            2- Gelibolu Yarımadasına asker çıkaran İngilizler (253.000)Türk askerini Şehit etmediler mi? Bu Türk askerlerinin vatanlarını sevmek ve o’nu savunmaktan başka ne suçları vardı?
            3- (85.000) Türk Askerinin karınlarını yararak altın arayan Arapları İngilizler kışkırtarak ellerine silah vermediler mi?
            4- Yunan Ordusunu her türlü silah, mühimmat ve lojistik yönünden destekleyerek Anadolu’ya İngilizler saldırtmadı mı? Anadolu’da ve Trakya’ da Yunanlıların yaptıkları kıyımların arkasında İngilizler yok muydu?
            5- Mustafa Kemal Paşa’yı öldürtmek için, Mustafa Sagir’i Ankara’ya kim gönderdi?
            6- Şeyh Sait ve Dersim Ayaklanmalarını İngilizler çıkartmadı mı? İngiliz Silah Firmaları, ”Kürdistan Harbiye Bakanlığı“ yazılı mektuplarla, Diyarbakır’ silah katalogları göndermedi mi?
            7- İngiliz uçakları, İkinci Dünya Savaşında, Muğla- Güllük’ü bombalamadılar mı?
            8- İkinci Dünya Savaşının başlarında; parasını peşin olarak ödediğimiz iki savaş gemisini bize teslim etmedikleri gibi parasının da üstüne yatan İngilizler, bu savaş gemilerini Türklere karşı kullanmadılar mı?
            9–1947 Paris anlaşması ile Ege Adalarını Yunanlılara kim verdirdi?
            10- Osmanlı Devleti’nin başına Yemen Belası’nı İngilizler sardırtmadı mı?
            11–31 Mart Ayaklanmasını İngilizler çıkartmadı mı?

            Bu kadarı yeterlidir sanıyorum. Biz yine konumuza dönelim.
İkinci Dünya Savaşı bitti diye sevinen çok okumuşlar gördüm. Dünyamızda henüz savaş bitmemiştir ve hiçbir zaman’da bitmeyecektir.
Dünyamızda SESSİZ SAVAŞLAR sürmektedir. Yugoslavya kendiliğinden mi yıkıldı.
SSC Birliği kendiliğinden mi dağıldı?
Ortadoğu’da, Kafkaslarda ve balkanlarda çatışmalar kendiliğinden mi oluyor?
O Ağanın kızları kendiliğinden mi o hallere düşüyorlar.
(29)uncusu süren Kürt Terörü kendiliğinden mi oluyor?
O iki Türk Kızı kendiliğinden mi öyle konuşuyor?
Iranla senelerce savaştıktan sonra Kasrı Şirin Anlaşması ile sağlanan barışı sürdürmekteyiz.
Ağrı Dağı civarında toprak değişimi anlaşması yaptık; hepsi de budur.
İran’da İran Caferileri ve molla taraftarları çok güçlüdür.
O iki kızın anlattıklarını fanatikçe yayınlarla karşıladığımızda, Iranla ilişkilerimiz bozulacaktır.
”Efendim, çok sert yayınlar yaptırtmayız,”deseniz, size gülerler.
O iki kızı konuşturan güçler, her yayını da yaptırabilecek güçtedirler. Ülke içinde de Şii-Sünni münakaşaları başlatılacaktır. Şiilik ile Alevilik’in hiçbir bağlantısı ve benzerliği yok iken, tartışmalar o zemine kaydırttırılacaktır. Zaten tedirgin olan halkın tedirginliği artırılacaktır. Burada, SESSİZ SAVAŞ kuralları uygulanmaktadır. Neymiş bu kurallar, kısa da olsa o’nu da görelim.

          A-HALKIN KONTROLU’NU ELE GEÇİRMEK YOLU.
            1- Şaşkınlık yaratmak,
            2- Tüm organizasyonları bozmak, Karmaşa yaratmak,
            3- Halkın ilgilerini önemsiz alanlara çekmek,
            4- Hassas konularda tartışmalar ve çatışmalar yaratmak,
            5-Temel prensiplerden habersiz bir gençlik yaratmak,

           B-DAHA GENİŞ ALANA KAYMAK.
            1- Toplumun düşüncelerini başıboş alanlara kaydırmak,
            2- Zihni girişimleri sabote etmek,
            3- Teknik yaratıcılıklarının bozmak ve engellemek,
            4- Özgürlükleri yok etmek,
            5- Duygusal ve fiziksel düşkünlükleri artırmak,
            6- Tarihi, Hukuku ve inanç sistemlerini karmaşaya uğratıp, yeniden yazmak,
            7- Geçmişte köklü ve önemli işler yaparak halkın övgüsünü kazanmış kişileri karalayıp, her türlü propagandayla unutturtmak
8- Eski hainlerden yeni kahramanlar yaratmak.
                      
 C-EYLEMSEL HAREKETLERİ BAŞLATMAK.
           1- Daha fazla karışıklık ve düzensizlik yaratmak,
            2- Güvenlik güçlerinin hatalarını büyük göstererek, etkinliklerini yok etmek,
            3- Gruplara ayırdıkları toplulukları çatışmaya zorlamak,
            4- Yetkililerin ve yetişkinlerin dikkatlerini çözüm bekleyen acil sorunlardan uzak tutarak etkinliklerini yok etmek,
            5- Genç nüfusu ciddi çalışmalardan uzaklaştırarak. eğlenceye yöneltmek,
            6- Parayı, alın teri ile kazanma yollarının önüne geçirmek,
            7- Korku, panik ve yarın korkusu içine düşürülen toplumu umursamazlığa düşürmek,
            8- Moralleri yerle bir edilmiş toplumu panik ve aşağılık düşünceler içersinde bırakmak.
            Kısacası sessiz savaş böyle sürdürülmektedir. Bunları kaçımız biliyoruz ve halkımızı uyarıyoruz?
Tüm hainler, bilerek ve bilmeyerek, kendilerine verilen görevleri yerine getirme uğraşı içersine girmişlerdir.
Bu konu çok uzun ve çok önemli bir konudur. Ben, o zavallı iki Türk Kızı’nın, ATATÜRK’ÜN anasının mezarı başında yaptığı konuşmayı dinlemelerini çok isterdim:
            “Annemi yitirmekten çok üzgünüm şimdi bu toprağın altında, ama bu toprağın üstünde Anayurt bütünlüğü ve ulus egemenliği dünya’nın sonuna kadar sürecek. Beni avutan en önemli güç işte budur. Annemin mezarı önünde ve Tanrı’nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim. Ulus egemenliği için canımı vermek, benim için vicdan borcu, namus borcu olsun.”
                                          

89- YANANLAR, YAKILANLAR, ÖLDÜRÜLENLER VE KARARLILIĞIMIZ!


OSMAN TÜRKOĞUZ     
İzmir 23 Nisan 2008


                  
89- YANANLAR,  YAKILANLAR, ÖLDÜRÜLENLER VE KARARLILIĞIMIZ.


         1983 senesiydi; ”Burdur'da, önemli bir iddia var, hemen git, incele” dediler.
Burdur İl J.Alay Komutanlığına gittim; beni, Çakı gibi bir J. Binbaşısı karşıladı. Tekmilini verdikten sonra; daha gür bir sesle: ”Ok doğru olduğu için, düşmana atılır; yay eğri olduğu için,  sırtta taşınır. Ormana giren her insan; mutlaka en doğru ve en düzgün ağacı keser, arz ederim, komutanım” dedi.
Hafızamda şimşek çaktı. Bu Subay, Teğmen iken; ben, bunlara konferans vermiştim. Konferansın konusu da: “Devlet otoritesinin giremediği, aşiret düzeyindeki toplumlarda, KAN DAVASI’YDI”.
Bir ilkel, bir ebleh, bir kiralık katil, bir aileden ya da bir aşiretten birisini öldürdüğünde, olayın varacağı boyutu, hiç düşünmez. Katilin mensup olduğu aşiretten, en yeteneklileri,   en çok söz sahibi olanları, namlunun ucundadır.
Ben, kötülerin, sürekli olarak yüceltildiğini, Binbaşı'nın bana tekrarladığı örneklerle vurgulamak istemiştim.
Ülkemiz, SAĞ ve SOL vuruşmasına sahne olduğunda; hep, iyilerin ve doğruların öldürüldüğüne tanık olduyduk...
Akademik unvanlarını sıralamadan, insanlığa örnek isimleriyle, bu YİĞİT ŞEHİTLERİMİZ’İ anacağım:
Bahri Savcı, Karafakioğlu, Bedrettin Cömert, Orhan Cavit Tütengil, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Abdi İpekçi...
Asker, Hariciyeci, Polis, Mitçi ve TIĞ gibi vatan evlatları boşu boşuna öldürüldüler. Militanlaştırılan bir toplumun bireyleri, parmakları ile düşünmeye alıştırılırlar.
ABDİ İPEKÇİ vurulduğunda,    öleyazdıydım.
Oturdum; ”Bize dostluk yaraşır” adını verdiğim, bir kitapçık yazarak yayımladım. O kitap’ın sonuna da, yukarıda başlığını verdiğim şiiri koydum.
O kitapçığın giriş bölümünden bir parçayı veriyorum:

“Ağzında zeytin dalıyla,
 Uzak ufuklara uçup giderken,
 Vurulup, nasıl düşerse yaralı kanadının üstüne
 Bir AKGÜVERCİN;
 Öyle vurdular, düşürdüler ABDİMİZİ...
 Bir kolu uzanmış, camdan dışarı,
 Parmakları, karanlığın gözünde.
 Bir kolu başına yastık olmuş,
 Ak düşünceler üstüne.

 Öylesine vurdular, düşürdüler, öylesine…
 Sevginin, barışın AKGÜVERCİNİNİ,
 Kara düşler üstüne.
 Karafakiler, Orhanlar,  Cavitler,
Tütengiller,  Nihatlar,  Erimler,
 Bedrettinler,  Cömertler.
Hepsi soylu, hepsi yiğit, hepsi mert;
Bembeyaz tespih oldular uşak ellere,
Namert mi, namert.
Siperinden fırlayan bir yiğit asker,
Nasıl vurulur da  düşerse ileri;
Öyle vuruldular, öylece düştüler,
Aydınlık düşüncenin soylu ERLERİ…
Vuruldular; yaşlısıyla, genciyle
Vurgun oldukları düşler üstüne.”

Şiir, böyle bir coşkuyla, sürüp gidiyor...
Kitapçığın sonuna koyduğum şiir'i de yazayım:

“Biz, Mustafa Kemal'in Çocuklarız”

 Başları dik, alınları AK.
 Gözlerinde ÖZGÜRLÜĞÜN sevinci,
 Yüreklerinde, bayrak, bayrak.
 Geleceğe yöneliktir gönlümüz,
 Geçmişimizle ÖVÜNÜRÜZ biz,
 Geçmiş bize çok ırak.
 Aydınlık düşümüz karanlıklara
 Yayılır çağlar boyu yayılır şafak, şafak.
 Biz, Mustafa Kemal'in Çocuklarıyız,
 Düşleri AK, Düşünceleri AK, yolları APAK.
 Biz, Mustafa Kemal'in oğullarıyız, kızlarıyız;
 Ölürüz O'nun aydınlığında,
 Karanlığın kör Kurşunları’yla, ŞAFAK, ŞAFAK.
 Eritiriz kör karanlıklarını, kör kurşunlarını CEHLİN.
 On binlerce Mustafa Kemal’ler fışkırır
 Bir damla kanımızdan.
 Vazgeçmeyiz yine de ESERİNDEN,
 Vazgeçeriz canımızdan.”

 Bu sefer de OTUZYEDİ CAN, cayır cayır, yakıldı. E.Hv. Alb. İrfan Konur Türkoğuz da,    şu ağıt’ı yazdı:

“ZEBANİLER VE NERONLAR,”

Tamı tamına, otuz yedi Aydın İNSAN;
İnançları,  umutları uğruna gittikleri,
Çok sevdikleri VATAN TOPRAĞININ bir yerinde,
Sıcak Temmuz ayının tam ikisinde,
Bir akşam vaktinde;
Tanrı'nın razı olamadığı bir biçimde;
Cehennem zebanilerince getirilen,
Cehennem ateşiyle yakıldılar.
Ateş bile çıkmak istemedi,
Madımak Otelinin taş merdivenlerini.
Ne güne duruyordu, Zebanilerin kara elleri,
 Koşup ulaştılar, bir solukta,
 Ulaştırdılar ateşi,
 Yaktılar, umutları, inançları yaktılar.
 Kapkara yüzlü, kapkara sakallı Zebaniler, Neronlar.
 Zaferlerini coşkuyla, çığlık atarak kutladılar.
 Bir Roma'da, bir de burada yaktılar İNSANLARI.
 Tamı tamına OTUZYEDİ AYDIN;
 Ozandı, yazardı, doktordu bunlar,
 Yakılsınlar diye doğurmamıştı ANALARI.
 Yanmıştı, kan ağlıyordu Kızılırmağın suları
 Yanmıştı TOPRAK ANAN'NIN bağrı.
 Oysa ateşe dayanıklıydı,
 Yanmaz  biliniyordu ANADOLU toprağı.
 Bekledik, adalet gerçekleşir diye;
 Her gün,  yeni umutlar besledik
 Adalet, ceza veremiyordu Zebaniye:
 Böylesine SUÇ için, MADDE YOKTU HUKUK'TA...
 Ve yeryüzünde, hiçbir yerde…
 İnsanlar, yakmazlardı İNSANLARI,
 Düşünceleri, inançları farklı diye...
 Onlar da boş durmadılar,
 Ödüllendirdiler, ateşin ustalarını,                                                                                                                                                                                                   
 Kimini vekil, kimini bakan yaptılar,
 Zebaniler, Ankara'ya aktılar...
 Oysa yanıldılar;
 OTUZYEDİ AYDIN İNSAN değildi yaktıkları.
 Kendi kara vicdanları, kapkara yüzleriydi,
 Kendi gelecekleri ve can evleriydi ateşe verdikleri.
 Kapkara yüzlü, kara cahiller, Neronlar.
 Yüreklerde yaktıkları ateşin bile farkına varamadılar.


            osmanturkoguz@hotmail.com
            İzmir; 23. Nisan.2008,

İzleyiciler

Blog Arşivi