12 Nisan 2010 Pazartesi

76- PATATESLER

                                       
        OSMAN TÜRKOĞUZ,
       Çeşmealtı; 14 Mayıs 2008
        


            76- PATETESLER.

           Patates denilen yamru yumru ürün, Domates, Fasulye, Kakao ve Hindi gibi, Amerika kıtasından gelmedir. Dünya üzerinde, binlerce tür PATATES çeşidi mevcuttur.
Patlıcan, Biber, Domates ile birlikte kızartılan Patates yemeğine bayılırım. Fakir fukara, ellerine geçirdikleri etin içersine Patates ekleyerek yenilen bir sofra’da buluşurlar.
Geçmiş yıllarda; kışlalarda, Patates soymak çok zor bir mutfak göreviydi.
Hele şükür; bir sivri akıllı ortaya çıkarak Patates Soyma Makinesini icat ederek Patates soyma derdini sona erdirdi.
Kızartılmış, ince dilim Patatesler, nerede ise dünyayı istila etti. Bu PATATES öyküsü, birdenbire, neden mi beynime takıldı.
İngiltere’de ve tüm dünya’da atasözü haline gelmiş olan, İrlandalı bir yazarın özdeyişini okuduğum torunumun değerlendirmesini, Sayın Bay Fazıl Emre’nin, Kuşadası’nda yaptığı OSMANLI SERANAT’I hatırlattı.
Kupkuru, geçmişleri ile övünenlere: ”Yalınız ataları ile övünenler, Patatese benzerler ki İşe yarar kısımları, toprağın altındadır.” dediğimde, torunum da.” Dedeciğim Patateslerin toprağın üstünde kalan kısımlarını inekler bile yemezler. Toprağın üstündekiler, kendi değersizliklerini örtme savaşındalar.
Biz, geçmişten dersler çıkartarak, kendi geleceğimizi ve gelecek çağların geleceklerini kurtarmak için, kendi çağımızdaki savaşımıza bakalım.” Dediydi.
Çağrışım denilen olgunun gücü; benim, savaşa bu şekilde girmeme neden oldu.
            Ünlü bir Romalı: “Geçmişlerini doğru, dürüst bilmeyenler, yaşamları boyunca, hep çocuk kalırlar.” demiş, doğru söze ne denir.
Bendeniz, ilk önce, Üçüncü Mustafa’nın bir şiiri ile meydana gireceğim. Üçüncü Mustafa, Cihangir mahlası ile şiirler yazmıştır.
Şimdi, kendi devrinden ve devletinden nasıl yakındığını okuyalım.

               “Yıkılıptur bu cihan, sanma ki bizde düzele;
                Devleti, cerhi deni, virdi kamu müptezele,
                Şimdi, ebvab’ı saadette gezen hep hezele, (saadet kapısında)
                İşimiz kaldı heman Merhamet’i lemyezele.
                Ya Rab, beni bu mesnedi valaya getürdün,
                Envai inayatını kıldın bana ihsan,
               Gördüm, fukara kullarının hali perişan,
               Her biri ider mihnet ile çaki giriban
               Tahrib’i bilad itmek ile dümen’i İslam
               Mahzuru mükedder ulemamız dahi hayran.
               Her semt’i memalik denice türlü mehalık.
               Buldum ki taadi ile yıkılmış nice büldan.                                   1
              Fikretmek ile çare bulunmaz buna asla,
              Tedbir ile tanzimi değil kabil’i imkân.
              Bildim ki medet senden olur, kimseden olmaz,
              Ey Kadir’i Kayyum, medet derdime derman.
                         1627 tarihinde ölmüş olan Üveysi de aynı serenat’ı okumuştur:

“Vezire itimad etme benim devletlü Hünkârım,
Olardır düşmeni dinin, olardır devlete bedhah,
Vezaret sadrına geçmiş oturmuş bir bölük hayvan
Bu dini devlete hizmet eder yoktur ah, vah.”
Osman Türkoğuz, Rüşvet’in Anatomisi, s.25

           Şeyhülislam Yahya Efendi, rüşvetçiliği ayyuka çıkan Sadrazam Kemankeş Ali Paşa ile divanda yalınız kaldıklarında: ”Rüşvet aldığınız işler kulağıma geldi. Bu yolda yanıldıysanız, tövbekâr olunuz. Bir yerden, haksız olarak bir şeyi koparıp almak, gönlün de, hayatın da ışığını söndüren ne kötü tufanlara yol açar.” Der.
Sadrazam, bu nasihata bozulur, alaylı bir biçimde:
Tamı tamamına (135) kez, Osmanlıya isyan eden Anadolu Türk halkı; bakınız, olaya hangi pencereden bakmıştır:

Eyeri kaltağ Osmanlı,
                     Şalvarı şaltağ Osmanlı,
                     Ekende yok, biçende yok
                     Yiyende ortağ Osmanlı.

           Şimdi, kalkıp,   Rahmetli Fikret’in,  HAN’I YAĞMA’SINI MI yazayım?
Fatih Sultan Mehmet döneminde yaşayan, Trabzon’a KADI olarak giderken yolda soyulan, Şeyhi’nin (1371–1439) HARNAME adlı hicvini okumayan var mı?
Rüşvetle semiren büyükleri görerek, onlara özenen bir garibanın başına gelenleri, ÖKÜZ ve EŞEK motifi ile anlatması, devrinin sosyal tarihi değil de nedir?
Fuzuli, Türk –Azeri edebiyatının en büyük şairidir. (1480–1556) tarihleri arasında, Bağdat’ta yaşamış, 1556 senesinde de vebadan ölmüştür.
Kanunî Sultan Süleyman, Bağdat’ı fethedince, O’na ve paşalarına kasideler yazmıştır.
Kanunî de, Fuzuli’ye Evkaf gelirinden (9) akçelik bir maaş bağlamıştır. Fuzulî, bir türlü bu maaşını alamayınca, Nişancı Celâl zade Mustafa Çelebi’ye ünlü ŞİKÂYETNAME’SİNİ yazmıştı.
Bu ŞİKÂYETNAME ve Avusturya İmparatorluğunun İstanbul Elçisi BUSBECG’in anıları, Osmanlı’nın iç yüzünün tam bir MİR çekimidir. (1554–1562 arası).
ŞİKÂYETNAME’NİN başlangıcını okumak yeterlidir. Kanunî’nin emri ve haberi olmadan maaşının verilmemesi düşünülemez.
Kanunî’yi uyaranlar : ”Devletlû ve dahi Azametlû Hünkârım, bu Herif’i na şerif KIZILBAŞTIR!
Şeyhülislam kulunuzun dahi bunlar hakkında fetvaları vardır. Gene de siz Devletlû ve Azametlû Padişahımız bilürsünüz” dediler; maaş işi de böylece Düyuna kaldırıldı.
ŞİKÂYETNAME şöylece başlamaktadır:
”Selam verdim, rüşvet deyildir deyü almadılar.
Hüküm gösterdim, FAİDESİZDİR deyü mültefit olmadılar.
Eğerçi zahirde suret’i itaat gösterdiler,
Amma zeban’ı hal ile cemi sualime cevap verdiler…”

Avusturya Elçisi Busbeck,1555 tarihinde, İstanbul’a gelir; Viyana’da bulunan dostlarına yazdığı mektupları tarihi belge niteliğindedir.
Bu mektuplardan bir iki parça vermekle yetineceğim.
Şimdi, beş asır sonra, okuyalım Sefir’i Kebir’i Nemçe’yi: ”Gerçekte, Türklerin yanına gitmek isteyen bir adam, sınırı geçer geçmez, kesenin ağzını açmağa ve memleketlerini terk edene kadar da, onu hiç kapamamaya hazır bulunmalıdır. Orada bulunduğu sürece, etrafa para serperek ve bunların boşa gitmiş olması için dua edecektir”.s. 38
“İyi tanıdığım, yüksek rütbeli bir Türk subayı Napoli donanmasına karşı yapılan sefere katılmıştı. Napoli donanmasının komutan ya da kral sancağı onun eline düşmüştü. İmparatorluk kartalının üzerinde, bütün İspanya illerinin armaları bu sancakta görülüyordu. Bunu, bir armağan olarak, Süleyman’a taktim edeceğini öğrenince, buna engel olmayı ve sancağı elime geçirmeyi bir vazife bildim.
Kendisine, iki ipekli giyeceği armağan olarak göndererek, sancağı almakta zorluk çekmedim. Bu suretle; Şarıl Kent’in şerefli bayrağının. Yenilginin sürekli bir anısı olarak, düşman elinde kalmasına engel oldum. S.282
“Rüstem, her zaman ters ve anifti, sözlerinin bir emir gibi kabul edilmesini iterdi.
Politik durum ve şartların ne durumda olduğunu ve sultanın ilerlemiş yaşının neye lüzum gösterdiğini pek ala bilirdi. Fakat fiiliyatta ve sözde azıcık yumuşaklık göstermiş olursa, hasislik sevki ile böyle davranmış görünmekten korkardı. Çünkü Sultan, o’nun rüşvet aldığından, kuvvetli bir şekilde şüpheleniyordu.”s.245
“Rüstem, tercüman’a: Sizin fikriniz nedir,  Busbeck’in birkaç sefer teklif ettiği şartlara Sultan’ın muvaffakiyetini alsam, sözünü tutar mı? Diye sorunca, Tercüman: Busbeck, vaat ettiği hediyeleri verir.” Dediğinde. ”Git evine, sor o’na. Der.
Bu konuda Busbeck’i dinleyelim:<şimdi, yanımda, her türlü olasılığa karşı, (5.000) Düka altını var. Bu miktar altın, (6.000) Kuran’a eşittir. Bu parayı tercümana verdim ve bunun iyi niyetimin bir kanıtı olduğunu, ilk taksiti oluşturduğunu, Rüstem’e söylemesini rica ettim. Üst tarafı, iş bitirildiği zaman verilecekti. Çünkü daha büyük bir para vaat etmiştim.”s.246
           Yeniçeri Ocağından gelen bu Hırvat kökenli Rüstem Paşa, Sadrazamlığa yükseldiği gibi, Kanunî’nin damadı bile olmuştu.
Manisa sarayında, Kanunî’ye takdim edilen, Ukraynalı bir papazın kızı olan Raksalon-Hürrem Sultan- ile birleşerek, Şehzade MUSTAFA’YI boğdurtmuşlardır.
Busbeck:
Şeyh zade Mustafa öldürülmeseydi, çocuklarımızın başına musallat olacaktı: diyor.
            Ben, bu konuları niçin mi yazıyorum? Anlatayım: ”Medeniyet, İrfan, Hayır ve Ref derneği Başkanı Fazıl Emre,” Kuşadası Belediye salonunda bir konferans düzenlemiş.
Kadınların ayrı, erkeklerin ayrı oturtulduğu salonda esmiş, gürlemiş! Osmanlı dönemini göklere çıkartarak: ”inşallah, kısa sürede, Osmanlı devleti gibi olacağız” buyurmuş. Üç yüz sene, önüne gelenden hakaret görüp, dayak yiyen Osmanlı devletinin hali ve sonu ortada.
Bu Beyefendi, hiç merak etmesinler, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN Osmanlı devleti gibi olmasına izin veremeyiz. Demek ki, bu zat’ı muhterem de gidişata bakarak, sonumuzu iyi görmedi. İşte, bu tutarsız toplantı yüzünden bu yazıyı, çalakalem yazdım.
             Osmanlı döneminde, görev alan (243) Vezirden, sadece ve sadece (10) Vezir Türk kökenlidir.
             Osmanlının bu konuda kanunu olduğundan bu Zat’ı muhterem de habersiz gibi. Yeniçeri yasasının 6’nci maddesinin, TÜRKTEN VEZİR ALINMAYA hükmünü düzenlemekte olduğundan da haberi şerifleri yoktur sanırım.
Arnavut kökenli Koçi Bey, dördüncü Murat’a bir risale yazarak gönderir. Osmanlı devletinin gerileme nedenlerini ve kurtuluş önerilerini sıralar: Der.
İkinci Murat döneminde, “Yazıcı oğlu Ali’ye Osmanlının soyu GÜNHAN OĞULLARINDAN, KAYI BOYU’NA bağlattırıldığı halde” ula Koçi, sen Türk’ü kimlerle kıyaslıyorsun diyen çıkmamıştır. Ama Osmanlı devletinin DEVLETLÜ hırsızlarını hicveden TÜRKOĞLU NEF’İ, OSMANLI DEVLETİ’NİN KURULUŞ GÜNÜ OLAN, 27OCAK 1635 CUMARTESİ GÜNÜ, Boynu Eğri Mehmet Ağa marifeti ile boğdurulmuştur.
            Daha anlatılacak çok şeylerim var; ama yerim dar.
Osmanlı Tarihçisi NAİMA, Padişahların hayat öyküleriyle devirlerinde oluşan olayların tarihini yazarak, Padişah’ı RUYU ZEMİN’E takdim ettiği ünlü kitabında, TÜRKLER için (ETRAB’I Bİ İDRAK)-Akılsız,  idraksiz Türk –diyebilmiştir.
Lütfen,   Von HAMMER’in Osmanlı Tarihi kitabını, şöylece, bir karıştırıveriniz. Dokuzuncu kitabının bir yerinde: Hatta kabalığından dolayı, Türk Ahmet diye çağrılan… Değerlendirmesini görürsünüz.
            Osmanlı’nın biz Türkler için ürettiği atasözlerine ne buyrulur?
“Sırtını kürke, kapını da Türk’e alıştırma. Türk ne bilir bayramı, lık lık içer ayranı.”
            Osmanlı Devleti’nde, Padişahın Muhafız Alaylarında Kürt, Arap ve Arnavut asıllılar bulunurdu. Sultan İkinci Abdülhamit’in Sır Kâtip’i de, Ünlü Arap İzzet değil miydi?
            Osmanlı dönemini yazanlar ve anlatanlar, savaşlardan ve çeşitli olaylardan söz ederler. Halkın durumunu, halkın ne yiyip ne içtiğini soran ve anlatana rastlayamazsınız.
Osmanlının en güçlü olduğunu sandığımız dönemlerde, Anadolu Türk halkının, hayvanlarla bir ve beraber otlamaya çıktığını Prof.Dr. Mustafa Akdağ’ın ünlü araştırmasından öğreniyoruz.
Askeri birlikler gibi örgütlenen medrese öğrencilerinin, köyleri ve kasabaları basarak, kadın, kız ve oğlan demeden ırzlarına geçtiklerini ağızlarına alan da yok.
          Anadolu, anlatılan ve üçüncü Mustafa’nın şiirinde tasvir edilen durumda iken, neler olduğunu bir de benden okumalısınız.
Osmanlı devleti, tam (375) sene, Mekke ve Medine’ye Sürre Alayları ile neler mi gönderdi. Sürre Emini’nin atının eyer takımları altın ve gümüşten imal edilirdi, Urgan olarak kullanılan kısımları da saf ipekten yapılırdı. Götürdükleri eşyanın tutarı da akıllara zarar verecek cinsten idi.
         —200.000Düka altını, 20.000 ton buğday,
           —100.000 kat, elbise, çakşır, camedan, şalvar
           —100.000 adet kaftan,
           —Kâbe’de yakılacak bir senelik gülyağı. Osmanlı, tam (375) sene Kâbe’de GÜLYAĞI yaktırmıştır. E.B.Şapalyo, Mezhepler ve Tarikatlar tarihi
           Bir de, Şu Damadı şehriyarı Hırvat’tan dönme Rüstem Paşa’nın Terekekesini görelim. Kardeşi Sinan Paşa da İkinci Beyazıt’ın Damadı ve karındaşından ünlüdür.             
          Rüstem Paşa’nın terekesi, Von Hammer ve Uzun Mehmet Paşa Cöngünden alınmıştır. Eşi Mihri mah Sultan için, her Allah’ın günü, 2.000Düka altını bıraktığı da rivayet edilmektedir.
        —8.000 adet güzel yazı ile bezenmiş Mushaf, değerli taşlarla bezenmiş 130 adet, ciltli Mushaf. 5.000 adet çeşitli kitap, Memlûk köle, (oğuz, Çerkez170 kişi) ,Anadolu ve Rumeli’nde 815 çiftlik, 2900 muharebe atı, 476 su değirmeni, 1106 adet deve, 5000 sırmalı kaftan, 8000 kavuk, 11.000sırmalı kavuk, 2.900 zırh, 2.000cübbe ve cevşen (örme zırh), 600 gümüş eyer, 500 gümüşlü miğfer, 500 altın kakmalı murassa (cevherli) eyer, 130 çift altın eyer, 700 murassa kılıç, 1000 gümüşlü mızrak, 70.000 Düka altını, 112 yük–11.200.000 akçe 32 adet cevher, evinde, 1000yük kuruş, (100.000.000guruş). V Hammer, Büyük Osmanlı tarihi.3s.448–449
         Osmanlının tarihi, bizim tarihimizdir. Aslında, daha da derinlere inmeliyiz. Isparta, gönen’de yapılan kazılarda bulunan iskeletlerin D:N.A. yapısı oradaki Türk vatandaşlarının D.N.A. yapısı ile aynı çıkmadı mı?
Ben, hiçbir kimseye hakaret amacı ile yazmıyorum. Günümüzü ve dünümüzü neşterlemek, benim hakkım ve görevimdir. Hiç bir şeyi bilmeden, art düşüncelerle yapılan eylem ve davranışların karşısında olmak ta, benim yaşama nedenimdir. Bu, böylece biline.
Bizler, ATATÜRK sayesinde Türklüğümüze ve insanlığımıza kavuştuk. Devşirme döllerinin Türk’ü yönetmesinin acısını da çok çektik.
           Rüstem Paşa’nın saptanabilen tereke kesinini okuduk. Binlerce Kuran’ı Kerim neye hizmet ediyor? Hırsızlık, rüşvet, soygun ve talan diz boyunu da aşmış. Halkımızın soyulup soğana çevrildiği bir çağı anlatırken, hala Viyana’ya gidiyoruz.
            Pekiyi, gerisin geriye niçin kaçtık?
“Tanrı izin vermeseydi, ATATÜRK başarabilir miydi?” Diye soranlar, ben de sizlere soruyorum: Yüce Yaratanımız, NİÇİN ATATÜRK’Ü destekledi de, sizin övdüklerinizi desteklemedi?
            Din kitapları ve ibadethane inşaatları ile şeklen dindarlık ile halkımızın gözünü boyayıp vurgunlarınızı sürdüreceksiniz.
"Bazı insanları her zaman, bazı insanları da zaman, zaman kandırabilirsiniz. Ama TÜM İNSANLARI HER ZAMAN KANDIRAMAZSINIZ
             
                              

                                                                      

                                                                                  5

75- DÖĞÜŞEN İKİ KAVMİN TANRILARIDIR!

OSMANTÜRKOĞUZ
İzmir; 11 Mart 2009



“politikacılar, gelecek seçimleri düşünü
devlet adamları gelecek nesilleri düşünür.
Prof. Dr. Maurice Duverger


75-DÖĞÜŞEN, İKİ KARDEŞ KAVMİN TANRILARIDIR!


İzmir’deki işlerimi bitirip, Çeşmealtı’na dönmek üzere, minibüse bindiğimde tanıdık bir sesin Yahudiler aleyhinde serenat çektiğini gördüm.
O da beni görerek:
-“Aha! Filozof ta geldi”, dedi.
1944 senesinden beri Yahudi düşmanlığıyla yaşayan bir asker emeklisi arkadaş, her nedense, bana hep FİLOZOF diye seslenmektedir.
Tüm yolcuları selamladım ve esenlikler diledikten sonra:
“-Hayrola dostum, yine sazı eline almışsın, biraz nefes alsan iyi olur” dedim.
-“Zaman, dinlenmek zamanı değil, GAZA ZAMANI” dedi.
Yol boyunca, Yahudilerle her Müslüman’ın CIHAT yapması gerektiğini anlattıktan sonra; bana dönerek:
“-Bizim Filozof, benimle aynı görüşte değildir” dedi
Yolcular, başlarını benden tarafa çevirerek:
“-Bu Filozof, Müslüman değil mi?” dediler.
-“Benim gözüm, kulağım ve ağzım, aklıma bağlıdır. Kulağınıza bağlı ağzınızla beni mahkûm ettiniz. Bendeniz; Mareşal Gazi Mustafa kemal Atatürk sayesinde Türküm. Anayasamız gereği, inancımı hiç kimse sorgulayamaz” dedikten sonra; izin verirseniz, ben de sizlere ve bu arkadaşa sorular sormak istiyorum” dedim.
Yahudi düşmanı arkadaş:
“Buyur Filozof, seni dinliyoruz” dedi.
Sorularıma numara vererek başlayacağım.

1. Endülüs Emevi devleti’nin en gözde vatandaşları Yahudilerdi. Büyük Yahudi asıllı Bilgin İbni MEYMUN, aynı zamanda, Mısır’daki Türkiye Devletinin de Baş Hekimiydi. Bu devletlerin halkı Müslüman’dılar ve Kuran’ı Kerim’e de yürekten bağlıydılar. 15’inci asırda, Kuran’ı Kerim’e rağmen; neden ve niçin Müslüman ve Yahudi ayırımı yapmadılar?
Sarı Selim’in karısı ve 3’üncü Murat’ın annesi de, adı NURBANU olan, bir Yahudi kızıydı!

2. 1492 yılında; Kastilya ve Aragon krallıkları, Endülüs Emevi devletini ortadan kaldırınca; Yahudilere iki şık sundular:
A. YA HIRİSTİYAN OLUN;
B. YA DA İSPANYA’YI TERKEDİN!
Dünya üzerinde hiçbir devletin sesi çıkmazken, VELİ LÂKAPLI Osmanlı Padişahı 2’inci Beyazıt, bu haberi duyar, duymaz:
“Deli midir bunlar? Bunlarda hiç akıl yok mudur? Tiz, donanma’yı Hümayunum, İspanya’ya giderek bu zavallıları ülkeme getirsinler!” ferman’ı Hümayununu verdi!
Ülkemize getirilen Yahudiler; Karaköy’e, Eyüp’e, Selanik’e ve İzmir’e yerleştirildi.
Bu Padişah Müslüman değil miydi?
Osmanlı’da Kuran’ı Kerim baş tacı değil miydi?
Hiç bir Osmanlı vatandaşı bu olayı, neden ve niçin, sesini çıkarmadan kabullendi?
Onlar; Kuran’ı Kerim’in emirlerini bilmiyorlar mıydı?
O ZAMAN, BAKARA SURESİ OKUNMUYOR MUYDU?
Yahudiler Osmanlı imparatorluğunun sınırlarından içeri alındıklarında ne gibi yararları ve zararları oldu?

Ben yanıtlayayım:

1. Osmanlı ordusunun topları için tekerlekli kundak icat ederek, Osmanlı ordusuna armağan ettiler.
2. Vergiye tabi oldular.
3. Avrupa ile ticareti geliştirdiler.
4. Sermayeyi hareketlendirdiler.
5. Yeni sanatları getirdiler.

Tüm bunlara karşın, verdikleri zararları sayabilir misiniz?
Bizim arkadaş:
-Onlar Hz. Muhammed’e çok sıkıntı çektirdiler, Müslümanlığı kabul etmediler” dedi.
- Herkesin Müslümanlığı kabul etmesi şart mı?

Onlar, hareketlerinin bedelini canları ile ödemediler mi?
Kureyza Yahudi aşiretinin tüm ergin erkekleri, topluca öldürülmedi mi?
Kadın, kız ve çocukları esir olarak satılmadı mı?

Bizim arkadaş: ”Onlar Allah’ın emri ile öldürüldüler” dedi.

“Tarih öyle yazmıyor. Hendek çatışmasında, bir ağaç kökünün üzerine düşerek ölümcül yara alan Kureyşli bir HAKEM’İN kararı üzerine öldürüldüler.
Daha önce de; Beni Nadir ve beni Luka adlı Yahudi aşiretleri, Medine’den kovulmadı mıydı?” dedim.
Bizim arkadaş: “Uzun sözü bırak; Yahudilerin öldürülmesinin Allah’ın emri üzerine gerçekleştirildiğini kabul etmiyor musun?” diye çıkıştı.

“-HİTLER, 6.000.000 YAHUDİYİ, KİMİN EMRİYLE ÖLDÜRDÜ?
“- O DA ALLAHIN İŞİ “ dediler.
“Mademki, arkasında Allah vardı, Hitler niçin yenildi?” dediğimde, hiç ses çıkmadı.
“O zaman, bugünkü Yahudilerin günahı nedir?” diye sordum:
“Kuran’ın hükmünü uygulamak” dediler.
“Peki, Hazreti Muhammed’in VEDA HAÇCINDAKİ BUYRUKLARINA NE DEMELİ?” ”HERKES KENDİ YAPTIKLARININ HESABINI VERECEK. Kimse, kimsenin yaptıklarından sorumlu olmayacak!”

Bu arkadaşımız, bireysel bir düşüncenin peşinde. Toplumsal olarak, ulusal çıkarlarımızı gözetmemiz gerekmez mi?
Ben, bunları burada söylemekten mazurum.
Yalınız, izin verirseniz, yüce kitabımız Kuran’ı Kerim üzerine bir iki söz söylemek istiyorum Eksiğim ve yanlışım olursa, bu arkadaşımız düzeltir!

Kuran’ı Kerim’i inceleyecek olursak, içindekileri üç ana gurupta toplarız:
1- İBADET HÜKÜMLERİ,
2- MUAMELAT HÜKÜMLERİ,
3- MESELLER.

İslam’ın en önemli hükmü de, ZAMAN DEĞTİKÇE HÜKÜMLER DE DEĞİŞİR! Değil mi?

İbadet hükümleri aynen kalıcıdır. Namaz, Kudüs’e yönelerek kılınırken; zaman değişmiş Kâbe kıble olmuştur.
Müslümanlığın ilk yılları bir egemenlik kavgasının hüküm sürdüğü yıllardır.
Bakara suresindeki hükümler, o yılların Arabına yönelik hükümlerdir. Bunu, Endülüs Emevileri ve Mısırdaki Devlet’it Türkiye de, Osmanlı da böyle kabul etmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğunun Yahudilere uyguladığı hoşgörü, aynen ve daha fazlası ile Türkiye Cumhuriyeti’ne de yansımıştır; dedikten sonra, cebimden çıkardığım bir belgeyi okudum.
Birinci Dünya Savaşında; çeşitli cephelerde şehit düşen TÜRK TABİBLERİNİN MİKTARINI VERİYORUM:
1- 140 TÜRK ASILLI TÜRKTABİBİ,
2- 32 ERMENİ ASILLI TÜRK TABİBİ,
3- 25 RUM ASILLI TÜRK TABİBİ,
4- 18 YAHUDİ ASILLI TÜRK TABİBİ.

Yolculardan birisi ve o arkadaşımız itiraz ettiler:
“-Hıristiyan ve Yahudi şehit olmaz!”, buyurdular.
“Türk asıllı tabipler niçin öldüler? Vatanımızı ve dinimizi korumak için ölmediler mi? Pekiyi, şehit saymadığınız bu kahramanlar niçin öldüler? Vatanımızı ve dinimizi korumak için ölmediler mi? Osmanlı Devleti, bunları da şehit sayarak, yetimlerine şehit maaşı bağlamadı mı?”
Dediğimde, yolculardan birisi:
“-Beyefendi, siz bizim aklımızı karıştırdınız.” dedi.

“Benim görevim, ezberlerinizi bozmak,” dedim ve ekledim: ”Burası yeri değil amma, meseleye, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği açısından bakmamız gerek,” dedim. Yolcular, bir tuhaf oldular.
İneceğim yere de gelmiştim, izin istedim, inerken, birkaç yolcu:
“ Beyefendi; sizinle aynı kanıdayız”, dediler.
Arapların Yahudilere bakış açıları, aynen bizim toplumumuza da yansımış. Bizim toplumumuz da, 1400 sene önceki bir değerlendirmeye saplanıp kalmış.
Arap- İsrail oğulları kavgası bir hegemonya kavgasıdır. Yüzümüzü birazcık olsun, tarih dedeye çevirmekte yarar vardır sanıyorum:
MÖ. Önce, 13’üncü asırda; İsrail oğulları, Mısır’da sürgündeydiler ve taş ocaklarında çalışmak zorundaydılar. Hz. Musa; İmran adlı bir Yahudi mimarın, Firavun 1’inci SETİ’NİN kızı ve 2’inci Ramses’in kız kardeşinden olan oğludur.
Bir sepet içersine konularak, Nil nehrine bırakılan bir çocuk, Firavun 1’inci Seti’nin kızının sarayının önüne gelmiş!
Bu nedenle de o çocuğun adını, SUYLA GELEN ANLAMINDA, MUSA-MOŞE- koymuşlar.
Sümer Devletini yıkan, gayrı meşru birisi olan Sargon için de SUYLA GELEN deyimi kullanılmaktadır!
Hz. Musa; Amon Rahibi ve Dayısı 2’inci Ramses’in muhafız alay komutanıydı. Nesebini öğrendikten sonra; Mısır’da köle olarak tutulan İsrail oğullarının başına geçerek, Mısır’ gizlice terk etti.

Tevrat’a göre; Kızıldeniz yarılarak kendilerine yol verdi. Bu mucizeyi gösterdiğine inanılan Hz. Musa’nın; VAATEDİLMİŞ TOPRAKLARI-ARZ’IMEVUT’U- bulmak için, küçücük Sina yarımadasında KIRK SENE DOLAŞIP, DURDUĞU çelişkisi de anlatılır.

Tarihi belgeler; Musa’nın adının HORSİF; karısının adının da TSİPPARO olduğunu göstermektedir.

Hz. Musa’nın tanrısı, mensup olduğu Yahudi aşiretinin rüzgâr tanrısı olan YAHVE, YEHOVA’-sıkça kullanıldığı şekliyle YAHOVA’DIR.

İsrail oğullarının ELOHİM, ELOAH diye atlandırılan bir tanrıları daha vardır; ELOHAYNU-ALLAHIM-diye çağrılır. TEVRAT tercüme edilirken; bunlar, ALLAH olarak, ya da RAB olarak tercüme edilir.
Bu isim ELOH, İLOH, İLAH olarak değişmiştir. Sonunda da ALLAH kelimesine varıldığı iddia edilmektedir.
ALLAH kelimesi Arapça değildir. İslamiyet’in çıkışında; Güney Arabistan’da, küçücük bir Arap aşiretinin putunun adının Allah olduğunu biliyoruz.

Uzun süren bir esaretten kurtulan İsrail oğullarının maneviyatlarını yükseltmek için, onlara üstün nitelikli sıfatlar verilmiştir.
Dini metinlerinde, KABALA’LARDA VE TEVRAT’TA BU ANLATIMLARA SIŞÇA RASLANMAKTADIR.
YEHOVA, bütün ulusları, mallarıyla birlikte, İsrail oğullarının emrine sunmuştur.
İsraillilere karşı gelenlerin kemiklerinin taşla kırılmasına da izin verilmiştir.

Bundan birkaç sene önce; iki İsrail askerinin; bir Filistinli gencin ayak kemiklerini taşla kırmaları, televizyonlara da yansımıştı.
39 kitaptan oluşan Tevrat’ın beş kitabı Hz. Musa’ya aittir. ”TORA, TORA”, TÖRE adını taşır.
Tüm kitaplara, Tevrat denilmiştir. Yahudi dinsel metinlerine göre; bütün ulusların kadınları ve kızları İsrail oğullarının cinsel içgüdülerine tabidir.
İsrail oğulları, yaptıkları her türlü toplumsal olayları, tanrılarının emir ve desteklerine dayandırmaktadırlar.
Bu konularda, Tevrat’a bir göz atmak yeterlidir sanıyorum:
“İsrail, Doğu Filistin’i tamamıyla ele geçirmek için giriştiği savaşların en zorlusunu bundan sonra yapar. Midyani’lere karşı imha savaşı! Lut’un torunları oldukları söylenen Moab’lılarla hısım sayıldıkları için İsrail oğulları onları esirgemektedir, ama Midyani’lere karşı amansızdırlar. ”H.Örs, Musa ve Yahudilik. S.135-136.”
Şimdi; Tevrat’ın Sayılar bölümü 31-7-19’uncu ayetlerini hep birlikte okuyalım:
“Ve Rabbin Musa’ya emrettiği gibi, Midyan’a karşı cenk ettiler ve her erkeği öldürdüler…
İsrail oğulları, Midyan kadınlarını ve onların çocuklarını esir aldılar ve bütün hayvanlarını, bütün sürülerini ve bütün mallarını çapul ettiler ve içinde oturdukları bütün şehirleri ve bütün obaları yaktılar.
Savaş sonrası; savaşçılar, aldıkları ganimetleri ve esirleri getirince, Musa’nın tepkisi çok korkunç oldu:
“Musa onlara dedi: Bütün kadınları sağ mı bıraktınız? İşte, İsrail oğulları’nın, Peor-Baal- meselesinde Balam’ın öğüdü ile Rabba karşı tecavüz etmelerine bunlar sebep oldu. *-Hâlbuki daha önce, Balam’ın İsrail’e iyilik dilemekten başka bir şey yapmadığını gene Tevrat anlatmıştı—Ve böylece Rabbın cemaatı arasında veba oldu.
Ve şimdi, çocuklar arasındaki her erkeği öldürün ve erkekle yatmış olarak erkek bilen her kadını öldürün. Ve erkekle yatmış olmayarak bilmeyen bütün kadın ve çocukları kendiniz için sağ bırakın.” Sayılar:31-7-19.
“Ve bütün İsrail, orada onun ardınca zina ettiler ve Gideon’a ve ev halkına bir tuzak oldu.” Hâkimler, 8-27, Bütün bu tecavüzler ve yıkımlar; bir melek aracılığı ile emirlerini ileten Yahve’nin emirleriyle olmaktadır.
Tevrat, İsrail oğulları’nın bir bakıma tarihleridir. Tevrat’ın hangi bölümünün hangi tarihte yazıldığı bilinmektedir.
Tevrat’ta; her sefer dönüşü; ”binbaşıların, ganimet olarak yağmalanan altın ve kıymetli eşyaları çadırlarında oturan Hahamlara verdiklerini” yazmaktadır.
Kuran’ı Kerim’in sekizinci Enfal suresinin ilk ayetinde: ”ganimetin, Tanrı ile peygambere ait olduğu” yazılıyken; Hüneyin gazvesinde; elde edilen:
1- 24.000 deve,
2- 44.000 davar,
3- 6.000 esir;
4- 300 okka altın, -Sayın Ş.Keçeli,4,000 okka altın ve gümüş diyor.-
5- 600 okka gümüşün paylaşımda büyük tartışma çıktığı için; aynı surenin 41’inci ayetinde, yağmadan elde edilen ganimetin (8) zümreye paylaştırılması emredilmiştir.
Hz. Muhammet’in sütannesi Âlime de ganimet olarak alınan esir kadınlar arasında bulunmaktadır!
Hz. Muhammet, Mekke’yi gizlice terk edip, Medine’ye sığındığında, orada yaşayan Yahudi toplumu ile 65 maddelik bir anlaşma yapmıştı. -Taha Akyol; Medine’den Lozan’a-
Bu anlaşmaya göre; Hz. Muhammet, kervan basma gibi eylemlere girişmeyecek, Medine’deki huzuru koruyacaktı.
Bedir Gazasında; kendisini Beni Nadir Yahudi aşiretinin öldüreceğini öğrenen Hz. Muhammet; Beni Nadir Yahudi aşiretinin tüm mallarına el koyarak, kendilerini Medine’den sürgün etti.
Uhut Gazasından sonra da; Beni Luka Yahudi aşiretini, 24 saat içersinde, bir deve yükü eşya alarak Medine’yi terk ettirdi.

Bir kış günü; Müslümanlığı kabul etmemiş Kureyşlilerin, 10,000 kişilik bir kuvvetle Medine’ye saldıracakları haberini Hz. Muhammet’in amcası Abbas bildirince, Medine’deki panik, şehrin etrafına hendek kazılması ile durduruldu
Medine’de yaşayan en büyük Yahudi topluluğu olan Kureyza; Mekkelilerle bir oldu. Kureyza kabile reisinin kızı Safiye de, Hayber Yahudi aşireti reisinin oğlu ile evliydi.
Mekkeliler, Medine ablukasını kaldırıp, Mekke’ye dönünce; Kureyza aşiretinin anlaşmaya uymama konusu gündeme getirildi.
Kazılan hendekten atlayarak geçmek isterken, bir ağaç dikmesinin üzerine düşerek, ağır yaralanan bir Müslüman hakem seçildi. Hasta haliyle Medine’ye gelen bu seçilmiş hakem, iki tarafı dinledikten sonra; kararını açıkladı:
“Kureyza aşiretine mensup, bütün ergin erkeklerin boyunları vurulacak; bütün malları ve mülkleri ellerinden alınacak, çocukları, kadın ve kızlarına esir işlemi yapılacaktır. ”Meydana toplatılan Kureyzalı erkeklerin, meşale ışıkları altında; bizzat Hz. Muhammet tarafından, etek kıllarına bakılarak; etek kılları siyah olanlar cellâtlara teslim edilerek boyunları vuruldu.*-İslam Ansiklopedisi, Beni Nadir, Beni Luka ve Kureyza maddeleri.-

O minibüste, Yahudi düşmanı arkadaşım:
“-Kureyza Yahudi kavmi, Allah’ın emri ile öldürüldü!” demişti.
İşin en çok tuhafıma giden tarafı da; büyük bir din bilginimizin, aynı fikri yayımlaması oldu:
Ol bilginimizde, bu soruya yanıt olarak, gazetedeki köşesinde: ”Kureyza Yahudi aşireti Allah’ın emri ile öldürüldü” diye yazdı,
-Hz. Musa, tanrısının emrini uygulayarak kadın esirleri öldürtmüştür.
-Diğer kavimlere verilen her türlü zarar, Hz. Musa’nın tanrısının emri gereğidir.
-Bütün kavimlerin malları ve canları Musa Peygamberin tanrısının emri ile İsrail oğullarının tasarrufundadır.
-Tüm insanlara yapılacak işlemler Hz. Musa’nın tanrısının emri gereğidir. Tevrat ve İsrail dini metinleri böyle yazmaktadır.

Şimdi, gelelim İslam tarafına:
-23 senede, Kuran’ı Kerim’in 80-200 ayeti neys oldu-Nakzedildi- Kıble Kudüs iken Kâbe’ye döndü.
-Kureyza Yahudi aşiretinin tüm ergin erkekleri, Ulu Tanrımızın emirleri üzerine öldürüldü! Kadınları, kızları ve çocukları esir işlemine tabi tutuldu. Tüm mal varlıklarına Ulu Tanrımızın emirleri gereği el konuldu!
-Hz. Muhammet’in kölesi ve üvey oğlu Zeyd’in boşadığı karısı, Hz. Muhammet’in yeğeni ve eski nişanlısı Zeynep’in, Hz. Muhammet ile nikâhlarını bizzat Ulu Tanrımız kıydı. -Kuran’ı Kerim, 33’üncüAhzap suresi, 37’inci ayet.-

-Kuran’ı Kerim’de, Ulu Tanrımız, Hz. Muhammet’e:
“Ne bir eksik, ne de bir fazla, sen tebliğ et” diye seslendi. 5’inci Maide suresi, 67’inci ayet.
Şimdi de buradan 2’inci Bakara suresine geçelim:
Bakara suresi, İsrail oğullarının yaptıkları kötülükleri ve döneklikleri, uzun, uzun anlatmakta; tanrı’nın nimetlerini inkâr ederek, Musa peygambere de Bin bir zorluk çıkardıklarını sayıp, dökmektedir. Kuran’ı Kerime ve Hz. Muhammet’in getirdiklerine inanmadıkları takdirde, nasıl bir Tanrısal azapla karşılaşacakları anlatılmaktadır.114’üncü ayette:
“Allah’ın mescitlerinde (secde edilen ibadet yerlerinde) onun anılmasını men edenlerden, onların harap olmasına koşanlardan daha zalim kimdir? Onların hakkı oralara korkak, korkak girmekten başkası değildir. Dünya’da rüsvaylık onlarındır. Ahiretde en büyük azap da yine onların”.
211’inci ayet: ”Sor İsrail oğullarına; onlara nice açık ayetler verdik. Kim Allah’ın nimetini; o nimet kendisine geldikten sonra, küfr ile değiştirirse, şüphesiz Allah, cezası pek çetin olandır” demektedir.
217’inci ayette: ”.fitne katilden de beterdir.” Demektedir.
İsrail oğulları’nın, kıyamete kadar, yenilginin mahcubiyeti ile yaşayacakları anlatılmaktadır.
Prof. Dr. Sayın Süleyman Ateş, senelerce önce, Milliyet gazetesi için hazırladığı iki küçük kitapçıkta, çok ilginç bir yaklaşımda bulunmuştu. Hz, Muhammet, Mekke döneminde, Hz. İsa gibi, bireyin kurtuluşunu sağlayacak ayetler getirmişti.
Medine döneminde; daha katı, bir devlet için gerekli ayetlerle gelmişti. Tekrar Mekke döneminde inen ayetler daha katıydı.

Üç kutsal kitabı incelediğimizde, şöylesine bir olgu ile karşılaşırız:
-Hz. İsa, bireysel olarak tüm insanları kucaklamıştır.
-Hz. Musa, Yalınız İsrail oğullarını kucaklamıştır.
-Hz. Muhammet, Kureyş kavmini ve Arapları kucaklamıştır. Öncelikle; şu ayetlere bir bakmalıyız:

-42’inci Şuara suresi, 7’inci ayet: ”Ve işte böyle sana –Hz. Muhammet’e-Arabî bir Kuran vah yetmekteyiz ki Umm’ul kura’yı (Mekke şehrini) ve çevresindekileri sakındırasın ve o toplama günü’nün dehşetini haber veresin-Onda şüphe yok-, bir fırka cennet’te bir fırka sair’de 8 çılgın ateş içinde”
-12’inci Yusuf suresi, 2’inci ayet: ”Biz O’nu sana aklınızı çalıştırasınız diye ARAPÇA bir Kuran olarak indirdik.”
-14’üncü İbrahim suresi; ayet 37: ”Biz, görevlendirdiğimiz her resulü ancak kendi toplumunun diliyle gönderdik ki onlara açık, seçik beyanda bulunsun. Bunun ardından Allah dilediğini saptırır, dilediğini de iyiye ve güzele kılavuzlar. Azizdir, Hâkimdir o”.
-16’ıncı En Nahl-Hurma- suresi, 103’üncü ayet: ”Andolsun ki biz, onların “Kuran’ı ona bir insan öğretiyor” demekte olduklarını biliyoruz. Nispet etmeye uğraştıkları adamın dili yabancıdır. Oysaki bu, apaçık ARAPÇA bir dildir.”
-20’inci Taha suresi, 113’üncü ayet: ”Biz o’nu işte böyle ARAPÇA bir Kur’an olarak indirdik ve onun için de tehditleri türlü yâd elerle sıraladık ki, korunabilsinler yahut ta Kuran onlara yeni bir hatırlatıcı, hatırlatma sunsun.”
-39’uncu Zümer suresi, 28’inci ayet: ”Bunu, eğrisi, büğrüsü olmayan ARAPÇA bir Kuran olarak indirdik ki, korunup sakınabilsinler.”
-64’ÜNCÜ TEGABÜN SURESİ, 12’İNCİ AYET. ”ALLAH’A İTAAT EDİN, PEYGAMBERE İTAAT EDİN, EĞER BUNDAN YÜZ ÇEVİRİRSENİZ BİLİN Kİ, PEYGAMBERİMİZE DÜŞEN APAÇIK TEBLİĞDİR.”
Türkler için söylendiği iddia edilen hadisleri bir kenara bırakıyorum. Şu iki hadis; canımı fena halde sıkıyor:

-Bütün dünya Müslümanlarını, Kureyşli Müslümanlar yönetecek; bütün kâfirleri de, Kureyşli kâfirler yönetecek!”

1- MÖ.13’üncü asırda yaşamış olan Hz. Musa’nın 10-13 emrinin varlığını biliyoruz. Hz. Musa’dan sonra; Tevrat yazıcısı Hahamların, İsrail oğullarının yaşadığı dönemleri Tevrat’a eklediklerini de biliyoruz.
Daha sonraları; Tevrat’a inanırlık kazandırmak için, Tevrat’ın KELAMULLAH olduğu inancı ortaya atılmıştır.
2- MÖ. 325 İznik konsülü ve 431 Efes konsülü sayıları yüzleri çok aşan İNCİL’İ dört adet olarak kabul etmiştir:
1- Yuhanna incili,
2- Matta İncili,
3- Markos İncili,
4- Lukas İncili.

Bunlara KANONİK—YASAL—İNCİL DENİLMİŞ; GERİ KALAN İNCİLLE DE APOKRİF OLARAK KABUL EDİLİP, YAKILMIŞTIR.

Daha sonra; Barnabas İncili bulunmuştur. İncillerde, 23 yerde adının geçmesine karşın Barnabas, kilise babalarınca aforoz edilmiştir.

1945 senesinde; Mısır’da bir çocuk mezarında, bakır levhalara yazılmış, 114 surelik yeni bir İncil, Saint Thomas İncili bulunmuştur.
İnciller; Roma’ya Senato’ya gönderilmiş, iki rapora dayanılarak yazılmıştır. Hz. İsa’nın hayat öyküleridir.

İlk İncil; Hz. İsa’nın ölümünden 160 sene sonra yazılmıştır. Tevrat, AHDİ ATİK; İnciller de AHDİ CEDİT diye anılır.
Mademki; Tevrat Tanrı Kelamıdır; İnciller de niye Tanrı Kelamı sayılmasın mantığı ile Onlar da tanrı kelamı sayılmışlardır.
Prof. Dr. Sayın Süleyman Ateş, yukarıda sözünü ettiğim iki küçük kitabında, Kuran’ı Kerim’in Kelamullah olmayıp, Kelam’ı Resülullah olduğunu belirtmiştir.

Emeviler döneminde; Kuran’ı Kerim de Kelamullah olarak benimsenerek, diğer semavi kitapların sıfatı kazandırılmıştır.
*Üç semavi kitap ta, tanrısal boyuta taşınmış ve asırlarca böylece kabul edilmiştir.
*İsrail Devleti, Tevrat’a dayalı bir din devletidir. Gücünü ve dayanağını Tevrat’tan alır.

*DEMOKRATİK, LAİK, EVRENSEL HUKUKA DAYALI, SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİR DÜNYA DEVLETİDİR.
*Türkiye Cumhuriyeti’nin dışındaki Müslüman ulusların uyruğu olduğu tüm devletler de, Kuran’ı Kerim’e dayandıklarını iddia eden, dogmatik, katı, çağımızın dışında, ortaçağda yaşayan, KADINLARINI TANRISAL ÖFKE İLE CEZALANDIRAN BİRER FANATİK DEVLETTİR.

Allah’ın kanunu kabul ettikleri Kuran’ı Kerim hükümleri dışında hiçbir hüküm kabul etmemektedirler.

Filistin’de konuşlanan Hamas, İslami Terör Örgütü de, Kuran’ı Kerim hükümleri dışında, hiçbir hükmü kabul etmediğini bildiren bir örgüttür ve tüm dünya’da TERÖR ÖRGÜTÜ OLARAK KBUL EDİLMEKTEDİR!

İsrail, Tevrat’a dayanarak kendi tanrısının emirlerine uymaktadır!

Arap Âlemi ve özellikle de İran, Kuran’ı Kerim hükümlerine, kendi tanrılarının emirlerine uymaktadır!

İsrail Devleti ve İsrail oğulları yeryüzünden kaldırılmalıdır!
Elinde 5000 adet basit rampalardan fırlatılan füze bulunan Hamas Terör örgütünün düzenli bir askeri yapılanması da vardır. Bu füzeleri, evlerin balkonlarından, okulların ve sağlık birimlerinin bahçelerinden, İsrail’e fırlatarak masum insanların ölmesine ve sakat kalmasına neden olmaktadır.

İsrail’in anında karşılık vermesi ile ölen Filistinlilerin cenazeleriyle de acındırma propagandasına girişmektedir.

Kendi şehitlerine yapmadığı yardım kampanyasını Türkiye Cumhuriyeti bile Filistinliler için yapmaktadır.

Hamas Terör örgütü; ”BİR İNSANI ÖLDÜREN TÜM İNSANLIĞI ÖLDÜRMÜŞ OLUR!” İslami inanca da aldırış etmemektedir.

Filistin’de seçimle gelen bir hükümet var iken:
Türkiye Cumhuriyeti’nin Hamas ile siyasi diyalog kurması;
“Hamassız Filistin davası çözülemez,” diye, uluorta beyanlarda bulunması, en sonunda, Türkiye Cumhuriyeti’ni PKK ile bir masaya oturtabiliri hesaplaması gerekmektedir.
-Hamas, Iranın ve diğer destekçi Arap ülkelerinin taşeronluğunu yapmakta; Hamas yöneticileri de, bu arada lüks içinde 4-5 kadınla saltanat sürebilmektedir.
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığım nedenlerden dolayı, Arap ülkelerinin İsrail ile anlaşması mümkün değilken; Sayın RTE’ nin arabuluculuğa soyunması, duyguları ile düşünen ve duygularıyla karar veren kuru kalabalıklardan alkış ve oy alır.
Amma, velâkin, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN DIŞ POLİTİKASINI VE DIŞ İTİBARINI YARALAR. ARAP ÂLEMİ, İSRAİL İLE ANLAŞMAYA VARDIĞI GÜN; İÇ SORUNLARINI ÇÖZÜLEMEZ BİR HALDE BULUR.
-Hamas’ı siyasi muhatap yaparak, İsrail’i yüklenmemiz, YAHUDİ LOBİSİN’Nİ YİTİRMEMİZE neden olur.
-İsrail ile dost olarak dış hatta çıkmış olan Türkiye, bu dostluğu yitirmekle, tamamen kuşatılmış olarak kalır.
-Haber alma ve teknik yararlanmayı yitirir.
-İsrail’i bir terör örgütü için yitirmek başımıza çok işler açar.

Kemalist sistemi yıkarak Kuran’a dayalı bir şeriat sistemi getirmek için yemin ve kasem eden Sayın RTE’NİN, Davos’taki çıkışı mı TAKİYYEDİR; YOKSA ARABULUCULUK TEKLİFİ Mİ TAKİYYEDİR?

74- TEMEL TEMELOĞLU'NUN YANITIDIR!

OSMAN TÜRKOĞUZ
İzmir; 25 Aralık 2008



74- TEMEL TEMELOĞLU’NUN YANITIDIR!

Rize’ye gönderilen Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişlerinden Sayın Hüsamettin Gerigiderler; Rize Lisesi’nin en yetenekli öğrencilerinden, Temel Temeloğlu’nu ayağa kaldırarak:
“-Sen söyle bakalım; bizim Başvekilimiz Sayın Recep Tayip Erdoğan, ne yaparlar?” sorusunu yöneltmiş.
Temel Temeloğlu; kendisine öğretildiği gibi, çok yüksek bir sesle, kendisini takdim ettikten sonra; emir tekrarı yapmayı da unutmaz:
- Her Cuma ve İslam’ın kutsal saydığı günlerde, Sayın Başbakanımız, namazlarını ayrı, ayrı camilerde eda ederler,
- AKP’NİN tüm kongrelerine iştirak edip; Milletin Savcılığı ve Halkın Doktoru görevlerini eda ederek, var olan olumsuzlukları yok ilan ederler. Olumsuzlukları, büyük bir beceri ile olumluya dönüştürürler,
- ANAYASA MAHKEMESİNE, YARGITAYA, DANIŞTAYA, AHİM’YE TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN ÜST KURUMLARINA VE DAHİ ASKERİYEYE VERYANSIN EDERLER;
- TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN MÜLKİ AMİRLERİNE BEDAVA KÖMÜR, FASULYE VE DAHİ MAKARNA DAĞITTIRIRLAR.
- En iyi kömür dağıtan valimizi merkeze alarak, kızağa çekerler;
- ÇOCUKLARINI, 5,000 POLİSİN KORUMASI ALTINDA, SARAYLARDA EVLENDİRİRLER;
- PARASIZLIKTAN, AMCALARI VE RİKSOS OTELİNİN SAHİBİNİN PARASAL VE KENDİLERİNİN DE SİYASAL DESTEKLERİYLE, ÇOCUKLARINI USA! DA OKUTURLAR. PARASIZLIKTAN AMCA DESTEĞİ İLE OKUYAN VE ŞİMDİLİK, BİR GEMİ SATINALAN OĞLUNDAN BORÇ PARA ALIRLAR,
- MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINI İMAM KADROLARIYLA DOLDURTURLAR,
- ”DİNSİZ VE LAİK KEMAL PAŞA KANUNLARINI! DEĞİŞTİRİP, ŞERİATA DAYALI BİR DEVLET KURACAĞI HUSUSUNDA, TÜM MUKADDESATI VE DAHİ DİNİ ÜZERİNE YEMİN, KASEM” EDERLER,”
- TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN UÇAKLARI İLE TÜM AİLESİNİ VE YAĞDANLIKLARINI ALARAK, DÜNYA TURUNA ÇIKARLAR.”
Dehşete düşen Sayın Müfettiş:
-“Kes, sen beni tekrar imamlığa mı döndürmek istiyorsun’”, diye bağırınca; sınıf ayağa kalkar:
“-Burası, Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN okuludur; burada sadece yalın gerçekler konuşulur;” diye bağırırlar.

İzleyiciler

Blog Arşivi