10 Nisan 2010 Cumartesi

72- JEOPOLİTİK'İ BİLMEDEN ÖTEN AHMAKLARA


OSMAN TÜRKOĞUZ

Çeşmealtı; 08 Ağustos 2008



72- JEOPOLİTİK’İ BİLMEDEN ÖTEN AHMAKLARA



“Üzerinde yaşadığımız coğrafyaya lâyık bir ulus olduğumuzu kanıtlayamazsak;
Karagözümüzün hatırı için, bizi bu coğrafyada yaşatmazlar.
Gazi Mustafa Kemal



Ben, yanılıp, yenilip te, Turizm Bakanı olsaydım ne mi yapardım? Her an, dört mevsimin yaşandığı ülkemizi gezip görmeyenlere, yurt dışına çıkış yasağı koyardım.
İzmir’den başlayıp, sahillerimizi görmek; Anadolu içlerinde dolaşmak, Karadeniz kıyılarının yeşillikleri içinde kaybolmak, Zonguldak yöresini yudumlamak gerekli bir yurt görevidir diye düşünüyorum.
Gördüğüm yöreleri, hep asker gözü ile irdelerim. Bu arada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yerleşim politikasını da hayranlıkla seyrederim. Coğrafyamıza uygun bir yerleşim planı, ancak ve ancak, bu denli başarılı uygulanabilir.
Birkaç sene önceydi; Zonguldak yöresini dolaşmanın keyfi ile İzmir’e indiydim.
Servis aracına oturur oturmaz; hırpani kılıklı birisi konuşmaya başladı. Bu adamın doldurulmuş olduğunu, ötüşünden anladım. Adamcağız şöylece seranatına başladıydı:
“-Bu ülkede gericilik yok. Erbakan’ın partisi irticacı değil. Hep bunları Askeriye yapıyor Neredeyse ülkemizi Yahudi bayrağının altına sokacaklar…”
“-Hop! Hop! Dedim ve ekledim, ”Nereden geliyorsunuz ve necisiniz?
“-Almanya’dan geliyorum”, dedi.
“-Seni iyi doldurmuşlar. Sen, Almanya’dan iyi görüyorsun da, bizler burada ebleh ve kör müyüz? Dedim. Yüksekten ötecekti.
“-Senin saçmalıklarını dinlemek zorunda da değiliz. Sor ki, öğreteyim. Anayasa Mahkemesi kararına ne buyrulur?” dedim.
“-Hep askeriyenin işi. Din. İman.” Diyerek, şahlanmaya kalktı. Tepem attı:
“-Kes ulan geri zekâlı. Kiminle konuştuğunu bil. Ben de eski bir askerim. Suç işlediğinin bile farkında değilsin. Strateji, Taktik ve Jeopolitik ne demek, biliyor musun?” Diyerek, gözüne, gözüne bağırdım.
Şaşkın, şaşkın:
“-Yoo, bilmem”, dedi.
“- Aptal, aptal konuşma, kes sesini ve otur oturduğun yere. Sen o asker sayesinde böyle konuşabiliyorsun. Çekersen askeri, yirmi dört saatlik ömrün kalır.”dedim; adam pustu.
Pusmasına pustu amma, aramızda oturan Genç bir kadının kulağına mıdır, mıdırları doldurmaya başladı.
Asker aleyhine propaganda yapmak için görevlendirildiği anlaşılan Adam, poligon’da araçtan indi.
Servis aracında tıs! Yoktu.
Genç Hanım, oflayıp, tıslayarak, tepkisini göstermek istedi; yüz vermedim.
Servis aracındaki insanlarımızın suskunluğunun nedeni. Bilgi olmayınca, korku egemenlik salar.
İnsancıklar, içlerinden: ”Aman konuşmayayım, konuşursam başıma işler açılır,” diye düşünmektedirler.
Susa, susa, hırsızlara ve vurgunculara, iktidar yollarını asfalt haline getirdik.
Kimin umurunda, yılanın başkalarını sokması?
erkes niçin suskun
Süper bir Genelkurmay başkanı olduğunu kanıtlayan Orgeneral Sayın İsmail Hakkı Karadayı; eylem ve icraatları ile de iyi bir devlet adamı olduğunu göstermişti.
Bir taraftan, Avusturya’ya gitti, öte taraftan Moskova’ya indi. Üst rütbedeki Genelkurmay yetkilileri, Bulgaristan’a, Romanya’ya ve Ukrayna’ya resmi geziler düzenlediler. Arnavutluk komşu kapısı oldu. Adriyatik Denizi’ndeki Paşa Limanı kimin eseri dersiniz?
Kahraman Türk jandarması, Mozambiklilere Türkçe türküler eşliğinde spor yaptırmada.
Kara Harp Okulunda öğrenim gören birçok ulus’un subayları, 29 Ekim.1998’de Türk tören Tümeninin bir parçası olarak Hipotrumdaydı.
O Macar bölüğünün geçişi neydi öyle?
Sayın İsmail hakkı Karadayı İsrail’deydi. Ondan öncede, Sayın Çevik Bir İsrail’deydi. İsrail Genelkurmay başkanı korgeneral’de Ankara’daydı.
Daha önceleri; Sayın Erbakan Başbakan iken, Ankara’ya gelen İsrail Milli savunma Bakanı, Sayın Erbakan’a zor anlar yaşatmıştı.
Arap âlemini küstürmekten ürken ve dahi korkan, 25 kere Hacı Erbakan, Misafir Bakana, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Binasında, ballı çay ikram etmişti.
Tarihe duygularla yön vermeye kalkanları, tarih hep rezil etmiştir. Yunanlının Megalo İdeası ve Anadolu seferi sonu felâketle biten bir duygunun eseri değil miydi?
Dünyayı, şalvar ya da eteklik giymiş bir Güzel Kız farz edelim. Giydiği şeyin göbeğini bir kuşakla sarıp, kuşağının ucunu da, göbeği üstüne düğümlesin. İşte O KUŞAK VE DÜĞÜM TÜRKİYE COĞRAFYASIDIR. Oraya el atıp, orasını çözen, hem aşağıya hem de yukarıya, KRİTİK BÖLGELERE ve dolayısı ile de O DÜNYA GÜZELİ GENÇ KIZA SAHİP OLUR. Dünya üzerinde, Türkiye böylesine önemli bir coğrafyaya sahiptir. Mareşal Gazi Mustafa Kemal, bu durumu çok güzel anlatmıştır:
“-Üzerinde yaşadığımız coğrafyaya lâyık bir ulus olduğumuzu kanıtlayamazsak, kara gözümüzün hatırı için, bizi bu coğrafyada yaşatmazlar.
”Hitit imparatorluğu, Pers imparatorluğu, Roma İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu bir rastlantı sonucu mu buralarda kurulmuştur?
Hayır, binlerce defa hayır. Rastlantılardan yararlanmak mümkündür; rastlantılara güvenerek yaşamak mümkün değildir.
Anadolu, ipek Yolu’nun geçtiği yerdir ve AVRUPA’YA, ASYA’YA, AFRİKA’YA, KÖRFEZ ÜLKELERİNE BURADAN GİDİLİR. Körfezler çevresi, milyonluk orduları besleme kapasitesine de sahiptir. Petrole giden tüm yollar, Anadolu’dan geçer. Dünya haritasına şöyle bir bakınız.
Hiç yapamazsanız, televizyonların hava durumunu verdikleri haritaya alıcı gözü ile bakınız.
BİR ÜLKENİN COĞRAFYASI; O ÜLKENİN POLİTİKASINI; ASKERİ SRRATEJİSİNİ; EKENOMİSİNİ; SANAYİSİNİ, TÜM YAŞAM KOŞULLARINI, KÜLTÜRÜNÜ, DOST VE DÜŞMANLIKLARINI BELİRLER. BUNA JEOPOLİTİK DENİLİR.
İsterseniz, Almanya’dan örnek vererek sohbetimizi sürdürelim: 19’uncu asrın ikinci yarısında; Prusya Şansölyesi Prens Bismark ile birlikte Prusya Genelkurmay Başkanı Mareşal Kont Helmuth Karl Bernhartd Von Moltke, Avusturya ve Fransa’yı yenerek, Alman birliğini gerçekleştirmişlerdir.
Felt Mareşal Moltke, 91 yaşında ölünce, yerine Kont Schlieffen –Şilifin- alman Genelkurmay başkanı oldu.
Almanya; batısında Fransa ve İngiltere, doğusunda da Polonya ve Rusya arasında sıkışmış bir durumdaydı. Güneyinde; ezip yıktığı, intikam ateşiyle yanan, bir Alman devleti olan, Avusturya- Macaristan İmparatorluğu vardı. ALMANYA, İÇ HAT DURUMUNDAYDI. Ya Fransa ve İngiltere ile anlaşacaktı; ya da Polonya ve Avusturya—Macaristan imparatorluğu ile anlaşarak, DIŞ HATTA ÇIKACAKTI. Başka türlü başarılı bir savaş yapması mümkün değildi.
Savaş başlamadan önce, politik strateji bunu gerektiriyordu.
Ünlü Mareşal Moltke: ”Stratejik alanda yapılan hatalar, taktik alanda elde edilecek başarılarla düzeltilerek zafere gidilemez; ”kuralını ortaya koymuştu.
Kont ŞİLİFİN, başka türlü bir plan yaptı.
Mademki, İngiltere, Fransa ve Rusya anlaşmışlardı, Almanya bunların üçü ile savaşacaktı Almanya, yedi ordu ile Fransa’yı yenip, Rusya’yı saf dışı bırakmalıydı.
Mareşal Moltke’nin yeğeni olan Mareşal Aptal Moltke bu planı uygulayamadı ve ALMANYA DIŞ HATTA ÇIKAMADI.
Fransa’ya beş ordu ile yüklendi. Doğu’da Mareşal Hindenburg ve Kurmay başkanı Ludendorf, Fransız asıllı General Fransuva’nın hazırladığı planı uygulayarak, iki Rus Ordusunu imha etti. Batı cephesine, İngilizler ve Amerikalılar yetişerek savaşı siper muharebelerine dönüştürdüler.
İÇ HATTA KALAN ALMANYA YENİLDİ. Aynı hatayı Onbaşı Adolf Hitler de yaparak Almanya’yı felâkete sürükledi. Savaş, yalınız askeri güçlerle kazanılmaz, savaş, barışta yapılan anlaşmalarla kazanılır.
İngiltere’ye bir bakalım. Muharebeleri yitirir, savaşları kazanır. İngiltere, hep dış hattadır. Prusya ile anlaşır, Fransa’yı yener. Fransa ve Rusya’yla anlaşır Almanya’yı yener. Ondokuzuncu asrın ilk çeyreğinde, Fransa’nın Meksika’da çevirmek istediği dış hat manevrası, Meksika’ya İmparator yaptığı bir aptalın kurşuna dizilmesi ve İmparatoriçe Charlot’un çıldırması ile son bulmuştur. Son Arjantin ve İngiltere bunalımında; USA. İngiltere’yi destekleyerek Arjantin’i iç hat durumuna düşürerek perişan etmiştir.
İkinci Dünya Savaşında, Hitler Almanyası, Japonya ile anlaşmıştı. Japonya, Pörl Harbur’da, USA’NIN Pasifik donanmasına bir baskın düzenleyerek, savaş ilan etmeden savaş açtı. Japonya, bir taraftan Çin, Avustralya ve Okyanusya adaları ile de savaşmaktaydı. Bu nedenle Rusya’ya karşı savaş açamadı. Almanya’nın Tokyo büyük elçiliği Müsteşarı, bu durumu Stalin’e duyurdu. Japonların karşısında bulunan kırk tümeni Alman cephesine kaydıran Josef Stalin, iç hatta düşmekten de kurtulmuş oldu. Nazi Almanyası da, alabildiğine, iç hat durumuna gömüldü ve yenildi. İkinci Dünya Savaşı sonunda, soğuk savaş döneminde, USA. S.S:C.Birliğini yedi kat dıştan sararak, o’nu iç hat durumuna soktu. Rusya’nın boğulmaktan ve dağılmaktan başka çaresi kalmamış oldu.
Devletler, coğrafyalarının gereğini yerine getirmezlerse; talihleri ve dahi tarihleri hep gerisin geriye akar. Polonya’yı inceleyiniz; tarihlerinde kazandıkları tek zafer, kendilerini sürekli bir şekilde koruyan Türklere karşı olmuştur. Bir Polonyalı ermiş:”Türk atları Vistül nehrinden su içmedikçe, Polonya’ya kurtuluş yoktur;” demiştir. Jean Sobieski adlı bir Salak Kral,12 Eylül.1683’te, Viyana önlerindeki Osmanlı ordusunu yenerek, coğrafyalarına ters bir biçimde kazandığı bu zafer, Polonya’nın parçalanmasını ve dağılmasını sağlamıştır.
Tüm General Mehmet Suat Eren’in gayreti yle, Milli Güvenlik Kurulu bir kitap yayımlamıştır.”Devletin Kavram ve Kapsamı” adlı bu eser,1990 yılında yayımlanmıştır. Bu çok kıymetli eser, okullarda, Milli Güvenlik Derslerinde okutulmalı, Milli Güvenlik Dersleri angarya olmaktan ve tanıdıkları öğretmen yapmak eyleminden kurtarılmalıdır. Bu kitapta; Strateji, Milli Strateji, Jeopolitik ve Coğrafya’nın Gücü, derinlemesine araştırılmıştır Strateji, Eski Yunancada STRATEPOS, generalin savaş sanatı anlamına gelmektedir.
Karl Von Claussevitç, tüm general rütbesinde emekli olmuş, Prusyalı bir generaldir.”KAN” adlı bir eser yazmıştır. KAN-Cannes-Kartacalı General ANİBAL’IN Romalıları yendiği muharebenin yapıldığı yerdir. Kan muharebesi bir imha muharebesidir. Kitabına;”savaşı kazanmak için muharebeleri kazanmak sanatıdır”adını vermiştir.
Felt Mareşal Helmuth von Moltke: ”Strateji, bir çare bulma sanatı, en zor şartlar altında icraatta bulunma sanatıdır”, demiştir.
Erdall Hart: ”Strateji, siyasi kararlarla saptanan sonuçları meydana getirmek üzere, askeri kuvvetlerin kullanılma sanatıdır;” demiştir. WilliamH. Nevman ve Charles E Summer:” Strateji, hasım tarafın manevrasını atıl bırakmak, başka bir deyişle; bir planı onun etkisine muhatap olacakların hesaplamak üzere düzenlemektir,” demişlerdir. Andre Beaufre.”Strateji, anlaşmazlıklarını çözmek için kuvvete başvuran iki hasımın irade diyalektiğidir,” demiştir.
“1850’lere kadar; savaş, başlıca bir askeri olaydı. Savaşta, başlıca askeri kuvvetler kullanılırdı; sanayinin büyük çapta etkisi olmazdı.1945’ten sonra ortaya çıkan ve günümüzde de geçerliliğini koruyan, barış ve savaş hali düşünmeksizin, ulusların topyekûn bir mücadeleye girdiği devrede, strateji anlamı kapsam değiştirmiş, çatışma alanı( politik, ekonomik, sosyal, kültürel ya da askeri) ne olursa olsun, mücadelede kullanılan vasıtalar (diplomatik baskı, ekonomik sızma, yardım, boykot, abluka, kültürel nüfus, propaganda, yıkıcı faaliyet, askeri tehdit-silahlı kuvvetlerin bir cüzü ve tümüyle- ne olursa olsun içinde yaşanılan devre(savaş ya da barış) ne olursa olsun; “hasım taraf manevrasını atıl bırakmak”,başka bir deyimle, bir planı ve muhataplarının aksiyonlarını hesaplamak suretiyle düzenleme sanatı olarak belirmiştir” s. g.e. s.33.Ünlü Çinli komutan Sun-Tzu:”Coğrafyadan faydalanmayı başaranın ilk şartı.” Saymıştır.
“Milli devlet anlayışında; milletin çıkarları, hem barış, hem de savaşla ilgilidir. Milli devlette, halkın çıkarları ile ilgili strateji, milli hedeflere yöneliktir. Bu bilgilerin ışığında, Milli Stratejiyi şöyle tanımlayabiliriz: Milli Strateji, bir milletin barışta ve savaşta, milli çıkarlarını geliştirmek ve milli hedeflerini elde etmek için, ekonomik, politik, askeri ve Sosyo-Kültürel güçlerini geliştirmek ve kullanmak bilim ve sanatıdır.”s.g.e. s.37.Burada bir eksiklik var: Bir ülkenin politik çıkarlarını koruyup, geliştirmesi için, JEOPOLİK’İNİ ÇOK İYİ BİLMESİ VE BU BİLGİLERİNİ GELİŞTİRMESİ GEREKLİDİR. Milli Strateji, milli hedeflere ulaşmak için, milli gücün nasıl kullanılması gerektiğini belirler. Burada da; karşımıza JEOPOLİTİK KAVRAMI VE KONSEPTİ ÇIKMAKTADIR. DÂHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLAR; el ele ve gönül, gönüle; bu coğrafyaya lâyık bir ulus olmadığımızın kanıtlanması için uğraş vermektedirler. Bizim de, tüm davranışlarımızı buna göre ayarlamamız gerekmektedir. Benden söylemesi.

MİLLİ GÜÇ’ÜN ÖGELERİ.
A.B.D.Kara Akademisine göre:
1-politik,
2-Ekonomik,
3-askeri,
4-Psiko-sosyolojik,
5-coğrafi.
A.P.K. Organski’nin “Dünya Politikası”adlı eserindeki sıralama şöyledir.
1-Coğrafya,
2-kaynaklar,
3—Nüfus ve halk,
4-Ekonomik gelişim,
5-Politik yapı,
6-Ulusal moral.
Charles O. Lerche’nin sıralamasında; görülür maddi öğelerin başında(Tanjibi),COĞRAFYA demektedir. Frederick H. Hartman,”ulusların İlişkileri”, adlı eserinde, Milli Gücü oluşturan öğeleri şöyle sıralamaktadır.
1-Demokrasi,
2-coğrafya,
3-Ekonomi,
4-Bilim ve teknoloji,
5-Tarih, Psiko-sosyolojik durum,
6-İdare ve teşkilat,
7-Askeri unsur. Hans j. Morgenthau,”Uluslar arası Politika”adlı eserinde, dokuz öğeden oluşturduğu milli gücün ilk öğesinin COĞRAFYA olduğunu yazmaktadır. S.g.e. s.105-107
Milli güç öğelerini üç gurupta toplayabiliriz:
1-Ülke, coğrafi güç,
2-Ulus, demografik güç,
3-Yönetim, politik güç. S.g.e. s.111.
“bir ulusun dış politikasında, o ülkenin COĞRAFİ KONUMUNUN ETKİSİ VARDIR. Hatta bir ulusun dış politikasının COĞRAFİ FAKTÖRLERE göre saptanmasını öngören bir JEOPOLİTİK KAVRAM” DA ortaya atılmıştır. Bu, bir devletin politikasının coğrafya olgularına göre saptanmasını öngörür ki, COĞRAFYA BU YÖNÜYLE; DIŞ POLİTİKAYI ETKİLER.”s.g.e. s.121.
Oturup, üşenmeden bu yazıyı neden mi yazdım? Onbir yaşındaki torunum-15Şubat.1999-karşıma oturarak, gözlerini gözlerime dikip:”Dedoş, dedi, Jeopolitik açıdan ülkemizi inceledik. Ülkemizin her yönünden önemini kavradık. İngiliz’i, Fransız’ı, Alman’ı ve Amerikalısının ülkemize neden göz diktiklerini de öğrendik. Ülkemiz.”Kız konuştukça, kulaklarım uğuldadı, gözlerim karardı. Onbir yaşındaki bir çocuk bunu anlamış, devlet adamıyım diyenlerin yedikleri NANELERE bakınız.”Hazreti Muhammed ve tüm Müslümanlar, Yahudilere düşman; bu durum Kuran’a da yansımış. Ah yalellim, ah yalellim.
Coğrafi Güç şöyle tanımlanmaktadır:”BİR ÜLKENİN COĞRAFYASINA AİT CANLI VE CANSIZ, DOĞAL VE YAPAY, GERÇEK VE GÖRECELİ TÜM DEĞERLER, O’NUN MİLLİ GÜCÜNÜN, COĞRAFİ GÜÇ UNSURUNU OLUŞTURUR.”s.g.e. s.208.
Bedir Gazvesine (5)atlı ve (27) kılıçla girişen Hazreti Muhammed’e, melekler yardım etti de, daha büyük bir güçle giriştiği Uhut Gazvesinde (70) ölü vererek niçin yenildi dersiniz? Coğrafi Gücü devreden çıkardılar. İki tepe arasına yerleştirilen (509 okçu, Mekkeliler yenildi zannederek yerlerini, yağma için, terk ettiklerinden, bu durumu gözetleyen Halit bin Velid, süvarileriyle bu geçitten geçmesini, COĞRAFİ GÜCTEN yararlanmasını bildiği için yenildiler. Şimdi, ülkemizin durumuna bir göz atalım: Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlılar döneminde, dört yanımızı çevreleyen devletleri düşman etmeyi becermişiz. İslam Hukukuna göre, o ülkeler,”DARÜL HARP” bölgesiydiler. Gazi Mustafa kemal öldüğünde, J.Nehru hapisteydi. Oradan kızı İndira Gandi’ye şu mektubu yollamıştı:
“ATATÜRK, yeni ve modern bir cumhuriyet kurmakla kalmadı; dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkeyi, dört tarafı dostlarla çevrili bir ülke olarak bıraktı.”Tanrı’nın izniyle, o’na, bu’na ve dahi şuna yaranmak için, dört tarafımızı ve ikinci ve üçüncü kuşak ülkelerini vel Arap ülkelerini kendimize düşman ettik. Önce, doğumuza bakalım. Ermeniler, bir rüyanın peşindeler. Besençon’da birkaç yaşlı ermeni, ağlayarak:”
“Büyük devletlerin, gâvurların oyununa geldik”, dedilerdi.
Kasrı şirin antlaşmasına kadar, İran ile Osmanlı hep boğuşup durmuşlardır. İranlı Mollalar, ŞİİLİK inancını, evrensel MÜSLÜMANLIK İNANCI yapma gayretlerinin yanı sıra, ÇAĞDIŞILIĞI ‘DA ihraç etme gayretleri içindedirler. İsrail’den mal alır, İsrail’e mal satarlar. Bir açılış töreninde, RafsanCANİ denilen yobazın birisi, Türkiye Cumhurbaşkanına demediğini bırakmadı. İsrail’e selam bile vermeyecekmişiz. Onların gerisinde, ilkel mi ilkel TALİBAN yönetimi, o’nu gerisinde de Pakistan denile gericiliğin yuvası. İranlı mollalar, ulusal stratejilerini uygulamaktadırlar.
Güneyimizde, Irak ve Suriye, onların altında da, bizleri öcü gören Ahyalellimciler. Terör yuvası Libya ve Sudan; Kaypak İngiltere, Fransa ve Almanya ve makarnacı ve MAYINCI İTALYA. Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Ukrayna, Rusya, KAFKAS ÜLKELERİ ve TÜRKLÜK ÂLEMİ. Coğrafyamız neyi emrediyor dersiniz? Türk Cumhuriyetleriyle EKONOMİK, KÜLTÜREL VE POLİTİK İŞBİRLİĞİ. Gürcistan’ı, Abhaza’yı, İnguş’ ve Azerbaycan’ı, Rusya’yı küstürmeden desteklemek. İran’ın arkasına geçmek suretiyle DIŞ HATTA ÇIKMAK. Ukrayna ve Beyaz Rusya ile dostluk kurarak Yunanistan ve Bulgaristan’ın arkasına dolanarak, onları iç hat durumuna getirmek. Moldavya ve kırım’ı güçlendirmek. Makedonya ve Bosna-Hersek’e dört elle sarılarak, ekonomik, kültürel ve askeri işbirliği yaparak DIŞ HAT MANEVRASINI TAMAMLAMAK. Körfez emirlilikleriyle ve Kuveyt ile ekonomik, kültürel ve askeri işbirliği sağlamak. Avusturya ve Macaristan ile sımsıcak dirsek temasına girerek, ülke savunmasını bu ölçüler içersinde sağlamak. En önemlisi de, TÜM ARAP ÂLEMİNİ toparlayan İsrail ile EKONOMİK, TEKNİK, ASKERİ, POLİTİK, KÜLTÜREL VE HABERALMA’DA İŞBİRLİĞİ YAPARAK DIŞ HATTA ÇIKMAK. Dört tarafımız düşman ve bizi kuşatan devletlerle kuşatılmış. Kuşağı, dıştan kuşatmak gerek. Biz bunu mutlaka ve mutlaka yapmalıyız. İsrail ile anlaşma, İran’ı, Suriye’yi, Mısır’ı, Yunanistan’ı ve A.B.Devletlerini de bağlar. Biz, savaşacaksak, tek cephede savaşmalıyız; coğrafyamız bunu emrediyor. Ülkemizi Batıya ve tüm İnsanlık âlemine şikâyet eden bir kafa ve vicdanla bu nasıl olur? Derseniz, bugünkü gibi olur derim. Türkiye’de vurguncu, soyguncu ve ÇAĞDIŞI POLİTİKACILAR varsa, coğrafyasını, tarihini, modern savaş sanatını çok iyi bilen, vatansever, Türk yapımı Koltuklarda oturmayı onur sayan ASKERLER DE VAR. BİZ, MUSTAFA KEMAL’İN ÇOCUKLRIYIZ, FİKRİ HÜR, VİCDANI HÜR, İRFANI HÜR GENÇLERİZ. Arap tarihindeki düşmanlıklar, Arapların milli hedefleri ve Milli stratejileri, bizimkilere ters ise, bizi ilgilendirmez. Kıbrıs bunalımında; Amerikan yapımı silahların kullanılmasına getirilen yasakları unutmadık. Türk Silahlı Kuvvetlerine, savaş araç ve gereçleri alımına karşı çıkanların gözlerinden öperim. MEHMETCİK’İN KANI VE CANI; TÜRKİYE İÇİNDİR. SALAKLARA; SOLAKLARA VE MALAKLARA SELAMLAR EDER, ONLAR İÇİN KAYGILARIMI SUNARIM.












71- DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞIMIZ,ULUSAL VE EVRENSEL GÜNLERİMİZİ GÖLGEYE Mİ ÇEKMEK İSTİYOR!

Osman TÜRKOĞUZ

İzmir

24 OCAK 2006

71- DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞIMIZ, ULUSAL VE EVRENSEL GÜNLERİMİZİ GÖLGEYE Mİ ÇEKMEK İSTİYOR!

Diyanet İşleri Başkanlığı; 21 Nisan 571 tarihini; Hz.Muhammed’in doğum günü olarak kabul ederek, bir haftalık süreyi, KUTLU DOĞUM HAFTASI olarak kabul ve ilan etmiştir.

Bu bir hafta içerisinde Müslümanlığın ruhuna yönelik konferanslar, sempozyumlar ve Evrensel bilimsel toplantılar yapılacağı akla gelir. Doğrusu da budur.

Bu bir hafta içerisinde, Laik Cumhuriyet anlayışımıza ters düşecek eylemler ve gösteriler yapılacağı düşünülemez. İslam’ın aydınlık yolunu karartacak kılık, kıyafet ve gösterilerle geçmişe özlemler, ulu orta sergilenemez ve sergilenmemelidir. Aklımız ve çağımız, bizim böyle düşünmemizi emretmekteydi…

2004 yılı KUTLU DOĞUM HAFTASI kutlamaları, tüm ülkemiz genelinde, Diyanet İşleri Başkanlığının desteğinde yapıldı. Yapılmasına yapıldı amma velâkin, İzmir’in bir ilçesinde, Milli Eğitim Bakanlığı yapmış, şimdi rahmetli olan, birisinin adını taşıyan lisede yapılan kutlama töreni, kulağıma çöl kumu kaçırdı!

Bu tören; İlçe yöneticilerinin huzurunda; Çakşır, Şalvar, Kavuk ve Peçe ile ayine dönüşünce; bir emekli öğretmen, ağlayarak töreni terk eder. Onlar, normal ve Laik Cumhuriyete yakışır bir tören olacak diye yanıltılarak, törene davet edilmişlerdi.

Bu olayı yazıp, ilgili yerlere yolladım. Bu okula çocuklarını ve torunlarını veren birçok velinin de bu okulun tutumundan tedirgin olduklarını öğrendim.

Resmi bir kurum, ne idüğü bilinmeyen insanlara, ayin için verilir mi?

Türk Vatandaşı Hıristiyanlar ve Museviler, dinlerinin Kutsal günlerinde, Kutlama töreni için resmi bir öğretim kurumunu kullanmak isteseler; ne yapardınız, ey dini bütün devlet memurları!

Bir de baktık ki 31 Aralık gecesi Mekke’nin fethi kutlamalarına tahsis edilmiş. Gazetelerimizde çarşaf, çarşaf fotoğraflar. Alınları Arapça yazılı pankartlarla süslü insancıklar.

Allah, Allah! Dedim; bu Diyanet işleri başkanlığı, Ulusal ve Evrensel değerlerimize alternatifler mi yaratmak istiyor!

1982 Anayasamızın 136’ncı maddesini açtım, okudum. Bir daha okudum ve bir kâğıda not ettim:

“İ. Diyanet İşleri Başkanlığı”

“ MADDE 136- Genel İdare işinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, Laiklik İlkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir.”

Bu sefer de başka bir kutlama haftası ortaya çıktı.

İstanbul 29 Mayıs 1453 günü fethedilmiş!

Bir hafta önceden başlayan kutlama törenleri.

19 Mayıslara nispet! Niçin hep bir hafta önceden, ama niçin!

Mekke, 1 Ocakta fethedildi; 31 Aralıkta kutlama. Üşenmeden, bazı doğru gibi sunulan tarihleri ve yeni yıl kutlama geleneğini araştırdık.

Anlatılan ve doğru diye Diyanet Sitesine bile alınan tarihler hepten doğru değil.

Sonra; bütün kutsal günleri ay takvimine göre uygula; işinize geldiği zaman da, İslam Tarihini ilgilendiren olayları Papa Gregoriyus’un takvimine çevirerek ver. Ben hesap ettim; hesabım ortada, “senden akıllısı yok mu” diyorlar.

Çok! Amma, inançları hepsinin aklının önünde!

23 Nisan’a gölge düşürmek!

Hz. Muhammed’in DOĞUM_ ÖLÜM Tarihleri

Yaşlarının hesabı

Hz. Muhammed, 21 Nisan 571 pazartesi günü doğmuştur” denilir ve böyle kabul edilir.

A.

a. 21.04.571 Doğum tarihi

b. 08.06.632 Ölüm tarihi ( 12-13 Rebiülevvel 08) (İsl. Ans. c. 5/1.s.477- C.8s.543 13 Rebiülevvel diyor)

08.06.632

-21.04.571

17.01.061 61 yıl bir ay 17 gün yaşamış oluyor.

B. 08.06.632 Ölüm tarihi kesin (63) yaşında öldüğü kesin. O zaman:

- 63

569 M.S 569’da doğmuş oluyor.

Kutlu Doğum haftası, 23 Nisan’a gölge düşürmek için olmuyor mu?

Bizim bu 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramımız çok badireler atlatmıştır.

12 Eylül 1980 Askersel Darbeden sonra, TBMM yerine Milli Güvenlik Konseyi geçmişti.

Genelkurmay Başkanı, üç Kuvvet Komutanı ve Jandarma Genel Komutanı…

Genel tatil günleri çok diye, 23 Nisan’ı güdük haline getirdiler.

Neyse ki; Danışma Meclisi kurulunda, emekli bir kurmay Albayımız bugün kutladığımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının yasalaşmasını sağladı.

Hiçbir Peygamber, hiçbir hükümdar ve hiçbir ulusun yasama kurulları, böyle bir günü düşünmedikleri gibi; 19 Mayıs’ta kutladığımız Gençlik ve Spor Bayramını bile düşünmemişlerdir.

O’nun üstünde de Kutsal Fetih Haftasının gölgesi dolaşmaktadır!

Ama bizim dini ve kimliği bütünlerimiz, bir dinin “denizden haç çıkarma” törenlerine bile tahammül edememektedirler!

01 Ocakta kutlanan Mekke’nin fethi olayına da bir göz atalım. Kesin tarihi bilgilerimize göre; Hz. Muhammed’in ordusu, 20 Ramazan 630’da- Hicri, 20 Ramazan 08’de- Mekke’ye girmiştir.

Öncelikle, Hicri tarihin başlangıcını, Hicri tarihin Miladı tarihe dönüştürülme hesabını bilmemiz gerekir.

Hicri Tarihin başlangıç tarihi; Hz. Muhammedi’n Medine’ye geliş tarihidir

2 Rebiyülevvel 622 tarihini ve 12 Rebiülevvel 622 tarihini Hicretin başlangıcı olarak kabul eden görüşler kabul edilmemiştir.

Hz. Muhammed’e niçin pazartesi gününü mübarek saydığı sorulduğunda; “o gün doğdum, o gün risalete eriştim ve yine o gün hicret ettim” demiştir.

İslam Ans. c.5/1 s.477.08 Rebiyülevvel; 622 Hicri Tarihin başlangıcıdır.

Elimizde, Merhum Faik Reşit Unat’ın 1943 yılında Milli Eğitim Matbaasında basılmış bir kitabı vardır. Ben; bu kitabı eli beş sene önce satın almıştım. Kitabın adı, “Hicri Tarihleri, Miladi Tarihe Çevirme Kılavuzu”

Bu kitabın ikinci sayfasının fotokopisini veriyorum. Bu kitaba göre; 20 Eylül 622 miladi tarihi; 08 Rebiülevvel 622’ye denk gelmektedir.

Rahmetli Büyük Bilgin Abdülbaki Gölpınarlı, “Hz. Muhammed ve Hadisleri” adlı eserinin 46’ncı sayfasında şöyle yazıyor; Mekke’nin Fethi başlığı altında:

“”Hicretin 8’inci yılının başlarında; Bekiroğulları, Hz. Muhammed’in amanında olan Kuzan boyuna, içlerinde Kureyş Uluları da bulunan bir bölükle hücum etmişler, Kuzaa’ddan 23 kişiyi öldürmüşlerdi. Bu hareket Hudaybiyya- Hudaybiye- barışının bozuluşu demektir. Hz. Muhammed; Huzaa boyuna, Mekke yollarını tutmalarını emretti. Savaş hazırlığına başladı.”

Hicreti 8’nci yılının başlarında deniliyor. Başında denilmiyor, olay 20 Eylül 08 den sonra oldu anlamı anlaşılıyor. 20 Eylül 630’dan sonra anlaşılıyor.

Mekke’nin Fethi, 20 Ramazan 08; Miladi, 11 Ocak 630’da gerçekleştiriliyor. Merhum Fikret Reşit Unat’ın anılan kitabı ve tüm kaynaklar da böyle yazıyor.

Pekiyi; Diyanet İşle Başkanlığımız, niçin 1 Ocak 630’u kabul ediyor!

Sonra da; Fetih bir gün önceden kutlanıyor!

Maksat yılbaşı kutlamalarına alternatif mi yaratmak.

Öyle ya; bazı kendinden menkul bilginler yılbaşını Hıristiyan bayramı sayıyorlar! Yılbaşı kutlama geleneği nedir, nereden kaynaklanmıştır? Noel kutlamaları nedir, nereden kaynaklanmıştır?

Yılbaşı kutlamaları ANADULU’NUN bayramıdır. Tamamen Anadolu’ya ve bize aittir.

M.Ö. 7500’e varan bir geçmişe sahiptir.

Burdur yöresinde, Kültepe’de yapılan kazılarda; topraktan yapılmış tombul göbeği ve kalçası sarkık, kucağında bir çocuk taşıyan heykelciklere Anadolu Venüs’ü denilir. Doğurganlığın sembolüdür. Kucağındaki çocuk, sevgilisi ya da çocuğudur. Yanında bulunan aslan heykeli de, tüm hayvanların da tanrıçası olduğunu sembolize eder. “Mariya Mater”dir.

Efes’te bulunan heykeli M.Ö. 204 yılında, Roma’ya götürüp, Kartacalılaar’a karşı galibiyet sağlaması umulmuştur.

Meryem Ana motifi de buradan kaynaklanmıştır.

Tüm Ulusların İnançlarına egemen olmuştur. Her devirde ve her ülkede değişik adlarla anılmıştır. Kültepe Tabletlerinde KUBABA, Lidya’da KYBEBE, Firikya’da KYBELE, Hitit’e HEPAT, Tokat ve Kayseri yöresinde MA, Sümerler’de MARİYENNA, HİTİT’TE ARİNNA, MISIR’DA İSİS, Suriye’de LAT, Efes’te ARTEMİS, İtalya’da VENÜS, Yunanistan’da METER, Latinlerde de MATER adıyla kendisine tapınılmıştır.

Kybele, Zeus'un anasıdır; O’nu Girit’te İDA Dağında doğurduğu kabul edilir. KYBELE, Manisa’da, Murat Dağında, ya da Afyon Kalesinde doğmuştur söylencesi, tüm çağların inançlarına egemen olmuştur.

Kybele dinini tapınakları dikdörtgen şeklindedir. Kabe kelimesi de bu kelimenin Arapça söylenişidir. Kybele’nin sevgilisi ATTİS (ATTES ya da ADONİS) kız kardeşi ile evlenirken; Kybele, genç kızın ölümüne neden olmuştur.

Buna üzülen ATTİS te, cinsel organını kökünden keserek intihar etmiştir. Yere saçılan kanından da Manisa laleleri (ANEMON) olmuştur.

KYBELE, oğlu Zeus’e yalvararak, ATTİS’in çam ağacı olarak yeniden dünyaya gelmesini sağlamıştır!

Mitoloji böyle demektedir. Kybele dini’nin rahipleri, ibadet ederken, cinsel organlarını dipten kesmekteydiler. Zamanla, kesme işi penisin uç derisi ile sınırlandırılmıştır.

Çam ağacından ve topraktan yapılan su testileri kadına benzetilmiştir. Testinin ağzına da çam kozalağı kapak yapılmıştır. Anadolu’da; bu gelenek günümüzde de sürdürülmektedir. Çam ağacı sonsuz yaşamın sembolü sayılmıştır. Her yeni yıla girişte, çam ağaçlarını süsleme geleneği bu mitolojiden kaynaklanmıştır!

Hıristiyanlarda; Zeus sözcüğü, Tanrı anlamına gelen DİEU sözcüğüne; Kybele de MERYEM ANA’YA dönüştürülmüştür.

Cinsel organı kesme geleneği sünnet olarak sürdürülmektedir. Kesilen uç, döllenme olsun da bol ürün alınsın diye toprağa gömülmektedir. Çünkü yağmur damlası meni damlasına benzemektedir.

Eski Türklerde iki bayram olduğunu biliyoruz: Baharı karşılama bayramı ve Hasat bayramı. Sümerlerde de hasat bayramına TOMMUZ bayramı deniliyordu.

Aşurenin kökeni de ürünlerin karışımından yapılan tatlıyı şenliklerde hayır olarak dağıtmaktı…

Tek tanrılı dinlere geçildiğinde; eski inançlar da şekil değiştirerek, varlıklarını sürdürmüşlerdir.

İnsanlar, sağ salim geçirdikleri bir eski yılın ardından, yeni yıla eğlencelerle girme geleneğini sürdürmüşlerdir. Eğlencelerin dini inanç özeliği kaybolmuştur. Bizim kutladığımız şey, yeni yılı sevinçle karşılayıp, onun da bize sevinçler getirmesini dilemektir.

Hıristiyan bayramı dediğimiz, NOEL Yortusu’na gelelim. Bağ bozumu şenliklerinin 25 / 12’ ye uzatılmasıdır.

Hıristiyan inancına göre; Hz. İSA, NASIRA kasabasında 25 Aralık’ta doğmuştur.

25 Aralık’ta kutlanan şey de Hz. İsa’nın doğum günü şenlikleridir.

Takvimi bir disipline kavuşturmak için, 25 Aralık 0 (sıfır) kabul edilmemiş, 7 gün ileri kaydırılarak 1 Ocakta başlayan tarihe MİLAT denilmiştir.

Hz. İsa, 07 Nisan 30 tarihinde çarmıha gerilmiştir. Kuran’ı Kerim’e ve BARNABAS İnciline göre Muhbir YAHUDA İSKARIYOT Tanrı tarafından, Hz. İSA’YA benzetilerek çarmıha o gerilmiştir.

Şimdi; hiçbir dini özelliği olmayan yılbaşını, yalan yanlış tarih oyunlarıyla, bir dini simge ile gölgelendirmenin, günümüzde, yeri var mıdır, yeri olmalı mıdır?

KAYNAKLAR

  1. Kur’an’ı Kerim
  2. Abdülbaki Gölpınarlı, Hz. Muhammed ve Hadisleri
  3. İslam Ans. C.5/1 S. 477-cilt 8. S.453
  4. Azra Erhat, Mitolojik sözlük
  5. Anadolu Efsaneleri,
  6. C. W. CERAM, Tanrılar, mezarlar, Bilginler,
  7. C. W. CERAM, Tanrıların Vatanı ANADOLU
  8. İslam Tarihi,
  9. Ansiklopediler,
  10. Burdur Hacılar Venüsü kazıları,
  11. Barnabas İncili- Viyana’da bulunan.

71- YAVUZ SULTAN SELİM SÖYLER

OSMAN TÜRKOĞUZ

İzmir 17 Ekim 2008

71- YAVUZ SULTAN SELİM SÖYLER

BENDENİZ, OLDUM OLASI, BU OSMANLI DENİLEN KİMESNELERE ISINAMADIM.

ASLINDA; ONLAR DAHİ TÜRK DENİLEN BU CANDAN İNSANCIKLARA ALIŞMIŞ DEĞİLLERDİR.

BİZİM HAKKIMIZDA ETTİKLERİ KELAMI YAZMAYA ELİM VE DAHİ VİCDANIM ELVERMEZ.

İDRİS’İ BİTLİSİ- BİTLİSLİ İDRİS - İLE KAFA, KAFAYA VEREN YAVUZ’UN YAPTIKLARI AZ DA DEĞİLDİR.

GENE DE, YAVUZUN İKİ ŞİİRİNİ YAZAYIM.

“SANMA ŞAHIM, HERKESİ SEN, SADIKANE YAR OLUR,

HERKESİ SEN DOST MU SANDIN, BELKİ OL AĞYAR OLUR.

SADIKANE BELKİ OL ÂLEMDEBİR DİDAR OLUR.

YAR OLUR, AĞYAR OLUR, DİDAR OLUR, SERDAR OLUR.”

BU ŞİİRİN BİR ÖZELLİĞİ VARDIR: DİZELER ORANTILI OLARAK ÜÇE AYIRIP, YUKARIDAN AŞAĞIYA OKURSANIZ; HER DÖRT DİZE AYNEN OKUNUR.

BU ŞAİR SULTANIN DAHA ÖNGÖRÜLÜ BİR ŞİİRİ VARDIR. ÇALDIRAN SEFERİ SIRASINDA; YENİ YAPTIRTDIĞI BİR ÇEŞMENİN ALINLIĞINA YAZDIRMIŞ OLDUĞU SÖYLENİR:

“KÜRDE FIRSAT VERME YA RAB, DEHRE SULTAN OLMASIN,

AYAĞINI ÇARIK SIKSIN, ASLA İFLAH OLMASIN.

VUR SOPAYI, AL HARACI, KARNI BİLE DOYMASIN.

OL ÇEŞMEDEN GÂVUR İÇSİN, RUM İÇSİN, KÜRDE NASİP OLMASIN.”

OSMANLI’DA ŞAİR PADİŞAH ÇOKTUR. CİHANGİR MAHLASI İLE ŞİİRLER YAZAN ÜÇÜNCÜ MUSTAFA’NIN BİR ŞİİRİNDEN SÖZ ETMESEK ÇOK AYIP ETMİŞ OLURUZ.

“YIKILIPTUR BU CİHAN SANMA Kİ BİZ’DE DÜZELE;

DEVLETİ CERHİ DENİ, VİRDİ KAMU MÜPTEZELE.

ŞİMDİ, EBVAB’I SAADETTE GEZEN HEP HEZELE;

İŞİMİZ KALDI HEMAN MERHAMET’İ LEMYEZELE.

YA RAB, BENİ BU MESNED’İ VALAYA GETÜRDÜN,

ENVAİ İNAYATINI KILDIN BANA İHSAN,

GÖRDÜN, FUKARA KULLARININ HALİ PERİŞAN.

HER BİRİ İDER MİHNET İLE ÇEİ GİRİBAN

TAHRİB’İ BİLAD İTMEKİLE DÜŞMEN’İ İSLAM.

MAHZUMU MUKEDDER ULEMAMIZ DAHİ HAYRAN.

HER SEMTİ MEMALİK DENİCE TÜRLÜ MEHALIK

BULDUM Kİ TAADDİİ İLE YIKILMIŞ NİCE BÜLDAN.

FİKRETMEK İLE ÇARE BULUNMAZ BUNA ASLA,

TEDBİR İLE TANZİMİ DEĞİL KABİL’İ İMKÂN.

BİLDİM Kİ MEDET SENDEN OLUR, KİMSEDEN OLMAZ;

EY! KADİR’İ KAYYUM MEDET DERDİME DERMAN.”

ANTAKYA’DA, YANINDA BİR ARAP’IN ÖVÜNDÜĞÜNÜ GÖREN BİR TAPU MEMURU ARKADAŞIM, CEBİNDEN ÇIKARDIĞI BİR KÂĞIDI OKUYARAK, İTİNA İLE CEBİNE KOYARDI. BEN DÂHİL KİMSELERE DE OL KÂĞIDI OKUTMAZDI.

BİR GÜN, İÇİNDEN GELMİŞ OLMALI Kİ, OL KÂĞIDI BENDENİZE OKUTTULAR.

BU YAZILARI, KENDİNİZ OKUMANIZ KOŞULU İLE BENDENİZ DE SİZE YAZIYORUM.

SAYGILARIMLA.

“İNANMA ARABIN SÖZÜNE, FERİŞTAH OLSA BİLE,

İÇME ARABIN ÇORBASINI ERİŞTE OLSA BİLE.

SIÇ ARABIN AĞZINA, ORUÇLU OLSA BİLE.

ÖP ARABIN AVRADINI, ENİŞTEN OLSA BİLE.”

70- PADİŞAH' ZÜLCELAL!

OSMAN TÜRKOĞUZ

İzmir 05 Mart 2009

70- PADİ ŞAH’I ZÜLCELÂL! ZİLULLAHI FİLARZ! HAŞMETLÛ

VE DAHİ DEHŞETLİ MUHTEŞEM, SAYIN RTE…

“Bu rüya, tıka basa tıkınmanın yarattığı bir kâbustur.

HUKUKEN, FİİLEN VE DAHİ ÖRFEN GERÇEKLEŞEMEZ!”

“At’a binemeyen ATA uçağına binse de hükmü yoktur. At’tan düşen uğursuzluk sebebi sayılır, ol Padişah’ı Zülcelâl HEMAN HAL EDİLİR!”

İstanbul’da, Sayın RTE’NİN konuştuğu yerin gerisine asılan bir bez parçası, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE inananları derinden yaralamıştır: ”SON Osmanlı Padişahı 1’inci Recep Tayip Erdoğan!”

Bizler, Son Osmanlı Padişahı’nın, 17 Kasım 1922 sabahı, İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanına yalvararak, Malaya savaş gemisiyle, İngiltere’ye sığınan Altıncı Mehmet Vahdettin olduğunu sanıyorduk.

Mustafa Kemal ve dava arkadaşlarını idama mahkûm ettirerek, işbu Kukla Mahkemenin kararını onaylayan,

Urfa Mutasarrıfı Rahmetli Mehmet Nusret Bey’i Yalancı Ermeni Tanıklarla idam ettiren;

Boğazlayan kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıfı Rahmetli kemal Bey’i boş yere astıran;

Kuvayı Milliyeci Rahmetli Dramalı Rızayı Köprü üstünde astıran;

Kuvayı Milliye’ye karşı, İzmit’te Hilafet Ordusu kurdurtan,

KUVVAY’I MİLLİYECİLERİ HER MÜSLÜMANIN ÖLDÜRMESİNİN FARZ OLDUĞUNA DAİR FETVA VERDİRTEN;

Mehmet Vahdettin’in son Osmanlı Padişahı olduğu hususundaki yanılgımız, ol afişle düzeltildi!

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN BAŞBAKANI SANDIĞIMIZ SAYIN RT Erdoğan’ın SON OSMANLI PADİŞAHI OLARAK TARİH SAHNESİNDE BOY GÖSTERMESİ BÜYÜK BİR TARİHİ VE DAHİ ULUSAL KEŞİFTİR!

Bence; bu buluşta da bir yanılgı payı var: Sayın RT Erdoğan, YA BEKLENEN MEHTİ’DİR; YA DA GELMESİ BEKLENEN KAYIP İMAMDIR!

Halkımız arasında dolaşan söylentilere bakacak olursak; Mehdi Hazretleri, USA’YI şereflendiren Sayın Fethullah Gülen Efendi Hazretleriymiş!

Sayın RTE, Son ya da sondan önce Osmanlı Padişahı olamayacağına göre; geriye kayıp imam efsanesi ne sığınmak kalıyor:

At’a binemeyen ve At’tan düşen Osmanlı Padişahı olamaz!

Osmanlı Padişahları kesinlikle ülke sınırları dışına çıkmazlar: Abdülaziz, yanına aldığı Şehzade Murat ve Şehzade Abdülhamit Efendilerle 1867 Paris fuarına, İngiltere’ye, Fransa’ya ve Avrupa ülkelerine yaptığı gezinin faturasını hayatı ile ödedi.

5’inci Murat ve İkinci Abdülhamit tahtlarını ve dahi taçlarını yitirdiler.

Sayın RTE, At’tan düşmenin hıncını, ATA uçağına atlayarak, cümbür cemaat dünya’yı turlamaktadır.

Bu, padişahlık geleneğine aykırıdır.

Sayın RTE’NİN bizzat kendisi: ”Köken itibarıyla Gürcü olduklarını beyan buyurmuşlardır. Osmanlı’da, Ermeni, Rum, Sırp, Hırvat ve Arap kökenine bakılmaksızın Sadrazam yapılmaktaydı.

Yalınız; ”TÜRK’TEN VEZİR OLMAYA” FERMANI VARDIR!”

Bu nedenle de Sayın RTE, Osmanlı Padişahı olamaz.

O halde; geriye bir tek beklenen kayıp imam kalıyor.

O’NA itirazım yoktur, olamaz da.

Hayırlısı.

İzleyiciler

Blog Arşivi