29 Mayıs 2010 Cumartesi

157- BİR DOĞA OLAYININ BENZERLİĞİ!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            Çeşmealtı; 26Mayıs 2010


           
                                   157- BİR DOĞA OLAYININ BENZERLİĞİ!

            Yılan, senede bir defa deri değiştirir; Tilki de senede bir defa tüy değiştirir.
Bu, her sene böyle devam eder gider!
Ama huy değiştiremezler.
Ülkemizde; bazı politikacılarımız; her değişik kelamda gömlek değiştirirler!
Ne yazık ki huyları sürer gider!
O zamanda, bize düşen görev; onların yeminle değiştim demelerine inanma huyumuzu değiştirmek olmamalı mı Sayın Seyircilerimiz?

156- BAHANELER ASKERE FATURA EDİLECEKTİR!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
            Çeşmealtı;09 Mayıs 2010



                        156- BAHANELER ASKERE FATURA EDİLECEKTİR!


            Samsun’da Derikli Ahmet Türk’ün burnuna bir yumruk atılır; Samsun emniyet müdürü suçlanarak tebdili mekân ettirilir.
Kayseri’de, sakallı bir Bakan’ın burnu bir yumrukta kırılır, Kayseri emniyet müdürü dahi tebdili mekân ettirilir.
Türkiye Cumhuriyetinde; asayiş ve güvenlikten, KÖMÜR DAĞITMAKLA DA GÖREVLENDİRİLEN VALİLER SORUMLUDUR! Valiler de yerli yerindeler! Vatan Hainleri, Habur’da törenle karşılanır, ayaklarına asker helikopteri ile Çadır Mahkemesi gönderilir! Sanıkların hepisi de:
            Pişman olduklarını söylemezler, aksine, ”şefimizin emri ile geldik!” Derler ve etkin pişmanlık yasasından yararlandırılarak salıverilirler!
Çarçabuk, şıpıdanak onların yerine TÖRÖRLE MÜCADELE ETMİŞ OLAN KAHRAMANLARIMIZ TUTUKLANIRLAR!
            Dağlıca terörist baskınından sonra; karakollarımızın terör saldırılarına dayanıklı bir hale getirileceği sözü verilir.
Eski karakollarımız da ve sorumlu iktidarımız da yerli yerindedir!
            Bu kez; yine köhne bir Jandarma karakolumuz terör saldırısına uğramıştır ve dört şehit yedi yaralımız vardır. 864 rakımlı tepe’de oturan basınımızın AKP NOTERİ olarak adlandırmış olduğu Sayın A.Gül:
            “Jandarmanın güvenlik önlemlerinde zafiyet var gibi!” Der ve jandarma genel Komutanından Brifing alır. Asayişten İç İşleri Bakanlığı ve Hükümet sorumlu değil midir?

                                   DİKKAT! DİKKAT VE DAHİ DİKKAT!

            Bir bahane uydurularak önce alt rütbedeki komutanlarımız; durum ve vaziyetlere bakılarak, sonra da üst rütbedeki komutanlarımız şımartılarak azdırılan teröre kurban edileceklerdir.
Söylemesi benden Sayın seyircilerimiz!
                       

155- DEFOLUP GİTMEYENLER!



           OSMAN TÜRKOĞUZ
            Çeşmealtı;13 Mayıs 2010.

           
                        155- DEFOLUP GİTMEYENLER!

“İktidar ve balık çabuk kokarlar; her ikisine de acele          gereğini yapmak gerekir.”Adaptasyon: Ostüzü.
“Göz kamaştırıcı nesnelerin parlaklığı arttıkça; insanların iç gözü de o derece körleşir.”Gılgameş Destanı,3’üncü tablet, Enkidu’nun söylemi.
“Delilik, aynı şeyi tekrar, tekrar yapıp, farklı sonuç çıkarmaktır.”Albert Einstein.
                        İlgi:”Üç Devir,Üç Benzerlik”

EK: osmanturkoguz.blogspot.com

           
            MÖ.59 senesinde; Julius Sezar, Roma Senatosunun duvarına, ilk Gazetesini astığında nasıl bir baş belası yaratmış olduğunu acaba düşünebilmiş miydi?
İlk gazete gibi gazete, Almanya’da yayımlanmaya başlamıştı. Sonra da; diğer Avrupa devletlerinde gazeteler çıkmaya başlamıştı. Basının gücü anlaşılınca da; basın kanunları çıkartılmış ve sansür uygulamasına başlanmıştı.
            Günümüzde; ülkemizdeki yazılı ve sözlü basın, gözleri ve kulakları ile düşünenleri etkilemekte, mahkemelere, iktidara ve parlamentoya bile yön vermektedir. Hukuka, insan haklarına ve ulusal değerlere sahip basının olumlu etkisi de göz ardı edilemez. Benim konum bu değildir; ama bu kadarcık serenat yapmak zorunda olduğumu da söylemeliyim.
            1981 senesindeydi; haberleri izlerken, İspanya’da yapılan bir Parlamento baskını ekrana getirildi.
Sapsız bir tavaya benzer resmi şapkalı bir İspanyol milis yarbayı, elinde tabancası ve ürkek bakışları ile dünyamızın huzuruna çıktı. Bir grup silahlı ve resmi elbiseli adamı ile İspanyol Parlamentosunu basmıştı. Parlamenterler, korku ve şaşkınlık içersindeydiler. Darbeyi, İspanya Kralı Don Juan de Karlos’un danışmanı olan Orgeneral planlamışmış.
             Birdenbire darbe tersine dönüvermişti: Madrit’te ELPAİS adlı sol eğilimli bir gazete yayımlanmaktaydı. Gazetenin yazarı JARİER PRADERA; derhal gazetenin ikinci baskısını piyasaya sürdü. Parola: ”ANAYASA İLE BERABERİZ!” İdi.
Ortalık ayağa kalktı; Kıral Don Juan de Karlos ta, parlamento baskını aleyhine tavır alınca baskın fiyasko ile sonuçlanarak baskıncılar da tutuklanmıştı.
İspanya; İkinci Dünya Savaşından önce; uzun ve kanlı bit iç savaştan çıkmıştı. Nazi Almanyası ve Faşist İtalyanın desteklemiş olduğu General Franko iç savaştan galip ayrılmıştı. General Franko, ülkesini İkinci Dünya Savaşına sokmamış, ölene kadar da demir bir yumrukla yönetmişti. Veliaht olarak ta, Kıral Juan Karlos’u yanına almıştı. Bir gazete ve yürekli ve inançlı bir yazar, İspanyayı felaketten kurtarmıştı.
            Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği de; 1917-1922 arasını kanlı bir iç savaşla geçirmişti. Ayrıca Sovhoz ve Kolhoz tarım sisteminde 8.000.000 kişi ölmüştü, Mayıs 1938 Moskova duruşmalarında da Kızılordunun beli kırılmıştı.
İkinci Dünya Savaşından önce de; Finlandiya-Rus savaşında, Kızılordu perişan olmuştu. 22 Haziran 1941-09 Mayıs 1945 yılları arasında; Nazi Almanyası ile savaşmıştı.
Stalin’in ölümüne kadar da demir perde ile yönetilmişti. Afganistan’a müdahale ederek bir batağa saplanmıştı.
Gorbaçov’un Komünist Partisi genel Sekreterliğine gelmesi ile de, Komünizmin iflas ettiği, yeni bir programla duyurulmuştu.
PRESTİROYKA. Amerika ve Batı ile de gerginliğin yumuşatılmasına geçildiğinde; eski komünistler huzursuz olmuşlardı.
Darbeyi de Gorbaçov’un Genelkurmay Başkanı başlatmıştı. Tanklar Kızıl Meydana dizilmişti. Ünlü Moskova belediye başkanı ve Gorbaçov’un da azılı hasmı BORİS YELTSİN bir tankın üstüne çıkarak darbeyi başarısız kıldı.
Başında bir Çeçenin bulunduğu Sovyet Parlamentosu silahlı direnişe geçmişti. Boris Yeltsin; Birleşmiş Milletler teşkilatına: ”Anayasa ile verilmiş insan haklarını askıya aldığını” telle bildirerek, parlamentoya karşı güç kullanmış ve parlamentoyu topa tutmuştu. Komünistlerin ünlü iki gazetesinden hiçbir tepki gelmemiştir:
PRAVDA ve İZVEZTİYA. KIZILYILDIZ gazetesi de susmuştur!
Sivas’ta İRADEYİ MİLLİYE; Ankara’da HÂKİMİYETİ MİLLİYE ve ULUS gazeteleri Türk Devrimini canla ve başla savunmuştu.
            1906 yılında da; İran Şahı, İran Meclisini topa tutturmuştu.
            16 Mart 1920 günü de; İngilizler ve Fransızlar, Osmanlı Mebusan Meclisini basarak,58 devlet adamımızı Malta’ya sürgün etmişlerdi. Bu sürgünlerden 16’sı adadan firar ederek ülkemize gelmişlerdi; geri kalanları da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal esaretten kurtarmıştı.
            Fransız ihtilalından önce ve sonra da Fransız parlamentosu askerlerce basılmıştı.
            TBMM’NİN yapısı çok ilginç bir hal almıştır. Yasama organımıza Atatürk’ten Korkanlar Partisi egemendir.
Türkiye Cumhuriyetinin oluşturmuş olduğu 86 senelik birikimler yok sayılarak bir karmaşa ortamı yaratılmıştır. Haksızlıklar, adam kayırmalar, devlet ihaleleri, vurgun, talan öyküleri gazetelerimizin günlük önemsiz haberleri haline gelmiştir. TBMM Başkanlığında; 664 adet suç dosyasının DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI için sıra beklediğini okuyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti bir kaosa sürüklenmektedir. Tüm bu olumsuzlukların nedeni de Milletvekillerinin içinde bulundukları durumdur. Bunu şöyle ifade edebiliriz:
            1*Suç dosyalarının varlığı;
            2*9.500.00TL:lık aylık maaş,
            3*5000.00TL’lık emekli maaşı.

Bu şartlar ve dış baskılar nedeni ile Milletvekillerinin büyük çoğunluğu her teklife el kaldırarak olur vermektedir.

            Başarılı, Sevilen ve Sayılan general; arkasındaki 40 askerlere Parlamentodan içeriye hışım gibi girdi. Kılıcının kebzesi ile oynayarak kürsüye çıktı. Kartal bakışları ile etrafını süzerek konuşmaya başladı:
            “Oturumunuzu sonlandırmaya geldim. Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim.
            Siz ki fitneci, fesatçı meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışında her şey!
            Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı’ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı?
            Bir parça vicdan da mı yok?
            Atım kadar bile dindar değilsiniz.
            Satılığı çıkarmadığınız bir değer de kalmadı!
            Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz?
            Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi, o varlığınızla kirletiyorsunuz!
            Tanrı’nın kutsadığı bu meclisi, ahlak yoksunu davranışınızla hırsızların ini haline çevirdiniz!
            Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız!
            Siz ki halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız. Kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz!
            Ama ülkeniz beni asırlardan beri temizlenmemiş bu ahırı temizlemeye çağırdı!
            Ve bu gücü de bana Tanrı verdi!
            Bu şeytan ocağını yönetmeye geldim!
            Vay halinize!
            Şimdi derhal defolun!
            Acele edin rüşvetin köleleri!
            Acele edin gidin!
            Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!”

            Bendeniz, zaman, yer ve muhatabı söylemeden bu nutku okuduğumda:
            “Deli misin? Seni tutuklarlar!” Dediler!
            Aslında bu nutuk; 20 Nisan 1653 tarihinde; kokuşmuş olan İngiliz meclisinde, General Oliver Cromwel tarafından hırsız, yalaka, dolandırıcı ve soyguncu milletvekillerine karşı atılmıştı.
Benzetmeler ve benzerlikler benim eserim değildir, Sayın Seyircilerimiz.
           
            Kaynak: Cumhuriyet gazetesi, 13 Eylül 2009Sayın Zeynep Oral.
           




                       


















154- DENİZ BİTTİ, BAYKAL DA ÇOK UZAK!

            OSMAN TÜRKOĞUZ
           
            Çeşmealtı; 20 Mayıs 2010


                                    154- DENİZ BİTTİ, BAYKAL DA ÇOK UZAK!

            Mutafa Kemal’den sonra gelen liderleri gördükçe umutsuzluk kapımızda nöbete giriyor.
Adolf Hitler’de de böyle bir kanı olduğunu okumuştum.
Her siyasi lider, kendisinden önceki liderine yapmış olduğu muamelelere uğrayınca neler söylemiyor ki!
Müstafi CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı dinledikçe şaşım, şaşım şaşırıyorum. Sayın Deniz Baykal, özgür iradesiyle istifa etmiş bir liderdir. ”İHANETE UĞRAMASI!”,     SIRTINDAN BIÇAKLANMASI!”, ”KADERİNE KÜSMESİ!”, ”SAYIN KEMAL KILIÇTAROĞLU’NUN KENDİSİNDEN HABERSİZ CHP GENEL BAŞKANLIĞINA ADAY OLMASI!” Ne demek oluyor!
            Bendeniz biraz gerilere gitmek istiyorum. Sosyal Demokrat Halkçı parti zamanında; Sayın Deniz Baykal, partisinin genel başkanı Rahmetli Erdal İnönü’ye bayrak açarak, ikinci bir genel merkez kurarak oradan, oradan meydanı gazaya atılıp, yenilmemiş miydi?
            Çinli bir filozofun ünlü bir saptaması aklıma geliyor:
            “Bir defa aldatılırsam aldatana kızarım. İki defa aldatılırsam kenedime kızarım!”
Bizler, sade vatandaşlar olarak; bir defa aldatıldığımızda da aldatanlara kızmalıyız. Kişisel olarak bendeniz bu huydayım.
1999 yenilgisinde; CHP Genel Başkanlığından istifa ederek Antalya’ya çekilen Sayın Deniz Baykal, tabiri amiyane ile bir ayak oyunu ile tekrar partisinin genel başkanlığına gelmedi miydi? Tıpkı Sayın Devlet Bahçeli gibi’
            Sayın Livaneli’nin deyimiyle, ”Genel sekreter istifa edecek, POLİTBÜRO!” YERİNDE KALACAK! Genel kurula mağdur olarak güçlenerek dönecek!
Bizler bu tür oyunlardan ancak ve dahi ancak nefret ederiz.
            Hani halkın seçmiş olduğu adayı kabul edecekti!
Sayın Deniz Beyefendi; son beyanatlarıyla, bölmeyi huy haline getirmiş intibasını sergilemektedir.
Gönül isterdi ki; Sayın Kemal Beyin arkasında olduğunu, hiçbir şekilde de adaylığını koymasının söz konusu olmadığını açıklamalıydı.
Şimdi; bir yandan Sayın Deniz Beyefendi; bir yandan da eskiler, ortalığı toz, dumana katarak CHP’yi uçuruma atacaklardır.
Sarıgül bir taraftan, diğerleri her taraftan, ülkemiz için doğmuş olan bu fırsatı yok edeceklerdir.
Sayın Deniz Baykal, sürekli MUHALEFETE âşık bir tablo sergilemektedir. CHP’NİN yenilgisini: ”Deniz Baykal gitti de ondana“ bağlamak ister gibidir.
Sayın Seyircilerimiz!
HANİ HALKIMIZIN ÖZGÜR İRADESİ!
           
           

9 Mayıs 2010 Pazar

153- SÜNNET-2

            OSMAN TÜRKOĞUZ
           
            İzmir; Mayıs 2010


                                   153- SÜNNET-2

            Sünnet ile ilgili yazımdan hoşlanmayan dini bütünler oldu!
            Telefon numaram da gizli değildir: 0.232.2460646’dır.
Birkaç gün sonra da Çeşmealtı’nda kiralamış olduğum bir apart oteldeki süit daireye taşınacağız. Bilgisayarım oraya taşındığında; oranın telefon numarasını da vereceğim.
Belgelere dayalı yazmak prensibimdir.
Sünnet olayı üzerine kurulmuş olan dine dayalı sapıklıkların ve vahşetin üzerine gitmeyi bir insanlık borcu saymaktayım.
            1976 senesinde; bir Birleşmiş Milletler bursu kazanarak, Cenevre’ye BARBİTÜRİK—keyif verici maddeler—kursuna gitmiştim. 35 millete mensup subay ve güvenlik görevlisinin en kıdemlisi ben olduğum için, bana özel bir ilgi göstermişlerdi.
Afrika’dan gelenlerin kafalarında demir tarakla yapılmış derin çizgiler vardı. Sebebini sorduğumda, kafası çizgili her arkadaşımdan aynı yanıtı aldıydım:
            “Uluslaşma sürecindeki bir toplumda, kabile asabiyeti.” Demişlerdi ve gülerek te:
            “Yahudilerde ve Müslümanlarda SÜNNET geleneği ne ise o! Bir bireyi mensup olduğu toplumun işareti ile damgalamak!”
            Oğuz boylarının Ongunları ve hayvan damgaları ayrı, ayrı belirtilmiştir. Demirden harfler, ateşte kızdırılarak hayvanların böğürlerine bastırılarak yakılırdı. Ülkemizde de bu gelenek halen sürdürülmektedir.
            Yemen’de ve Arabistan’ın bazı bölgelerinde, kadınlar da sünnet edilmektedir. Klitoris adı verilen ve kadınlarda zevk verici bir uzuv olan bu et parçası kesilip, atılmaktadır. Bu ameliyatlar sonunda ölenler, sakat kalanlar sayılamayacak kadar çoktur. Klitoris’i kesilen kadınlar; cinsel birleşmeden zerrece zevk alamamaktadırlar. Cinsel birleşme onlar için bir külfet olmaktadır.
Şimdi dini bütün büyük bilgelerimize, ULEMAYA sorarım:
            “Kadınlara yapılan bu iğrenç vahşetin yeri neresidir?”
             İslam ülkelerinin bazılarında da SÜNNET bir faciadır: Penisin zevk hücrelerini taşıyan ve penisin başını nemli ve sıcak tutan uç deri parçası kesilmemektedir. Erkek olduğunu ve dayanıklılığını ilan etmenin bir göstergesi olarak, PENİSİN DERİSİ BAŞTAN SONA YÜZÜLMEKTEDİR!
Bu uğurda ölenler şehit sayılmaktadırlar!
Ömürleri boyunca ıstıraplı yaralar içinde kıvrananlar ve cinsel birleşme yapamayanlar da erkek olmanın bedelini erkekliklerini yerine getiremeyerek ödemektedirler.
SÜNNET, bir uzvu yarım işlev yapar hale koymaktır.
SÜNNET, Tanrı’mızın yaratmış olduğu uzuv hatasını “düzeltmektir!”
SÜNNET; bazı açıkgözleri zengin ettirmektir.

SAYGILARIMLA.

2 Mayıs 2010 Pazar

153- SÜNNET!

    OSMAN TÜRKOĞUZ
     Çeşmealtı; 15 Ağustos 2005


                                       
                153- SÜNNET!

       TANRISAL HATAYI MI DÜZELTMEK!
       (Vahşeti, bir uzvu sakatlayarak mı sürdürmek!)

“Evet, biz, insanı en mükemmel bir şekilde yarattık.” Kuran’ı Kerim, sure: 95, ayet: 5

       Büyük Oğlum Cansın, Uşak’ta, ilkokul dördüncü sınıfında iken Hz. Âdem’in kaburga kemiğinden Hz. Havva’nın yaratılmış olduğunu anlatan sınıf öğretmenine bir soru yöneltmiş:
       “Öğretmenim; Hz. Âdem ne renkte ise Hz. Havva’nın da o renkte olması gerekir. Annem beyaz, babam da beyaz; görmüş olduğunuz gibi, ben de bembeyazım. Tüm insanların, Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan ürediğini söylüyorsunuz; iyi amma, Zenciler, Kızılderililer Sarı derililer ve Beyaz derililer nasıl farklı olarak doğdular?”
       Sınıf öğretmeni bir sıraya dayanıp kalınca; sorusunu yinelemiş:
       “Hz. Âdemin kan gurubu ile Hz. Havva’nın kan gurubu aynı olması gerekir. Kardeşimin kan gurubu babamın kan gurubundan. Benim kan gurubum da Annemin kan gurubundan. %85 bu şekilde olurmuş; babam anlattı. Neden tüm insanların kan gurubu aynı değil? Babam; dünya’da 6008 sekiz küçük, 30 çeşit te ana kan gurubu olduğunu anlatıyor.”
       Akşamüzeri öğretmen bana geldi; biraz şaşkıncaydı. Yer gösterdim, hatırını sordum.
Direkt olarak:
       “Sayın Binbaşım, oğlunuza söyleyiniz çetrefilli sorular sormasın; sorduğu sorular karşısında benim bile aklım karıştı!” Dedi. Ve olayı anlattı.
Dedim ki; yaratılış öyküsünü kabul edenler Darvin teorisini de kabul etmiş sayılırlar!
Kimselerin haberi yok.
       Şimdi Rahmetli olan Küçük oğlum Tansın da, böyle çetrefilli sorular sorarmış: Antakya’da; ilkokul üçüncü sınıfında; toplama ve çıkarma dersinde, sınıf öğretmeni Sayın İlhan Ayda:
       “Tansın, sen söyle bakalım; birden bir çıkarsa sonuç ne olur?” Diye sormuş. Şimşek gibi tahtaya fırlayan Tansın; tebeşirle 1-1=2 yazmış ve iki olur öğretmenim!” Demiş.
Sayın İlhan öğretmen:
       “Açıkla bakalım, biz de öğrenelim!” Deyince:
       “Öğretmenim, annem bir; beni doğurdu, yani ben ondan çıktım ettik mi iki!” demiş ve eklemiş:
       “Babam ve annem iki ederler. Ben annemden çıkınca da üç etmez miyiz?” Öğretmenim!
Akşamüzeri, okul yolu üzerindeki askeri lojmana gelen Sayın İlhan Hanım, gülerek, bu olayı anlattı ve:
       “Vallahi, bu çocuk benim aklımı karıştırıyor!” Demeyi de ihmal etmedi.
       Din dersleri zorunlu hale getirildiğinden; Oğlanı gönülsüz de olsa, din dersine de kaydettirdik. Din dersi öğretmeni, Ulu Tanrı’mızın her şeyi en mükemmel bir surette ve hatasız olarak yarattığını anlatmış.” “Bu anlatmış olduğum şeyler, islamın Yüce kitabı Kuran’ı Kerim’de de böyle anlatılır!” Demiş. Oğlum Tansın, parmağını kaldırarak sormuş:
       “Öğretmenim; niçin sünnet oluyoruz? Bu sünnet olma işi kimin emridir?” Din dersi öğretmeni, kendisinden gayetle emin bir surette:
       “Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ (sas)’nın emridir. Sünnet kelimesi, o işin, o sözün ve o davranışın Peygamberimize ait olduğunu gösterir.” Diye açıklamasını yaptıktan sonra; anlatabildim mi oğlum?” Diye de sormuş. Sormasına sormuş amma ikinci soru da sınıfın ortasında patlamış:
       “Öğretmenim, siz en büyük ALLAH’TIR diyordunuz. Allah’ımızın yaratırken yapmış olduğu yanlışı Peygamberimiz mi düzeltecek? Ben, Tanrımızın yarattığı gibi kalmak istiyorum. Sünnet, münnet ve düzelttirme de istemiyorum!”
       Bu sert çıkış üzerine öğretmenin aklı da bir iyice karışır. Benim aklım da, sünnet edildikten sonra bir iyice karışmıştı. Kardeşim ve ben, kör bir jiletle sünnet edilmiştik. İlaç, milaç nerede! Bu sünnet işini başımıza musallat edenlere iyi söz söylememiştik.
       Yazılı basınımızda; 2005 senesi Ağustos ayında, bir haylice sünnetle ilgili resimli haberler yayımlanmıştı. Basınımız çıplak et reklamından sünnet reklamına iniş yapmıştı.
İlginçtir; en uçtakilerin reklamından, erkeklerin en ucunun reklamına inilmişti! Aslına bakarsak, her iki reklam da aynı şeride ait değil midir?
Yine de gazetelerimizden öğrendiğimize göre; sünnet ettirilmek üzere bir hastaneye getirilen dört küçük çocuğu, sünnet yapacak doktorun ricası üzerine, bir hademe sünnet ederek evlerine göndermiş.
Kanamaları durmayan çocuklar, aynı hastaneye geri getirilmiş; en çok ağlayan çocuğun pipisine bakan doktorlar hayret ve dahi dehşet içersinde kalmışlar! Çocuğun pipisinin pelidinin başı da kesilmiş.
Kibele dinin rahipleri gibi, neredeyse dipten kesilecekmiş! Alelacele mikro cerrahi devreye girerek kesilen Pelidin başı yerine dikilmiş.
       Çok yakın bir zaman önce; bir doğum uzmanı, bir hastabakıcıya yeni doğmuş bir bebeğin göbek kordonunu kesmesi için ricada bulunmuş! Hastabakıcı, bebeğin göbek bağını kesmesine kesmiş amma; ol kız bebeğin parmaklarından birisini dahi kesmiş. Hastabakıcı, kızın orta parmağını pipisi sanarak kesmiş olamaz mı?
       Yine; basınımızda çarşaf gibi renkli resimler: Damperli kamyonlara bindirilerek, sünnet edilmeye götürülen bebeler’ ve yine, bomba gibi bir haber: 400 Erkek çocuğu sünnet ettirerek Din’i İslam’a büyük bir katkıda bulunan bir belediye başkanımızın Görkemli fotoğrafı!
       Sünnet haberlerinin verilişleri de çok ilginç:
                           “ERKEKLİĞE İLK ADIM!”
       Sünnet edilmeyenlerin adım atacakları yerleri yok mudur?
       Erkekliğe ilk adımı atmak için, ille de bu meretin ucunun kesilmesi mi gerek!
       03 Eylül 2005 tarihli Takvim gazetesinden ilginç bir haber:
       “Çanakkale’de Müslüman olan bir Yahudi genç, sünnet edildi!” Hoppala! Yahu; bu Yahudiler daha bir haftalık olmadan sünnet edilmiyorlar mıydı?
       At üzerlerinde; faytonlarda, taksilerde, damperli kamyonlarda; davul-zurna eşliğinde gezdirilen, prens ve asker elbiseli çocukları gördüğümde; bu sünnet konusunda, dini bütünlerimizi havalara hoplatacak, bir yazı yazayım dedim!
       Ne Hz. Muhammed’in (sas) ne diğer İslam büyüklerinin sünnet edildiklerine dairde bir kayda rastlayamadım! Hz. Ali, amca Oğlu olan Hz. Muhammed’in yanına on yaşında (MÖ:608) gelmiş. Sünnet edildiğine dair bir kayıt yok!
       “Hz. Muhammed sünnetli doğmuştur; bu Tanrısal bir lütuftur!” diyenlere söylenecek sözüm var: ”Sünnetli doğmak; kulak kepçesiz ve tırnaksız doğmak gibi bir program eksikliğinden kaynaklanır. Benim şimdi askeri doktor olan bir yakınım var. 32 omurga ile doğmuştur.
       Antalya’nın bir köyünde de çok ilginç doğumlar olmaktadır: Tüm kadınlar ve erkekler, çift cinsiyet uzvu ile doğmaktadırlar.
       Cevizi, bademi, muzu ve her şeyi kabuğu ile yaratan Tanrımız, bazılarına sünnetçilik mi ediyor!
Bütün canlılarda, her uzuv verilen görevleri yerine getirmek üzere programlanmıştır. Kaşın, kirpiklerin ve burun içi kıllarının olmadığını bir düşünmek yeterli olur sanırım. Erkeklerde sakal ve bıyıklar süs için yaratılmamıştır. Güneşte ve açık alanlarda iş ve av peşinde koşmak zorunda olan cascavlak bir erkeğin içine düşeceği durumu; denizden yararlanmak için cıscıpıldak sahilde yatanlar iyi anlarlar.
       Hindistan cevizi gibi gıda depolarına erişmek için; cıscıpıldak ve sürtünerek ağaca tırmanmak zorunda kalan ilkel erkeğin şeyinde koruma kabuğu olmadığını bir düşünelim yeter. Sürtünerek ağaçlara tırmanan erkek maymunların takımlarını da şeylerinin kabuklu olması korumuyor mu?
       Sünnet geleneğinin tarihteki ve dindeki yerine neden bakmıyoruz? Öncelikle, Mitolojiyi açıp, okuyalım:
       Kybele—Kibele--; Attis—Adonis--, Anemon—Manisa Lalesi--, Sangarion, Sangariyos maddelerini üşenmeden okumalıyız.
       Baştanrı Zeus, DİEU olarak Hıristiyanlığa soyut olarak geçmiştir. Zeus’un anası KİBELE Anadolu doğumludur.
Tanrıların vatanı Anadolu’dur. Kibele’nin doğum yeri olarak; Murat dağı, Afyon kalesi ve Manisa’nın adları geçmektedir.
Kibele Ana tanrıçadır. Zeus’u, Girit adasındaki İda dağının bir mağarasında doğurmuştur.
Kibele, Zeus doğar, doğmaz onu bir mağarada saklar. Çünkü Zeus’un babası doğan çocuklarını hemencecik yemektedir—Zaman—Amalthai adlı bir keçi Zeus’u sütüyle besler. Zeus’un resimlerdeki ünlü kalkanı bu keçinin derisi ile kaplıdır.
       Kibele, Sakarya nehrinin oğlu Sangarios’a-Attis& Adonis- âşıktır. Attis, kız kardeşi Sangarion ile evlenince de; Kibele Attis’in aklını başından alır.
Aklını yitiren Attis te cinsel organını dibinden tam takım keser ve ölür. Saçılan kanlardan da ANEMON—Manisa Lalesi olur—Yapmış olduğu kötülükten dolayı pişmanlık duyan Kibele; oğlu Baştanrı Zeus’a Atisi diriltmesi için yalvarır.
Zeus’ta, çam ağacı olarak Attis’i yeniden yaratır! Attis’in anısına çam ağacından üretilen testilere çam kozalaklarından tıkaç yapılır.
Kibele dininde; etrafında tavaf yapılan Kibele tapınağı DİKDÖRTGEN biçimindedir! Kibele rahipleri, bu mabedin etrafında tavaf yaparlarken, vecde gelerek takım ve taklavatlarını dibinden keserek atarlardı!
Rahiplerin korkak olanları ve cinsel organlarının işlevini sürdürmesini isteyenleri, cinsel organlarını uç derisini keserek toprağa gömerlerdi!
Meni su damlasına benzediğinden, toprağa gömülen deri de toprağın döllenmesini sağlayacağına inanılırdı!
Böyle olunca da, her türlü bitkinin devamlılığı sağlanmış olurdu!
HUBEL ve KÂBE, KİBELE’NİN Arapça söyleniş biçimidir! Kâbe’de her hacı namzedi, Kâbe’nin etrafında yedi tur atarak vecd içersinde ibadet ederler! Yedi kutsal bir sayıdır; o zaman Güneşin yedi uydusu bilinmekteydi!
Günümüzde Suriye’de, Attis ( Adonis) inancı hâlâ yaygındır!
Yahudilerde; yeni doğan bir erkek bebek, sekiz günlük iken sünnet edilir. Bu, bir çeşit çocuğa işaret koymak, kafa kesmekten ibaret olan, insanı kurban etme geleneğini üreme organınım şapkasını keserek sürdürmekten ibarettir. (Azra Erhat, Mitolojik Sözlük.)
  Birde; Hz. Musa, MÖ: 1300’lü yıllarda yaşamıştır. Yahudi kavmi mısırlıların taşkıran köleleridir. Çocukları belli olsun diye, pipilerini derisi kesilmiş olamaz mı?
650senesinde; Talas’ta, Emeviler, Türklerin de yardımı ile Çinlileri yenerek, tüm Türk ellerine egemen oldular.
Arap tarikçisi Tabari’nin anlatımına göre: ”Emevi Halifesi Ömer İbn’i Abdülaziz-Ölümü MS. 720-Horasan’ın fethinden sonra; Emevi komutanı El-Cerrah ibn’i Abdullah’a—Ölümü MS.730---şöyle bir öneride bulunur:
“Eğer, birisi arkanda namaz kılıyorsa, o’nu CİZYE’DEN muaf kıl!”
“CİZYE; Müslüman egemenliğinde bulunan bir ülkede, Müslüman olmayanlardan alınan KELLE vergisinin adıdır!”
Daha sonraları, birçok Türk Cizye ödememek için Müslüman olmuştur. Söz sahibi bir Arap; Emevi komutanı Abdullah’a şöyle bir öneri getirmiştir:
“İnsanlar, sadece CİZYE ödememek için Müslüman oluyorlar! Kanıt olarak sünnetli olmalarını istemelisin!” Bu öneriyi çok beğenen Komutan El-Cerrah, Emevi Halifesine Bağdat’a bu konuda açele bir teklif sunar ve şamar gibi cevabını da hemen alır: Halife Abdullah:
“Tanrı; Hz. Muhammed’i insanları İslam’a çağırması için gönderdi. O’NU sünnetçi olarak göndermedi! Sakın ha” NİLGÜN, Sünnet, s.55-56.
Müslüman olmak zorunda bırakılan Türkleri sünnet olmaktan kurtaran Emevi Halifesi Ömer İbn’i Abdülaziz’in fermanı, Abbasi Arap devletinin Halifesi tarafından yok sayıldı ve sünnet olmayan Müslümanlar öldürüldü.
MS: 535 senesinde; kadını da içersine alan, malda ve mülkte müşterek mülkiyeti savunan                            Muammere adlı ve kızıl bayraklı bir toplumsal başkaldırı Müslümanları çok uğraştırmıştı.
Arap egemenliği döneminde; Halife Harun Reşit’in oğlu Halife Mutasım döneminde;-- MS: 833—aynı ideolojiyi, kırmızı bayrak altında, Babek adlı birisi ortaya atarak başkaldırdı. Bu hareket, Horasan’a ve tüm İran’a yayıldı. Halife Mutasım, Türk asıllı komutan Afşin Bey’i ayaklanmayı bastırmakla görevlendirdi. Arlarında Babek’in de bulunduğu 250,000 asi öldürüldü ve 7500 esir de kurtarıldı.
Bu Türk komutanının sünnetli olmadığı ve geceleri de, gizli, gizli bir kitap okuduğu ihbar edildi. Derhal açılan soruşturmada Afşin Bey şöylece kendisini savundu:
“Hamdolsun ki Müslümanım, sünnetsiz olduğum da doğrudur. Geceleri okuduğum kitap ta; Türk milletinin tarihidir.” Deyince:
“Müslüman’ım diyorsunuz, niçin sünnet olmadınız?” sorusuna da:
“İleri yaşlarda Müslüman oldum, Müslüman olmak içinde sünnet olmaya gerek yok. Gereksiz acı çekmek istemedim!” Deyince de:
“Savaşlarda yaralanıp acı çekmiyor musunuz? Diye sorulunca:
“Savaş sosyal bir olaydır. Oysa sünnetin zaruri bir sebebi de yoktur!” Diye savunması da yerinde görülmeyerek, Arap Mahkemesi kararı ile boynu vurulduğu gibi, okumakta olduğu kitap ta yine ol mahkeme kararı ile yaktırıldı.
Arap’ın Müslüman olanları sünnete zorlaması, Müslümanlıktan geri dönmeleri önlemek içindi. Enver Behnan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar tarihi, s.392.
Kılıçla kabul ettirilen yeni din; ustura ile de korkutulup sağlamlaştırılmıştır.
Bilimsel olarak, ustura ile kesilerek toprağa gömülen penis kılıfının sayılamayacak kadar çok faydaları kanıtlanmıştır.
Erkeklerde erken boşalmanın en büyük nedeni, sünnetle Kelaynak kuşunun başı gibi çırılçıplak kalan, penis başının kadın vücudunun sıcaklığını hisseder etmez şoke olmasıdır!
Vücut ısısının dışında kalan direk sürtünmelerle sertleşen, nemini yitiren penis başı, sıcağı algılayınca ne yapacağını bilemez bir hale gelerek erkenden kusmaktadır!
Sünnetle, insan vücudundan bir parçanın kesilip atılmasının hiçbir savunması yoktur. En mükemmel bir surette ve korumalı olarak yaratılmış bir uzvun, kör bir inanç ve iştah kabartan bir gelir uğruna vahsice kurban edilmesinin hiçbir dini dayanağı da yoktur.
Doğmuş ve doğacak olan erkek çocuklarımızı, bu çok ilkel vahşetten korumak, hem Tanrı’ya, hem Doğa’ya saygımızın ve insan olmamızın onurunun gereğidir.
Sayın vahşet eylemcilerimiz ve Sayın seyircilerimiz!

Takvim gazetesi, 28 Eylül 2005. Prof.Dr. Zekeriya Beyaz:
“Erkek çocukları sünnet ettirmek, dinimizin olmazsa olmazı şartı mı? Almanya’da, Hıristiyan doktorlara sünnet ettirsek olur mu? Sünnetin özel bir duası var mı?”
“Cevap: Erkek çocukları sünnet ettirmek, adından da anlaşılacağı gibi sünnettir/ Hoca sünnet kelimesinden yanılıyor. Ostüzü./ Hem de Hz. İbrahim’in sünnetidir. İslamın olmazsa olmaz şartı değildir. Bir insan sünnetsiz olsa da müslümandır. Ancak sünnet çok önemlidir. Bazı örf ve adetler, bazı sünnet ve dini gelenekler, toplumsal hayatta büyük önem kazanır mesela, Müslümanla’ın bayraklarına saygı göstermeleri bir örf ve adettir!/ /Yahu Hoca bayrakla çocuğunun pipisinin ucunun ne alakası vardır! //Haydi, buyurunuz şeyin şey namazına!
Hürriyet gazetesi, 02 ağustos 2007: Penisinden ameliyat olan çocuk öldü!” Pamukkale üniversitesi Hastanesi’nde (PAÜ) penis ameliyatı geçiren 2 yaşındaki Ali Rıza Dağcı, yapılan iğnenin ardından kalp krizi geçirdi. Kalbi iki kez çalıştırılan Ali Rıza 18 saat sonra hayatını kaybetti’
25 Temmuz 2007 sabah gazetesi, Günaydın: Toplu sünnet şölenine katılan E:K: kendisi gibi 300 çocukla birlikte sünnet edildi. Ardından fenalaşarak hastaneye kaldırılan küçük çocuk, cinsel organını kaybetti!”

PS: Olsun, var olmayan dini vecibesi yerine getirildi ya!
          
          
      
      
      

İzleyiciler

Blog Arşivi